Her gece yatmadan yapıldığı üzere; kimimiz çalar saatini
sabah namazına, kimilerimiz ise işe gitme vaktine ayarlamıştı. Vakti, saati
geldiğinde alarm çalacak, yeni ama rutin bir sabaha yeniden başlanacak ve
herkes yine işine, gücüne koyulacaktı. Tabi bu bizim planımızdı ya da en
azından beklentimizdi. Yine öyle olacak zannetmiştik. Ancak öyle olmadı.
Rabbimiz Kendi planını devreye koydu, buyruğunu takdir etti ve büyük deprem
gerçekleşti. Canlar aldı, canlar yaktı ve ocaklara ateş düşürdü bu deprem…
Binalar tarumar oldu, şehirler tanınamaz hale geldi.
Bu vesileyle deprem ânını yaşamış birisi olarak;
depremzede kardeşlerimin acılarını ve kayıplarını derinden hissediyorum. Allah,
enkaz altında ruhunu teslim eden kardeşlerimizi ahiret şehidi kılsın; yaralılara
acil şifalar, geride kalanlara da sabr-ı cemil ihsan etsin.
Deprem sonrası özellikle sahada şahit olduklarımdan
hareketle; söyleyeceğimiz, kriz yönetimi ile alakalı sorumlular hakkında dile
getireceğimiz birçok husus ve hakikat var. Ancak bu makalenin esas konusu,
sahada görülen aksaklıklar ya da kriz yönetimi ile alakalı eksiklikler değil,
depremin bize hatırlattığı bazı hakikatlerdir.
Deprem ve afetlerin bize hatırlattığı hususlara geçmeden
önce “Deprem ve felaketler günahkâr toplumları cezalandırmak için midir?”
sorusuna kısa da olsa cevap vermek istiyorum. Zira neredeyse her deprem ve
afetten sonra bu konu mutlaka gündeme gelmekte ve afetlerin “günahkâr toplumu
cezalandırmak için Allah’ın bir cezası olduğu” şeklinde iddia edilmektedir.
Her şeyden önce deprem ve benzeri afet olayları “Allah’ın
kazası/takdiri” konusudur ve bunda hayır ya da şer olduğunu bilen de ancak
Allah’tır. Allah Azze ve Celle’nin kullarının şımarıklığını, ansızın
yakalayarak cezalandırdığını beyan eden ayetler vardır. Tıpkı şu ayet-i
kerimede olduğu gibi:
[فَلَمَّا
نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى
اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ] “Derken, kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında,
onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen
şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık
onlar umutları suya düşenler oldular.”[1]
Ancak bu ayet, her depremin günahkâr toplumları
cezalandırmak kastı ile olduğu anlamına gelmez. Zira şayet deprem mutlak
günahkâr olmakla ilintili olsaydı o vakit Avrupa toplumları ya da kâfir
toplumları her zaman depreme maruz kalmalı ve felaketten başını kaldıramamış
olmalıydı. Yine Halife Ömer RadiyAllahu Anh döneminde yaşanan büyük
salgın felaketi, adaleti ile nam salmış raşit bir Halife’nin zamanında ve İslâm’ın
en iyi şekilde yaşandığı bir toplumda meydana gelmezdi. Bizler, Allah’ın söz
konusu felaket ve afet ile neyi murat ettiğini bilmeyiz. Ne var ki hayrın ve
şerrin Allah’tan olduğuna iman eder ve bu anlayışla yaşamaya gayret gösteririz.
İman etmekle de birlikte Allah’ın kudretine şahit olanlar
olarak tefekkür eder depremin bize hatırlattıklarından nasihatler alırız. Zira
deprem gibi Allah’ın kudretinin izdüşümlerinin; her aklıselim kimseye
söyleyecek ve hatırlatacak mutlaka bir takım hakikatleri vardır. İşte
yaşadığımız depremin bize hatırlattığı bazı hakikatleri nasihat almak temennisiyle
sizlerle paylaşıyorum.
Deprem Cennet ve Günahlardan
Kefaret Vesilesidir
Deprem, Allah Azze ve Celle’nin kulları için
takdir ettiği musibetlerdendir. Şayet kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği
musibetin Allah’tan olduğu bilincine sahip olur ve sabrederse Allah katında
büyük mükâfatlara nail olacaktır. Musibetlere sabredenlerin ecri ile alakalı
birçok ayet-i kerime vardır. Onlardan bir tanesinde Allah Azze ve Celle
şöyle buyurmaktadır:
[وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ
صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ] “Elbette
sabırlı davrananlara, yapmakta olduklarının ödülünü en güzeli ile ödeyeceğiz.”[2]
Yine Rabbimizin takdir ettiği deprem gibi musibetlere
sabır göstermek; günahlardan arınmaya vesiledir. Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem Tirmizi’nin tahric edip Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir
hadiste şöyle buyurmaktadır:
[مَا يَزَال الْبَلاءُ بِالْمُؤْمِنِ
وَالْمؤمِنَةِ في نَفْسِهِ وَولَدِهِ ومَالِهِ حَتَّى يَلْقَى اللَّه تعالى وَمَا
عَلَيْهِ خَطِيئَةٌ] “Erkek
olsun, kadın olsun mümin, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar
kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.”[3]
Deprem, Allah’ın Kudretini
Hatırlama Vesilesidir
Biz insanoğlu bazen acizliğimizi unutuyor; yerin ve göğün
sahibi olan Allah Azze ve Celle’nin kudretinden gaflete düşüyor ve
masiyet dolu hayatı yaşama cüretinde bulunuyoruz. Depremin şiddetini o gece
bizzat yaşamış birisi olarak söylüyorum: deprem sırasında ayakta durmaya
muktedir olamayan aciz varlık insanoğlunun, kudret ve güç sahibi Allah’ın
hükümranlığını ve egemenliğini yok sayarcasına bir hayat sürmesinden daha büyük
bir gaflet söz konusu değildir. Yerin ve göğün tek sahibi Aziz ve Hâkim olan
Allah’tır: [وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ
اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ] “Gökteki ilâh
da, yerdeki ilâh da O'dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.” Başka bir
ayette ise şöyle buyurmaktadır:
[اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ
مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ] “Bilmez
misin ki, göklerin ve yerin idaresi, mülkiyeti yalnızca Allah’ındır.”[4]
Deprem gibi harikulade olaylar, deprem anında yerinden bile
kımıldayamayan bizlerin acizliğini buna mukabil de Allah’ın kudretini ve nelere
kadir olduğunu hatırlamaya yine Allah’ın egemenliğine ve hükümranlığına boyun
bükmemize, tam bir teslimiyetle teslim olmamıza vesile olmalıdır.
Deprem, İyiliği Emretme,
Kötülükten Nehyetme Farziyetini Hatırlama Vesilesidir
İyiliği emretme, kötülükten nehyetme farziyeti, İslâm’ın
en maruf hükümlerindendir. İyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, biz İslâm
ümmetini insanların arasında seçkin kılan, hayırlı konuma yükselten
vasıflardır. [كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ
لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ] “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz;
iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız.”[5]
İslâm’dan ve hükümlerinden epeyce uzaklaştığımız
çağımızda en büyük yitiklerimizden bir tanesi de iyiliği emretme, kötülükten
nehyetme farziyetidir. Hâlbuki Müslüman, kötülüklere, günahlara, işlenen
münkerlere ve en büyük münker olan küfrün egemenliğine karşı tepki göstermeli, seyirci
kalmamalıdır. Ne pahasına olursa olsun iyiliği emretmeli ve kötülükten
nehyetmelidir. Sadece “kendimize Müslüman” olmak, helali haramı sadece kendi
küçük dünyamızda yaşamak, toplumsal çöküşe kayıtsız kalmak İslâm’ın kati
surette yasakladığı bir anlayıştır. Hatta aşağıda paylaşacağım rivayetlerden
hareketle münkere sessiz kalmak; Allah’ın gazabına duçar olma sebebidir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem efendimiz
münkere şahit olduğu halde müdahale etmeyenlere Allah’ın azap edeceğini şu
sözleriyle ifade etmiştir:
[إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ لَا
يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوْا الْمُنْكَرَ بَيْنَ
ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلَا يُنْكِرُوهُ
فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللّٰهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ] “Şüphesiz ki Allah, bazı kişilerin işledikleri günahlar
yüzünden bütün insanları cezalandırmaz. Ancak bütün insanlar aralarında
kötülüğün yayıldığını görür de ona mâni olmaya güçleri yettiği halde, o
kötülüğe mâni olmazlarsa, o zaman bir kısmınızın işlediği günah yüzünden
hepinizi cezalandırır.”[6]
Deprem Gaflet Uykusundan
Uyanıp Kulluğa Yöneliş ve Kıyamete Hazırlık Vesilesidir
Acaba deprem fay hatları üzerinde düşündüğümüz ya da
derinleştiğimiz kadar, kulluğumuzun “masiyet hatları” üzerinde derin derin
düşündük mü? Deprem haritasına yoğunlaştığımız kadar “kulluk haritamıza”
yoğunlaştık mı?
Herkese yakın, kendimize uzak görürüz nedense ölümü…
Ölüme ve sonrasına hazırlık hep ötelenir… Aklımızın bir tarafındadır Allah’a kulluk
ancak bir türlü sıra gelmez dünya telaşından ve fitnesinden kulluğa… “Ölüme
daha çok var” der, devam ederiz son sürat dünya koşuşturmacasına. Allah’a
hakkıyla kulluğun önünde gaflet perdesi kocaman bir engeldir. Bazılarına -Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de dediği gibi- ölüm, nasihat olarak kâfi
gelirken bazılarına hiçbir şey ifade etmemekte; böylece de bu kişi günahların
girdabında boğulmaktadır.
Aslında deprem, bir nevi “küçük kıyamet” değil mi? Peki,
dünyalıkların hiçbir fayda vermeyeceği o güne, ahiret gününe hazır mıyız?
Ayette de buyurulduğu üzere; selim bir kalbin dışında malın ve evladın fayda
vermeyeceği günü karşılamaya hazır mıyız? Dağı, taşı yerinden oynatan ilahi
sarsıntı; Allah’ın kudretini, dolayısıyla O’na hakkıyla kulluk yapılması
gerektiğini hatırlatmaya yetmez mi? O dehşet verici sarsıntı; Allah’a kulluğun
önünde engel olan gaflet perdemizi kardırmaya yetmez mi? Kur’an ayetlerinden
ibret almıyorsak Allahu Teâlâ’nın kevni ayetlerinden de mi ibret almayacağız?
Bakınız, Allah Azze ve Celle nasıl buyuruyor:
[يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا
رَبَّكُمْۚ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظ۪يمٌ يَوْمَ تَرَوْنَهَا
تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّٓا اَرْضَعَتْ وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ
حَمْلَهَا وَتَرَى النَّاسَ سُكَارٰى وَمَا هُمْ بِسُكَارٰى وَلٰكِنَّ عَذَابَ اللّٰهِ
شَد۪يدٌ] “Ey insanlar! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Kıyamet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır. Onu
göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın
karnındaki çocuğu düşürecektir. Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş
gibi göreceksin; çünkü Allah’ın azabı (kıyametin dehşeti) çok çetindir!”[7]
Kısacası kendi kıyametine hazır mısın kardeşim?
Deprem, Empati ve Kardeşlik
Duygularını Pekiştirme Vesilesidir
Birçoğumuz için Suriye’de yaşananlar, TV ekranlarında ya
da sosyal medya mecralarında gördüklerimizden ibaretti. Sadece uzaktan
seyretmiştik enkaz yığınlarını! Bombalanmanın neticesinde yerle yeksan olan
binaları! Ateş düştüğü yeri yakıyor; uzağ(ımız)a düşen ateş, bizi hiç
yakmıyordu. Ya da çok nispi yakıyordu. Sadece anlamaya çalışıyorduk, duyarlı
Müslümanlar olarak; nasıl bir duyguydu evsiz-barkız kalmak? Nasıl bir duyguydu
acaba, arkaya bakmadan baba ocağını, memleketini, her şeyini bırakıp gitmek?
Nasıl bir şeydi acaba, beton yığınların arasında çocuk çığlıklarına şahit
olmak? Nasıl duyguydu acaba, can pazarını yaşamak? Nasıl bir duyguydu, günlerce
aç kalmak?
İşte yaşadığımız bu deprem, bütün bunları neredeyse 12
yıldır mütemadiyen yaşayan Suriyeli muhacir kardeşlerimizi daha iyi anlamamıza
vesile olmalıydı. Kimimizi evsiz, kimimizi evlatsız, kimimizi de anasız-babasız,
parasız-pulsuz bırakan bu deprem; empati yapabilmek adına büyük bir fırsattır…
İşte, taş üstüne taş bırakmayan bu afet, sahiplenmeyen muhtaçların, sahiplenilmeyen
muhtaçları anlayabilecekleri bir vesileye dönüşmelidir. Zira bugün Ensar olan
yarın Muhacir, bugünün Muhacirleri yarın birilerine Ensar olabilir. Olmalıdır
da. Asla, kafatasçı zihniyet sahiplerinin kardeşlik hukukumuza zarar vermesine
müsaade edilmemelidir. Çünkü bizler kardeşiz ve kardeşin kardeşe sahip çıkması,
İslâm’ın bir gereğidir. [مَثَلُ المُؤْمِنِينَ في
تَوَادِّهِمْ وتَرَاحُمِهِمْ وتَعَاطُفِهِمْ، مَثَلُ الجَسَدِ إذا اشْتَكَى مِنْهُ
عُضْوٌ تَدَاعَى له سَائِرُ الجَسَدِ بالسَّهَرِ والحُمَّى] “Birbirlerini
sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta
müminler, bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman
diğer azalar da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler.”[8]
Rabbim, deprem ve yaşadığımız afetleri kulluğumuza engel
gaflet perdesinin kaldırılışına, Allah’ın kudretinin hakkıyla idrakine,
toplumsal duyarlılığımızın güçlenmesine ve günahlarımızdan arınmaya vesile
eylesin.
Deprem bölgesinde, kardeşlerinin derdiyle dertlenen,
deprem bölgesine anında intikal edip gece-gündüz demeden kardeşlerinin
yaralarını sarmaya çalışan ve uzaktan maddi-manevi desteğini esirgemeyen
muazzez kardeşlerimden de Rabbim razı olsun.
Rabbim, böylesi afetlerden cümlemizi korusun. Afetzede
kardeşlerimizin sıkıntılarını gidersin. Depremde hayatını kaybeden kardeşlerime
rahmetiyle muamele buyursun. Geride kalan yaralılara acilinden şifalara ihsan
etsin. (Âmin.)
[1]
Enam Suresi 44
[2]
Nahl Suresi 96
[3]
Tirmizi
[4]
Bakara Suresi 107
[5]
Âli İmran Suresi 110
[6]
Ahmed ibn Hanbel, Müsned
[7]
Hac Suresi 1-2
[8]
Buhari, Müslim
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış