İnsan; ucu açık bir şekilde müspet ve menfi[1] özelliklerin[2]
kendisinde birleştiği Allah Celle Celâluhu tarafından “ahsen-i takvim”
üzere yaratılan[3]
bir varlıktır. Bu nüve varlığın müspet ve menfi tüm özellikleri ancak toplumsal
hayat içerisinde tezahür eder, gelişir ve en üst seviyede çevreye yansır. Birey
ancak sosyal hayat içirişinde insanlığını gerçekleştirebilir. Tek başına
yaşayan bir birey için ancak bitkisel hayat söz konusu olur. Birey hâlinde
yaşamını sürdüren bir insanın biyolojik varlığı bir yana, sahip olduğu müspet
veya menfi hiçbir özelliği ortaya çıkmaz, gelişmez ve yansımaz. “İnsan
tabiatı gereği medeni bir varlıktır.”[4] tespiti bu
gerçeğe tekabül eder.
İnsanın doğası gereği sosyal bir varlık olarak hemcinsleriyle birlikte bir
arada yaşamaya mecbur olması, yönetilme ve yönetme ihtiyacını da beraberinde
getirir. Bu yönetilme ve yönetmenin anarşiye yer bırakmayacak şekilde, insan
tabiatına uygun, belli bir nizam dâhilinde yapılması kaçınılmazdır. Zira
kendisinde ucu açık bir şekilde var olan müspet ve menfi özellikler bağlamında
insan yükselmeye veya “esfel-i safilîn”e düşme potansiyeline sahiptir. Sahip
olduğu organik ihtiyaçlar ve içgüdü/sevk-i ilahiler doğru bir yönetim nizamıyla
sağlıklı bir şekilde doyuma ulaştırıldığında, insanın ve doğal olarak içinde
yaşadığı toplumun yücelmesi mukadderdir. Yanlış bir yönetim nizamıyla
yönetildiği takdirde potansiyel olarak sahip olduğu tüm menfi özelliklerin
ortaya çıkıp yeşereceği bir zemin bulacağından hem kendisinin ve hem de meydana
getirdiği toplumun bayağı bir duruma düşeceğinden kuşku yoktur.
Aynı gerçeğe işaret eden makalenin
başlığının içerdiği derin analizin vakıasını tam manasıyla kavramakla, bugün
yaşamakta olduğumuz çoğu sorunların kaynağını doğru tespit etme imkânını elde
edebiliriz. Yine bu sorunların sahih çözümlerini ortaya koyup uygulamanın sahih
metodunu keşfedeceğimizden emin olabiliriz.
Evet, sahih bir nizamla yönetildiği zaman bile toplumda suç oranının “sıfırlanmadığı”
bir gerçektir. Ancak suç oranının alt seviyelerde seyrettiği de bir gerçektir.
Çünkü genel olarak insan, fıtratına uygun olan nizama uyum sağlamakta güçlük
çekmez. Bireysel, ailevi ve toplumsal hayatın temel taşları yerli yerine
oturtulduktan sonra insanlar huzurlu bir hayatı sürdürme istikrarına kolayca
ulaşırlar. İnsanın mutlu bir hayat için gerekli olan maddi, insani, ahlaki ve
manevi değerlere suhuletle ulaşması sağlanmış olur. Buna rağmen her insan sahih
nizamın oluşturduğu iklimin temiz atmosferinden aynı seviyede istifade
etmeyebilir. Artı bazı bireyler görevlerini yerine getirmede ihmalkâr
davranabilirler. Dahası bazı günahları işleyip bazı yasakları çiğneyerek suç
işleyebilirler. Bu ihmal ve suçlarından dolayı adilane bir şekilde maddi
müeyyidelere maruz kalacaklarından suç oranı en asgari bir seviyede kalmaya devam
eder.
Kaldı ki; öte taraftan toplumu oluşturan tüm katmanların bir konuda ittifak
etmesi sıkça rastlanan bir hadise değildir. Ancak bugün toplumun her kesimi suç
işleme oranının aşırı derecede yükseldiği konusunda ittifak içindedir.
Erkek-kadın, zengin-fakir, sağcı-solcu, muhafazakâr-devrimci,
kapitalist-komünist, memur-amir, köylü-şehirli, Müslüman ve gayrimüslim, hâsılı
toplumun her katmanı suçun hiç olmadığı kadar yayıldığından şikâyet
etmektedirler. “Biz nasıl bu hale geldik?”, “Toplum nereye gidiyor?”, “Bu
gidişatın sonu hayır değildir!” vb. serzenişleri çokça her kesimden duyar hâle
geldik.
Diğer taraftan toplumda suç bu denli sıklıkla görüldüğü hâlde âliminden
cahiline, ümmisinden entelektüeline, iktidarından muhalefetine kadar herkes
bireyi suçlamakta ve sorunu bireyde görmektedir. Suçun toplumda bu derece
yaygınlık kazanmasının esas nedeninin rejim olabileceği düşünülüp
değerlendirilmemektedir. Tolumun gidişatında en temel belirleyici unsurun rejim
olduğu, bireyin suça yönelmesinin bir sonuç olduğu gerçeği göz ardı
edilmektedir.
Bu yanlış çıkarsamaya bağlı olarak İslâmi cemaat, vakıf, dernek ve STK’lar
kendi mensuplarını topluma egemen olan münkerden koruma stratejisiyle hareket
etmektedir. Rejimin belirleyiciliği hak ettiği ölçüde dikkate alınmadığından
münkeri toplumdan uzaklaştıracak fikrî, siyasi, örgütlü ve köklü bir halk
hareketi için ciddi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Ebeveynin çabalarıyla
ailelerin bu kötü gidişatın üstesinden gelebileceği düşüncesi, rejim değiştirme
konusunda onları işlevsiz kılmaktadır. Çünkü rejimin toplumu şekillenmedeki
belirleyici gücü ya hiç dikkate almamakta veya küçümsenmektedir.
Bir toplumsal realiteye karşılık gelen ve Seyyid Kutub’a atfedilen edilen
meşhur bir söz vardır: “Doğru bir nizamla yönetilen bir toplumda hâkime ve
hekime ihtiyaç yoktur.” Doğru bir nizamla yönetildiği takdirde toplumun
hâkime ve hekime olan ihtiyacının en asgari düzeye ineceğini ifade eden bu
veciz ifade, toplumsal yasalar bazında sebep-sonuç ilişkisine dair derin bir
tespiti de içinde barındırmaktadır. İfadenin mefhumu muhalifi; sahih bir
nizamla yönetilmeyen bir toplumda suç oranının yükseleceği, hâkime ve hekime
olan ihtiyacın en üst düzeye ulaşacağını beyan etmektedir. Nitekim uzvi ve
içgüdüsel ihtiyaçları sahih bir sistemle doyuma ulaştırılmayan insanın sahip
olduğu müspet özellikleri ortaya çıkıp gelişmez. Aksine potansiyel olarak sahip
olduğu menfi özellikleri yeşerip dallanıp budaklanmaya başlar. Birey, makul ve
mantıklı davranma yeteneğini kaybederek duygularına yenik düşer. Haz almaktan
başka hiçbir değer yargısını tanımaz. Bireyin kendisi mutsuz, huzursuz ve
tedirgin olduğu gibi içinde bulunduğu toplum da güvensiz, huzursuz ve bozuk bir
toplum olur. Bireysel ve ailevi ilişkilerde düzen ve istikrar kaybolur.
Kurumlara kişisel çıkar ve menfaat egemen olur. Yöneten ve yönetilenler
asındaki ilişkiye de aynı çıkar ve menfaat ölçüsü hâkim olur. Yöneticiler
siyasi egemenliklerini, mevki ve makamlarını, ekonomik çıkarlarını korumak
dışında bir ölçü tanımazlar. Bunu sağlayıp sürdürmek için toplumu ifsat etmek
de dâhil her türlü entrikaya başvurmaktan geri durmazlar. Böylece toplumda
yaşam mücadelesini veren her birey, serseri bir mayın gibi ortada dolaşır. Her
suça bir mazeretin eşlik ettiği böylesi bir sosyal ortamda suç yaygınlaştıkça
yaygınlaşır.
İlk insanla birlikte tarih, toplumun organik ve içgüdüsel ihtiyaçlarını
düzenleyecek sahih nizamın kaynağı konusunda en genel anlamıyla iki ana akımın
mücadelesine sahne olmuştur. Biri; yaratıcının vahiy yoluyla rasullerine
bildirdiği ilahi nizam, diğeri; iblisin rehberliğinde şekillenen beşerî
nizamdır.
[قُلْنَا
اهْبِطُوا مِنْهَا جَمٖيعاًۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّٖي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ
هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا
وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا
خَالِدُونَ] “Onlara şöyle dedik: ‘Oradan
hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir.’ Kim benim
gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.
İnkâr eden ve âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve
orada devamlı kalıcıdırlar.”[5]
Gerçekte insanlık tarihi, bu mücadelenin meydana geldiği süreçten başka bir
şey değildir. Bir tarafta iman, güven ve adaletin, hak ve hukukun, refah ve
mutluluğun, kalkınmışlığın hüküm sürdüğü saadet iklimi yer alırken, diğer
tarafta küfür, anarşi, endişe, kaygı ve zulmün, adaletsizliğin, sefalet ve
huzursuzluğun egemen olduğu cahiliye iklimi yer almıştır.
Diğer taraftan, sebep-sonuç bağlamında yönetim nizamının toplumun gidişatı
üzerinde belirleyici bir rol oynadığı sır değildir. Aynı şekilde toplumdaki suç
oranının yönetim nizamı ile doğrudan bir ilişkisi olduğuna şahit olmaktayız.
Zira toplum, bir temel düşünce ve ondan doğan yasalar ve örf-âdetler
çerçevesinde şekillenmiş bir sosyal sözleşme üzerinde zımnen veya açık bir
şekilde ittifak etmiş insanlardan oluşmuş sosyal bir teşekküldür. Bu bağlamda
toplumun üzerine kurulu olduğu amentünün gölgesinde varlık sahasına çıkan değer
yargıları ve bu değer yargılarının gölgesinde teşekkül eden anayasa, sebep
konumunda iken bunun dışında toplumun ürettiği hayata dair her ne varsa sonuç
kabilindendir. Diğer bir ifadeyle; esas belirleyici rol, doğal olarak toplumun
üzerinde ittifak ettiği temel düşüncenindir. İşte “bir toplumda suç ender
görülüyorsa insan, sık görülüyorsa nizam bozuktur” tespiti kendini burada bir
kez daha göstermektedir.
Günümüz dünyası bu gerçekten bağımsız tek bir sosyal hadise cereyan
etmemektedir.
Öyle ki; 3 Mart 1924’te Hilâfet’in ilgasıyla İslâm nizamı yönetme
mevkiinden uzaklaştırılmış oldu. SSCB’de 1985’te Glasnost veya Perestroyka’nın
uygulanmasıyla birlikte komünizm de hayat sahasından çekildi. Sonuç olarak
yarım yüzyıldır kapitalizmin tek başına dünyaya egemen olduğu bir gerçektir. Bu
bağlamda genel olarak dünyanın gidişatına baktığımızda tarihin sonuna gelmiş
olduğumuz düşüncesine kapılmamak mümkün değildir. Yaşananların beklenen kıyamet
süreci olduğunu söylemek abartı değildir. Zira “devletlerarası hukuk” diye bir
şeyin kalmadığını, egemen güçlerin dünyanın her tarafında başlattıkları vekâlet
savaşlarıyla ülkeleri yakıp yıktıklarına, milyonlarca insanı yurdundan
yuvasından ettiklerine, sokakları ceset, kan ve gözyaşıyla dolduklarına şahit
oluyoruz. Eş zamanlı olarak devletlerin uyguladıkları kapitalist sistemin bir
sonucu olarak halkların köleleştirilerek insanlarının birer suç makinesine
dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz.
Nitekim Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2017 Küresel
Eğilimler Raporu’nda 2017’de savaş, şiddet ve zulüm yüzünden zorla yerinden
edilen kişilerin sayısının, bir önceki yıla göre yaklaşık 3 milyon artarak 68
milyon 500 bine çıktığı belirtilmiştir. Raporda dikkati çeken diğer bir unsur
da yerinden edilenlerin %52’sinin 18 yaş altı çocuklardan oluşuyor olması. 178
bin 800 çocuk ise refakatsiz bir şekilde ailelerinden uzakta yaşama tutunmaya
çalışmaktadır.[6]
Evrensel ölçekte durum bu minvalde iken teker teker ülkeler bazında da
toplumlar huzurlu bir hayattan yoksundurlar. Bu açıdan halkı Müslüman olmasına
rağmen kapitalist sistemin uygulandığı Türkiye bir laboratuvar niteliğindedir.
Algı operasyonlarıyla Müslüman halkı kendine bağlayan AK Parti’nin iktidarda
olduğu son 20 yıllık dönemde suç oranının ayyuka çıkmış olması da sebep olarak
mevcut rejimi işaret etmektedir. Nitekim kısmen aşağıya çıkardığımız
istatistikler bunu göstermektedir.
Genel manada suç oranları:
1990-2014 yılları arasında suç oranlarında önemli artış (%400) olmuştur.
Hırsızlık, insan öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış %600’e ulaşmıştır.
2015 yılında günde ortalama 4 kişi öldürüldü. Cinayetlerin çoğunun nedeni namus
ve para iken, 369 kadın aile içi şiddet kurbanı oldu. Aynı yıl 18 yaşından
küçük 193 çocuk öldürüldü.[7]
Kadın Cinayetleri:
2002-2008 yılları arasında işlenen kadın cinayeti sayısı; 2002’de 66, 2003’te
83, 2004’te 128, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de ise 806 olarak
açıklanmış ve 2002’den bu yana kadın cinayetlerinde 14 misli artmıştır.
2008-2019 yılları arasında toplam 3 bin 185 kadın öldürülmüştür. Kadın cinayetleri son yıllarda önemli artış göstermektedir. Yıllara göre kadın cinayeti sayısı aşağıdaki gibidir.[8]
Türkiye’de 1990 yılında yaklaşık 381 bin 200 kişi madde kullanım bozukluğuna sahipken, 2016 yılında bu sayı 664 bin 906 kişiye yükselmiştir. Son 10 yılda madde bağımlılığı ve uyuşturucu kullanımı nedeniyle tedavi görenlerin oranının 25 kat arttığı belirtilirken, yapılan araştırmalara göre; 15 yaş altı madde kullanımının %92 yükseldiği ifade edilmektedir. [9]
Sonuç olarak eğer toplumda suçu ender/az görülüyorsa sorun bireylerdedir;
bireylerin ıslahı yönünde çaba sarf edilmesi gerekir. Buna karşılık eğer
toplumda suç sıkça görülüyorsa bireyin ıslahı çözüm teşkil etmez. Bireylerin
ıslahı yerine rejimin değiştirilmesi gerekir. Bugün Türkiye’de suç sıkça
görülmektedir. Hatta denilebilir ki: “Rejim adeta suç ve suçlu üretmektedir.”
Bu rejim egemen olduğu sürece toplumun düzeltilmesi mümkün değildir. Nitekim
bir asra yakındır bunca parti, cemaat, vakıf, dermek ve sivil toplum
kuruluşları toplumun düzelmesi için uğraşmasına rağmen her yeni gün geçen günü
aratmaktadır.
Bu nedenle nübüvvet metodu üzere oluşturulacak fikrî, siyasi, kültürel
örgütlü bir halk hareketiyle egemen rejim kaldırılıp yerine ilahi nizam olan Râşidî
Hilâfet’in kurulması gerekir. İşte o zaman toplum sahil-i selamete çıkacak ve
suç, nadir görünen bir seviyeye inecektir.
[لِمِثْلِ هٰذَا
فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Çaba harcayacak olanlar
böylesi bir kazanç için çalışmalıdır.”
[1] Şems Suresi 8: “Ona kötü ve iyi olma
yeteneklerini yerleştirene ki.”
[2] Beled Suresi 10: “Ve ona
iki yolu göstermedik mi?”
[3] Tin Suresi 4
[4] İbn Haldûn, Mukaddime
[5] Bakara Suresi: 2/38-39
[6] ttps://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-zorla-yerinden-edilenler-68-5-milyonu-buldu-/1178661
[7] Türkiye’de suç
[8] Türkiye’de kadın cinayeti
[9] A.A. 22.08.2018
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış