Bir Toplumda Suç Ender Görülüyorsa İnsan Sık Görülüyorsa Nizam Bozuktur

Mustafa Küçük

İnsan; ucu açık bir şekilde müspet ve menfi[1] özelliklerin[2] kendisinde birleştiği Allah Celle Celâluhu tarafından “ahsen-i takvim” üzere yaratılan[3] bir varlıktır. Bu nüve varlığın müspet ve menfi tüm özellikleri ancak toplumsal hayat içerisinde tezahür eder, gelişir ve en üst seviyede çevreye yansır. Birey ancak sosyal hayat içirişinde insanlığını gerçekleştirebilir. Tek başına yaşayan bir birey için ancak bitkisel hayat söz konusu olur. Birey hâlinde yaşamını sürdüren bir insanın biyolojik varlığı bir yana, sahip olduğu müspet veya menfi hiçbir özelliği ortaya çıkmaz, gelişmez ve yansımaz. “İnsan tabiatı gereği medeni bir varlıktır.”[4] tespiti bu gerçeğe tekabül eder.

İnsanın doğası gereği sosyal bir varlık olarak hemcinsleriyle birlikte bir arada yaşamaya mecbur olması, yönetilme ve yönetme ihtiyacını da beraberinde getirir. Bu yönetilme ve yönetmenin anarşiye yer bırakmayacak şekilde, insan tabiatına uygun, belli bir nizam dâhilinde yapılması kaçınılmazdır. Zira kendisinde ucu açık bir şekilde var olan müspet ve menfi özellikler bağlamında insan yükselmeye veya “esfel-i safilîn”e düşme potansiyeline sahiptir. Sahip olduğu organik ihtiyaçlar ve içgüdü/sevk-i ilahiler doğru bir yönetim nizamıyla sağlıklı bir şekilde doyuma ulaştırıldığında, insanın ve doğal olarak içinde yaşadığı toplumun yücelmesi mukadderdir. Yanlış bir yönetim nizamıyla yönetildiği takdirde potansiyel olarak sahip olduğu tüm menfi özelliklerin ortaya çıkıp yeşereceği bir zemin bulacağından hem kendisinin ve hem de meydana getirdiği toplumun bayağı bir duruma düşeceğinden kuşku yoktur.

 Aynı gerçeğe işaret eden makalenin başlığının içerdiği derin analizin vakıasını tam manasıyla kavramakla, bugün yaşamakta olduğumuz çoğu sorunların kaynağını doğru tespit etme imkânını elde edebiliriz. Yine bu sorunların sahih çözümlerini ortaya koyup uygulamanın sahih metodunu keşfedeceğimizden emin olabiliriz.

Evet, sahih bir nizamla yönetildiği zaman bile toplumda suç oranının “sıfırlanmadığı” bir gerçektir. Ancak suç oranının alt seviyelerde seyrettiği de bir gerçektir. Çünkü genel olarak insan, fıtratına uygun olan nizama uyum sağlamakta güçlük çekmez. Bireysel, ailevi ve toplumsal hayatın temel taşları yerli yerine oturtulduktan sonra insanlar huzurlu bir hayatı sürdürme istikrarına kolayca ulaşırlar. İnsanın mutlu bir hayat için gerekli olan maddi, insani, ahlaki ve manevi değerlere suhuletle ulaşması sağlanmış olur. Buna rağmen her insan sahih nizamın oluşturduğu iklimin temiz atmosferinden aynı seviyede istifade etmeyebilir. Artı bazı bireyler görevlerini yerine getirmede ihmalkâr davranabilirler. Dahası bazı günahları işleyip bazı yasakları çiğneyerek suç işleyebilirler. Bu ihmal ve suçlarından dolayı adilane bir şekilde maddi müeyyidelere maruz kalacaklarından suç oranı en asgari bir seviyede kalmaya devam eder.

Kaldı ki; öte taraftan toplumu oluşturan tüm katmanların bir konuda ittifak etmesi sıkça rastlanan bir hadise değildir. Ancak bugün toplumun her kesimi suç işleme oranının aşırı derecede yükseldiği konusunda ittifak içindedir. Erkek-kadın, zengin-fakir, sağcı-solcu, muhafazakâr-devrimci, kapitalist-komünist, memur-amir, köylü-şehirli, Müslüman ve gayrimüslim, hâsılı toplumun her katmanı suçun hiç olmadığı kadar yayıldığından şikâyet etmektedirler. “Biz nasıl bu hale geldik?”, “Toplum nereye gidiyor?”, “Bu gidişatın sonu hayır değildir!” vb. serzenişleri çokça her kesimden duyar hâle geldik.

Diğer taraftan toplumda suç bu denli sıklıkla görüldüğü hâlde âliminden cahiline, ümmisinden entelektüeline, iktidarından muhalefetine kadar herkes bireyi suçlamakta ve sorunu bireyde görmektedir. Suçun toplumda bu derece yaygınlık kazanmasının esas nedeninin rejim olabileceği düşünülüp değerlendirilmemektedir. Tolumun gidişatında en temel belirleyici unsurun rejim olduğu, bireyin suça yönelmesinin bir sonuç olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.

Bu yanlış çıkarsamaya bağlı olarak İslâmi cemaat, vakıf, dernek ve STK’lar kendi mensuplarını topluma egemen olan münkerden koruma stratejisiyle hareket etmektedir. Rejimin belirleyiciliği hak ettiği ölçüde dikkate alınmadığından münkeri toplumdan uzaklaştıracak fikrî, siyasi, örgütlü ve köklü bir halk hareketi için ciddi bir girişimde bulunmamaktadırlar. Ebeveynin çabalarıyla ailelerin bu kötü gidişatın üstesinden gelebileceği düşüncesi, rejim değiştirme konusunda onları işlevsiz kılmaktadır. Çünkü rejimin toplumu şekillenmedeki belirleyici gücü ya hiç dikkate almamakta veya küçümsenmektedir.

Bir toplumsal realiteye karşılık gelen ve Seyyid Kutub’a atfedilen edilen meşhur bir söz vardır: “Doğru bir nizamla yönetilen bir toplumda hâkime ve hekime ihtiyaç yoktur.” Doğru bir nizamla yönetildiği takdirde toplumun hâkime ve hekime olan ihtiyacının en asgari düzeye ineceğini ifade eden bu veciz ifade, toplumsal yasalar bazında sebep-sonuç ilişkisine dair derin bir tespiti de içinde barındırmaktadır. İfadenin mefhumu muhalifi; sahih bir nizamla yönetilmeyen bir toplumda suç oranının yükseleceği, hâkime ve hekime olan ihtiyacın en üst düzeye ulaşacağını beyan etmektedir. Nitekim uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçları sahih bir sistemle doyuma ulaştırılmayan insanın sahip olduğu müspet özellikleri ortaya çıkıp gelişmez. Aksine potansiyel olarak sahip olduğu menfi özellikleri yeşerip dallanıp budaklanmaya başlar. Birey, makul ve mantıklı davranma yeteneğini kaybederek duygularına yenik düşer. Haz almaktan başka hiçbir değer yargısını tanımaz. Bireyin kendisi mutsuz, huzursuz ve tedirgin olduğu gibi içinde bulunduğu toplum da güvensiz, huzursuz ve bozuk bir toplum olur. Bireysel ve ailevi ilişkilerde düzen ve istikrar kaybolur. Kurumlara kişisel çıkar ve menfaat egemen olur. Yöneten ve yönetilenler asındaki ilişkiye de aynı çıkar ve menfaat ölçüsü hâkim olur. Yöneticiler siyasi egemenliklerini, mevki ve makamlarını, ekonomik çıkarlarını korumak dışında bir ölçü tanımazlar. Bunu sağlayıp sürdürmek için toplumu ifsat etmek de dâhil her türlü entrikaya başvurmaktan geri durmazlar. Böylece toplumda yaşam mücadelesini veren her birey, serseri bir mayın gibi ortada dolaşır. Her suça bir mazeretin eşlik ettiği böylesi bir sosyal ortamda suç yaygınlaştıkça yaygınlaşır.

İlk insanla birlikte tarih, toplumun organik ve içgüdüsel ihtiyaçlarını düzenleyecek sahih nizamın kaynağı konusunda en genel anlamıyla iki ana akımın mücadelesine sahne olmuştur. Biri; yaratıcının vahiy yoluyla rasullerine bildirdiği ilahi nizam, diğeri; iblisin rehberliğinde şekillenen beşerî nizamdır.

[قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمٖيعاًۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّٖي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ] “Onlara şöyle dedik: ‘Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir.’ Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.”[5]

Gerçekte insanlık tarihi, bu mücadelenin meydana geldiği süreçten başka bir şey değildir. Bir tarafta iman, güven ve adaletin, hak ve hukukun, refah ve mutluluğun, kalkınmışlığın hüküm sürdüğü saadet iklimi yer alırken, diğer tarafta küfür, anarşi, endişe, kaygı ve zulmün, adaletsizliğin, sefalet ve huzursuzluğun egemen olduğu cahiliye iklimi yer almıştır.

Diğer taraftan, sebep-sonuç bağlamında yönetim nizamının toplumun gidişatı üzerinde belirleyici bir rol oynadığı sır değildir. Aynı şekilde toplumdaki suç oranının yönetim nizamı ile doğrudan bir ilişkisi olduğuna şahit olmaktayız. Zira toplum, bir temel düşünce ve ondan doğan yasalar ve örf-âdetler çerçevesinde şekillenmiş bir sosyal sözleşme üzerinde zımnen veya açık bir şekilde ittifak etmiş insanlardan oluşmuş sosyal bir teşekküldür. Bu bağlamda toplumun üzerine kurulu olduğu amentünün gölgesinde varlık sahasına çıkan değer yargıları ve bu değer yargılarının gölgesinde teşekkül eden anayasa, sebep konumunda iken bunun dışında toplumun ürettiği hayata dair her ne varsa sonuç kabilindendir. Diğer bir ifadeyle; esas belirleyici rol, doğal olarak toplumun üzerinde ittifak ettiği temel düşüncenindir. İşte “bir toplumda suç ender görülüyorsa insan, sık görülüyorsa nizam bozuktur” tespiti kendini burada bir kez daha göstermektedir.

Günümüz dünyası bu gerçekten bağımsız tek bir sosyal hadise cereyan etmemektedir.

Öyle ki; 3 Mart 1924’te Hilâfet’in ilgasıyla İslâm nizamı yönetme mevkiinden uzaklaştırılmış oldu. SSCB’de 1985’te Glasnost veya Perestroyka’nın uygulanmasıyla birlikte komünizm de hayat sahasından çekildi. Sonuç olarak yarım yüzyıldır kapitalizmin tek başına dünyaya egemen olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda genel olarak dünyanın gidişatına baktığımızda tarihin sonuna gelmiş olduğumuz düşüncesine kapılmamak mümkün değildir. Yaşananların beklenen kıyamet süreci olduğunu söylemek abartı değildir. Zira “devletlerarası hukuk” diye bir şeyin kalmadığını, egemen güçlerin dünyanın her tarafında başlattıkları vekâlet savaşlarıyla ülkeleri yakıp yıktıklarına, milyonlarca insanı yurdundan yuvasından ettiklerine, sokakları ceset, kan ve gözyaşıyla dolduklarına şahit oluyoruz. Eş zamanlı olarak devletlerin uyguladıkları kapitalist sistemin bir sonucu olarak halkların köleleştirilerek insanlarının birer suç makinesine dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz.

Nitekim Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 2017 Küresel Eğilimler Raporu’nda 2017’de savaş, şiddet ve zulüm yüzünden zorla yerinden edilen kişilerin sayısının, bir önceki yıla göre yaklaşık 3 milyon artarak 68 milyon 500 bine çıktığı belirtilmiştir. Raporda dikkati çeken diğer bir unsur da yerinden edilenlerin %52’sinin 18 yaş altı çocuklardan oluşuyor olması. 178 bin 800 çocuk ise refakatsiz bir şekilde ailelerinden uzakta yaşama tutunmaya çalışmaktadır.[6]

Evrensel ölçekte durum bu minvalde iken teker teker ülkeler bazında da toplumlar huzurlu bir hayattan yoksundurlar. Bu açıdan halkı Müslüman olmasına rağmen kapitalist sistemin uygulandığı Türkiye bir laboratuvar niteliğindedir. Algı operasyonlarıyla Müslüman halkı kendine bağlayan AK Parti’nin iktidarda olduğu son 20 yıllık dönemde suç oranının ayyuka çıkmış olması da sebep olarak mevcut rejimi işaret etmektedir. Nitekim kısmen aşağıya çıkardığımız istatistikler bunu göstermektedir.

Genel manada suç oranları:

1990-2014 yılları arasında suç oranlarında önemli artış (%400) olmuştur. Hırsızlık, insan öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış %600’e ulaşmıştır. 2015 yılında günde ortalama 4 kişi öldürüldü. Cinayetlerin çoğunun nedeni namus ve para iken, 369 kadın aile içi şiddet kurbanı oldu. Aynı yıl 18 yaşından küçük 193 çocuk öldürüldü.[7]

Kadın Cinayetleri:

2002-2008 yılları arasında işlenen kadın cinayeti sayısı; 2002’de 66, 2003’te 83, 2004’te 128, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de ise 806 olarak açıklanmış ve 2002’den bu yana kadın cinayetlerinde 14 misli artmıştır.

 2008-2019 yılları arasında toplam 3 bin 185 kadın öldürülmüştür. Kadın cinayetleri son yıllarda önemli artış göstermektedir. Yıllara göre kadın cinayeti sayısı aşağıdaki gibidir.[8]


Türkiye’de 1990 yılında yaklaşık 381 bin 200 kişi madde kullanım bozukluğuna sahipken, 2016 yılında bu sayı 664 bin 906 kişiye yükselmiştir. Son 10 yılda madde bağımlılığı ve uyuşturucu kullanımı nedeniyle tedavi görenlerin oranının 25 kat arttığı belirtilirken, yapılan araştırmalara göre; 15 yaş altı madde kullanımının %92 yükseldiği ifade edilmektedir. [9]

Sonuç olarak eğer toplumda suçu ender/az görülüyorsa sorun bireylerdedir; bireylerin ıslahı yönünde çaba sarf edilmesi gerekir. Buna karşılık eğer toplumda suç sıkça görülüyorsa bireyin ıslahı çözüm teşkil etmez. Bireylerin ıslahı yerine rejimin değiştirilmesi gerekir. Bugün Türkiye’de suç sıkça görülmektedir. Hatta denilebilir ki: “Rejim adeta suç ve suçlu üretmektedir.” Bu rejim egemen olduğu sürece toplumun düzeltilmesi mümkün değildir. Nitekim bir asra yakındır bunca parti, cemaat, vakıf, dermek ve sivil toplum kuruluşları toplumun düzelmesi için uğraşmasına rağmen her yeni gün geçen günü aratmaktadır.

Bu nedenle nübüvvet metodu üzere oluşturulacak fikrî, siyasi, kültürel örgütlü bir halk hareketiyle egemen rejim kaldırılıp yerine ilahi nizam olan Râşidî Hilâfet’in kurulması gerekir. İşte o zaman toplum sahil-i selamete çıkacak ve suç, nadir görünen bir seviyeye inecektir.

[لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Çaba harcayacak olanlar böylesi bir kazanç için çalışmalıdır.”



[1] Şems Suresi 8: “Ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene ki.”

[2] Beled Suresi 10: “Ve ona iki yolu göstermedik mi?”

[3] Tin Suresi 4

[4] İbn Haldûn, Mukaddime

[5]  Bakara Suresi: 2/38-39

[6]  ttps://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-zorla-yerinden-edilenler-68-5-milyonu-buldu-/1178661

[7] Türkiye’de suç

[8] Türkiye’de kadın cinayeti

[9] A.A. 22.08.2018


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz