Kapitalizmin ve beşerî sistemlerin uygulamaları altında hayatta kalma
mücadelesi veren İslâm ümmetinin hâli izaha muhtaç değildir. Hangi yöne
dönersek dönelim gördüğümüz her bir tablo Müslümanların ahvaline dair çok
şeyler anlatır bize... Hırsızlık vakaları, gayrimeşru ilişkiler, çocuk
istismarı, uyuşturucu ve alkol kullanımı bunlardan sadece bazıları… Gidişattan
rahatsız olanlar, bu haddi aşmışlığın çaresini ve değişimin yollarını konuşur,
tartışır hâle gelmiştir. Her ne kadar değişimin gerekliliğini hissedip değişim
için harekete geçenlerin varlığından bahsetsek de gidişattan rahatsızlık
duymayıp ya da en iyimser ifadeyle rahatsızlık duysa da tepkisiz kalanların
sayısı azımsanmayacak kadar fazladır bu ülkede... Bir hakikat var ki; Allah’ın
razı olmadığı bir atmosferde nefes alıp veriyor olmak bir Müslüman için
değişimi ve değişim için çalışmayı zaruri kılmaktadır. Dolaysıyla bu haddi
aşmışlığın ve küfür sistemlerinin sebep olduğu zulüm atmosferinin son
bulmasının ilk adımı değişime talip olmaktır. Değişim dediğimiz vakit sıradan
bir değişim ya da her hangi bir değişimi değil toplumsal değişimi kast
ediyoruz. Toplumsal değişimden de İslâmi hayat ile kalkınmış bir toplumu kast
ediyoruz.
Değişimini İstediğimiz Toplum Sadece Fertlerden mi Meydana Gelmektedir?
Bilindiği üzere, şer’î şartları bünyesinde taşıyan “İslâm Devleti” diye
ifade edebileceğimiz bir devletimiz maalesef yoktur. Bu acı gerçeğin bir
getirisi olarak İslâmi bir topluma sahip değiliz. İslâm’ın hükümlerinin kâmilen
uygulanmıyor olmasının bir neticesi olarak da Müslümanların oluşturduğu
topluluktan bahsedebilir ancak İslâmi bir toplumdan söz etmek mümkün değildir.
Zira toplum yapısı irdelendiğinde; “toplum” dediğimiz gerçeğin sadece
fertlerden meydana gelmediği kolaylıkla müşahede edilecektir. Çünkü toplumu
meydana getiren fertlerin arasında geçici değil, daimi ilişkiler söz konusudur.
Bu sebeple toplumun; sadece belli, geçici bir amaç için bir araya gelmiş insan
topluluğundan farklı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bakıldığı zaman toplum; fertlerden,
bu fertlerin sahip oldukları fikirlerden, duygulardan ve yine
toplumun üzerine uygulanan nizamdan müteşekkil bir varlık olarak tebarüz
etmektedir. Onun için toplumu, daimi ilişkisi olmayan, sadece bir araya gelmiş
fertler topluluğu olarak değerlendirmek, değişim meselesinde düğmeyi en başta
yanlış iliklemek demektir. Tekraren; toplum; aralarında sürekli ilişkiler
bulunan insanlar topluluğudur. İnsanlar arasında -tıpkı bir gemi, uçak ya da
otobüste seyahat edenlerin arasındaki gibi- süreklilik arz etmeyen bir ilişki biçimi
söz konusu ise, bu kalabalıklar toplumu değil herhangi bir topluluğu oluşturmuş
sayılırlar.
İnsanlar arasındaki ilişkiyi sürekli kılan, aralarında fikir, duygu ve
nizam birliğinin bulunmasıdır. Bu üç unsurdan mahrum olan birliktelikler, toplum
sayılmazlar, toplum olarak tanımlanamazlar.
Bu temelden hareketle diyebiliriz ki: toplumlar fikir, duygu ve nizamların
değişmesi ile değişir.
Fertlerinin çoğunluğu, Müslüman olmasına rağmen, bugün Müslümanların
beldelerinin tümündeki toplumlara, çeşit çeşit fikir, duygu ve nizamlar
hâkimdir. Örneğin; Müslümanların yaşadıkları İslâm beldelerinde yargı, eğitim,
ekonomi dış siyaset ve medeni hukuk uygulamalarının tümünü gayri İslâmi kanun
ve nizamlar oluşturmaktadır. Dolaysıyla toplumsal değerlendirme ve değişimlerde
toplum oluşturan faktörleri (fikir, duygu ve nizamı) göz önünde bulundurmak
kaçınılmazdır.
Şayet bizler toplumsal değişimin keyfiyetini kapitalizmin yaptığı toplum tarifi
üzerinden anlamaya kalkarsak pek tabi ki sonuç kapitalizmin arzuladığı gibi
olacaktır; daha doğrusu, İslâm’ın istediği gibi olmayacaktır. “Fertlerin
değişimi ile toplumların değişeceği” savı, İslâm’ın değil kapitalizmin savıdır.
Bilindiği üzere kapitalizm, toplumun sadece fertlerden meydana geldiğini
düşünmekte ve bütün teorisini bu esas doğrultusunda şekillendirmektedir. Bu
tarifi esas alacak olursak, fertlerin değişimi toplumsal değişim için yeterli
olacaktır. Ancak ne var ki toplum sadece fertlerden değil -yukarda da
zikrettiğimiz üzere- başkaca faktörlerin eklenmesiyle meydana gelmektedir.
Zaten sadece fertlerin değişimi ile toplumsal değişimin gerçekleşmediği de
vakıanın bizlere gösterdiği inkar edilemez gerçeklerdendir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem nübüvvetle
görevlendirildiğinde Allah’tan aldığı risaleti insanlara tebliğ ediyor ve
Allah’ı inkâr eden toplumun fertlerini İslâm’a kazandırmaya çalışıyordu.
Nitekim temas ettiği ve İslâm dairesine girmeyi kabul eden insanların
fikirlerini ve duygularını da değiştiriyordu. Malum olduğu üzere kız
çocuklarının belli bir yaşa geldiklerinde fakirlikten dolayı gömülmesi fikri
cahiliye fikirlerindendi. İslâm bu yanlış fikre karşı çıkmış, doğrusunu beyan
etmiş ve de sahiplerini de yanlış fikirden arındırmıştır. Şöyle buyurmaktadır
Rabbimiz:
[وَلَا
تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ خَشْيَةَ اِمْلَاقٍؕ نَحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَاِيَّاكُمْؕ
اِنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْـٔاً كَبٖيراً] “Fakirlik
korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı
veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”[1]
Böylece fıtrata muvafakat sağlayan İslâm, fertlerin benliklerinde var olan
batıl fikirleri değiştiriyordu. İslâm olmadan önce çocuklarının diri diri
gömülmesi gerektiği fikrine inanan zihniyetleri, çocuklara en üst düzeyde
merhamet eden bir zihniyete Allah’tan gelen vahyin ışığında değişiyordu. Yani
fertlerin sahip oldukları fikirleri İslâmileştiriyordu. Hakeza İslâm, kendisine
teslim olanların fikirlerini değiştirdiği gibi duygularını da değiştiriyor,
İslâmileştiriyordu. Müslüman olduktan sonra duyguları da İslâmileşiyordu.
İslâm’ın sevdiğini seviyor, yerdiğini yeriyor, öfkelendiğine öfkeleniyorlardı.
Kısacası artık duyguları belirleyen İslâm oluyordu. İşte Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem İslâm daveti ile fertlerde bu değişimi de
gerçekleştiriyordu. Buna örnek olması bakımından Sümame RadiyAllahu Anh’ın
yaşadığı değişimi aktarmak yerinde olacaktır.
Yemame’de Benî Hanîfe kabilesinin reisi olan Sümame Bin Üsal Müslüman
olmadan önce Peygamberimize ve ashabına karşı azılı düşmandı. Hatta Peygamber SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’i öldürmeye teşebbüs etmişti. İslâm’a ve Müslümanlara bu
derece öfkeliydi.
Bir vesileyle şehadet getirerek Müslüman oldu ve gözyaşları içinde
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelerek şunları
söyledi:
[يا مُحَمَّدُ،
واللَّهِ ما كانَ علَى الأرْضِ وجْهٌ أبْغَضَ إلَيَّ مِن وجْهِكَ، فقَدْ أصْبَحَ
وجْهُكَ أحَبَّ الوُجُوهِ إلَيَّ، واللَّهِ ما كانَ مِن دِينٍ أبْغَضَ إلَيَّ مِن
دِينِكَ، فأصْبَحَ دِينُكَ أحَبَّ الدِّينِ إلَيَّ، واللَّهِ ما كانَ مِن بَلَدٍ
أبْغَضُ إلَيَّ مِن بَلَدِكَ، فأصْبَحَ بَلَدُكَ أحَبَّ البِلَادِ إلَيَّ]
“Ey Muhammed! Yemin ederim ki, benim için yeryüzünde sizin yüzünüzden
daha öfke duyduğum başka bir yüz yoktu; fakat şimdi (Müslüman olduktan sonra)
yüzünüz bana yeryüzündeki yüzlerin en sevimlisi oldu. Yine yemin ederim ki,
sizin dininizden daha çok öfke duyduğum başka bir din yoktu; ama şimdi sizin
dininiz benim için dinlerin en sevimlisi olmuştur. Yine benim için sizin
yurdunuzda öfke duyduğum kadar başka bir yurt yoktu; fakat şimdi sizin yurdunuz
bana yurtların en sevimlisi ve sevgilisi oldu.”[2]
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’den Medine’ye uzanan
davet sürecini inceleyen kimse O’nun fikirleri ve duyguları değiştirmeye
çalıştığı gibi nizam değişikliği için müstakil bir çalışma yaptığını da
görecektir. Özellikle ilgili naslar incelendiğinde, muhataplarına İslâm’ı arz
eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, İslâm’ı kabul etmeleri
ile birlikte onlardan başkaca şeyler de istediği görülmektedir. Başka bir
ifadeyle; muhataplarının İslâm’ı kabul etmeleriyle yani nefislerini
değiştirmeleriyle iktifa etmeyerek nizamın değişmesini sağlayacak arızi
bir talepte bulunmuştur. Bu da açıkça değişimin sadece nefislerindeki
değişimden ibaret olmadığının, başkaca bir değişim metodunun var olduğunun en
büyük ispatıdır. Buna örnek olması bakımından şu rivayet yerinde olacaktır:
“Rasulullah Amir b. Sa’sa oğullarına gelerek onları Allah’a
çağırdı, kendini onlara takdim etti. Beyhâre b. Firas denilen bir adam ona
şöyle dedi: ‘VAllahi şu Kureyş gencine sahip olsam, bütün Araplara hâkim
olurum.’ Ardından Rasulullah’a yönelerek; ‘Sana işin için yardım etsek ve Allah
da seni muhaliflerine üstün kılsa senden sonra yönetim elimize geçer
mi? Ne dersin?’ dedi. Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem; [الامْرُ إلَى اللَّه يَضَعُهُ حَيْثُ يَشَاءُ] ‘Yönetim işi Allah’ın, onu dilediğine verir.’ diyerek
karşılık verince, Beyhâre; ‘Senden sonra yönetim bize geçmeyecekse neden senin
için boyunlarımızı Arapların kılıçlarına hedef yapalım. Senin işinden bize ne?’
dedi.”
Naslardan anlaşıldığı üzere Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslâmi
bir otorite/devlet ikame etmek için güç ehlinden -İslâm olmalarının yanında- nusret
talebinde de bulunmuştur. Bu da sadece fertlerin değişiminden çok daha farklı
ve müstakil bir çalışmadır.
Fertler Nizamdan Bağımsız Olmadıklarına Göre Değişim Konusu Sadece
Fertlerle Alakalı Değildir.
“Toplum, belirli sayıda insanlardan oluşur. Eğer insanlar bozulursa toplum
da bozulur. İnsanlar düzelirse toplum da düzelir. Toplum, fertler esasına
dayandığı için salih ve takvalı insanların toplumda bulunması hâlinde toplumda
canlılık oluşur ve düzelme başlar. Böylece fertlere önem vermek, onları
düzeltmek ve böylece başkalarının da düzelmelerine vesile olmak kaçınılmazdır.
Ta ki toplumdaki tüm fertler düzelinceye kadar bu ıslah çalışması
sürdürülmelidir ki toplum da düzelebilsin. Aynı mantıkla daha geniş çaplı düşünürsek,
kişinin düzelmesi ailesinin, hanımının, çocuklarının, akrabalarının ve
arkadaşlarının da düzelmesine vesile olacaktır. Toplumun bu düzelmiş insanlar
ve ailelerle dolmasıyla toplum da düzelmiş olacaktır.” Belki de değişim tartışmalarının yapıldığı meclislerde en çok duyduğumuz
cümlelerdir bu ve benzerleri… Yukarıdaki argümanların özeti aslında bir nevi
şöyledir: “Fertler değişirse toplum da değişir.”
Gerçekten de iddia edildiği gibi midir? Fertlerin değişimi ile toplum da
değişecek midir? Bir önceki başlıkta toplumun sadece fertlerden meydana
gelmediğini izah etmiştik. Nizamın değişmeyip sadece fertlerin değişimi ile
iktifa edilmesi, arzulanan değişimi asla sağlamayacaktır. Söylediklerimin birer
karşılığının olduğunu göstermek ve de anlaşılır kılmak adına birkaç örnek
vermek istiyorum.
Bir genç erkek ve de bir genç kız varsayalım. Flört hayatı yaşarlarken
birilerinin İslâm’ın hükümlerini onlara hatırlatması üzerine nefislerinde büyük
bir değişim gerçekleştirerek haram olan flört fiilini anında terk ederler. Her
şeyin İslâmi olması düşüncesi, bu iki genci meşru birliktelik yolu olan
evliliğe sevk eder. Henüz yaşları 18 olmamış olan bu iki genç, “Allah’ın
emri peygamberin kavliyle” yani şeriatın ön gördüğü bir keyfiyette evlilik
gerçekleştirirler. Her ne kadar bu iki genç ferdî değişim gerçekleştirmiş,
olabildiğince İslâm’ın hükümlerine göre yaşamaya çalışıyor olsalar da
üzerlerine tatbik edilen toplumsal faktörlerden olan “nizam”, onların bu
evliliğine müsaade etmemiş ve dahası genci hapse mahkûm etmiştir. İşte bu
sahici örnek; toplumun sadece fertlerden meydana gelmediğinin, ferdî değişimin
toplumsal değişim için tek başına yeterli olmadığının en büyük ispatıdır.
Ne var ki şu anda “koca”, erken evlilik yasasından dolayı cezaevinde…
Fertlerin ilişkileri nizamdan bağımsız değilse -ki değil-, değişim de sadece
fertlerin değişimi ile sınırlı olamaz ve de tutulamaz.
Fertlerin ilişkilerini düzenleyen arızi düzenleme/nizam/sistem değişmeden
fertlerin değişimi köklü değil sınırlı olacaktır. Ya da istenilen değişim
olmayacaktır.
Bu, ekonomik, hukuki, sosyal vs. bütün alanlar için geçerlidir. Mesela, siz
toplumsal faktörün bir parçası olarak değişirsiniz ancak fikir, duygu ve nizam
faktörlerini beraberinizde değiştiremediyseniz toplumsal değişimde asla muvaffak
olamazsınız.
Siz ailenizde adeta 2. Asrısaadeti yaşarsınız ancak ne var ki sokağa
çıktığınızda modern cahiliyeden kaçamazsınız. Siz değişmişsinizdir ve sizinle
birlikte belki milyonlar değişmiştir ama ne var ki sizi idare eden yasalar
çağdaş cahiliyedir. Evde İslâmi, dışarda ise gayri İslâmi bir hayatın olduğu
değişim anlayışı, arzulanan toplumsal anlayıştan fersah fersah uzaktır.
Değişim Ayeti ve “Enfus” Kavramı
Değişim tartışmalarında ileri sürülen delil Râd Suresi’ndeki 11. Ayet-i
kerimedir. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
[اِنَّ اللّٰهَ
لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ]
“Bir kavim kendinde bulunan şeyleri değiştirmedikçe Allah o kavmin hâlini
değiştirmez.”
Kurtubi bu ayeti şöyle yorumlamıştır: “Yüce Allah bu ayet-i kerimede bir
toplumda -ya bizzat kendileri, ya kendileri için gözetlemek durumunda
olanlar, nezaret edenler, yahut herhangi bir sebep dolayısıyla
kendilerinden sayılan bir kimse tarafından- bir değişiklik meydana
getirilmedikçe o toplumun durumunu değiştirmeyeceğini haber vermektedir.”
Buraya kadar yazılıp çizilenlerden değişimin merkezinde toplum olduğu
anlaşılmıştır. Ayet toplumun [اَنْفُس] “enfus”undan
bahseder. Yani toplumun bünyesinde var olanlardan... Enfus’u, yani toplumun
bünyesinde var olanları nefislerden ziyade toplumu oluşturan faktörler olarak
anlamlandırmak vakıada karşılık bulan bir yorum olacaktır.
Ayette geçen “toplumun nefislerinde/bünyelerinde var olanlar/bulunanlar”
ifadesine uygun manayı verebilmek için toplum faktörlerini göz ardı etmemek
gerekmektedir. Toplumun bünyesinde sadece fertler mi vardır? Ya toplum her
hangi bir vesile ile bir araya gelmiş fertlerin oluşturduğu ve hiçbir alakaları
olmayan kalabalıklar yığını mıdır? Ki biz bu soruların cevabını yukarıda
vermiştik…
Ayetin yorumlanmasında esas alınan [مَا بِقَوْمٍ] ifadesi ile
“toplumda var olan (mevcut) anlayış” ve [مَا بِاَنْفُسِهِمْ]
ile de “toplumu meydana getiren faktörler” kast edildiğinde değişim konusunda
delil getirilen ayetin delalet ettiği sağlıklı anlam şöyle olmaktadır: “Toplumda
var olan anlayış ancak toplumu meydana getiren faktörlerin değişmesi ile
değişebilir.”
Yani bu ayete; “bir toplum fikirlerini, sahip olduğu düşünceleri,
inançlarını ve duygularını değiştirmedikçe Allah o kavmin durumunu değiştirmez”
şeklinde anlam verebiliriz.
Bunun yanı sıra değişim sürecinde ayet-i kerimede ifade edilen “enfus (nefisler)”
ile sadece ferdin kendini düzeltmesi kast edilmiş olsaydı, Mekke’de toplumsal değişim,
sahabelerin nefislerindeki değişim ile birlikte gerçekleşmeliydi.
Söylediklerimizin sağlaması bağlamında bir soru yöneltelim: Mekke’deki
sahabeler nefislerinde neyi değiştirmemiş olmalılar ki Allah onlara orada değişimi
nasip etmedi? Ya da başkaca soralım: İşkence, propaganda vb. ile her türlü
zahmeti çeken ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ilk gün
itibariyle iman etmiş olan Mekkeli sahabeler nefislerinde neyi eksik bırakmış
olmalılar ki, takvaca ne yarım kalmış olmalı ki; bir yıllık iman geçmişi olan,
Mekkeli sahabeler gibi imani hiçbir sınav merhalesinden geçmemiş olan Medineli
Müslümanlar eliyle değişim gerçekleşmiş olsun?
Yine sormak isterim: Hangimiz, Allah’ın davası uğrunda dayak yiyen Ebu
Bekir’in nefsindeki değişimi tartışmaya açabilir ki?
Hangimiz, Allah’ın dini için her şeyinden vazgeçen Musab’ın nefsinde
gerçekleştirdiği değişimi ve eriştiği takvayı tartışmaya açabilir ki?
Ömer’in, Osman’ın, Sa’d’ın, Zübeyr’in, Talha’nın, Abdurrahman’ın vd. -Rıdvanullahi
Ecmain- nefislerinde gerçekleştirdikleri değişim, bugün aslında hepimizin
ulaşmak istediği nokta değil midir? Ama gel, gör ki dünya hayatında cennetle
müjdelenmiş Mekke’deki sahabelerin gönül dünyalarındaki -ya da başkaca ifade
edelim: fert olarak- değişimleri toplumsal değişimin gerçekleşmesine yeterli
olmamıştır. Ama 1 yıllık iman geçmişi olan Medine’ye nasip olmuştur.
Ayrıca bir not düşmek bakımından; -Muhammed Hamidullah’a göre;- Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem efendimiz, İslâm nizamını İslâm Devleti eliyle tatbik
ettiğinde Medine’de iman edenlerin sayısı, Medine nüfusunun %10’na tekabül etmekteydi.
Dolaysıyla toplumsal değişim ancak tıpkı Medine’de olduğu gibi ancak fertlerin,
duyguların ve de nizamın değişmesi ile mümkündür.
İşte tam da burada değişim konusunun sadece fertlerin değişimi ile alakalı
ya da sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Medine’deki toplumsal değişim İslâm
nizamının İslâm Devleti eliyle tatbik edilmesi ile sağlanmıştır.
Medine’deki toplumsal değişimi inceleyen bir kimse, bu değişimin her bir
ferdin tek tek iman etmesiyle gerçekleşmediğini idrak edecektir. Bu husus bile
başlı başına “fertlerin değişmesiyle İslâm Devleti kurulacağı yani İslâmi bir
toplum var edileceği” iddiasını boşa çıkarmaktadır. Küfür toplumunu, herhangi
bir dâr’ı İslâmileştirmenin metodu, sadece fertlerin kemiyeti ve değişimi ile
alakalı değildir.
Mevcut küfür dâr’larını İslâmileştirmek sadece yüreklerde kurulacak olan
devletlerle asla mümkün olmayacaktır. Arzulanan İslâmi bir devlet spor
salonlarında da kurulmayacaktır. Çünkü gerçekleşmesini istediğimiz şeyin nasıl
kurulacağına dair her konuda ümmetine en güzel örneklik teşkil eden Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem efendimizin ortaya koyduğu bir metot vardır. İsteyen
yüreğinde diğer isteyen de spor salonlarında kuramaz bu devleti... Kurmak
isteyen nebevi metodu takip etmeli ve tıpkı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem efendimizin kurduğu gibi kurmalıdır. Vaat edilen ve müjdelenen Râşidî
Hilâfet’in kurulmasında samimi olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
çalıştığı gibi çalışmalı, yürüdüğü yolda da yürümelidir.
Siyer-i şerif objektif bir nazarla okunduğunda, Medine’deki toplumsal
değişimin Medine toplumuna İslâm nizamının tatbik edilmesiyle gerçekleştiği
görülecektir. Tabii ki arzulanan bu toplumsal değişimi; önce benliklerinde
değişimi gerçekleştirmiş, değişim olması gerektiğine inanmış ve bunun için de
bir hareket etrafında birleşmiş samimi dava erleri gerçekleştirecektir. Değişim
metodunun esasını söylemek adına; değişimi gerçekleştirmek isteyenlerin temel
amacı sadece fertleri değil, toplumun faktörlerini oluşturan fikirleri,
duyguları ve nizamı değiştirerek olmalıdır.
[لِمِثْلِ هٰذَا
فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “İşte çalışanlar bunun için
çalışsınlar…”[3]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış