Kapitalizm Ekini ve Nesli İfsat Ediyor. Ne Yapmalıyız?

Azize Söğüt

İnsanoğlunun dünya hayatındaki hareket ve davranışları, fıtratından kaynaklanan uzvi ve içgüdüsel ihtiyaçlarının mahsulüdür. Bu ihtiyaçlar evvela iki insan arasındaki dar çerçeveli ilişkiler olarak başlar, zamanla ilişkilerin kapsamı genişler ve iki fert arasındaki ilişki akabinde toplumsal ilişkilerin tanzim edildiği devlet olma sürecine ulaşır. İnsanoğlu fıtratı gereği toplum ile birlikte emniyet içerisinde yaşama arzusu taşır.

İnsanlar arasındaki intizamın sağlanabilmesi huzurlu ve emniyetli bir ortamın temini için bağlayıcı bir kuvvet tarafından birtakım nizamların tesis edilmesi kaçınılmazdır. Çünkü dirlik ve düzen ancak böylesi bir kuvvetin, otoritenin, devletin varlığı ile mümkündür. Aksi hâlde kaos ve karmaşa o topluma hakim olacak ve düzenin bozulmasına, intizamın kaybolmasına sükûnet ve huzur ortamının yıkılmasına neden olacaktır.

Müslümanların devleti olan İslâm Devleti yaklaşık olarak 13 asır boyunca yeryüzünde tesis ettiği nizamla tebaasının huzur ve emniyet ortamı içerisinde hayatını sürdürmesini sağlamış, varlığını koruduğu süre boyunca da devletlerarasındaki seçkin yerini korumuştur. Hayat sahasından çekildiğinden beri Müslümanlar, sömürgeci kâfirlerin etkisiyle hayata bakış açılarında çok ciddi sapmalar yaşamış, Batı kültürüne hayranlık duyacak bir seviyede Batılı mefhumları kucağına basmış bir vaziyettedir.

Özellikle son bir asırdır, gerek Batılı kâfirler ve gerekse kendisini Batı’ya teslim etmiş mankurtlaşmış “Müslümanlar” aile, din, evlilik ve sistem konularında kasıtlı tartışmalar yapmakta ve reformist görüşler ileri sürmektedirler. Bu konularda gayri İslâmi birtakım fikirleri “İslâm’danmış” gibi lanse ederek hem İslâm’ı hem de Müslümanların temiz İslâmi anlayışlarını ifsat etmeye çalışmaktadırlar. Gelinen noktada; İslâm beldelerinde Batı kültürüne hayran kişilerin görüşlerinin Müslümanlar içerisinde kasıtlı bir şekilde yaygınlaştırıldığını görüyor olmamız şaşılacak bir durum değildir.

Batı, İslâm toplumlarını kalkınmaya götüren fikrin ne olduğunu kavradıktan sonra burada bir gedik açmaya, bozuk fikirler ile doldurup asli ve dinamik yaşam tarzlarını değiştirmeye karar verdi. Çünkü o anladı ki; mutsuz toplumlar kalkınamazlar, kendilerini kalkınmaya götürecek fikirlere ulaşamazlar. Hatta kendilerinin düşük birer toplum olduklarını dahi anlayamazlar. O yüzden İslâm beldelerindeki toplumları istikrarsız, huzursuz ve mutsuz toplumlar hâline getirerek moral, motivasyon ve hedefe yürüme azimlerini yok ettiler.

Şurası bir hakikattir ki; ideolojiler barındırdıkları nizamlarından çıkan hadarat ve mefhumlarını uygulandıkları topluma onu köklü bir şekilde yerleştirme arzusu taşırlar. İşte bugün karşı karşıya kaldığımız bu problemler, İslâm ümmetinin maruz kaldığı batıl ideolojilerin arzularının yansımalarıdır.

Yüzyıllar boyunca şer’î hükümlerin ışığında hayatlarını sürdüren Müslümanlar, karşılaştıkları her problemi akidelerine başvurarak çözdüğü gibi ailevi problemlerini çözerken de İslâm’a başvurdular. Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın kendilerine taksim ettiği görevleri yerine getirmenin ibadet olduğunu bildiler. Nitekim Rabbimizin şu buyruğuna uymanın, problemlerin ortaya çıkmasını önlemek olduğuna iman ettiler:

[وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟] “Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin, kadınlar üzerinde artı bir dereceleri vardır. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.”[1]

Başta Avrupa olmak üzere diğer ümmetler her anlamda özellikle de aile mefhumu noktasında yeryüzünün en sefil hayatını yaşarken; İslâm girdiği her haneyi aydınlığı ile kuşatırken ne oldu da Ortaçağ Avrupası’nın “kadın”, “erkek” ve “aile” konusundaki sefil mefhumları, İslâm ümmetinin mefhumları oldu? Galiba sorulması gereken soru bu!

Zorba ve batıl cumhuriyetin ilanı ile birlikte bu topraklardaki aile mefhumu ve aileye verilen kıymet peyderpey cahiliyenin karanlığı içinde gömüldü. Pek tabiidir ki; ailenin ifsat edilmesi, toplumun bozulmasını da beraberinde getirir. Aralarına anlaşmazlık giren eşlerin aralarının bulunması için aile büyüklerinden hakem tayin edilmesini isteyen Rabbimizin buyruğunun yerine CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi ifsadın kaynağı olan nizamların hükmüne tabi olunan bir sürece evrildi toplum. Dolayısıyla boşanmalar çığ gibi arttı, evlenme oranları azaldı; insanlar aile kurmaktan imtina eder bir hâle geldi.

TÜİK’in 2021 verilerine göre evlenen her 6 çiftten 2’si boşandı.

Yine TÜİK’in 2020 verilerine baktığımızda; evlenen sayısı 7.786 iken boşanma sayısı ise 2.325 olmuş. İstatistikleri incelediğimizde ise boşanmaların neredeyse tamamı, Batı kültüründen en çok etkilenen Türkiye’nin batısındaki illerde gerçekleşmiş.

Dünya kadınlarının maruz kaldığı ve onlarca yasal düzenleme ile önüne geçilmeye çalışılan ancak gün geçtikçe sayısı artmaya devam eden tecavüz vakalarını dünya ölçeğinde incelediğimizde; kapitalist kültürün yerleşik olduğu coğrafyalarda kadınların güvenden ne kadar yoksun olduğu karşımıza çıkmaktadır.


Buzdağının arkasındaki cürüm ise tahayyül sınırlarını zorlayan cinsten. Batı toplumlarında gittikçe yayılan feminist hareketlerden tutun da eşcinsel evlilikler gibi insan tabiatına aykırı türlü türlü şer fiiller İslâm beldelerini de tehdit eden pislikler olarak karşımızda bugün. Bugün istatistikî birçok veri, feminist hareketlerden zinaya, eşcinsel evliliklerden çocuk istismarına kadar fıtrata aykırı birçok hususun Batı toplumunu getirdiği noktayı gözler önüne sermektedir. Şeytanî istek ve arzularını ilah edinmiş Batılı sömürgeci kâfirler hem kendi toplumlarını hem de yeryüzündeki sair toplumları, en çok da İslâm ümmetini, pazarladıkları, dayattıkları fasit ideolojileri ile bozmayı başarmışlardır maalesef.

Dünya ve ahiret saadetine ulaştırma vesilesi olan dinleri kalplerindeki sıcaklığını kaybettiğinden beri İslâm ümmetinin korunaklı kalesi, aile de bu saldırıdan en büyük yarayı aldı. Bu yara öyle bir yaradır ki tesiri ailelerin meyvesi gençlere bu gençlerin geleceğini şekillendirecek evlilik mefhumuna bakışına ve gelecek ile ilgili endişelere kapılmasına sebep oldu. Gençlerin ömürlerini adadığı kariyer planlamalarını onlar için Batı tasarladı. Gençliği saadete götürecek yegâne yol konforlu bir hayat ve en yüksek ideal maddi zenginlik oldu. Bu uğurda fertlerin birbirleri üstüne basarak ilerlemelerinden başka çareleri olmadığı zehri onlara aşılandı. Kapitalizmin kıskacındaki gençler evliliğe “külfet” olarak bakar oldu ve saadeti, “gayri meşru yollardan arzularını dindirme” olarak anladı. Oysaki saadet, Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın hadisinde geçtiği üzere değil miydi:

“Evlenen imanının yarısını kurtarmış olur, kalan yarısında ise Allah’tan korksun.”[2]

Bütün gayesi Allah’ı razı etmek olması gereken özelde gençler genelde de tüm Müslümanlar dünya hayatını kendileri için elem verici bir hâle getirmediler mi? 

Yüzyıllarca dünya siyasetine her anlamda yön veren İslâm ümmetinin çocukları, kendisine dayatılan fasit vakayı anlamaktan bile aciz hâle getirildi. Batıl sistem ve batıl sistemin partilerinin bugün gençlerimizi getirdiği yer dünya ve ahiret bedbahtlığı değil midir?

Oysa ilk iman eden nesle ve ardından gelenlere baktığımızda; gençlerin bugün düşmüş olduğu çöküntünün derinliği daha net anlaşılacaktır. Ashabın önde gelenlerinin İslâm’ı kabul ettiklerinde yaşları; 8 ilâ 25 arasında değişiyordu.

Onların ardından gelen nesiller de genç yaşta isimlerinden söz ettirecek buluşlara, çabalara imza atıyorlardı. İşte, 25 yaşlarında bulduğu yöntemler ile mekanik hesapları daha kolay ve kullanışlı hâle getiren matematik dehası Harezmi; modern tıptan tutun da yerçekimi kanununa kadar dünyaya önemli eserler bırakmış, yine Müslüman ve genç bir bilim adamı olarak Biruni; havada insan taşıma fikrini ortaya atarak prototip uçak yapan Ebu Firnas ve 20 yaşındayken dönemin Sultanı Ebu İshak’ın katipliğine getirilen İbni Haldun... İbni Haldun’un sosyo-politik ve toplumsal konularda eserler çıkardıktan sonra 40 yaşında dünyada tartışmasız başucu kitaplarından biri olarak okutulan Mukaddime’yi yazmıştır.

Harun er-Reşid henüz 14 yaşında iken babasının halifeliği döneminde Bizans’a karşı yapılan saldırıda ordunun komutanı olarak İstanbul içlerine kadar ilerlemiş ve Bizans’ı anlaşmaya mecbur eden destansı bir süreci yönetmiştir. İki sene sonra siyasi dehası sayesinde Tunus, Mısır, Suriye ve Azerbaycan valiliklerine atandı. 20 yaşına geldiğinde Akdeniz’den Hindistan’a uzanan Abbasi Hilâfet Devleti’nin başına geçti.

Yeni bir çağ açan Fatih, İstanbul’u Bizans’ın elinden söküp aldığında 21 yaşındaydı.

İslâm’ın hâkimiyet tarihinde yetiştirdiği Müslüman gençlere verilen bu birkaç örnek yeterlidir sanırım. 

İslâm’ın hükmünün yeryüzünden kaldırıldığı ve yerine Batılı kanunların hâkim olduğu o günden (Hilâfet’in ilgasından) bu yana bütün bir İslâm coğrafyasında gençler batıl fikirleri kuşandı, kalkınmışlık ve mutluluk ölçüsünü kaybetti.

Kuşanılan bu batıl fikirlere bir de köhnemiş modernizm aygıtları eklenince hedeflenen sorumsuz-lakayt-popülist gençliğin türemesi zor olmadı.  Mesela; “dava”, “hizmet”, “davet” gibi İslâmi argümanlar kullanarak etkiledikleri muhlis gençler şimdi ya demokrat oldu ya menfaatçi oldu. Gençlerin hayalleri, umutları, samimi beklentileri çalındı ve onlara koskoca bir yalan dünya bırakıldı. Konjonktüre teslim edildiler; cesur ve dinamik bir neslin heyecanı, vakıanın gerektirdiği şartlara ayak uydurma masallarıyla söndürüldü. Bu gençlerin zihin dünyaları da değişen gündem konularıyla altüst oldu. Reel politiğe boyun büktürüldüler; dünyayı değiştirmeye namzet Müslüman gençler uluslararası kurumlara girmeden, büyük devletler ile ittifak kurmadan adım bile atamayacaklarına ikna oldular.

Hedefleri saptırıldı; “Adam gibi bir yere gelmek istiyorsan ya partici olacaksın ya cemaatçi.” dediler. Cemaatçi olanlar gide gide cezaevlerine gittiler, partici olanları nasıl bir akıbet bekliyor Allahualem. Sonra korkutuldular; “Taraf olmazsan bertaraf olursun!” tehditleriyle gençlerin enerjilerini zoraki kullanıp onlardan faydalandılar. 

AB kriterleri kapsamında bir gençlik inşa edildi; ideolojik olmayan, net veya sivri görüşlerden uzak duran, meselelere “gri” bakabilen, hümanist, sözüm ona yapıcı, entelektüel, ılımlı bir gençlik. Kız-erkek ilişkilerinde Batılı hayat tarzına uygun, İslâmi hükümlere göre giyinmiş olsa dahi bunu simgesel olmaktan çıkarıp ritüel hâline getirebilen bir yığın genç nüfus.

Ve dahası… Özeleştiri yapamayan, sorgulamayan, pasif bir özne olarak görülmek istenen gençlik şimdi uçurumun kenarında. Hayallerindeki dünyadan çok uzak, bu yüzden sadece anne-babasına değil Rabbine karşı da isyan içerisinde. Onu bu uçurumun kenarından kim çıkaracak?

Onu kurtarabilecek herkes edilgen, tesiri yok! Nasıl olsun ki? Kurtuluş reçetesinden uzak ve çaresiz… Tek çareyi alkol almakta bulan, gündelik hevesler ile haram bataklığına saplanan gençleri kim kurtaracak? Onları bu hâle sokan demokrasi mi, seçim malzemesi yapan demokrat partiler mi, bütün enerjilerini batıl fikirler ile iç eden demokrat liderler mi? O liderleri idol görenler çoktan deist oldu. “Kötü bir Müslüman lider” profili çizenler ateist gençlik inşa etmekten başka ne işe yaradı? İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayarak Allah ile olan sözleşmesini feshedenlerin oturup bozdukları nesilleri öylece izlemelerinden başka yapacakları bir şey kalmamıştır.

Evet, sömürgeci Batılı kâfirlerin ve Batılı kâfirlere uşaklık eden işbirlikçilerinin Batı kültürünü genelde tüm İslâm coğrafyasına ve özelde de Türkiye’ye taşıyarak sebep oldukları yıkım belki kısaca böyle özetlenebilir.

Bilinmelidir ki İslâm ümmetinin karşı karşıya kalmış olduğu çöküntü durumu; İslâm’dan ve onun hükümlerinin hayat sahasından kaldırılması sonucu oluşmuştur. Tekrar eski altın çağına dönmesi ve tüm milletleri ardından sürükleme kabiliyetine kavuşması da ancak İslâm’a yapışıp onun hükümlerini tekrar hayat sahasına indirmesi ile mümkün olabilir.

İslâm ümmeti ilk zamanlarda Arap Yarımadası’nda ve sayısı birkaç milyon iken İslâm’ı kabul edip davetini yüklenince o zaman mevcut olan iki askerî blok önünde evrensel bir kuvvet oluşturdu. İkisini aynı anda vurdu ve memleketlerine hâkim oldu. Ondan sonra İslâm’ı, o zamanki dünyanın çoğuna yaydı. Sayıları milyarlar ile ve memleketleri de birbirine bitişik tekbir memleketi oluşturuyor, Fas’tan Hindistan’a, Türkiye’den Endonezya’ya kadar uzanıyor, servet ve konum bakımından en güzel toprakları elinde bulunduruyor ve tek sahih ideolojiyi taşıyorken nasıl olur da bu ümmet, bugün iki sömürgeci blok olan Avrupa ve Amerika’dan her hususta daha kuvvetli bir cephe oluşturamaz? Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz arzını keserek ortaya çıkardığı kaos ve çaresizlikten de anlayacağımız gibi elimizde bulunan servetler Hilâfet çatısı altında toplandığında durum bir anda sömürgecilerin aleyhine dönecektir.  

Bunun için her Müslümana dünyaya İslâm risaletini taşıyacak büyük İslâm Devleti’ni kurmak için çalışmak farzdır. Bu büyük devlete kavuşmanın yolu; kapitalist sistemlerin dayattığı partilerde enerji tüketmek değil, İslâm davetini yüklenerek ve bütün İslâm beldelerinde İslâmi hayatı başlatmayı ölüm-kalım meselesi olarak görmekten geçmektedir.

İşte Müslümanların hedef edinmesi gereken, farz olan bu büyük gaye, çöküntüden çıkmanın ilacı ve saadete ulaşmanın yegâne yoludur. İşte Müslümanlar Allah’a tevekkül ederek bu yolda yürümeli ve O’nun rızasının dışında saadet beklememelidir.

[وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًاۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـًٔاۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ] “Allah sizden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzüne hükümran kılacağını vadetti. Kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için güçlendirip yerleştirecek ve korkularından sonra onları güvene kavuşturacaktır. Onlar bana ibadet eder, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bundan sonra kimler inkâr ederse işte onlar yoldan çıkmış olanlardır.”[3]



[1] Bakara Suresi 228

[2] Taberani

[3] Nur Suresi 55


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz