SORUŞTURMA: KÜRT MESELESİ VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI / DR. VAHAP COŞKUN - DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Dr. Vahap Coşkun

1- Cumhuriyet öncesi dönemde, Kürt halkının Anadolu ve Kürdistan bölgesinde toplumsal ve siyasi durumu nasıldı? Farklı birçok kavmi içerisinde barındıran Osmanlı Hilafeti Kürtlere karşı negatif ayrımcılık yapmış mıdır? Osmanlı döneminde ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları kavmiyetçilik temelli ayaklanmalar mıdır?

Kürtler ve Kürdistan coğrafyası iki güçlü devletin -Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti- arasında yer alıyordu. Dolayısıyla Kürtlerin hem sosyal hem de siyasal hayatları; hem bu iki devlet ile olan ilişkilerine hem de bu iki devletin kendi aralarındaki ilişkilerine bağlı olarak değişiyordu. Bu iki devletin merkezî otoritesinin gevşek olduğu dönemlerde Kürtlerin özgürlük alanları genişliyordu, merkezî otoritenin denetimini artırdığı dönemlerde ise Kürtlerin özgürlük alanları daha da daralıyordu.

Keza bu iki devletin birbirleriyle mücadelelerinin de Kürtlerin hayatları üzerinde doğrudan tesiri vardı. Kürtler, bu iki devlet arasında, hem bir denge kurma hem de bir tercihte bulunma zorunluluğunda kalıyorlardı. 1514, bu bağlamda üzerinde durulması gereken bir tarih, hatta bir dönüm noktası. Kürtlerin bu dönemde Osmanlı Devleti ile anlaşmalarıyla siyasal hayatlarında yeni bir sayfa açıldı. Ta 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Kürtler kendi coğrafyalarında mirlikler ve beylikler olarak özgür bir ortamda yaşadılar.

Tabii, Osmanlı İmparatorluğu bir ulus devlet değildi; dolayısıyla hâkimiyet kurduğu topraklarda tek bir kimliği dayatması da söz konusu değildi. Zaten merkezî olarak bunu gerçekleştirebilecek bir durumu da yoktu. Hâkimiyetindeki topluluklar merkeze sadık kaldıkları müddetçe kendi toprakları üzerinde yaşamlarını sürdürebiliyorlardı. Ancak Batı karşısında gerilmesine paralel olarak Osmanlı İmparatorluğu, 19. Yüzyıldan birtakım tedbirlere başvurdu. İşleri düzeltmesi umulan bu tedbirlerin başında merkeziyetçilik geliyordu. Merkezin otoritesini güçlendirmek ve çevrenin yetkilerini kısıtlamak için yapılan düzenlemeler, Kürtleri de etkiledi.

19. Yüzyılda, merkeziyetçiliğin yanında, diğer bir önemli gelişme Fransız Devrimi’nden sonra yayılan milliyetçilik dalgasıdır. Milliyetçilik ve merkeziyetçiliğin hiç kuşkusuz, Osmanlı yönetimindeki diğer haklar gibi Kürtlere de yansımaları oldu. Bununla birlikte kabaca 20. Yüzyıla gelinceye kadar, her ne kadar Kürtlerde bir Kürt kimliği ve etnik bilinci varsa da, Kürtlerin Osmanlı yönetimi ile karşı karşıya gelmelerindeki asıl saik, merkezîleştirmeden doğan rahatsızlıktı. Kürt ayaklanmaları, bu dönemde kavmiyetçilikten ziyade, merkeziyetçiliğe tepkiyi ifade ediyordu.

Fakat imparatorluğun son dönemlerinde bu tablo değişime uğradı. Bilhassa II. Meşrutiyet ile iktidara gelen İttihat ve Terakki'nin “Türkçü” bir hata yönelmesi ve keskin bir etnik Türkçü siyaset yürütmesi, Kürtleri ciddi manada rahatsız etti. Kürtlüğe vurgu daha da arttı, Kürtlük temelli siyasi yapılar çoğaldı. Lakin o dönemde de Kürt beyleri, Kürt siyasi elitleri arasında iki farklı görüş vardı. Biri, imparatorluk döneminin bittiği ve diğer halklar nasıl Osmanlı’dan ayrılıp kendi devletlerini kurmuşlarsa Kürtlerin de aynı yolu izlemeleri gerektiğini söyleyen “bağımsızlıkçı” yaklaşımdı. Diğeri ise, birlikte hareket etmeyi ve devleti yeniden birlikte kurmayı savunan bir “birlikçi” yaklaşımdı.

2- Cumhuriyetin ilk döneminde yaşanan Şeyh Said kıyamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürt Meselesi olarak konuşulan ve tartışılan sosyal ve siyasi olgu üzerinde bu kalkışmanın bir etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz? Şeyh Said kıyamını başlatan sebep nedir? Kürtçülük müdür yoksa Hilafetin yıkılması mı?

Şeyh Said Hareketi’nde hem etnik kimliğe hem de dinî kimliğe yönelik taleplerin olduğu söylenebilir. Etnik kimlik talepleri derken kastım, özetle, şudur: Kürtler ve Türkler, Kurtuluş Savaşı’nı beraber verdiler. Bağımsızlık mücadelesi esnasında kullanılan kavram “anasır-ı İslâmiye” idi. Bu kavram, ülkenin düşmandan kurtarılması hâlinde yeniden inşa edilecek devlette bütün İslâmi unsurların, özellikle Kürtler ve Türklerin, mutlak eşitliğini ifade ediyordu. Mücadeleye liderlik eden Mustafa Kemal ve arkadaşları, bütün bir savaş boyunca bu argümanı kullandılar ve Kürtleri yanlarında tutmayı başardılar. Lakin savaş bittikten ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra, Kürtlerin haklarını tanımayan bir düzen kuruldu. Tek bir kimliğe dayandırılan ve Kürtleri inkâr eden bu düzen Kürtlerde tepkiye yol açtı.

“Dinî kimlik talepleri” derken de muradım; Cumhuriyet’in sert ve katı laikçi politikalarının da dindar bir kitle olan yine Kürtlerde yarattığı büyük çaplı hoşnutsuzluktur. Şeyh Said Hareketi’nde her iki faktörün de etkisi vardır. Bir de devletin Kürt kitlesindeki rahatsızlığı erken fark edip olası bir ayaklanmayı daha olgunlaşmadan meydana çıkartıp bastırmak için yaptığı bazı kışkırtmalara da dikkat çekmek gerekir.

Nitekim devlet, Şeyh Said’i gerekçe göstererek -sadece Kürdistan bölgesinde değil- bütün bir Türkiye'de muhalefeti bastırdı ve kafasındaki rejimi kurmak için ülkeyi “dikensiz bir gül bahçesi” hâline getirmeye çalıştı. Bu itibarla Şeyh Said Hadisesi, salt Kürtlere yönelik olarak değil, o vakitler mevcut yönetime muhalif görülen bütün aktörlerin ortadan kaldırılmasının gerekçesi yapıldı.

Şeyh Said Hadisesi, Kürtlerin tarihinde önemli bir noktada duruyor. İki açıdan: biri; bu hareketin kendisinden sonraki hareketler üzerinde sembolik ve psikolojik bir etki bırakmasıdır. Diğeri de; Kürt meselesindeki sürekliliği simgelemesidir; Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devam eden ve bir çözüme kavuşturulamayan bir yaranın varlığının göstergesi olmasıdır.

3- Kürt Meselesi ve terör sorunu aynı mı yoksa farklı farklı şeyler midir? Her ikisinin çıkış noktasını değerlendirdiğinizde Kürt Meselesi ve terör sorununun kaynaklarını hangi faktörler temelinde açıklarsınız?

Hiç kuşkusuz, birbirinden farklıdır. Kürt meselesinin şiddet ve terör boyutu olabilir, fakat buradan hareketle Kürt meselesini terörle eş kılmak, büyük maliyetler doğuran ağır ve mutlak bir hatadır. Uzun tarihsel bir arka planı olan bir sorundan bahsediyoruz. Bana göre Kürt meselesi, etno-politik bir meseledir. Temelinde Kürtlerin kimlik, temsil ve yönetim haklarının tanınmaması yatar. Kürtler, buna itirazlarını farklı şekillerde dile getirmişlerdir. Kimi zaman siyasetin içinde kalmışlar, kimi zaman siyasetin dışına çıkmışlardır. Meselenin şiddete ve teröre yönelmesinde, devletin Kürt karşıtı tercihlerinin de belirleyici olduğunu unutmamak gerekir.

4- Gerek Türkiye'de gerek İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerde Kürt Meselesi gündeme geldiğinde, konu sürekli olarak dış güçler ve sömürgeci devletler ile ilişkilendirilir. ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Kürt Meselesi arasındaki ilişki sizce nedir? Bu Batılı ülkeler neden Kürt Meselesini sürekli gündemde tutmaya çalışmaktadırlar?

Kürt meselesinin bir uluslararası boyutu var; bu meyanda AB’nin, ABD’nin ve diğer büyük güçlerin bir şekilde bu meseleyle ilintilenmeleri kaçınılmaz. Üç noktaya işaret edilebilir: birincisi; büyük güçlerin tamamının bu coğrafyada belli çıkarlara sahipler ve bu çıkarlarını maksimize etmek istiyorlar. Bunun için birçok enstrümana başvuruyorlar, Kürt meselesi de bölgedeki dengeleri kendi lehlerine değiştirmek için kullandıkları araçlardan biridir.

İkincisi; özellikle AB açısından meselenin bir insan hakları boyutu da var. Türkiye, AB’ye tam üye olmak iddiasında; tam üyelik ise bazı kriterleri karşılamayı gerektiriyor. Kürt meselesi bu kriterlerin en çok ihlal edildiği alanların başında geliyor. Eğer parçası olmak istediğiniz bir yapının standartlarının gerisinde kalıyor ya da bunlara aykırı davranıyorsanız, o yapının size birtakım müdahalelerde bulunması normal. Kadı ki AB’nin Kürt meselesine ilgisinin ve müdahale dozunun son yıllarda gittikçe düştüğü de not edilmeli.

Üçüncüsü; büyük güçlerin Kürt meselesine karışmaları her daim Kürtler lehine netice vermiş değildir. Aksine çoğu zaman Kürtlerin aleyhine olmuştur. Uzağa gitmeye gerek yok; 2017’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumunda uluslararası güçler Kürtlere karşı saf tuttu, Kürtlere sırt çevirdi ve statükonun bekçiliğini yaptı.

Sualinize dair son olarak iki hususu daha belirtmek isterim: ilk olarak; Kürt meselesini sürekli “emperyalistlerin kışkırttığı bir mesele” ve/veya “emperyalistlerin oynadığı bir oyun” olarak niteleyen ve Kürtleri de “emperyalistlerin bir maşası” şeklinde tasvir eden bir anlayış külliyen yanlıştır ve reddedilmelidir. İkinci olarak; Kürt meselesinde yalnızca emperyalist devletin işe karışmalarından ve müdahil olmalarından bahsedilemez. Kürtler, Ortadoğu'da dört devlette yaşıyorlar: Türkiye, Suriye, İran ve Irak. Bu dört devletin de Kürtlere karşı birlikte hareket ettikleri tarihte kayıtlıdır. Kürtlerin talepleri gündeme geldiğinde bu dört devletin anlaşmalar ve ittifaklarla Kürtlere karşı ortak tavır geliştirdikleri biliniyor. Hülasa Kürt meselesinde “Kötü Batılılar” ve “İyi Doğulular” yok!

5- ABD’nin, PKK ve Suriye’deki PYD-YPG gibi gruplara yüksek miktarda silah desteği sağladığı deklare edildiği hâlde, Türkiye’nin ABD’yi müttefik olarak görmesi ya da bu meselenin Türk-Amerika ilişkilerine bir sorun olarak yansımamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin bu çelişkiyi çıkarlar temelinde açıklamaya çalışması sizce ilkeli bir dış politika mıdır?

Devletler arasındaki ilişkiler tek bir konuya indirgenemez. Türkiye ile ABD arasında da çok tarihî bir ilişki, bu iki ülkeyi birbirine bağlayan ekonomik, siyasi, ticari vb. son derece güçlü bağlar var. “PKK meselesinin Türk-Amerikan ilişkilerinde bir sorun oluşturmadığı” yönündeki kanaatinize katılmıyorum. PKK'ye verilen yardımın, Türkiye için bir ciddi bir sorun teşkil ettiği aşikâr; zaten Türkiye bunu her ortamda dillendiriyor ve bu yardımı engellemek için elindeki mekanizmaları kullanıyor. Ne kadar başarılı olup ne kadar başarılı olmadığı ayrıca değerlendirilebilir ama Türkiye bunu, çözülmesi gereken acil bir problem olarak masada tutuyor. Fakat salt bu sorundan hareketle Türkiye’nin ABD ile bütün köprülerini atmasını beklemek de gerçekçi değil. Aradaki derin ve stratejik ilişkilerden ötürü iki devlet de bir çözüm ve uzlaşma yolunu bulmaya çalışıyor.

“İlkeli dış politika” meselesine gelince; ilkeler, mühimdir. Ancak dış politika sadece ilkelere dayanmaz. Hiçbir devlet, birtakım ilkelere sıkı sıkıya sadık kalarak dış politika yürütmez, yürütemez. Dış politikaya yön veren, menfaatlerdir. Mutlak ilkesel bağlılık üzerinden bakıldığında, devletlerin konumlanmalarını anlamlandırmak zor olabilir ama asıl bakılması gereken yer, çıkarlardır. Bugün Türkiye’nin hem iktisadi hem de siyasi çıkarları ABD ile birlikte olmayı mecbur kıldığından PKK’ye silah yardımı gibi bir soruna rağmen iki ülke arasındaki ilişkiler sürdürülebiliyor.

6- Terör sorunu, oy kaygısı ve seçim kazanma planı üzerine yürütülen günlük politikalarla bugüne kadar çözülemedi. Buna rağmen aynı yöntem ve metotlarla çözülmeye çalışılmasını nasıl izah ediyorsunuz?

Zannımca Kürt meselesinin çözülebilmesi için paradigmatik bir değişikliğe, devletin kurucu felsefesinin ciddi bir şekilde sorgulanmasına ihtiyaç var. Hiçbir siyasi hareket, böylesine ağır ve ciddi bir sorgulamayı gerçekleştirecek gücü kendisinde görmüyor, buna dair bir perspektif ortaya koyamıyor. Sorunu, belirttiğiniz çerçeve içinde çözmeye çalışınca da bundan esaslı bir çözüm çıkmıyor. Velhasıl Kürtlerin haklarını tanıyan keskin bir bakış geliştirilemezse, maalesef sorun da çözülemez.

7- Türkiye’deki siyasi parti, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin Kürt Meselesi ve terör sorununun çözümünde üstlenmesi gereken rol nedir? Neler Yapılmalı?

Türkiye’nin en önemli meselesi, Kürt meselesi… Çünkü bütün sorunlar gelip bir şekilde Kürt meselesine bağlanıyor. Kürt meselesi, Türkiye’deki sorunların anasıdır. Eğer bugün birtakım hukuki, siyasi ve iktisadi sorunlarımız varsa bunların tamamının kaynağında Kürt meselesi var. Sivil ve siyasi aktörlerin bu konuda ellerini taşın altına koymaları lazım. Her şeyden evvel özgür bir tartışma ortamı yaratmak gerekiyor. Sorunun çözüm yollarının aranmasını ve farklı alternatiflerin ortaya sürülmesini sağlayacak, sakin ve dingin bir tartışma sürecine ihtiyacımız var. Aksi bir tavırla, yani tarafların birbirlerini kötü sıfatlarla damgalamalarıyla, hiçbir sorun çözülmez, enerji boşuna tüketilmiş olur. 

Kimsenin elinde bir sihirli değnek yok ama ilk adım babında atılması gereken bazı adımlara değinilebilir: Bir; ifade özgürlüğünün sağlanması. İki; siyasi partilerin sorumluluk bilinciyle meseleyi ele almaları, asgari bir müşterek oluşturmaları ve birbirleriyle işbirliği, dayanışma ve konuşma sürecine girmeleri. Üç; sivil toplumun barış ve çözüm için toplumda farkındalık yaratmaya gayret etmeleri, barışın herkese kazandıracağı hissiyatını güçlendirmeleri. İyi bir içerik, program ve metotla barış ve çözüm fikri topluma aktarıldığında toplumun buna müspet bir karşılık vereceğini düşünüyorum. Nitekim çözüm süreci bunu teyit eder; o dönemde toplumun ağırlıklı bir kesimi bu sorunun demokratik ve siyasi yollarla çözüleceği noktasına gelmiş ve hükümete destek vermişti.

8- Erken seçim ya da 2023 için ittifaklar üzerinden Kürt Meselesinin gündeme taşınması çözüme katkı sunabilir mi?

İki tarafı keskin bir bıçak gibi bir durum bu! Bir taraftan; evet, katkıda bulunabilir. Çünkü Kürtlerin oyları son derece stratejik bir öneme sahip oldu. Son 2019 yerel seçimlerinin de gösterdiği gibi Kürt oylarının ağırlık koyacağı tarafın seçimi kazanma ihtimali çok yüksek. Bu nedenle her iki ittifakın da Kürtlere yönelmesi ve Kürt meselesinde daha yapıcı bir dil konuşmak zorunluluğunu hissetmesi beklenebilir. Seçim, bu minvalde, yapıcı bir rol üstlenebilir. Ve fakat diğer taraftan, Kürtlerin stratejik oyu Kürtlerin toptan kriminalize edilmesine de sebebiyet verebilir. 2019 seçimlerinde bunu tecrübe etmiştik. Cumhur İttifakı HDP’ye karşıtlığını neredeyse bütün Kürtlere karşıtlığa dönüştürmüş; Kürtlerin tamamını rencide eden ve onların haysiyetlerine dokunan bir dil kullanılmıştı. Bu da kutuplaşmayı tahkim etmişti.

Bu nedenle Kürt oyları ve seçimler üzerinde düşünürken partilerin hangi stratejiyi benimseyeceklerine bakmak gerekir; kutuplaştırıcı bir siyaset mi, yoksa uzlaştırmacı bir siyaset mi? Seçimin çözüme mi katkı sunacağı yoksa kutuplaşmayı derinleştirip çözümü daha da mı güçleştireceğini belirleyecek olan budur.

9- Kürt Meselesinin sizce HDP ve terör sorunu üzerinden konuşulması doğru mudur? HDP Müslüman Kürt halkını ne kadar temsil ediyor?

HDP, 6 milyon oy alan meşru bir siyasal partidir. Türkiye’de parlamentonun en büyük üçüncü partisidir. HDP’ye oy veren seçmenlerin çok ağırlıklı bir kısmının Kürt meselesi yönünde talepleri var. O nedenle HDP’nin Kürt meselesinde önemli bir muhatap olduğu açıktır. Elbette tek muhatap HDP değildir; başka muhataplar da var ama en büyük siyasi muhatap HDP’dir. Kürt meselesini konuşurken HDP’yi dışarda bırakma şansınız yoktur.

HDP’nin Müslüman Kürt halkını ne kadar temsil ettiği hakkında da kısaca şunu söyleyebilirim: HDP tabanının çok ağırlıklı bir kısmı dindar ve muhafazakâr bir kimliğe sahiptir. 2010’lu yılların başında yapılan bir “Biz Kimiz?” araştırmasında, partilerin seçmenlerinin dindarlıkları da ölçülmüş ve HDP tabanı, Saadet Partisi’nin tabanından sonra, “en dindar ikinci taban” olarak çıkmıştı. Yani HDP’ye oy veren seçmenlerin baskın bir muhafazakâr ve dindar kimliği bulunuyor.

Partinin tavanı ile tabanı arasında bir takım çelişkiler olabilir. Daha açık bir ifadeyle; parti yönetiminin duruşu ve tercihleri, tabanın hassasiyetlerini tam anlamıyla yansıtmayabilir veya taban sosyolojisine tam olarak oturmayabilir. Fakat bu sorun, her parti için geçerlidir. Ezcümle, HDP özgür bir şekilde kendisine oy veren herkesi temsil eder. Bu, temsilî demokrasinin zorunlu bir sonucudur. HDP’nin vekâletini aldığı kitleleri ne kadar tatmin ettiği, vekillik görevini ne kadar yerine getirdiği ayrıca tartışılabilir ama kimse, “HDP oy aldığı kimseleri temsil etmiyor” diyemez. Taban ve tavan arasındaki farklılıklara dair eleştirel pozisyonlar alınabilir ama temsil konusunda HDP’nin meşruiyeti tartışma götürmez.

10- Kürt Meselesi ve terör sorununun çözümünde, bugüne kadar konuşulan ve uygulanan güvenlikçi yaklaşım, ulusçu ve kimlikçi yaklaşım, liberal ve demokratik yaklaşımları değerlendirdiğinizde sorun ile bu yaklaşımlar arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz? Soruna İslâmi bir çözümün katkısını nasıl görüyorsunuz? Bu sorunun İslâmi çözümü nedir?

Kürt meselesi, -demin de belirtiğim üzere- etnik, politik ve kitlesel bir sorun. Böylesine kitlesel nitelik kazanan bir sorun, salt güvenlik odaklı bir bakışla çözülemez. Hadisenin güvenliği ilgilendiren kısmı tabii ki vardır; bu nedenle elbette güvenlik tedbirleri de alınacaktır. Lakin salt buna bağlanarak bir çözüme varılamaz. Aslında Türkiye de bunu biliyor; eğer mesele sadece PKK ile mücadele etmek ve onu ortadan kaldırmak olsaydı, çoktan halledilmiş olurdu.

Kürt meselesi ulusalcı bir siyasetle de çözülemez; çok net! Kürtleri asimile etmek bir çare değil! Türkiye’nin Kürtleri kültürel olarak asimile etmede önemli bir yol aldığı izahtan vareste; zira Kürt çocuklarının önemli bir kısmı bugün kendi anadillerini bilmiyorlar, konuşamıyorlar. Fakat anadillerini konuşmaktan mahrum edilmiş olsalar da Kürt kimliklerine sahip çıkıyorlar. Kültürel asimilasyonda ileri gitmeniz siyasi asimilasyonu sağladığınız anlamına gelmez.

Tam manasıyla “liberal” ve “demokratik” bir çözümü denemedik. Denemeye teşebbüs ettiğimiz dönemler oldu ve örneğin, işte “çözüm süreci” bu anlamda bir süreçti ve orada da önemli mesafeler kat edildi ama gerek içteki politik hesaplardan ve gerek dıştaki yeni dengelerden -özellikle Suriye eksenli, Orta Doğu’nun yeniden yapılanması sürecinden- ötürü çözümü sonuna kadar götürmek mümkün olmadı. Aslında “liberal” ya da “İslâmi” çözüm gibi kavramları kullanmayı, böyle etiketlendirmelere başvurmayı çok da doğru bulmuyorum. Bana göre, bir çözüme ulaşılmak isteniyorsa, birçok kaynağa müracaat edilebilir. Asıl tayin edici faktör, bir çözüm iradesinin varlığıdır. Sağlam bir çözüm iradesine sahip bir iktidar, çözüm için dinî değerlerden de liberal değerlerden de yararlanabilir, bunda herhangi bir beis yoktur. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz