DEMOKRATİK BAŞKANLIK MODELİ Mİ, RAŞİDİ HİLAFET Mİ?

Mahmut Kar

Sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatüh…

Osmanlı Hilâfeti’nin merkezinden Hilâfet’in son başkenti İstanbul’dan, Payitahttan, tüm Müslümanlara selam olsun.

Gemileri karadan yürüterek Bizans’ı yerle yeksan eden, böylece Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine nail olan Fatih Sultan Muhammed Han’ın beldesinden selam olsun.

Günümüz liderlerine adeta ders verircesine, Beyti’l Makdis’in bir karış toprağından dahi vazgeçmeyeceğini beyan eden sultanın beldesinden, Mescid-i Aksa’yı koruyan halife Abdulhamid’in beldesinden selam olsun.

Buradan Mekke’ye, Medine’ye, Endülüs’e, Bağdat’a ve Bosna’ya selam olsun… Allah için mücadele edenlere, birbirini Allah için sevenlere, emri bil maruf nehyi anil münkeri yüceltenlere selam olsun. 

Ve selam olsun Bilad’üş Şam ehline… Devrimleriyle Müslümanların umutlarına umut katan, kâfirlerin ise korkularını arttıran Bilad’üş Şam’a, şehitlerin kanını, demokratik bir rejimle asla değiştirmeyen muhlislere selam olsun.

Selam olsun yeryüzünün tüm mazlumlarına. Kalkanları olmadığı için, bir halifeleri olmadığı için zulme uğrayan bütün mazlumlara ve mahzunlara selam olsun.

Selam olsun Çin zulmüne direnen Uygurlu Müslümanlara, putperestlerin katliamlarına maruz kalan Arakanlı/Burmalı mazlum kardeşlerimize selam olsun.

Küfrün işgali ve hâkimiyeti altında yaşayan tüm mustazaflara selam olsun.

Ve selam olsun… Hilâfet’in yıkılmasının 92. Sene-i devriyesinde, yılmadan Hilâfet’i ikame etmek için çalışanlara. Rasulullah’ın yolundan zerre kadar sapmadan Hilâfet’i yeniden ikame etmeyi kendine şiar edinen Hizbu’t Tahrîr’in cesur gençlerine selam olsun.

Çok uzaklarda olsalar da, kalpleri ve dualarıyla bugün bu salonda bizimle birlikte olan kardeşlerimize selam olsun.

Selam olsun yüz bin kişilik statlarda Hilâfet konferansı yaparak kâfirlerin kalbine korku salan Endonezyalı kardeşlerimize!

Gözünü ve kulağını Türkiye’ye çevirmiş, bizlerden hayırlı bir muştu bekleyen Malezya’daki kardeşlerimize!

Doğu Türkistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve tüm Orta Asya’da, zalimlerin zindanlarında zulüm ve işkence altında yaşayan Hizbu’t Tahrîr’in muttaki yiğitlerine selam olsun.

Kırım ve Rusya’daki, Mısır, Tunus ve Fas’taki, Tanzanya, Sudan ve Kenya’daki kardeşlerimize selam olsun… Okyanusun ortasındaki adalarda, Mauritius ve Zangibar’da, Hilâfet için çalışan kardeşlerimize selam olsun.

Avrupa ve Amerika dâhil, Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyalarda, İslâm’ın yeniden devletine kavuşması için hummalı bir şekilde çalışan şebabımıza selam olsun…

Erzurum’dan Muğla’ya, Hatay’dan Trabzon’a, Diyarbakır’dan İzmir’e ve Van’dan İstanbul’a kadar Türkiye’nin birçok şehrinde, Râşidî Hilâfet Devleti’ni ikame etmek için gecesini gündüzüne katarak çalışan kardeşlerimize ve bacılarımıza selam olsun…

Selam olsun Medrese-i Yusufiye’deki tüm Müslümanlara. Selam olsun Bekirlere, Daraplara, Receplere, Bülentlere ve Yakuplara… Selam olsun Amerikan’ın müttefiki Pakistan tarafından kaçırılan ve esaret altında yaşayan Navet But’a ve diğerlerine selam olsun…

Ve Selam olsun, davetimize icabet ederek buraya kadar gelen bu hayırlı ameli bereketlendiren siz değerli konuklarımıza…

Kıymetli davetliler ve Kerim kardeşlerim!

Hilâfet’in ilgasının 92. Sene-i devriyesini yaşıyoruz. 91 sene önce bugün bu topraklar, İslâm'ın darının merkeziydi. Müslümanlar bu topraklardan idare ediliyor, korunuyor ve yönetiliyordu. Çünkü tüm Müslümanların lideri olan halife, buradan yani İstanbul’dan Hilâfet’i yönetiyordu.

Lakin 20. asrın başlarında, 3 Mart 1924’te, bazı hain Arap ve Türklerin de yardımıyla sömürgeci kâfir İngiltere 3 Mart 1924’te Hilâfet’i ortadan kaldırdı. Ümmetin kalkanı kırıldı, birliği parçalandı. İşte o günden sonra İslâm coğrafyası hüzün ve acı dolu günler yaşadı ve hâlâ yaşamaya devam ediyor.

Hilâfet'in kaldırılması sadece Anadolu Müslümanlarını değil, tüm İslâm coğrafyasını hüzne boğdu. Endonezya’dan Fas’a kadar bütün Müslümanlar bu ağır çöküntünün altında ezildiler.

Hilâfet’in yıkılmasından sonra, kutsal beldemiz Mescid-i Aksa toprakları 1948’de Yahudiler tarafından işgal edildi. Ve ümmet olarak ikinci büyük sarsıntıyı yaşadık. Salahuddin Eyyubi'nin haçlılardan temizlediği kutsal topraklarımızın, yeniden kirli oyunlarla istila edilmesini acı ve çaresizlik içinde izledik.

Çaresizdik, çünkü 3 Mart 1924’ten sonra Sultan Abdulhamid Han gibi yöneticilerimiz hiç olmadı. Aksine Filistin’i işgal eden Yahudi varlığını tanımak, ona meşruiyet kazandırmak için birbirleriyle yarışan hain yöneticiler çok oldu. Abdulhamid Han Filistin topraklarını satın almak isteyen Yahudilere “Bedenimi lime lime etseniz dahi tek bir karışından vazgeçmem.” demişti. Türkiye Cumhuriyeti ise gasıp Yahudi varlığı İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke oldu.

Bugün ise demokrasi gibi laiklik gibi ılımlı İslâm ve medeniyetlerin ittifakı gibi bâtıl düşünceleri Müslüman halklara pazarlayan ülke Yeni Türkiye Cumhuriyetidir. Eskisinden hiçbir farkı olmayan, Amerika’nın model ortağı Yeni Türkiye Cumhuriyeti…

Kıymetli Davetliler!

Osmanlı Hilâfet Devleti’nin enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, o gün Müslümanlara çözüm olarak kokuşmuş İngiliz tipi parlamenter sistemi zorla dikta etmişti. Aynı cumhuriyet, bugün ise Amerikan tipi başkanlık modelinin ülke için kurtuluş olduğunu söylüyor.

Bazıları, demokratik başkanlık modelinin Müslümanlar için huzur getireceğini savunuyorlar. Hatta bazı Allah’tan korkmazlar, utanmadan bunun İslâmî bir model olduğunu ve Hilâfet’e benzediğini söylüyorlar. Böylece, Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden pazarlanan Amerikan patentli bu modele Müslümanlardan sarılmalarını ve onu savunmalarını bekliyorlar.

Şimdi biz de buradan soruyoruz? Başkanlık modeli olunca Müslümanların hayatında ne değişecek?

Müslümanların halifesi varken, Rableriyle güçlü ve dinleriyle izzetli olmuşlardı. Müslümanların halifesi bir söz söylediğinde, dünyanın dört bir tarafında yankı bulurdu. Müslümanların ordusu, kâfirlerin kalplerine korku salardı.

Çözüm olarak sunulan Başkanlık modeli,  tüm bunları yeniden sağlayabilir mi?

Soruyoruz! Başkanlık modeli olunca, Filistin’i Yahudi varlığının işgal ve esaretinden kurtaracak fetih emrini veren bir yöneticimiz olacak mı? Başkanlık modeli gelince, gasıp yahudi varlığı “İsrail’e” hak ettiği cevabı boş lakırtılar ile değil fiilen verebilecek bir yöneticimiz olacak mı? Hayır!

Peki, ne olacak? Filistin toprakları için Amerika’nın isteğini daha güçlü bir şekilde tekrarlayan bir başkan olacak. 1967’de işgal edilen toprakları Yahudi’ye vermeyi taahhüt eden, Filistinli kardeşlerimizi kalan bir karış toprağa razı etmeye çalışan bir başkan olacak.

Ya da bugün olduğu gibi, “İsrail” ile ticaret hacminde rekorlar kıran ve bununla övünen bir devletin başkanı olacak! 

Yine soruyoruz! Başkanlık modeli olunca, Müslüman kadınlar güvende olacak mı? Can, mal ve namuslar koruma altına alınacak mı? Hayır!

Hilâfet varken kadınlarımız, canlarından, mallarından ve namuslarından emin bir şekilde yaşadılar. Bir Rum komutanın zulmüne maruz kalan Müslüman kadının, “Ey Mu’tasım, neredesin!” diye attığı çığlığa, Hâlife bizzat komuta ettiği ordu ile yardıma koşmuştu. Ona zulmedenlere hak ettikleri cevabı vermişti.

Hatta o dönemde Müslümanların yolunu kesmede, kadınlara ve çocuklara eziyet etmede korkunç bir şekilde nam salan bu alçak Kuteybe tarafından yakalanınca, serbest bırakılması için yüklü miktarda fidye teklif etmişlerdi. Bu fidye o kadar yüklü miktardaydı ki, Kuteybe’nin bazı yardımcıları, Müslümanların ihtiyaçları için bu fidye karşılığında onun serbest bırakılmasını talep ettiler. Lakin Kuteybe onlara şöyle cevap verdi: “HAYIR! Allah’a yemin olsun ki,  Artık o hiçbir Müslüman kadını korkutamayacaktır…”

Şimdi soruyoruz! Bugünkü yöneticiler ve komutanlar bu çığlıklara karşı duyarlı mı? Hayır! Aksine kör ve sağır kesilmiş durumdalar. Onlar Irak’ta Amerikan köpeklerinin işkenceleri ile inleyen Ebu Gureyb’in hücrelerinden yükselen Nur bacının haykırışını duydular mı? Hayır!

Peki, Başkanlık modeli olunca duyulacaklar mı? Başkanlık modeli olunca hiçbir konjonktür gözetmeden halife Mu’tasım gibi mazlum kadınların çağrılarına icabet edecekler mi?  Hayır!

Peki, ne yapacaklar? Şartları ve durumları bahane edecekler. Uluslararası dengeleri gözetecekler. Ekonomik istikrarı her şeyin üstünde gösterecekler. Kadınlarının namuslarını korumak isteyen Müslümanları ise terörist ilan edecekler. Suriye’de her gün ölen dirilerin yardımına koşmayacaklar, ölülerin mezarını bir tabur asker ile nakletmeyi zafer gibi duyuracaklar. Peki sonra, muhlis Müslümanlara karşı Amerika ile terörizmle mücadele konusunda işbirliğine girecekler! 

Hilâfet varken, Müslümanların kutsallarına ve dinlerine saldırmaya hiç kimse cesaret edememişti. Kanunî Sultan Süleyman Müslümanların halifesi olarak, Fransa’da İslâm ile alay eden bir dans gösterisi yapıldığının haberini aldığında, bir mektup yazarak bu dansın derhal kaldırılmasını, yoksa Fransa üzerine sefere çıkacağını bildirmişti. Yine halife Abdulhamid Han, Fransa’da Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret içeren bir oyunu bir tek sözü ile kaldırtmıştı. İşte küffara karşı Hilâfet’in gücü buydu!

Şimdi soruyoruz! Başkanlık modeli olunca, Müslümanların kutsalları böylesine korunacak mı? İslâm’a ve Rasulullah’a hakaret edenlere hak ettikleri cezalar verilecek mi? Hayır!

Peki, Başkan ne yapacak? Dün olduğu gibi bugün de hemen Fransa’ya gidecek. İslâm’a ve Rasulullah’a karşı hakaret edenlerin saflarında yerini alacak! Paris’te olduğu gibi, kâfirlerin oluşturduğu haçlı yürüyüşüne katılacak!

Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edildiği için birçok İslâm beldesinde Müslümanlar sokaklara dökülürken, “Sayın Başbakan Türkiye’de Müslümanlar niçin meydanlara çıkmıyor” diye soran bir gazeteciye, “Biz Türkiye’de son 10 yılda Müslümanların gazını aldık, paratoner görevini üstlendik” diyerek cevap verecek!

Kıymetli davetliler, Kerim Kardeşlerim!

Müslümanlar, Hilâfetleri boyunca dünyanın efendisi ve hayrın lideriydiler. Sanayide, bilimde ve askerî alanda dünyanın önündeydiler. Toplumsal hayatta huzur, güven ve refah içinde yaşıyorlardı. Ekonomik kalkınma ve onurlu yaşam alanında da en öndeydiler.

İnsanlar, Allah’ın kendilerine bahşettiği kamu mülkiyetinden hep birlikte faydalanıyorlardı. Devlet, bu mülkiyeti halkın hizmeti ve maslahatına kullanıyor, zekâtı hak sahiplerine veriyordu. Hatta kimi zamanlarda zekâtı almaya hak sahibi olacak bir fakir dahi bulamıyordu.

Acaba Başkanlık modeli gelince, Müslümanların ortak malı olan doğal kaynaklar sömürgeci sermayedarların tekelinden kurtarılacak mı? Rabbimizin Müslümanlara bahşettiği kömürden, altından, petrolden ve tüm değerlerden, her bir fert payını alabilecek mi? Hayır!

Peki, ne olacak? İktidarları belirleyen kapitalist şirketler bu kaynakları sömürecek. Fakir Müslümanlar ise maden ocaklarında köle gibi çalışmaya devam edecek. Onların alın terinin değeri hiç verilmeyecek.

Kıymetli Müslümanlar!

Köhnemiş cumhuriyet rejiminin ömrünü uzatmak için yöneticilerin sizi çağırdığı, medyanın süsleyip durduğu Başkanlık modeli işte budur. Bu model asla başarılı olamaz. Zira Perşembe’nin gelişi, Çarşamba’dan belli! Yöneticilerin yaptıkları ve yapmadıkları ortadadır.

Şimdi buradan, devlet yönetiminde İslâm’ın bir model ve sitemi yoktur, yöneticilerin seçilmesinde İslâm’ın bir yöntemi/metodu yoktur diyenlere de özellikle sormak istiyorum;

Yoksa insanlığın hidayeti için gelmiş olan bu dinin Peygamberi bir nizam, bir düzen bir devlet kurmadı mı? Râşid Halifeler ve onları takip eden İslâm yöneticileri yüzyıllarca İslâm medeniyetini başka toplumlara ulaştırmadı mı?

Sizin seçim sistemi olarak gördüğünüz ve Müslümanları davet ettiğiniz demokrasinin beşiği olan Batı’da, insanlar yöneticilerine ilah gibi tapıyorlardı. Bırakın yöneticilerini seçmeyi, haklarında konuşmaktan dahi korkuyorlardı. Onlar bu haldeyken Müslümanlar, halifelerini reyleriyle belirliyorlardı. Abdurahmân İbn-u Avf, Medîne evlerinin kapılarını çalarak erkeklere ve kadınlara, “Âli’yi mi, yoksa Osman’ı mı Halîfe olarak seçmek istiyorsunuz?” diye soruyordu.

Şimdi bir daha soruyorum! Başkanlık modeli gelince, halkın seçeceği yöneticiler mi, yoksa Amerika’nın atadığı yöneticiler mi bu ülkeyi yönetecek?

Kıymetli Müslümanlar!

Başkanlık sisteminin İslâmî bir model olduğunu söylemek, bu modele geçince tüm sorunların çözüleceğini iddia etmek, Müslümanların akıllarıyla, İslâmî duygu ve düşünceleriyle açıkça alay etmektir. Çünkü Başkanlık modeli, laik ve demokratik esaslara dayalı gayri İslâmî bir küfür modelidir.

Râşidî Hilâfet ise İslâm akidesine dayalı, Allah’ın vaat ettiği ve Rasulullah’ın müjdelediği İslâm’ın yönetim sistemidir. Hilâfet Müslümanlar için farz olan, hem de farzların tacı olan şer’î bir hükümdür. Başkanlık modeli ise küfürdür.

Müslümanlar olarak bizler sömürgeci ABD ve Batı’nın İslâm beldeleri üzerinde uygulamaya koyduğu laik ve demokratik modellerin hiçbirisine aldanmamalıyız. Asla küfre rıza göstermemeliyiz. Her ne pahasına olursa olsun İslâm ideolojisine sahip çıkmalıyız. İslâm'ı bir nur ve hidayet olarak cihana taşıyacak, Râşidî Hilâfet'i yeniden kurmak için el ele vermeliyiz.

Bugün artık, Müslümanların Hilâfet'e yönelmesinin önünde hiçbir engel kalmadı. Çünkü Komünizmin çökmesinin ardından kapitalizm de can çekişmekte.

Heyhat ki, sömürgeci Batı’nın elinde Müslümanları oyalayacakları ne başka bir nizam ne de alternatif bir düşünceleri kaldı. Unutmayalım ki bu dönem, İslâm’ın ve Müslümanların dönemidir. Unutmayalım ki bu dönem Râşidî Hilâfet’in dönemidir.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini hatırlayın. Rasulullah zalim yönetimlerden sonra yeniden nübüvvet minhacı üzere Râşidî Hilâfet’in olacağını haber verdi.

“Sonra yeniden nübüvvet metodu üzere Raşid-i Hilâfet olacak.”

Kıymetli davetliler ve değerli kardeşlerim! Bizler Hizbu’t Tahrîr/Türkiye Vilayeti olarak buradan tüm Müslümanlara bir çağrıda bulunuyoruz:

90 küsur yıldır Müslümanları cumhuriyet ile aldattılar. Şimdi demokrasi ve başkanlık modeli ile aldatmaya çalışıyorlar. Yeter artık! Bu tür siyasi oyunlara, aldatmacalara asla kanmayın. Rasulullah'ın ve Müslümanların yılmaz savunucusu olacak devletiniz için çalışın. O devlet ki, insanlığı küfrün karanlıklarından İslâm'ın aydınlığına çıkaracak devlettir. O devlet ki, İslâm Ümmeti’nin yaşadığı tüm zulümlere, katliamlara ve sömürüye son verecek Râşidî Hilâfet Devleti’dir.

Allah için, Rasulullah için, İslâm için, mazlum ve mahzun Müslümanlar için kol kola girin ve Râşidî Hilâfet için yürüyün.

"Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar."[1]

Allah Azze ve Celle, İslâm’ı hayata hâkim kılmak için yapılan tüm amelleri bereketlendirsin. Müslümanları her türlü musibet, entrika ve tuzaklardan korusun… Bizleri, İslâm ve ehlinin izzetli olacağı, küfür ve ehlinin ise zilleti tadacağı Râşidî Hilâfet ile sevindirsin. Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbine duyduğumuz hamddır.

Ve’s Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh…



[1] Muhammed Suresi 7


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz