Sizleri selamların en
güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.
Es Selamu Aleykum ve
Rahmetullahi ve Berakatüh…
Osmanlı Hilâfeti’nin
merkezinden Hilâfet’in son başkenti İstanbul’dan, Payitahttan, tüm Müslümanlara
selam olsun.
Gemileri karadan
yürüterek Bizans’ı yerle yeksan eden, böylece Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine nail olan Fatih Sultan
Muhammed Han’ın beldesinden selam olsun.
Günümüz liderlerine
adeta ders verircesine, Beyti’l Makdis’in bir karış toprağından dahi vazgeçmeyeceğini
beyan eden sultanın beldesinden, Mescid-i Aksa’yı koruyan halife Abdulhamid’in
beldesinden selam olsun.
Buradan Mekke’ye,
Medine’ye, Endülüs’e, Bağdat’a ve Bosna’ya selam olsun… Allah için mücadele
edenlere, birbirini Allah için sevenlere, emri bil maruf nehyi anil münkeri
yüceltenlere selam olsun.
Ve selam olsun Bilad’üş
Şam ehline… Devrimleriyle Müslümanların umutlarına umut katan, kâfirlerin ise
korkularını arttıran Bilad’üş Şam’a, şehitlerin kanını, demokratik bir rejimle
asla değiştirmeyen muhlislere selam olsun.
Selam olsun yeryüzünün
tüm mazlumlarına. Kalkanları olmadığı için, bir halifeleri olmadığı için zulme
uğrayan bütün mazlumlara ve mahzunlara selam olsun.
Selam olsun Çin zulmüne
direnen Uygurlu Müslümanlara, putperestlerin katliamlarına maruz kalan
Arakanlı/Burmalı mazlum kardeşlerimize selam olsun.
Küfrün işgali ve
hâkimiyeti altında yaşayan tüm mustazaflara selam olsun.
Ve selam olsun… Hilâfet’in
yıkılmasının 92. Sene-i devriyesinde, yılmadan Hilâfet’i ikame etmek için
çalışanlara. Rasulullah’ın yolundan zerre kadar sapmadan Hilâfet’i yeniden
ikame etmeyi kendine şiar edinen Hizbu’t Tahrîr’in cesur gençlerine selam
olsun.
Çok uzaklarda olsalar
da, kalpleri ve dualarıyla bugün bu salonda bizimle birlikte olan kardeşlerimize
selam olsun.
Selam olsun yüz bin
kişilik statlarda Hilâfet konferansı yaparak kâfirlerin kalbine korku salan Endonezyalı
kardeşlerimize!
Gözünü ve kulağını
Türkiye’ye çevirmiş, bizlerden hayırlı bir muştu bekleyen Malezya’daki kardeşlerimize!
Doğu Türkistan,
Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve tüm Orta Asya’da, zalimlerin
zindanlarında zulüm ve işkence altında yaşayan Hizbu’t Tahrîr’in muttaki
yiğitlerine selam olsun.
Kırım ve Rusya’daki,
Mısır, Tunus ve Fas’taki, Tanzanya, Sudan ve Kenya’daki kardeşlerimize selam olsun…
Okyanusun ortasındaki adalarda, Mauritius ve Zangibar’da, Hilâfet için çalışan
kardeşlerimize selam olsun.
Avrupa ve Amerika dâhil,
Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyalarda, İslâm’ın yeniden devletine kavuşması
için hummalı bir şekilde çalışan şebabımıza selam olsun…
Erzurum’dan Muğla’ya,
Hatay’dan Trabzon’a, Diyarbakır’dan İzmir’e ve Van’dan İstanbul’a kadar
Türkiye’nin birçok şehrinde, Râşidî Hilâfet Devleti’ni ikame etmek için
gecesini gündüzüne katarak çalışan kardeşlerimize ve bacılarımıza selam olsun…
Selam olsun Medrese-i Yusufiye’deki
tüm Müslümanlara. Selam olsun Bekirlere, Daraplara, Receplere, Bülentlere ve
Yakuplara… Selam olsun Amerikan’ın müttefiki Pakistan tarafından kaçırılan ve
esaret altında yaşayan Navet But’a ve diğerlerine selam olsun…
Ve Selam olsun,
davetimize icabet ederek buraya kadar gelen bu hayırlı ameli bereketlendiren
siz değerli konuklarımıza…
Kıymetli davetliler ve
Kerim kardeşlerim!
Hilâfet’in ilgasının 92.
Sene-i devriyesini yaşıyoruz. 91 sene önce bugün bu topraklar, İslâm'ın darının
merkeziydi. Müslümanlar bu topraklardan idare ediliyor, korunuyor ve
yönetiliyordu. Çünkü tüm Müslümanların lideri olan halife, buradan yani
İstanbul’dan Hilâfet’i yönetiyordu.
Lakin 20. asrın
başlarında, 3 Mart 1924’te, bazı hain Arap ve Türklerin de yardımıyla sömürgeci
kâfir İngiltere 3 Mart 1924’te Hilâfet’i ortadan kaldırdı. Ümmetin kalkanı
kırıldı, birliği parçalandı. İşte o günden sonra İslâm coğrafyası hüzün ve acı
dolu günler yaşadı ve hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Hilâfet'in kaldırılması
sadece Anadolu Müslümanlarını değil, tüm İslâm coğrafyasını hüzne boğdu.
Endonezya’dan Fas’a kadar bütün Müslümanlar bu ağır çöküntünün altında
ezildiler.
Hilâfet’in yıkılmasından
sonra, kutsal beldemiz Mescid-i Aksa toprakları 1948’de Yahudiler tarafından
işgal edildi. Ve ümmet olarak ikinci büyük sarsıntıyı yaşadık. Salahuddin
Eyyubi'nin haçlılardan temizlediği kutsal topraklarımızın, yeniden kirli
oyunlarla istila edilmesini acı ve çaresizlik içinde izledik.
Çaresizdik, çünkü 3 Mart
1924’ten sonra Sultan Abdulhamid Han gibi yöneticilerimiz hiç olmadı. Aksine
Filistin’i işgal eden Yahudi varlığını tanımak, ona meşruiyet kazandırmak için
birbirleriyle yarışan hain yöneticiler çok oldu. Abdulhamid Han Filistin
topraklarını satın almak isteyen Yahudilere “Bedenimi lime lime etseniz dahi
tek bir karışından vazgeçmem.” demişti. Türkiye Cumhuriyeti ise gasıp
Yahudi varlığı İsrail’i ilk tanıyan Müslüman ülke oldu.
Bugün ise demokrasi gibi
laiklik gibi ılımlı İslâm ve medeniyetlerin ittifakı gibi bâtıl düşünceleri
Müslüman halklara pazarlayan ülke Yeni Türkiye Cumhuriyetidir. Eskisinden
hiçbir farkı olmayan, Amerika’nın model ortağı Yeni Türkiye Cumhuriyeti…
Kıymetli Davetliler!
Osmanlı Hilâfet Devleti’nin
enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, o gün Müslümanlara çözüm olarak
kokuşmuş İngiliz tipi parlamenter sistemi zorla dikta etmişti. Aynı cumhuriyet,
bugün ise Amerikan tipi başkanlık modelinin ülke için kurtuluş olduğunu
söylüyor.
Bazıları, demokratik
başkanlık modelinin Müslümanlar için huzur getireceğini savunuyorlar. Hatta
bazı Allah’tan korkmazlar, utanmadan bunun İslâmî bir model olduğunu ve Hilâfet’e
benzediğini söylüyorlar. Böylece, Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden
pazarlanan Amerikan patentli bu modele Müslümanlardan sarılmalarını ve onu
savunmalarını bekliyorlar.
Şimdi biz de buradan
soruyoruz? Başkanlık modeli olunca Müslümanların hayatında ne değişecek?
Müslümanların halifesi
varken, Rableriyle güçlü ve dinleriyle izzetli olmuşlardı. Müslümanların halifesi
bir söz söylediğinde, dünyanın dört bir tarafında yankı bulurdu. Müslümanların
ordusu, kâfirlerin kalplerine korku salardı.
Çözüm olarak sunulan
Başkanlık modeli, tüm bunları yeniden
sağlayabilir mi?
Soruyoruz! Başkanlık
modeli olunca, Filistin’i Yahudi varlığının işgal ve esaretinden kurtaracak fetih
emrini veren bir yöneticimiz olacak mı? Başkanlık modeli gelince, gasıp yahudi
varlığı “İsrail’e” hak ettiği cevabı boş lakırtılar ile değil fiilen
verebilecek bir yöneticimiz olacak mı? Hayır!
Peki, ne olacak?
Filistin toprakları için Amerika’nın isteğini daha güçlü bir şekilde
tekrarlayan bir başkan olacak. 1967’de işgal edilen toprakları Yahudi’ye
vermeyi taahhüt eden, Filistinli kardeşlerimizi kalan bir karış toprağa razı
etmeye çalışan bir başkan olacak.
Ya da bugün olduğu gibi,
“İsrail” ile ticaret hacminde rekorlar kıran ve bununla övünen bir devletin
başkanı olacak!
Yine soruyoruz!
Başkanlık modeli olunca, Müslüman kadınlar güvende olacak mı? Can, mal ve
namuslar koruma altına alınacak mı? Hayır!
Hilâfet varken
kadınlarımız, canlarından, mallarından ve namuslarından emin bir şekilde yaşadılar.
Bir Rum komutanın zulmüne maruz kalan Müslüman kadının, “Ey Mu’tasım, neredesin!”
diye attığı çığlığa, Hâlife bizzat komuta ettiği ordu ile yardıma koşmuştu. Ona
zulmedenlere hak ettikleri cevabı vermişti.
Hatta o dönemde
Müslümanların yolunu kesmede, kadınlara ve çocuklara eziyet etmede korkunç bir
şekilde nam salan bu alçak Kuteybe tarafından yakalanınca, serbest bırakılması
için yüklü miktarda fidye teklif etmişlerdi. Bu fidye o kadar yüklü miktardaydı
ki, Kuteybe’nin bazı yardımcıları, Müslümanların ihtiyaçları için bu fidye
karşılığında onun serbest bırakılmasını talep ettiler. Lakin Kuteybe onlara
şöyle cevap verdi: “HAYIR! Allah’a yemin olsun ki, Artık o hiçbir Müslüman kadını korkutamayacaktır…”
Şimdi
soruyoruz! Bugünkü yöneticiler ve komutanlar bu çığlıklara karşı duyarlı mı?
Hayır! Aksine kör ve sağır kesilmiş durumdalar. Onlar Irak’ta Amerikan
köpeklerinin işkenceleri ile inleyen Ebu Gureyb’in hücrelerinden yükselen Nur
bacının haykırışını duydular mı? Hayır!
Peki,
Başkanlık modeli olunca duyulacaklar mı? Başkanlık modeli olunca hiçbir
konjonktür gözetmeden halife Mu’tasım gibi mazlum kadınların çağrılarına icabet
edecekler mi? Hayır!
Peki,
ne yapacaklar? Şartları ve durumları bahane edecekler. Uluslararası dengeleri
gözetecekler. Ekonomik istikrarı her şeyin üstünde gösterecekler. Kadınlarının
namuslarını korumak isteyen Müslümanları ise terörist ilan edecekler. Suriye’de
her gün ölen dirilerin yardımına koşmayacaklar, ölülerin mezarını bir tabur
asker ile nakletmeyi zafer gibi duyuracaklar. Peki sonra, muhlis Müslümanlara
karşı Amerika ile terörizmle mücadele konusunda işbirliğine girecekler!
Hilâfet varken, Müslümanların
kutsallarına ve dinlerine saldırmaya hiç kimse cesaret edememişti. Kanunî
Sultan Süleyman Müslümanların halifesi olarak, Fransa’da İslâm ile alay
eden bir dans gösterisi yapıldığının haberini aldığında, bir mektup yazarak bu
dansın derhal kaldırılmasını, yoksa Fransa üzerine sefere çıkacağını
bildirmişti. Yine halife Abdulhamid Han, Fransa’da Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret
içeren bir oyunu bir tek sözü ile kaldırtmıştı. İşte küffara karşı Hilâfet’in
gücü buydu!
Şimdi soruyoruz!
Başkanlık modeli olunca, Müslümanların kutsalları böylesine korunacak mı? İslâm’a
ve Rasulullah’a hakaret edenlere hak ettikleri cezalar verilecek mi? Hayır!
Peki, Başkan ne yapacak?
Dün olduğu gibi bugün de hemen Fransa’ya gidecek. İslâm’a ve Rasulullah’a karşı
hakaret edenlerin saflarında yerini alacak! Paris’te olduğu gibi, kâfirlerin
oluşturduğu haçlı yürüyüşüne katılacak!
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret
edildiği için birçok İslâm beldesinde Müslümanlar sokaklara dökülürken, “Sayın
Başbakan Türkiye’de Müslümanlar niçin meydanlara çıkmıyor” diye soran bir
gazeteciye, “Biz Türkiye’de son 10 yılda Müslümanların gazını aldık,
paratoner görevini üstlendik” diyerek cevap verecek!
Kıymetli davetliler,
Kerim Kardeşlerim!
Müslümanlar, Hilâfetleri
boyunca dünyanın efendisi ve hayrın lideriydiler. Sanayide, bilimde ve askerî
alanda dünyanın önündeydiler. Toplumsal hayatta huzur, güven ve refah içinde
yaşıyorlardı. Ekonomik kalkınma ve onurlu yaşam alanında da en öndeydiler.
İnsanlar, Allah’ın
kendilerine bahşettiği kamu mülkiyetinden hep birlikte faydalanıyorlardı. Devlet,
bu mülkiyeti halkın hizmeti ve maslahatına kullanıyor, zekâtı hak sahiplerine
veriyordu. Hatta kimi zamanlarda zekâtı almaya hak sahibi olacak bir fakir dahi
bulamıyordu.
Acaba Başkanlık modeli
gelince, Müslümanların ortak malı olan doğal kaynaklar sömürgeci sermayedarların
tekelinden kurtarılacak mı? Rabbimizin Müslümanlara bahşettiği kömürden,
altından, petrolden ve tüm değerlerden, her bir fert payını alabilecek mi? Hayır!
Peki, ne olacak?
İktidarları belirleyen kapitalist şirketler bu kaynakları sömürecek. Fakir Müslümanlar
ise maden ocaklarında köle gibi çalışmaya devam edecek. Onların alın terinin
değeri hiç verilmeyecek.
Kıymetli Müslümanlar!
Köhnemiş cumhuriyet rejiminin
ömrünü uzatmak için yöneticilerin sizi çağırdığı, medyanın süsleyip durduğu
Başkanlık modeli işte budur. Bu model asla başarılı olamaz. Zira Perşembe’nin
gelişi, Çarşamba’dan belli! Yöneticilerin yaptıkları ve yapmadıkları ortadadır.
Şimdi buradan, devlet
yönetiminde İslâm’ın bir model ve sitemi yoktur, yöneticilerin seçilmesinde İslâm’ın
bir yöntemi/metodu yoktur diyenlere de özellikle sormak istiyorum;
Yoksa insanlığın
hidayeti için gelmiş olan bu dinin Peygamberi bir nizam, bir düzen bir devlet
kurmadı mı? Râşid Halifeler ve onları takip eden İslâm yöneticileri yüzyıllarca
İslâm medeniyetini başka toplumlara ulaştırmadı mı?
Sizin seçim sistemi
olarak gördüğünüz ve Müslümanları davet ettiğiniz demokrasinin beşiği olan
Batı’da, insanlar yöneticilerine ilah gibi tapıyorlardı. Bırakın yöneticilerini
seçmeyi, haklarında konuşmaktan dahi korkuyorlardı. Onlar bu haldeyken
Müslümanlar, halifelerini reyleriyle belirliyorlardı. Abdurahmân İbn-u Avf,
Medîne evlerinin kapılarını çalarak erkeklere ve kadınlara, “Âli’yi mi,
yoksa Osman’ı mı Halîfe olarak seçmek istiyorsunuz?” diye soruyordu.
Şimdi bir daha
soruyorum! Başkanlık modeli gelince, halkın seçeceği yöneticiler mi, yoksa Amerika’nın
atadığı yöneticiler mi bu ülkeyi yönetecek?
Kıymetli Müslümanlar!
Başkanlık sisteminin İslâmî
bir model olduğunu söylemek, bu modele geçince tüm sorunların çözüleceğini
iddia etmek, Müslümanların akıllarıyla, İslâmî duygu ve düşünceleriyle açıkça
alay etmektir. Çünkü Başkanlık modeli, laik ve demokratik esaslara dayalı gayri
İslâmî bir küfür modelidir.
Râşidî Hilâfet ise İslâm
akidesine dayalı, Allah’ın vaat ettiği ve Rasulullah’ın müjdelediği İslâm’ın
yönetim sistemidir. Hilâfet Müslümanlar için farz olan, hem de farzların tacı
olan şer’î bir hükümdür. Başkanlık modeli ise küfürdür.
Müslümanlar olarak
bizler sömürgeci ABD ve Batı’nın İslâm beldeleri üzerinde uygulamaya koyduğu laik
ve demokratik modellerin hiçbirisine aldanmamalıyız. Asla küfre rıza
göstermemeliyiz. Her ne pahasına olursa olsun İslâm ideolojisine sahip
çıkmalıyız. İslâm'ı bir nur ve hidayet olarak cihana taşıyacak, Râşidî
Hilâfet'i yeniden kurmak için el ele vermeliyiz.
Bugün artık,
Müslümanların Hilâfet'e yönelmesinin önünde hiçbir engel kalmadı. Çünkü Komünizmin
çökmesinin ardından kapitalizm de can çekişmekte.
Heyhat ki, sömürgeci
Batı’nın elinde Müslümanları oyalayacakları ne başka bir nizam ne de alternatif
bir düşünceleri kaldı. Unutmayalım ki bu dönem, İslâm’ın ve Müslümanların
dönemidir. Unutmayalım ki bu dönem Râşidî Hilâfet’in dönemidir.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini hatırlayın. Rasulullah zalim yönetimlerden sonra yeniden nübüvvet minhacı üzere Râşidî Hilâfet’in olacağını haber verdi.
“Sonra yeniden nübüvvet
metodu üzere Raşid-i Hilâfet olacak.”
Kıymetli davetliler ve
değerli kardeşlerim! Bizler Hizbu’t Tahrîr/Türkiye Vilayeti olarak buradan tüm
Müslümanlara bir çağrıda bulunuyoruz:
90 küsur yıldır
Müslümanları cumhuriyet ile aldattılar. Şimdi demokrasi ve başkanlık modeli ile
aldatmaya çalışıyorlar. Yeter artık! Bu tür siyasi oyunlara, aldatmacalara asla
kanmayın. Rasulullah'ın ve Müslümanların yılmaz savunucusu olacak devletiniz
için çalışın. O devlet ki, insanlığı küfrün karanlıklarından İslâm'ın
aydınlığına çıkaracak devlettir. O devlet ki, İslâm Ümmeti’nin yaşadığı tüm
zulümlere, katliamlara ve sömürüye son verecek Râşidî Hilâfet Devleti’dir.
Allah için, Rasulullah için, İslâm için, mazlum ve mahzun Müslümanlar için kol kola girin ve Râşidî Hilâfet için yürüyün.
"Ey iman edenler!
Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar."[1]
Allah Azze ve Celle,
İslâm’ı hayata hâkim kılmak için yapılan tüm amelleri bereketlendirsin. Müslümanları
her türlü musibet, entrika ve tuzaklardan korusun… Bizleri, İslâm ve ehlinin
izzetli olacağı, küfür ve ehlinin ise zilleti tadacağı Râşidî Hilâfet ile
sevindirsin. Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbine duyduğumuz hamddır.
Ve’s Selamu Aleykum ve
Rahmetullahi ve Berakatuh…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış