ÖLÜME GÜLÜMSEYEBİLMEK...

Zeynep Afra

Bir gün son bulacak olan bu hayata bu zamana kadar birçok kişi gelip geçti, tarih birçok kişiye tanıklık etti. Kimi; “Yâ Rabbi! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnız ben doldurayım, diğer kulların girmesin” derken kimi; “sizin Allah’ınız öldürüp diriltebiliyorsa, pekâlâ ben de öldürür ve diriltirim” dedi. Kimi ölümü arzuladı Allah için, kimisi de ölümden kaçamadı.

Ölüm, Allah’ın canlılara vermiş olduğu hayatın, ecelin gelmesiyle son bulmasıdır. Ölümün adı dahi anılınca herkes korkar, konusu kapatılmaya çalışır. Fakat her ne kadar ağız tadını bozsa da saklanmayan bir gerçek, kovsan da bir gün mutlaka ziyaret edecek olan istenmeyen misafirdir ölüm. Nasıl ki dünya hayatına gelmeden önce anne karnındaki bekleyiş, o minik insanın inşa edilişi insana ilginç, muazzam bir tefekkür geliyorsa. Ölümden sonra insanın Ahirete intikal edeceği, kabir durağındaki o bekleyiş de insanı ürküten bir tefekkürdür.

Ölüm sonrasında hesabın olması ve dünya hayatına bağlayan nimetlerin vazgeçilmezliği kişiyi ölümden korkutur hale getirir. Her insan amelinin karşısına nasıl çıkacağı endişesiyle hayat sürer. İyi amellerle Allah’ı razı etme peşinde koşan bir kula, Azrail güzel görünür ve kişi ölümün korkutan yüzüne tebessüm eder. Bunun tam tersi gerçekleşirse kişi son bir şansın bile olmadığı bu çaresiz anda kaçacak hiç bir yer ve kendini kurtaracak hiç bir kimse bulamaz.

Herkesin bildiği ama hep göz ardı ettiği, ölümden önceki hayatın, ölümden sonraki hayat için yaratılmış olmasıdır. Ve Ölüm haberi alınca birisi, şöyle düşünebiliyor: “gencecik gitti, her şey bitti onun için” vs... Cahiliye’de olduğu gibi ölümün “yok oluş” ve “son” olduğunu düşünenler vardır. Oysa ölüm, asıl başlangıç noktasıdır. Oyunun, imtihanın, bitmeye mahkûm olan hayatın son bulmasıdır. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (el-Ankebut 64)

Dünyanın şatafatı asıl hayatın hakikatini perdeler bazı gözlere. İnsanoğlu çevresinde her geçen gün hayatını yitiren birini dahi görse, bir gün kendisine sıra geleceğini konduramaz. Ve de asıl hayatı olan ölüm sonrası hayat için değil de hâlâ ölümden önceki hayat için mücadele vermeye ve hırs göstermeye devam eder. Kendisine sıranın gelmeyeceğini düşünmesinin sebebi ise, sıradan ve monoton hayata alışıp kendini kaptırması, derin tefekkür edememesi ve ölümün genelde yaşlılara yakıştırılmasıdır. Oysaki Allah Azze ve Celle her insan daha dünyaya gelmeden, ona belirli bir ömür biçmiştir ve ecelinin hangi vakit ve saatte vuku bulacağını belirlemiştir.

Her gün milyonlarca insanın eceli gelse de kişinin en yakının başına gelmeden ecel vakıasını tam anlamıyla derin şekilde kavraması mümkün olmayabiliyor maalesef. Eğer evladını, annesini, babasını, kardeşini yahut kendine çok çok yakın hissettiği birini kaybetmişse, kişi o zaman ölüm gerçeğini daha yakinen hissedebilir. Ölümü gerçekleşen kişinin artık var olmaması, onun gülüşünün, konuşmasının, ağlamasının ebediyen yok olması, insanlara normal dışı olarak gelir. Ve alışılmış bir hayatın dışına çıkıldığı bu anda, insan ölüm gerçeği ile yüzleşir. Onun yerinde kendisinin de olabileceğini düşünür. Çünkü onu çok tanıdığı için hep aklından “ne farkımız vardı ki onunla” der. Sevdiğini bir çukura bırakıp üstüne toprak atıp sonra da onu orda yapayalnız bırakıp tekrar bomboş evine gelince o zaman anlar ölümün hakikatini.

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurdu: 

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

“Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (el-Bakara 216) 

Hadis-i şerifte de şöyle geçti:

“Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.” (Hadis-i şerif)

Bazı insanlar kulaklarına ve kalplerine çirkin ve korkunç gelen durumlara karşı şer olarak bakar. Ölüm de onların şer sözlüklerinde baş sırayı alır. Oysaki bizim üzerimizde irademiz dışı gerçekleşen bu tür olayların hayır veya şer olduğuna vakıf değiliz. Belki kişi yaşasaydı bu onun için şer olabilirdi... Allahu Teâlâ herkes için bir vakit belirlemiştir. Erken yahut geç... Ve bunu neye göre belirledi, neden kulunun canını aldırdı meleği Azrail’e, bunu biz bilemeyiz ve buna kötü nazarla bakamaz, bunun araştırmasına da giremeyiz. 

Kimisi; “Allah sevdiği kullarını yanına alır” der. Ya da; “Allah onu cezalandırdı” der? Bunların hepsi merhumların arkasından yapılan felsefî ve psikolojik söylemlerdir. Bunun mükâfat mı ceza mı olduğu, insanların ilmi dâhilinde değildir. Ve bunun hayır veya şer olduğunu da bilemezler. Kişinin bilgisi dâhilinde olan tek şey ecelin habersiz gelmesiyle ölümün gerçekleşmesidir. 

Bunun dışında yapılacak olansa Allah’tan o kişi için rahmet dilemektir. Aksi takdirde kişi iki dudağı arasından çıkana, duygularına kapılarak dikkat etmeden, ‘neden’, ‘nasıl’ gibi sorularla uğraşıp ve bunlara kendi keyfince cevaplar verip cümlelerini ‘keşke’lerle doldurup, vakıaya muhalefet ederse, -Allah muhafaza- kişinin imanını çatırdatarak onu kaybetmesine bile neden olabilir.

İşte böyle hallere düşmemek için ölümü kavramak ve neticesinde nelerle karşılaşılacağını bilmek gereklidir. Hayat veren ve hayatı geri alan sadece Allahu Teâlâ’dır. Biz ne kadar tedbir alsak da, kaçsak da isterse sarp kalelerde olsak da vakit geldiğinde ölüm yetişir. Ya da biz ölmeyi arzu etsek dahi Allah izin vermedikçe bu gerçekleşemez. 

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: 

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً 

“Yazılı bir ecele bağlı olarak Allah’ın izni olmadan hiçbir nefis ölecek değildir.” (Âl-i İmran 145)

أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ 

“Nerede olursanız olun, ölüm size yetişir. İster ise sarp ve sağlam kalelerin içerisinde olsanız bile.” (en-Nisa 78) 

İslamî bakışa sahip olmayanlar, ölümün sebebinin Allah’ın takdiri olması fikrinden ziyade başka türlü düşünebiliyorlar. Mesela; balığa yalnız gitmeseydi belki onu biri boğulmaktan kurtarırdı, ya da emniyet kemerini bağlasaydı sadece yaralanırdı, diyebiliyorlar. Oysa bakınız Allahu Teâlâ buyuruyor ki: 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

“Ey iman edenler, Siz, kâfirler gibi olmayın, zira onlar, kendi kardeşleri, vaktinde, Yerde (Beldeler arasında) seyahat ederlerse veyahut onlar, gazi olurlarsa, onlar (kâfirler) onların (kardeşleri) hakkında diyorlar ki: “Eğer onlar bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve onlar katledilmezlerdi.” İşte bunu, Allah, onların kalplerinde dert haline getirecektir. Hâlbuki hayatı ve ölümü veren Allah’tır. Ve Allah, Sizin yaptıklarınıza basirdir (görür).

Ölümün tek bir sebebi vardır, o da ecelin gelmesidir. Kesin sonuca götüren sebeptir. Oysa bazen ölüm sebebi gibi görünen boğulma, kurşunlanma, düşme gerçekleşince, ölüm gerçekleşmiyor. Hüküm sadece Allah’ındır. O izin vermedikçe ve istemedikçe ölüm gerçekleşmez. Haşr Suresi 18. Ayette şöyle buyuruluyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın (Kıyamet Günü için) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.” (el-Haşr 18)

Ölüm gerçekleştiği an pişman olanlardan olup “son bir şans daha Rabbim, beni dünyaya bir kere daha gönder de iyi bir kul olayım” diyenler gibi olmamak için, içinde bulunduğumuz anın kıymetini bilelim. Çünkü ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz. Bilelim ki, bizler şu anda iki gün arasında bulunuyoruz: Biri geçmiş, diğeri gelecek gün... Geçmiş olarak gün, hatasıyla sevabıyla bitmiştir. Gelecek gün ise bizlerin yetişip yetişemeyeceği meçhul bir gün olarak duruyor. Öyleyse tek sermayemiz bugünümüz. Her ne varsa bugünde var. Peygamberimiz;

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu.” (Hadis, Berika)

Cehennem yarını olmayan insanlarla dolu...

“Doktor hastasına şu kadar zamanın kaldı, çare yok, öleceksin” dediğinde, İslam’ı bilen bir Müslüman’sa bu hasta, tamamen hayat stilini değiştirir, son günlerini Allah için iyi geçirmeye çalışır. Bunu bizlere doktor değil, Rabbimiz defalarca diyor “öleceksiniz” diye. Onun için ne hazırladığımıza dikkat etmeliyiz. İçinde bulunduğumuz hayırlı Ramazan ayını ihya edelim, bu fırsatı da kaçırmayalım. Unutmayalım ki, herkesin salâsı okunacak, omuzlarda taşınacak ve kabre konacak, o gün gelmeden kendimizi hesaba çekelim, “ölmeden önce ölelim” ki ve hayatımıza çeki düzen verelim ki öldükten sonra pişman olmayalım. 

İslam davasını hakkıyla taşımaya çalışalım ve bu davanın bütün Müslümanların sorumluluğu olduğunu, bunun sünnet, mendup değil, farzların en büyüğü olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım. 

Vakit öldüren ölülerden değil, dipdiri eylemlerle vakitlerini dirilten, dirilerden olalım inşaAllah. Böyle olursak Ölüm Meleğine tebessüm edebiliriz. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz