Şırnak-Uludere Ve Düşündürdükleri

Ekrem Meşe

28 Aralık 2011 Perşembe günü ajanslar F-16 savaş uçaklarının Şırnak’ın Uludere (Qılaban) İlçesi’ne bağlı Ortasu (Roboski) köyünü bombaladığı haberini kaydetti. Sınır bölgesinde saat 21.45 sularında meydana gelen olayda “kaçakçılık” yaparak hayatını kazanan, yaşları 12 ila 20 arasında, çoğu aynı aileye mensup 34 genç hayatını kaybetti. Ölenlerin hanelerine ateş düştü, 34 Müslüman daha hayatının baharında toprağa düştü. Bu elim olayda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, geride kalan kederli ailelerine sabrı-ı cemil diliyoruz. Onlardan biri oğluna Kürtçe, “Kalk oğul, uyuma vakti değil!” diye ağıt yakarken, bir diğeri yanarak tanınmaz hale gelmiş körpe evladını anasının yeni ördüğü kazaktan, ayakkabısından teşhis etmeye çalışıyordu. Yaşlı bir nine ise “Ailemizden 28 genci öldürdüler, genç kalmadı ailemizde.” diye ağlıyordu. Yüz yıldır İslam coğrafyasının farklı yerlerinde sıkça şahit olduğumuz yürek yakan manzaralardan biri, yine Kürdistan’a misafirdi, 2011’in sonunda. Üzüldük, ağladık, lanet okuduk, bilendik... 

Bu olayla birlikte siyasetçilerden medyaya, Kürtlerden Türklere herkes ama herkes bir kere daha sınıfta kaldı. Özellikle ana akım medya, tek kelimeyle rezalete imza attı. Çoğu Kürtler ve Türkler arasında kör asabiyet yine hortladı. Sosyal medyada yazılan, çizilenler ya ifrat ya tefrit boyutunda seyretti. Ortaya çıkan tablo aslında neden İslam Ümmeti’nin bu nevi felaketlerle bir asırdır imtihan edildiğini düşünen akıllara anlatır mahiyetteydi. Biz bu yazıda yaşananlara dair düşündüklerimizi serdedeceğiz. 

Olaylara Devlet’in tepkisi ilk etapta derin bir sessizlik oldu. Olayın üzerinden yaklaşık 14 saat sonra 29 Aralık 2011 saat 11.45’de Genelkurmay ilk açıklamayı yaparak sessizliği bozdu. Yapılan açıklamada öne çıkan vurgular şunlardı: 

• TSK kendisine verilen sınır ötesi harekât yetkisini kullanarak bu operasyonu gerçekleştirmiştir.

• Operasyon çeşitli kaynaklardan elde edilen terör örgütü elebaşlarının son dönemde verdikleri kayıplar için gruplara misilleme talimatı verdikleri ve bu doğrultuda özellikle sınır ötesinde Sinat-Haftanin’e takviye maksadıyla çok sayıda terörist gönderildiği istihbaratına binaen yapılmıştır.

• Geçmişte bölücü terör örgütü tarafından gerçekleştirilen saldırılarda, teröristlerin, kullandığı ağır silah, cephane ve patlayıcıları yük hayvanları ile Irak’tan getirerek sınırdan içeri soktukları, teslim olan terörist ifadelerinden bilinmektedir. (www.tsk.tr)

Bu açıklama, kendi içerisinde bir takım çelişkileri barındırıyor. Operasyon, alınan bir istihbarata ve iddia edildiği gibi yapılan teknik analizlere (Termal kameralar, Heron görüntüleri vs.) dayanarak mı icra edilmiştir, yoksa geçmişte Hantepe’de olduğu gibi Irak sınırının terör örgütü mensuplarınca katırlara yüklenmiş silahlarla geçildiği olayın orduda oluşturduğu “sınırda oluşan her hareketliliği vur” histerisiyle mi? Her iki ihtimalde de sonucun bir katliam oluşu değişmemekle beraber açıklama, yapılan yanlışı ikrar, itiraf etmeme adına takınılan gayri ahlakî tavrı ortaya sermesi açısından önem arz ediyor. Kaçakçılığın bölgede yegâne geçim yolu olduğu biliniyor. Ve Ortasu Köyü Muhtarı Haşim Encü, şüpheli bir durum olduğunda, sınırda bir hareketlilik söz konusu olduğunda kaçakçıların gidip gitmediğinin kendisine sorulduğunu, fakat bu olayda kimsenin ne kendisine, ne de korucubaşına hiçbir şey sormadan bombalama olayının gerçekleştiğini ifade ediyor. (www.t24.com.tr)

Operasyon emri verilmeden önce neden daha önce yapılan sorgulama yapılmamıştır? Ayrıca sınırda askerlerin kaçakçılara yollarını değiştirttiği iddiası da gelen bilgiler arasında. Bütün bunlar, Genelkurmay’ın açıklamasında cevapsız bırakılan sorular. 

Hükümet adına ilk açıklamayı ise saat 16.00’da olayın üzerinden 18 saat geçtikten sonra Hüseyin Çelik yaptı. Oldukça geç bir açıklama olmakla beraber, içeriği itibari ile de bizleri şaşırtmayan bir açıklama oldu. Çelik’in açıklamalarında satır başları şöyle: 

• Olay bir kazadır, hatası olanlar varsa üzeri örtülmeyecek. Şayet olayda bir kusur söz konusuysa üstü kesinlikle kapatılmayacak. 

• Terör devam ettiği sürece terörle mücadele de sürecek. Silahlı kuvvetler terörle mücadelesine devam edecektir. 

• BDP’nin halkı sokağa çağırması tehlikeli bir çağrıdır. Provokasyonlara karşı sağduyuyla hareket edilmeli. 

Asıl konuşması gereken Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül ise meseleyi ilk olarak Cuma namazı çıkışı yaptıkları açıklamalarla gündemlerine aldılar. İkisinin de yaptığı açıklamada “soruşturma devam ediyor, üzüntülüyüz, acımız büyük” vurgusundan öte değil. Başbakan Erdoğan bölgenin terör örgütü tarafından sınır geçişlerinde yoğun kullanıldığından ve katırlarla kalabalık grupların terörist mensubu şüphesini doğurmuş olabileceğinden bahsetti ki bu; Genelkurmay’ın yaptığı açıklamanın paralelinde konuşmak kabilinden sayılabilir. (www.zaman.com.tr)

Devlet’in en üst düzey temsilcilerinin yaptıkları bu açıklamalar iknadan, tatmin edicilikten çok oluşan öfkeyi yatıştırmaya yönelik açıklamalar. Bu olay ve sonrası yapılan bu açıklamalar, bize bir kez daha gösterdi ki İslam Ümmeti, tebaasına merhametle muamele eden, onların sıkıntılarıyla, dertleriyle dertlenen emirlere, imamlara ne kadar da muhtaçtır. Mehmet Akif’in şiirleştirdiği, 2. Halife Ömer RadiyAllahu Anh’ın ifadelerinde olduğu gibi “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de adl-i İlahî sorar Ömer’den onu” derecesinde sorumluluk bilincine sahip yöneticilere Ümmet ne kadar da muhtaçtır. Rabbimizden niyaz ediyoruz ki bize, Ömer RadiyAllahu Anh’ler gibi hamiyet sahibi, adil bir Halife’ye biat etmek nasip eylesin. 

Medyanın tavrının rezalet olduğunu ifade etmiştik. Belki de rezalet kelimesi hakikati ifade etmeye ancak yaklaşabilmiştir. Hükümeti her daim destekleyen medya çevresi, olay karşısında uzunca bir süre “üç maymun”u oynadı. “Son dakika”larına alışkın olduğumuz TV istasyonları, ölenlerin isimlerine kadar belli olduğu, sosyal medyanın çalkalandığı dakikalarda sessizliklerini korudular. Her fırsatta “özgür ve bağımsız” basından bahsedenler, “Gücü özgürlüğünde”, “gerçekler zamanla anlaşılır” diyenler, bu katliam karşısından adeta dut yemiş bülbüle döndüler. Genelkurmay açıklama yapana dek seslerini çıkaramadılar. Gazetelerin internet siteleri ise, olay bütün detaylarıyla bilinmesine rağmen saptırıcı başlıklarla kamuoyundaki tepkiyi minimize etme gayesinde idiler. Mesela Zaman Gazetesi, “Irak sınırında operasyon: 30 ölü” başlığıyla duyurdu olayı. Daha sonra bu başlığı, “Irak sınırında F-16’lar kaçakçıları vurdu: 35 Ölü” başlığı ile değiştirdi. Birinci başlıkta ilk akla gelen, Ordu, 30 PKK militanını imha etmiş düşüncesi sizi şaşırtmasın, zaten bu amaçlanıyor. Yeni Şafak ise, “F-16’lar PKK’lı diye köylüleri mi vurdu?” başlığıyla meseleyi ilk etapta bir iddia olarak sundu. Aynı şekilde Milliyet de “Ölenler sivil mi?” başlığıyla “iddia” şüphesine sarılanlardan. Star Gazetesi ise 35 insanın öldüğü olayı atlayarak direkt BDP’nin halkı sokağa çağırmasını görmüş: “Demirtaş’tan tehlikeli çağrı”. Genelkurmay tarafından teröriste iyi davranan asker görüntüleri medyaya servis edildi. Zaten sonrasında tamamıyla Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un tutuklanmasına çevrilen projektörler olayı gündemin arka sıralarına itmede, kapatmada zorlanmadı. Medyanın iğrenç siyasetleri, hainlikleri gizlemede başarıyla oynadığı rolü hep beraber bir kez daha net görmüş olduk. Yalanlarla toplumu aldatmadaki maharetleri bir kez daha tescillendi.

Toplumda hortlayan asabiyete/milliyetçiliğe gelince; belki de olayın en trajik boyutlarından birisi de budur. Milliyetçi, kavmiyetçi, düşünmeden taassupla verilen saplantılı tepkilere bolca şahit olduk. Olayı İslamî bakış açısıyla değerlendirip çözüme dair bir fikir üretmek yerine problemi daha da ziyadeleştiren, çözümsüz kılan bir tablo ortaya çıktı. Kürtler ve Türkler arasında kavmiyet kinini kusanlar ortalığı bulandırdı. Her iki taraf da 35 Müslümanın kanı üzerinden meselenin çözümünden uzak kendi siyasî propagandalarına giriştiler. Türkler arasında bir kısım yüzeysel düşünen Müslümanlar “ne işleri vardı sınırda ?”, “kaçakçılıkla geçinmek de ne demek, biz vergi veriyoruz” türünden tepkiler yükselttiler. Bu kardeşlerimize hatırlatmak isteriz ki; bir kere bölge insanın en önemli geçim yollarından biri olarak yapılan bu işin adı “kaçakçılık” değil, “ticaret”tir. Zira bu sınırları aramıza Osmanlı Hilafet Devleti’ni parçalayan İngiltere liderliğindeki sömürgeci kâfir Batılı devletler çizmiştir. Bu sebepten sunîdir, gayr-i tabiîdir, kabul edilemez. Bir insan nasıl Manisa’dan aldığı üzümü, tütünü gelip İstanbul’da satabiliyorsa aynı şekilde Şam’dan, Erbil’den tütün alıp Antep’te satabilir, satabilmelidir. Bunun adı ticarettir ve doğal olandır. Doğal olmayan; aramıza sınırlar çekilerek beldelerimizin birbirinden koparılmasıdır. Vergiden bahsedenlere ise deriz ki; asıl vergi kaçıran, “Benim oğlum yedinci sınıf öğrencisiydi. İlk defa kaçağa gitti. Gitme dedim. “Anne ihtiyaçlarım var, harçlığım olur” dedi ve gitti.” diyen ananın 13 yaşındaki oğlu değil; Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na her seyahatinde eşlik eden, yüz akımız(!) iş adamlarımız, holding patronlarımızdır. Türkiye’de hangi vakıfların vergi muafiyetine sahip olduğunu Google.com’dan yazıp incelerseniz, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. (www.gib.gov.tr/index.php?id=406) Sonuç olarak; kaçakçılık, bölgenin gerçeğidir. Ekonomik olarak geri bırakılmış bir bölgede, 13 yaşındaki çocukların harçlık parası için F-16’dan yağdırılan bombalara hedef olması içimizi acıtıyor. Bölgede kaçakçılıkla geçinen Müslüman halkın kimi zaman mayına basarak, kimi zaman Mustafa Muğlalı gibi canilerce taranarak katledilmesi ağıtlara, şiirlere, filmlere konu olmuş olağan hadiselerdendir, maalesef. Dileyenler Ahmet Arif’in; 

“Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına...” dediği şiirine veya Bahman Gobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” adlı filmine bakabilirler. 

Yine olayda hayatını kaybedenlerin terörist değil kaçakçılıkla geçimini temin eden Müslümanlar olduğunu Hükümet’in yetkili ağızları ifade ederken, taassuptan kör olmuşların “hayır, onlar terörist” ısrarını anlamak mümkün değil. Olayda 28 ferdini kaybeden Encü ailesi bölgede koruculuk yapan bir aile. Daha önce defalarca terör örgütü tarafından hedef gösterilmiş, lakin asabiyet kabarınca insanlarda muhakeme kalkıyor, düşünme kayboluyor. Eğer ölenlerin terörist olduğuna dair en ufak bir işaret olsaydı, yukarda sözünü ettiğimiz medya çevreleri, bu konuda haddinden fazla malumatı kamuoyuna boca ederdi, şüphemiz yok. Cenazelerin üzerine örtülen bayrakların ise ailelerin değil, cenazeyi dahi siyasî bir malzeme haline getiren cenaze provokatörleri BDP-PKK işi olduğunu bizzat ailelerin kendisi ifade etti. 

BDP’nin tutumu da irdelenmeye değer. BDP’nin bu olay üzerine yaptığı açıklamaların hiçbir inandırıcılığı ve samimiyeti yoktur. Eğer Kürtlerin öldürülmesi, “Kürtlerin temsilcisi(!)” olarak onları üzüyor olsa idi, aynı kınamayı PKK’nın katlettiği Müslüman Kürt kardeşlerimiz için de yapmaları icap ederdi. PKK katledince susarken ordu katledince yaygara koparmak, meseleye sadece bir siyasî malzeme olarak bakıldığının göstergesidir. Bu amaçla cenazeyi dahi siyasî şova çevirme gayretleri bunun tescilidir. BDP, bölgede Müslüman Kürt halkını İslam’dan uzaklaştırmak için yıllardır desteklenen, Marksist-milliyetçi fikirlere sahip örgütler gibi, bir proje partisidir. Milletvekillerinin hemen hemen hiçbiri, Müslüman Kürt halkının sahip olduğu İslamî değerlerle barışık değildir. Kendisi de şimdilerde BDP milletvekili olan Altan Tan bu hususu, “Değişen Ortadoğu’da Kürtler” isimli kitabında “Hiçbiri Ramazan ayında oruç tutmuyor” diyerek ifade ediyor. Yine BDP milletvekillerinden Hasip Kaplan’ın “Doğu’da biz olmazsak İslamcılar olur” dediğini biliyoruz. Bu zevat, Müslümanları terörist ilan edip cezaevlerine tıkan AKP Hükümeti eliyle; cezaevlerinden, dağlardan Meclis kürsülerine taşınmıştır. Hal böyle iken BDP’yi, Müslüman Kürt halkının temsilcisiymiş gibi sunmak, Kürt sorununda bölgedeki İslamî hareketleri, Müslüman kanaat önderlerini değil de BDP’yi muhatap almak, Hükümet’in de içerisinde olduğu bölgedeki İslamî yönelişi kırmayı hedefleyen siyasî projenin ürünüdür. Hakikatse, Ömer RadiyAllahu Anh döneminden bu yana Müslüman olan, yüzyıllarca Hilafet’in gölgesinde beraber sorunsuz yaşadığımız kardeşlerimizin İslam’a olan bağlılığıdır. Biz onlardanız, onlardan bizden ve hepimiz İslam’dan... 

Milliyetçi tepkiler veren kardeşlerimize bir kez daha diyoruz ki: Milliyetçilik, sömürgeci kâfir Batı’nın aramıza ektiği ve bize fitneden, ayrılıktan, zayıflıktan başka hasat vermeyen, küfür fikirlerinden bir fikirdir. İslam Dini bizleri, İslamî akide bağıyla birbirimize bağlamış ve müminler olarak kardeş olmamızı emretmiştir. Allah Subhanehu ve Teâla, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: 

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Ve siz (İslam’a iman edenler), hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı bağlı olun ve tefrika oluşturmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Düşmanlar idiniz, O (Allah) sizin kalpleriniz arasında rabıta oluşturdu. Böylece O’nun nimeti ile kardeş haline geldiniz ve siz ateş çukurunun kenarında iken, O, sizi oradan kurtardı. Belki hidayete erersiniz diye Allah, size ayetlerini beyan etmektedir.” (Âl-i İmran 103) 

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ

“Muhakkak ki, Müminler kardeştir.” (el-Hucurat 10) 

Yine Efendimiz Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam milliyetçilik hususunda şöyle buyurmuştur: 

“Kim, kör (Cahiliye veya milliyetçi) sancak altında savaşarak, bir milliyete taassubundan dolayı kızgınlık göstererek veya asabiyete (milliyetçiliğe) davet ederek ya da milliyetçiliğe yardım ederek öldürülürse cahiliye ölümüyle ölür.”

“Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.”

Bizler, Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla Osmanlı Hilafeti’nin gölgesinde asırlar boyu kardeşler olarak yaşadık. Allah’ın izniyle yakın bir gelecekte 2. Raşidî Hilafet’in gölgesinde de kardeşler olarak yaşayacağız. 

Oluşan bu asabiyetçi hava beni yeterince bunaltmışken yaşadığım iki olay beni mutlu etti. İlki, olayın gerçekleştiği günün ertesi günü idi. İşyerinde mesai arkadaşlarımla meseleyi değerlendirirken milliyetçi tepkilerinden ötürü nasihatte bulunmuştum. Verdikleri karşılık beni hayli üzmüştü. Bu üzüntümle çıkıp ikindi namazını eda etmek üzere girdiğim camide saf tutmuştum. Namazın sonunda imamın ilk selam vermesiyle sağıma döndüğümde, yanımdaki Müslüman kardeşimin selam vermeyip beklediğini gördüm, soluma dönüp selam verdiğimde ise yanımdaki Müslüman kardeşim daha ilk selamı veriyordu. Yüz yüze geldik. Bilindiği üzere Kürtler genelde Şafiî’dir. Ve Şafiîler, ilk selamın sehiv secdesi için verilen selam olup olmadığını anlamak için ikinci selamda selam verirler. Yani az önce dinlediğim milliyetçi safsatalara inat, iki Kürt kardeşimle camide omuz omuza idik. İslam bizi birleştirmişti. Ve bir kez daha iman ettim ki; İslam’ın birleştirdiğini hiçbir fikir, vakıa ayıramaz. İkincisi ise; KöklüDeğişim Dergisi İstanbul Temsilciliği/Genç Değişim Kitabevi’nin düzenlediği “Kürt Meselesi ve İslamî Çözüm” konulu bu ayki paneli idi. Panel’de konuşmacılar, meselesinin İslamî bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini, Müslümanların arasında İslam’ın hâkimiyetinde bu tür sorunların olmadığını, sorunun başlangıcının Osmanlı Hilafeti’nin enkazı üzerine kurulan ulus devletlerle olduğunu ifade ettiler. Ve yegâne çözümün, aramızda İslam’la yeniden kardeşliği tesis edecek, sadece Kürt meselesi değil Ümmet’in maruz kaldığı bütün sıkıntıları çözüme kavuşturacak olan İslamî Devlet, 2. Raşidî Hilafet Devleti’yle mümkün olduğunu ortaya koydular. Meseleyi İslamî perspektiften değerlendirme basiretine sahip Müslümanların varlığı çözüm adına bizi ümitvâr kılıyor. 

Olayın Türkiye’nin mevcut siyasî gidişatıyla ilintisini ortaya koymak gerekiyor. Malum olduğu üzere Türkiye son dönemde terörle mücadele stratejisini etkin silahlı mücadele ve demokratik açılım, reformlar üzerine bina ediyor. (Terörle Mücadelede Yeni Strateji/M. Ekrem Mese/KöklüDeğişim Dergisi 86. Sayı) Terörle mücadelede son dönemde Genelkurmay ve Hükümet arasında daha önce vaki olmamış bir uyum söz konusuydu. Bu uyumun miladı, TSK’nın komuta kademesindeki değişikliklerdir. Nitekim bunu Hükümet’in yetkili ağızları da teyit etmişti. Bu uyumun ardından gerçekleştirilen operasyonlarda özellikle Kazan Vadisi’nde terör örgütü ciddi kayıplar verdi. Lider kadrosundan 12 ismin operasyonlarda öldürüldüğü biliniyor. Hatta bazı isimler PKK sonrası diye yazılar yazdı, kimileri işi tarih vermeye kadar götürdü. Bu, terörle mücadelenin etkin silahlı mücadele boyutudur. Demokratikleşme ve reformlar ise özellikle yeni Anayasa sürecinde gündeme gelecek, ana dilde eğitimden daha önce Cumhurbaşkanı’nın da dile getirdiği yerel yönetimlerin güçlendirilmesi tarzı biraz daha âdem-i merkeziyetçi çözümlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. 2012’nin yeni Anayasanın şekilleneceği yıl olacağını gerek siyasîlerin verdikleri yeni yıl mesajlarından, gerekse STK’ların yeni Anayasa ile ilgili çalışmalarını kamuoyuna ve hükümete sunmalarıyla başlayan hareketlilikten biliyoruz. Bunun Kürt meselesi ile ilgili boyutu ise Bülent Arınç’ın, “‘Ben Kürdüm’ diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi, eğitim, dil, kültür, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz” açıklamasıyla gündeme geldi. (www.sabah.com.tr) İşte böylesi hassas bir dönemeçte meydana gelen bu olay, ister istemez akıllara birçok soru işareti getiriyor. Oluşan kamuoyunun Hükümet’in terörle mücadelede elini zayıflattığı açık. Zaten mevcut stratejiden rahatsız isimler kalemlerine sarılıp bunun “güvenlik eksenli” çözümlere abanmanın getirdiği kaçınılmaz bir sonuç olduğunu dillendirdiler. (www.hurriyet.com.tr) Fakat Hükümet, tüm yol kazalarına rağmen mevcut gidişattan dönüleceğine dair herhangi bir mesaj vermedi. Hükümet adına açıklama yapan Hüseyin Çelik ve 03.01.2011 tarihli Grup konuşmasında Erdoğan, terörle mücadelenin kararlılıkla devam edeceğini ifade ettiler. Bu da bize mevcut gidişattan herhangi bir dönüşün olmadığını ifade etmek adına yeterli. 

Son olarak; Allah Subhanehu ve Teâlâ bizleri, gölgesinde akidemizin emrettiği kardeşler olarak güvende yaşayacağımız adil bir yönetimin, 2. Raşidî Hilafet’in sabahına kavuştursun. Âmin. 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz