İstanbul’un Fethi ve Daru’l-Küfür’den Daru’l-İslam’a Dönüşüm

Cuma Canpolat

Salt geçmiş olayların kronolojik dizilimi olarak bakıldığı müddetçe tarih, gizemli kalmaya devam edecektir. Zira gelişen her olayın bir sebebi vardır ve bu sebep anlaşılmadan iyi de, kötü de anlaşılamaz. Mesela bu ayki yazımızın konusu olan İstanbul’un fethine, salt Sultan Fatih’in topraklarını genişletme hırsı olarak bakılması, hem fethin doğru anlaşılmasına, hem de “Fatih” kimliğini doğru tanımaya engel teşkil etmektedir. Bu engeli Hollywoodvari filmler de kaldıramaz. Fâtih ruhundan habersiz yapılan bir film, fethi nasıl ifadelendirebilir ki? Görsel efektlerle bir takım sahneler göze hoş gelse de fetih ve fâtih ruhu ilizyonla kaybedilmeye devam etmektedir. 

Fetih ruhunun kaynağı, sanıldığının, daha doğrusu bize yutturulmaya çalışıldığının aksine, ne Türk’ün yüceliğini ispatlamak, ne de toprakları genişletme hırsıdır. Onun kaynağı İslam’dır, Kur’an’dır. Zira Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, İslam’ın hâkimiyetinin bütün dünyaya yayılarak hâkim olmasını icap ettirmektedir. Şöyle ki:

1) Allahu Teâlâ el-Enbiya Sûresi’nde, Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiği İslam Risaleti’ni şöyle vasıflandırıyor: 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ 

“ve Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik” (el-Enbiya 107) Buna göre İslam sultası (otoritesi) yeryüzüne merhameti yayacaktır. İşte bunun gerçekleşebilmesi için İslam Devleti’nin bütün dünya üzerinde hâkim olması icap eder. 

2) Sebe Sûresi’nde de Allahu Teâlâ diyor ki: 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا

“ve Biz seni (Rasul’üm Muhammed) bütün insanlara ancak beşir ve nezir olarak gönderdik” (Sebe 28) Buna göre Rasulullah, İslam’ı tebliğ ederken, insanları hem Allah’ın nimetleri ile müjdelemiştir, hem de Allah’ın azabı ile onları uyarmıştır.

3) et-Tevbe Sûresi’nde de Allahû Teâlâ diyor ki: 

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ

“Müşrikler kerih görse bile, Rasulü’nü bütün dinler üzerine, izhar (hâkim) olması için hidayet ve hak din (İslam) ile gönderen O (Allah)’dur” (et-Tevbe 33) Buna göre esas hedef, İslam dışı olan dinleri yok edip bütün insanları Müslüman yapmak değil, İslam’ı bütün dünya üzerinde hâkim kılarak, O’nun adaletini bütün insanlara ulaştırarak yaşatmaktır.

İşte bunun için, Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İslam’ın yayılması ve hâkim olup yaşanması için Mekke’de, gece-gündüz demeden 13 yıl faaliyet gösterdikten sonra, Medine’ye hicret etti. Orada İslam akidesi esası üzere devletini kurdu. Medine’de kurulan bu İslam Devleti, dâhilî ve haricî siyasetini İslam’ın hükümlerine göre yürüttü. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İslam’ın bütün Arap Yarımadası’na hâkim olduğuna kani olunca, İslam Devleti’nin “haricî siyaseti” cümlesinden olarak mücavir olan 10 devlet başkanına birer mektup gönderdi; onları İslam’a davet etti. Bunlar arasında Bizans Devleti’nin Başkanı Herakliyus (Heraklius) da vardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Herakliyus’a iletilmek üzere mühürlü bir mektubu Duhye İbni Halife el-Kelbî ile Konstantiniyye’ye (Constantinople) gönderdi. Gönderilen mektup Herakliyus’a tebliğ edilince, Herakliyus, gelen İslam davetini (Müslüman olmayı) pek umursamadı, bir şey de söylemedi ve İslam Devleti’ne karşı bir hazırlık içinde de bulunmadı. 

Ancak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Konstantiniyye hakkında sual edilince, fetholunacağı müjdesini verdi. Bu, hadiste şöyle geçmektedir: 

عن أبي قبيل قال : كنا عند عبد الله بن عمرو بن العاص، و سـئل أى المدينـتين تفتح أولا القسطنطينية أو رومية ؟ فدعا عبد الله بصندوق له حلق، قال : فأخرج منه كتابا قال : فقال عبد الله : بينما نحن حول رسول الله نكتب، إذ سئل رسول الله : :أى المدينتين تفتح أولا القسطنطينية أو رومية ؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم : مدينة هرقل تفتح (أولا : يعني قسطنطينية)

“Ebu Kubeyl dedi ki: “Biz Abdullah ibni Amr İbni el-As’ın yanında iken ona iki şehirden; Konstaneiyye veya Rumiye (Roma)’den hangisinin önce fethedileceği soruldu. Abdullah kendisine sandukanın getirilmesini söyledi. Ondan bir kitap çıkardı. Abdullah dedi ki: “Biz Rasulullah’ın çevresinde yazarken bu soru Rasulullah’a da soruldu: “Konstantiniyye mi, Rumiyye mi önce fethedilecek?” Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: “Hirakl (yani Herakliyus)’in şehri” (Yani Konstantiniyye önce fethedilecek). Diğer bir hadiste de, en-Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem diyor ki: 

اَلنَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْاَمِيرُ اَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ.‏مسند الإمام أحمد

“Konstantiniyye mutlaka fethedilecek. O’nu fetheden komutan ne iyi komutan ve o fetih ordusu da ne iyi ordudur!”

İşte Rasulullah’ın bu müjdesini gerçekleştirebilmek için, Raşidî Hilafet Devleti’nin 3. Halifesi Osman ibn Affan RadiyAllahu Anh döneminden itibaren Konstantiyye’nin fethedilmesi için defalarca harekete geçildi. Ancak bu fetih, H. 20 Cemaziye’l-Evvel 857, M. 29 Mayıs 1453’te, Fatih Sultan Muhammed komutasındaki İslam Ordusu tarafından tahakkuk etti. Bazı kaynaklara göre de Konstantiniyye’nin adı değişti. İslam Hilafet Devleti’nin sultası (otoritesi) artık İstanbul’a hâkim oldu ve İslam’ın hükümlerine göre yönetilmeye başladı. Böylece İstanbul, Daru’l-Küfür’den Daru’l-İslam’a dönüştü. Hilafet Devleti’nin sınırları içine dâhil edildi. Osmanlı Hilafet Devleti döneminde de Devlet’in başkenti oldu. 

Daru’l-Küfür ve Daru’l-İslam konusuna gelince; Sözlükte “dar”, mesken, belde anlamlarına gelir. “Daru’l-Harp” denilince kâfirlerin (düşmanların) ikamet edip içinde küfürle hükmettikleri, kâfirlere ait olan bir harp beldesi anlaşılacağı hususunda fakihler arasında ihtilaf yoktur. Aynı şekilde Müslümanların ganimet olarak elde edip henüz içinde İslam’ın hükümlerini tatbik etmedikleri çatışma arazisinin -Müslümanların eli altında olsa da- Daru’l-Harp arazisi (beldesi) ve Daru’l-Küfür olduğu hususunda da ihtilaf yoktur. Onun için fakihler şöyle diyorlar: “Daru’l-Harp’te ganimetler paylaştırıldığında, payını alan kimseye o payından satması ve diğer tasarruflarda bulunması caiz olur.” 

Böylece “Daru’l-Harp” ve “Daru’l-Küfür” kelimeleri, düşman beldelerine ve çatışma arazilerine bir tek mana ile verilen isimlerdir. Aynı şekilde içerisinde yaşayan insanları ister Müslüman ister zimmî olsunlar, Müslümanların yönettikleri ve İslam’ın hâkimiyeti altında olan beldelerin de Daru’l-İslam olduğu hususunda da ihtilaf yoktur. Fakihler şöyle demişlerdir: “Daru’l-Küfür, içerisinde İslam’ın hükümlerinin hâkim olması ile Daru’l-İslam’a dönüşür.” Bunun delili ise, Süleyman İbn-u Burayde’nin babasından şöyle dediği rivayet edilmiştir: 

عن بريدة رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم كان إذا أمَّر أميراً على جيش أو سرية أوصاه بتقوى الله ومن معه من المسلمين خيراً، فقال: "اغزوا بسم الله، في سبيل الله، قاتلوا من كفر بالله، اغزوا ولا تغلوا ولا تغدروا، ولا تمثلوا، ولا تقتلوا وليداً، وإذا لقيت عدوك من المشركين فادعهم إلى ثلاث خصال -أو خلال- فأيتهن ما أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم، ثم ادعهم إلى الإسلام فإن هم أجابوك فاقبل منهم، ثم ادعهم إلى التحول من دارهم إلى دار المهاجرين، وأخبرهم أنهم إن فعلوا ذلك فلهم ما للمهاجرين، وعليهم ما على المهاجرين، فإن أبوا أن يتحولوا منها فأخبرهم أنهم يكونون كأعراب المسلمين، يجري عليهم حكم الله تعالى، ولا يكون لهم في الغنيمة والفيء شيء إلا أن يجاهدوا مع المسلمين، فإن هم أبوا فاسألهم الجزية، فإن هم أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم، فإن هم أبوا فاستعن بالله وقاتلهم." رواه مسلم.

“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir orduya yahut bir seriyyeye emir (komutan) tayin ettiği zaman, hassaten ona Allah’a takvalı olmasını ve beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder. Sonra dedi: “Allah’ın adıyla, Allah yolunda gazve edin, Allah’a küfür (inkâr) edenlerle kıtal edin (savaşın)! Gazve edin, ama haddi aşmayın, gadr (haksızlık) etmeyin, müsle yapmayın (cesedin organlarını kesmeyin), çocukları katletmeyin! Müşrik düşmanlarınla karşılaştığın zaman, onları üç haslete yahut sıfatlara davet et. Hangisine icabet ederlerse kabul et: önce onları İslam’a davet et, eğer sana icabet ederlerse, onlardan kabul et ve artık onlara dokunma! Sonra darlarından (beldelerinden) Muhacirlerin darlarına (Daru’l-İslam’a) yönelmelerine davet et. Ve onlara haber ver ki eğer bunu yaparlarsa Muhacirlerin lehine olan onların da lehine olur ve Muhacirlerin aleyhine olan onların da aleyhine olur. Eğer oradan (beldelerinden) yönelmeyi reddederlerse, onlara haber ver ki onlar, Müslüman Arabîleri (bedevileri) gibi olurlar, Müminlerin üzerine icra edilen Allah’ın hükmü onların da üzerine icra edilir. Ve ganimette (kıtal’da, kâfirlerden alınan mal) ve fey’ de (kıtal olmadan, kâfirlerden alınan mal) onların hiçbir hakkı olmaz. Onların (Müslüman Arabîlerin) Müslümanlar ile birlikte cihad etmeleri müstesnadır.” 

Velhasıl bir beldenin Daru’l-İslam (İslam ülkesi) olması için şu iki unsurun bulunmasına dikkat edilir:

1. İslam’ın hükümleri ile hükmedilmesi (yönetilmesi)

2. Müslümanların emniyeti (sultası/otoritesi) ile güvenliğinin sağlanması.

İşte bu iki unsur bir arada bulununca, orası Daru’l-İslam olur. Eğer Daru’l-İslam, İslam ile yönetilmezse Daru’l-Küfür olur. Keza Daru’l-İslam, İslam ile yönetildiği halde, emniyeti/güvenliği (sultası/otoritesi) Müslümanların güvenliğinde değil de kâfirlerin güvenliğinde ise yine Daru’l-Küfür olur.

Buna binaen, bugün Müslümanların bütün beldeleri (ülkeleri) Daru’l-Küfür’dür. Çünkü hiçbirinde İslam’ın hükmetme nizamı (yönetimi) tatbik edilmemektedir. Beldelerinin Daru’l-İslam olması için, Müslümanlar İslamî hükümler ile yönetilmeli, bununla birlikte emniyeti, Müslümanların elinde olmalıdır. Allahu Teâlâ diyor ki: 

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ

“Onların (insanların) arasında, Allah’ın inzal ettikleri ile hükmet ve sana gelen haktan sonra onların (insanların) hevalarına (arzularına/keyiflerine) uyma.” (el-Maide 48) ve Allahu Teâlâ diyor ki: 

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً

“Allah, Müminler üzerinde, kâfirler için asla yol oluşturmaz” (en-Nisa 141) 

Daru’l-Küfrü Daru’l-İslam’a çevirmek… İşte fetih ruhu, budur. Fetih ruhu; Allah’ın kelamını hep en tepede tutmak ve onu tüm beşere ulaştırmak için malların harcanmasına, kanın akıtılmasına göğsünü açmaktır. Cihadda kanının aktığını görünce şehid olma umuduyla gülümseyebilmektir. 

İşte “Fâtih ruhu” budur. Kutlu Nebi’nin müjdesine nail olabilmek için gerekirse imkânsız denileni mümkün kılmaktır. Bu müjdeyle yaşamak ve bu müjdeyle gözlerini kapamaktır…

Tarihimizde Ümmet’e zaferler kazandıran, İslam’ı âleme taşıyan, Daru’l-Küfür’ü Daru’l-İslam’a çeviren tüm mücahidlere, fâtihlere selamlar olsun…


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz