Azerbaycan,
Kafkasya bölgesinde yer alan, yüzölçümü 86,600 km2 olan İslâmi bir
beldedir. Kafkasya, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında iki bölgeden oluşur.
Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan, Dağıstan, Kuzey Osetya, Inguşetya, Çerkezya
bulunuyor ve Rusya bu bölgelerin kendisine bağlı olduğunu iddia ediyor. Güney
Kafkasya’da Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan bulunuyor ve bu ülkeler Sovyetler
Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra Rusya’dan ayrılarak bağımsızlıklarını
ilan ediyor. Azerbaycan, kuzeyde Rusya ve Gürcistan, güneyde İran, batıda
Ermenistan ile komşudur. Dili Azeri Türkçesi ve başkenti Bakü’dür. Ülke
ekonomisinin temelini petrol, doğalgaz ve demir gibi madenler, giyim ve yiyecek
sektörü oluşturur. 10 milyon nüfusun %95’i Müslüman’dır. Halkın %90’ı Azeri Türkü
diğerleri Lezgid, Talış, Rus ve Kürt milletlerinden oluşur.
İslâm, Kafkasya
bölgesine Ömer RadiyAllahu Anh döneminde girmiştir. Halife Osman RadiyAllahu
Anh döneminde bölgenin büyük kısmı İslâm beldesi hâline gelmiş ve Ali RadiyAllahu
Anh Azerbaycan’a Eş’as b. Kays el-Kindî’yi vali olarak atamıştır.
Azerbaycan, Emevi Hilâfeti döneminde bölgenin fethi için merkez olarak
kullanılmış ve Kafkasya’nın tamamı, Mesleme b. Abdulmelik’in fetihleri
sayesinde İslâm beldesi olmuştur. Beldelerin halkları İslâm’a girerek İslâm
davetini taşımış, Müslümanların bölgeye girmesi ile şehirlerde ticaret
gelişmiştir. Abbasi Hilâfeti zamanında Kafkasya, Moğol saldırıları ile işgal
edilmiş ancak Müslümanların örnek yaşayışı ve İslâm’a davetleri neticesi ile
Moğollar İslâm’a girip Müslüman olmuşlardır. Tarihte eşine az rastlanabilecek
bir olay olan işgalci ordunun işgal ettiği beldenin insanlarının dinine girmesi
bu bölgede yaşanmıştır. Şüphesiz ki bu, İslâm’ın akla, fıtrata ve vicdana uygun
akidesi ve mükemmel nizamı sayesinde ve Müslümanların davetleri ile olmuştur.
Tarihte başka beldelerde de İslâm nizamının mükemmel örneklerini gören
toplumlar fevc fevc İslâm’a girmişlerdir.
Bölge daha sonra
bazı hanedanlıklar tarafından yönetilmiş sultan Alpaslan bütün Azerbaycan’ı
Selçuklu Devleti sınırlarına katmıştır. Sonra Azerbaycan Safeviler’in eline
geçmiş önce Yavuz Sultan Selim ve sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında
Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı’nın Orta Avrupa’daki savaşlar ile
meşgul olması nedeni ile Kafkasya ve Orta Asya 1722’den sonra dönem dönem işgal
edilmiş ancak Kafkasyalı Müslümanlar her zaman Çarlara karşı mücadele etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce İngilizler Bakü petrollerinde büyük
hisselere sahip olmuşlar; Shell şirketinin kurucusu Marcus Samuel de ilk petrol
yatırımını 1890’da Azerbaycan’da yapmıştır. Osmanlı Hilâfet Devleti Birinci
Dünya Savaşı’nda yenik düşünce Mondros Antlaşması gereği bölgeyi İngilizlere
terk etmek zorunda kalmış, 1920’de Kızıl Ordu Azerbaycan’ı yeniden işgal edene
kadar Bakü petrolleri İngilizler tarafından kullanılmıştır.
Sovyetler Birliği,
1920 ile 1991 yılları arasında bölgeyi işgal etmiş ve her türlü zulmü
uygulamış, 1988’de Ermenileri Azerbaycan’a saldırtarak Azerbaycan topraklarının
yüzde 20’sinin işgal edilmesini sağlamış ve 1 milyondan fazla Azerbaycanlı
Müslüman’ı farklı bölgelere göç ederek zor şartlar altında yaşamak zorunda
bırakmıştır. Bu saldırılar 1994 yılına kadar sürmüş neticede Azerbaycan, 5
ilçeden (şehir) oluşan Karabağ bölgesindeki topraklarının yüzde 20 ila 24’ünden
fazlasını kaybetmiş, Ağdam ve Fuzuli ilçelerinin büyük bölümünde de kontrolü
yitirmiştir. Bu saldırıların en korkunç olanı ise Ermeni güçlerinin 26 Şubat
1992’de Hocalı’da yaptığı katliam olmuştur. Dağlık Karabağ’da yer alan Hocalı’da
Ermeni güçleri vahşi işkence yöntemleri ile yüzlerce Azeri Müslüman’ı
katletmiştir. Tüm bunlar Rusya’nın desteği ile olmuştur.
Kafkasya bölgesi ve
özelde Azerbaycan, hidrokarbon kaynakları açısından son derece zengin ve
stratejik önemi olan bölgedir. Azerbaycan, 1900’lü yıllarda dünya petrol
ihtiyacının yarısını karşılayan, topraklarının %60’ında petrol olduğu tahmin
edilen ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri arasında en büyük üçüncü petrol
üreticisi olan ülkedir. Azerbaycan’ın 10 milyon varil petrol, 170 milyar
metreküp doğalgaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir. Dünya petrol piyasasına
günde 1-1,5 milyon varil ihraç eden Azerbaycan, dünya petrol arz ve fiyatlarını
etkileyebilecek kapasiteye sahiptir. Şu an var olan ve Bakü petrolünü dünyaya
taşıyan üç hattan biri olan Bakü-Tiflis-Ceyhan, yüklenici konsorsiyumun
bileşiminden de anlaşıldığı gibi, bir Amerikan-İngiliz projesidir. Diğer iki
hat ise, Bakü-Novorossisk [Rusya] ile Bakü-Supsa [Gürcistan] hatlarıdır.
Bu bölgedeki güç
mücadelesi hem petrol, doğalgaz gibi madenlere sahip olmak hem de bu madenlerin
dünyaya pazarlanmasında söz sahibi olmak içindir. Bu bölgede söz sahibi olan
aslında enerji vanalarının da sahibi olacaktır.
Azerbaycan ve Hazar petrol ve doğalgazının bu bölgeden geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan
boru hattı ile dünyaya ulaştırılması geçmişte olduğu gibi bölgenin önemini
artırmaktadır. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından bölgedeki bu
madenler ve bölgenin stratejik önemi ABD, İngiltere gibi kapitalist sömürgeci
devletlerin ve şirketlerinin iştahını kabartmıştır. Bölgedeki sömürgeci
kapitalist devletlerinin menfaat mücadelelerinden dolayı hem Azerbaycan’da hem
de diğer Kafkasya’daki ülkelerde krizler, darbeler, siyasi, ekonomik, askerî
çatışmalar ve yönetim değişiklikleri sürekli yaşanmaktadır.
Hem Ermenistan hem
de Azerbaycan bölgede her ne kadar bağımsızlıklarını ilan etmiş olsalar da
gerçek manada kendi başlarına hareket edemeyen, sömürgeci ülkeler ile bağımlı
bir ilişki içinde olan ve onların birtakım desteklerine ihtiyaç duyan, çıkarları
için hareket eden ülkelerdir. Bu devletçikler -bölgede bulunmalarının dışında-
gerçek manada söz ve güç sahibi olmayan ve yönlendirilen devletçiklerdir.
Günümüzde o bölgede egemenlik için mücadele eden sömürgeci devletler Rusya ve
Amerika’dır. Bu iki sömürgeci devletten birisinin bölgede tek başına hâkimiyeti
söz konusu değildir; Amerika-Rusya nüfuz çatışması bölge devletleri üzerinde
hâlen devam etmektedir.
Sovyetlerin
işgalinden bağımsızlığa kavuştuğu günden bugüne Azerbaycan, hep Ermenistan ile savaş
hâlindedir. Ermenistan nüfus, güç ve yüzölçümü bakımından Azerbaycan’a oranla
küçük bir ülke olsa da Rusya’nın finans, silah, teçhizat ve her türlü
yardımları ile ayakta duran bir devletçiktir. Ermenistan’ın etrafı Müslümanlar
ile çevrili olduğu için Rusya ve Ermeni diasporasının kredi, hibe, akaryakıt ve
gaz gibi yardımlarına muhtaçtır. Ermenistan Rusya için stratejik, jeopolitik,
siyasi, askerî ve ekonomik açılardan önemli bir ülkedir. Rusya’nın Ermenistan’da
büyük bir askerî üssü ve siyasi gücü bulunmaktadır. Son dönemlerde hayata
geçirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) gaz boru hattı ve Bakü-Tiflis-Kars (BTK)
ulaşım projelerinden mahrum kalmış, bu da Ermenistan’ın ekonomisine ve Batı ile
olan entegrasyonuna önemli ölçüde zarar vermiştir.
ABD, Ermenistan ve
Azerbaycan’da nüfuzunu güçlendirmeyi, oradaki Rus nüfuzunu zayıflatmayı ya da
ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bunun için hem bölge ülkelerindeki ajanları
ile hem de Türkiye ile etkinliğini artırmaya çalışmaktadır. Amerika, Rusya’ya
Suriye, Libya ve Akdeniz bölgelerinde birlikte hareket ettiği için ihtiyaç
duyuyor hem de Çin ve Avrupa’ya karşı güçlü bir Rusya’nın var olmasını
menfaatleri açısından istiyor. Amerika son dönemde, Türkiye ile Ermenistan
arasında çok boyutlu anlaşmalar imzalatarak Ermenistan’ı Rusya’dan koparmaya
çalıştı. Bu amaçla Türkiye ile Ermenistan arasında 2009’da İsviçre’nin Zürih
kentinde kapsamlı bir barış protokolü imzalanmasını sağladı ancak Rusya’nın
baskısı ile 2018’de Ermenistan anlaşmayı iptal etti. Böylece Amerika,
Ermenistan’ı Rusya’dan koparma fırsatını kaybetti. Rusya, Ermenistan’daki
nüfuzunu güçlendirdi ve Ermenistan’ın Gümrü şehrinde bulunan askerî üssündeki
füze cephaneliğini artırdı, Mig-29 uçak filosu, binlerce asker, zırhlı araçlar,
S-300 uzun menzilli hava ve füze savunma sistemlerinin yanı sıra SE-6 orta
menzilli hava savunma sistemi konuşlandırdı. Rusya, Ermenistan’ı Belarus,
Kazakistan ve Kırgızistan’ın yanı sıra 1 Ocak 2015 tarihinde yürürlüğe giren “Avrasya
Ekonomik Birliği” pazarına kattı.
Son dönemde ise ABD
ve Türkiye’nin açık desteğini alan Azerbaycan, Ermenistan’ın saldırılarına
karşı topyekûn bir savaş ilan etti ve Dağlık Karabağ bölgesinde işgal edilen
bölgelere askeri operasyon başlattı. Başlangıçta ateşkes çağrılarını ihanet
olarak gören Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev bazı bölgeleri aldıktan
sonra önce Rusya’da sonra ise Amerika’da tarafların görüşmesine izin verdi. Hâlâ
devam eden bu çatışmalar sömürgeci Batılı devletlerin talimatları ile başladığı
gibi yine siyasi bazı kazanımlar elde edildikten sonra tekrar sona erecektir.
Her açıdan güçlü olduğu ve toprakları 30 yıldır işgal altında bulunduğu hâlde
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, BM Güvenlik Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulan Minsk Grubu’nun kararlarını önemsemesi
ve hatta çözüm olarak görmesi ise bu meselenin Müslümanlar lehine asla çözülmeyeceğini
gösteriyor.
Çünkü 1992 yılında
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulan ve eş başkanları
Amerika, Rusya ve Fransa olan Minsk Grubu Müslüman nüfusun tamamen
boşaltıldığı, kâfir Ermeni Hıristiyanlarının yerleştirildiği Karabağ
bölgesindeki beş ilçenin Ermeniler tarafından işgalini, Azerbaycan’ın
tanımasını istiyor. Tanıma karşılığında Ermenistan, diğer beş ilçeden ve işgal
altındaki Ağdam ve Fuzuli bölgelerinden çekilecek, böylece sorun tasfiye
edilmiş olacak. Güvenlik Konseyi kararlarına bakılırsa, sanki ABD, Rusya ve
Fransa, Karabağ’ı Ermeni bölgesi olarak görüyor. Bölgede sanki Ermenistan’dan
bağımsız özel bir cumhuriyet kurulmuş gibi kabul ediliyor. Bu da işgal
altındaki Müslümanların topraklarının kurtarılmasını imkânsız hâle getiriyor.
Türkiye ise
Ermenistan’ın komşusu olmakla birlikte Ermenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan
ve yardım yapan ülkelerden birisidir. Ancak Ermenistan’ın Azerbaycan
topraklarını işgal etmesinden sonra 1933’te sınırlarını kapatmış ve ilişkileri
askıya almıştır. Ayrıca Türkiye ile Ermenistan arasında, Ermenistan’ın dünyaya
kabul ettirmeye çalıştığı “Ermeni Soykırımı” yalanları da ilişkilerin
düzelmesinin önünde bir engeldi. Amerika’nın bölgedeki çıkarları, güç ve söz
sahibi olması adına Türkiye -şartlar değişmediği hâlde- 2009 yılında hiçbir
koşul talep etmeksizin Ermenistan ile çok yönlü anlaşmalar imzalamış, siyasi,
ekonomik ilişkiler için adımlar atmıştır. Ancak Rusya’nın müdahalesi ile bu
anlaşmalar sekteye uğramış, ardından çıkan çatışmalar ile aradaki ilişkiler
yeniden askıya alınmıştır. Türkiye, Amerikan çıkarları çerçevesinde Azerbaycan
sorunu ile ilgileniyor. Hâlbuki Türkiye kardeş ülke Azerbaycan’ın her şartta
yanında yer almalı, işgal altındaki Dağlık Karabağ’ın kurtarılması için yardım
etmelidir. Bölgede uygulanmak istenen Rusya ya da Amerika’nın planlarına karşı
İslâm’ın ve Müslümanların faydasına olacak adımlar atmalıdır. Birleşmiş
Milletler veya AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi
sömürgecilerin şer örgütlerinin dayattığı sahte çözümlere aldanmamalıdır.
Sovyetler Birliği’nin
işgali altında olduğu 1920 ila 1991 yılları arasında Azerbaycan’da İslâm’a
yönelik düşmanlık had safhaya ulaşmış, âlimlerin neredeyse tamamı katledilmiş,
2000 kadar cami, 700 kadar medrese kapatılmış, İslâmi hemen her şey
yasaklanmıştı. Müslüman Azeri halkının İslâm ile bağını kesmek için her türlü
şer plan devreye sokulmuştu. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
bağımsızlığı ilan eden Azerbaycan rejimi dini devletten ve toplumdan dışlayan
komünist rejimin uygulamalarına devam etmiş, bu hâliyle komünist rejimin devamı
niteliğinde bir yönetim benimsemiştir. Azerbaycan halkının büyük çoğunluğu
Müslüman olmasına rağmen rejimi maalesef laik, sekülerdir.
Laik, seküler bir
yönetim benimseyen Azerbaycan için din, “aşırıcılık” olarak tanımlanmış ve her
zaman bir iç tehdit olarak algılanmıştır. İlham Aliyev’in babası olan Haydar
Aliyev yönetimi hem Batı hem de Rusya ile “denge politikası” bağlamında bütün
tarafları tatmin eden iyi ilişkiler uygularken, iç politikada muhalefeti
bastırmış ve ülkede tek söz sahibi olmak için zulüm politikaları uygulamıştır. Haydar
Aliyev, hem Rusya ile hem de ABD ile ekonomik ilişkilere ve enerji işbirliğine
önem vermiş ve sömürgecilerin planlarına alet olmuştur. Baba Aliyev’in 2003’te
ölümüyle birlikte, cumhurbaşkanlığına oğlu İlham Aliyev geçmiştir. Hâlbuki
Haydar Aliyev, seçim öncesi yaptığı konuşma ve verdiği vaatlerde İslâm’a bağlı
siyaset izleyeceğini söylemiş, Nahcivan’da Hz. Fatıma Camii’ni inşa ettirmiş,
Sovyetler Birliği zamanında yıkılıp tahrip edilen camileri ve diğer İslâmi
müesseseleri onaracağını söylemiştir. Ancak hükümeti ele geçirip temellerini
sağlamlaştırdıktan sonra sözlerinin tam aksine Müslümanlara şiddetli baskı
uygulamış, kendisine göre tehlikeli olan şahıslara ve İslâmi gruplara karşı
acımasız zulümlere imza atmıştır. Ermenistan işgaline karşı mücadele eden
Revşen Cevadov ve grubunu kurşuna dizdirmiş, Sovyetler zamanında mücadele veren
Azerbaycan İslâm Partisi Başkanı Ali İkram Aliyov’u tutuklatıp günlerce işkence
ettirmiştir.
Babasının ölümünden
sonra başa geçen İlham Aliyev Müslümanlara karşı acımasızca zulümlere hız
kesmeden devam ettirmiş, Müslümanları farklı bahaneler ile cezaevlerine
atarken, sokaklarda bile başörtüsünü yasaklamıştır. Diğer İslâm beldelerindeki
yöneticiler gibi İslâm’ı halkı ikna etmek için kullanmış ancak fiilî yönetimde
İslâm’ın tüm değer ve nizamlarına savaş açmıştır. Her ne kadar bugün Ermenistan
ile girilen savaşta bir komutan edası ile TV kanallarında poz verip tehditler
yağdırsa da aslında gücü sadece masum Müslümanlara yetmiş, ülkesinin işgal
edilen topraklarına sahip çıkmak için Amerika’nın talimatlarını
beklemiştir.
Evet, Azerbaycan ve Kafkasya’daki tüm ülkeler İslâm toprağıdır; Türkiye ve diğer İslâm beldelerinden hiçbir farkı bulunmamaktadır. Bu yüzden bu beldelerin aslına rücu ettirilmesi, yeniden İslâm toprağı olarak İslâmi bir hayatın başlatılması ve bunun için tüm Müslümanların çalışması farzdır. İşgal altındaki Karabağ, Filistin, Doğu Türkistan ve diğer beldelerimiz için Müslümanlardan müteşekkil orduların yardım için harekete geçirilmesi bu sorunların köklü çözümüdür. Ancak bugün Müslümanların beldelerindeki rejimler gayri İslâmi, yönetimler ise sömürgeci kâfirlerin dostu ve işbirlikçileri konumundadır. Bu yöneticiler ve yönetimler olduğu sürece işgal edilen beldelerimizin kurtarılması, İslâmi bir hayatın başlatılması mümkün değildir. Bu yüzden İslâmi bir hayatın başlatılması için Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulması ve bunun için tüm Müslümanların çalışması elzemdir. Rabbim, Müslümanlara İslâm davasını taşıyacak bir bilinç nasip etsin ve bu dava adamlarının eli ile İslâmi hayatı tüm dünyaya hâkim kılsın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış