21 Ağustos Cuma Günü Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye halkına uzun zamandır arama faaliyeti yürüttüğü Karadeniz açıklarında, doğalgaz bulunduğu müjdesini verdi. Tuna-1 olarak bilinen Sakarya Gaz Sahası’nda keşfedilen doğalgaz rezervinin 320 milyar metreküp olduğunu duyurarak yeni gaz rezervlerinin keşfedilmesi ile ilgili umut verici açıklamalar yaptı. Bunun bir müjde olarak lanse edilmesinin en önemli sebebi ülkemizde doğalgaz fiyatlarının oldukça yüksek olması. Zira doğalgaz konusunda büyük oranda dışa bağımlıyız. Hatta %98’lik bir bağımlılıktan bahsedebiliriz. Bu da doğalgaz ithal ettiğimiz ülkelerin insafına terkedildiğimiz anlamına geliyor. Buna karşın doğalgazı ülke olarak ısıtma, elektrik, çevrim santralleri ve ulaşım olmak üzere birçok alanda tüketiyoruz. Aşağıdaki tablo doğalgazın Türkiye’de neden pahalı bir enerji kaynağı olduğunun çok açık resmidir.
Bu tablodan
hareketle The Economist dergisi, Karadeniz’de keşfedilen gazın Türkiye
ithalatını olumlu yönde etkilemesinin mümkün olmadığını internet sayfasında yer
alan 2 Eylül tarihli makalesinde şu ifadelerle açıkladı: “Erdoğan, keşfi
Türkiye'nin nihai olarak bir net enerji ihracatçısı olacağı, 'yeni bir çağ'
olarak tanımladı. (Türkiye gazının %98'ini ithal ediyor.) Bu boş bir hayal.
Analistlerin, bağımsız olarak teyit edilemeyen, sahanın büyüklüğü, Türkiye'nin
üç yıl kadar kısa bir süre içinde gaz çıkarabilmesi, projenin genel olarak
ticari kapasitesiyle ilgili ciddi şüpheleri var.”
Tabii ki
uluslararası baronların kalemşorluğunu yapan bir derginin bu ifadeleri neden
kullandığını biliyoruz. Onlar sadece Türkiye değil dünyanın sair yerlerinde
özellikle de İslâm coğrafyasında çıkan doğal kaynakları, Allah vergisi
zenginlikleri çalmanın bin bir türlü hesabını yapmaktadırlar. O mümbit
toprakların çorak olması için sahibi oldukları medya gücü ile acımasızca algı
oyunu oynamaktadırlar. Bu yönüyle “bereket var ama bilen yok, zenginlik var ama
zengin yok” sonucunu doğuruyor. O yüzden bütün İslâm coğrafyası varlık içinde
yokluk çekiyor.
The Economist
dergisine geri dönecek olursak şüphesiz ki, fasık veya kâfirden doğru bir
habercilik beklemiyoruz. Lakin bir gerçek var ki doğalgaz keşfinin Türkiye
ekonomisine ne kısa ne de orta vadede hiçbir katkısı olmadı/olmayacak. Normal
şartlarda bu haberin piyasaya olumlu yansıması beklenir, yatırımcılar rahat
nefes almaya başlar ve borsalarda yumuşama beklenirdi. Lakin durum tam tersine
gelişti; döviz tırmandı, borsa küçük yatırımcıya kaybettirdi. Doğalgaz keşfi
bir müjde olarak sunulduğu 21 Ağustos günü Dolar 7,34 Euro 8,63 TL idi. Bu
satırları yazdığım 4 Kasım’da ise Dolar 8,5 Euro 10 TL olmuştu. Belki de siz bu
yazıyı okuduğunuzda Dolar 9, Euro ise 11 TL bandını geçmiş olacak. Yani gerçek
veriler üzerinden konuşacak olursak iki buçuk aylık zaman diliminde döviz
karşısında Türk parası %13 daha değer kaybetmişti.
Yine de keşif önemli bir gelişme, zira Türkiye hâlihazırda, yılın ilk yarısında gazının %21'ini tedarik ettiği Rusya'ya bağımlılığını azalttı. Bu oran 2017'de %52'ydi. Onun yerine Azerbaycan'a ve sıvılaştırılmış doğalgaz ithalatına döndü. Düşünce kuruluşu Atlantic Council'de enerji uzmanı olan Brenda Shaffer “Karadeniz'deki gaz bu eğilimleri güçlendirecek” diyerek en azından rekabetin farklı boyutlar kazanacağını ifade etmişti. Özellikle de Türkiye için tabiri caizse enerjinin zerresine ulaşmak bile oldukça önemli. Enerjide dışa bağımlılık konusunda dünya ülkeleri arasında neredeyse başı çekiyoruz. Eurostat verilerine göre Avrupa ölçekli en pahalı elektrik kullanımında Türkiye, Portekiz ve Almanya’dan sonra 3. sırada yer alıyor[1]. Aynı kurumun doğalgaz verilerinde de Türkiye en pahalı doğalgaz faturası ödeyen ülke olarak kayda geçiyor. Dünyanın en pahalı benzini olarak yine en üst sıralarda yer alıyoruz. Yakın zamanda akaryakıta yapılan ekstra vergi zamları ile birlikte birinciliği Norveç’ten devralmış olduk. Aşağıdaki tablo da enerji konusundaki dışa bağımlılığımızı göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Bu çok iyi olmayan
tablo, Türkiye’de halkı enerji konusunda maalesef ki sendromlu hâle
getirmiştir. Ne zaman bir yerden petrol çıkar da akaryakıt ucuzlar, ne zaman
gaz buluruz da daha ucuz ısınırız veya ne zaman bir nükleer santral kurulur da
elektrik faturaları belimizi bükmez diye heyecanlı bekleyişler hiç bitmemiştir.
Bu bekleyiş karşısında halkın kafasındaki sorulara cevap gayesiyle olacak ki
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez yaptığı açıklamada "Keşif
ile birlikte ithalatımızda ciddi azalma bekliyoruz. Doğal gazı
vatandaşlarımızın çok daha ekonomik fiyatlarla kullanabileceği altyapıyı
oluşturmuş oluyoruz."[2] dedi. Fakat bu
açıklama maalesef umut tacirliğinden başka bir şey olmasa gerek. Zira Türkiye
tarihinde hiçbir yatırım fiyatlama konusunda halkın lehine olmamıştır. Üretimde
kaynak artsa fiyatı dengelemek için vergi diliminde de artışa giderler. Yapım
maliyeti kendini amorti ettiğinde bu sefer de işletme maliyetlerini dengelemek
için zam seçeneğini kullanırlar. Ekonomik bunalım, doğal afet veya pandemi gibi
ivedi durumlarda halka hizmet ulaştırmak adına alınan geçici ek vergiler,
sıkıntı ortadan kalktığında da alınmaya devam eder. Çünkü kapitalist ekonominin
temelinde krizlerden çıkışın köklü bir çözümü yoktur ve bu sürecin ana
kahramanı her yerde olduğu gibi vatandaştır.
Bu açıklamadan sonra yine esas konumuza geri dönecek olursak Karadeniz’de 80 yıla yakındır İngiliz ve Amerika menşeli enerji kurumlarının sondaj, arama ve keşif faaliyetleri yapılıyordu. Hatta Türkiye gerekli ekipman ve araç-gereci olmadığı gerekçesiyle bu yabancı kurumlarla birlikte bu faaliyetlerde onlara katılıyor ama bir türlü sonuç alınamıyordu. En ciddi keşfi Petrobas ve ExxonMobile bulmuş olmasına rağmen yüksek maliyet ve üretim belirsizliği yüzünden enerjiyi çıkarma faaliyetlerini ertelemişti. Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin faaliyet yürüttüğü kıta sahanlığı ve keşfi gerçekleştiren Fatih sondaj gemisinin konumu gösterilmektedir. Doğalgaz kaynağının Türkiye kara sularının sonlarına doğru bulunduğu düşünüldüğünde işlenmesi, transferinin uzun mesafeler kat etmesi gibi sebepler bu rezervin üretim ve işletme maliyetlerini oldukça arttıracaktır. Dolayısıyla bu süreç beraberinde yeni vergi dilimleri veya zamlar gerektirebilir. Sonrasında ise üretimin tüketime olan katkısı kadar fayda beklenir. Lakin Türkiye doğalgaz konusunda her geçen yıl daha fazla tüketime ihtiyaç hisseden bir nüfus yoğunluğuna sahiptir. Dolayısıyla artan üretimin, beraberinde artan nüfus ve şehirlerdeki gelişme hızına bağlı olarak yetersiz kalacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız.