Toplumu oluşturan
en önemli yapıtaşı şüphesiz ki fikirdir. Zira toplumlar taşıdıkları fikirler
ile anılır ve o fikrin gerektirdiği gibi hayat sürerler. Bu minvalde sözgelimi
kapitalist, sosyalist, İslâmi toplum gibi toplumların yaşayış şeklini,
statüsünü, refah seviyesini ve kültürel yapısını da oluşturan bu fikirdir.
Yüksek bir fikir, toplumları kalkındırırken düşük bir fikir doğal olarak
geriletir. Buradaki kalkınma tabii ki diğer bütün kalkınmalara ulaştıracak fikrî
kalkınmadır. Örneğin adına “Asr-ı Saadet” denilen zaman diliminde insanlar,
içlerinde bulundukları bütün olumsuz durumlara rağmen kesintisiz bir mutluluk
içerisindeydiler. Ne uğradıkları işkenceler ne iktisadi ambargo ne de
psikolojik baskılar onların mutlu olmalarına engel oluyordu. Fakat günümüzde
bütün maddi imkanlara, ayrıcalıklara ve konfora rağmen insanların kesintisiz
bir şekilde mutlu olmalarından bahsedemeyiz. İşte Peygamber efendimiz ve güzide
Ashabı’nın yaşadığı dönem ile bugünün arasında kıyasını yaptığımız mutluluk
mefhumu farklılık göstermektedir? Hâlbuki o zaman mutlu olanlar da bugün mutlu
olamayanlar da Müslüman… En başta belirttiğim gibi toplumun yapıtaşı olan
fikirlerine bakmak gerekmektedir.
Batı, İslâm
toplumlarını kalkınmaya götüren fikrin ne olduğunu kavradıktan sonra burada bir
gedik açmaya, bozuk fikirler ile doldurup, asli ve dinamik yaşam tarazlarını
değiştirmeye karar verdi. Çünkü o anladı ki mutsuz toplumlar kalkınamazlar,
kendilerini kalkınmaya götürecek fikirlere ulaşamazlar. Hatta kendilerinin
düşük birer toplum olduklarını dahi anlayamazlar. O yüzden İslâm beldelerindeki
toplumları istikrarsız, huzursuz ve mutsuz toplumlar hâline getirerek moral,
motivasyon ve hedefe yürüme azimlerini yok ettiler. Bu çalışmalarını da
özellikle gençler üzerinde uyguladılar, genç nesli bitirerek öncesi ve sonrası
ile olan fikrî-kültürel bağlarını mahvettiler. Yani genç nesil bozulursa
onlardan olacak, yeni nesil de bozulacak, önceki yaşlı nesil de toplumu
değiştirmedeki etki ve tesirini kaybedecektir.
Fakat buna rağmen
hem içinde yaşadığı toplumun değişimi hem de kritik meseleler karşısındaki
tutumları ile gençliğin önemi tarihsel veriler ışığında apaçık karşımızdadır.
Vakıanın Batı lehine dönmüş olması bu gerçeği değiştirmez. Peygamberimiz Aleyhi’s Selam cahiliye karanlığını
etrafındaki genç bir azınlığın motivasyonu ile aydınlattı. O’na her zaman ve
mekânda sahip çıkan, O’nun fikirleriyle kuşanan bu azınlık genç nüfus, zihin
dünyalarındaki canlılık sayesinde değişimi arzuladılar ve bu yoldan dönmediler.
Mesela Hz. Ali RadiyAllahu Anh İslâm’ı
kabul ettiğinde henüz 8 yaşında idi. Abdullah b. Ömer iman ile şereflendiği
zaman 10 yaşı civarlarındaydı. Zeyd bin Hârise (r.a.) Allah Rasulünü tasdik
eden ilk 3 kişiden birisi olduğunda daha 15 yaşındaydı. Abdullah b. Mes’ud 14,
Zübeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah 11, Abdurrahman b. Avf ve Sa’d b. Ebî Vakkas
17, Osman b. Huveyris, Osman b. Affan 20, Said b. Zeyd, 18, Ebû Ubeyde b.
Cerrah 25 yaşlarındaydılar. Erkam b. Ebi’l-Erkam evini İslâm davası için
karargâh olarak tahsis ettiğinde daha 16 yaşındaydı. Habbab b. Eret Müslüman
olup dayanılmaz işkencelere göğüs gerdiği esnada 25 yaşındaydı. Düşünün ki
hayatınızı baştan sona değiştirecek, duygu ve düşünce dünyanızı ters yüz
edecek, tutum ve davranışlarınızı sil baştan şekillendirecek bir fikir ile
karşı karşıyasınız önünüze servetler serseler bile elli kere düşünür yine de
karar veremezsiniz. Fakat İslâm akidesi mütekamil bir şekilde zihinlere
yerleştiğinde bu değişimi gerçekleştirecek gençleri bulmak zor olmayacaktır.
Sadece İslâmi bir
devlet kurmak için başrol oynayan gençlerden bahsetmiyoruz. Sonrasında da
dünyaya sosyal, bilimsel, matematiksel, siyasal olarak damgasını vurmuş
gençlerin sayısı hiç de az değildir. Bugün birçok matematikçiye “cebir” ilmi
ile yol gösteren matematik dehası Harezmi’den bahsedelim. Harezmi “0” (sıfır)
ve bilinmeyen “x” işaretinin mucidi. 25 yaşlarında bulduğu yöntemler ile
mekanik hesapların daha kolay ve kullanışlı hâle gelmesini sağlamış. Dönemin
halifesi Me’mun tarafından 33 yaşında Bağdat Saray Kütüphanesi’ne yönetici
olarak atanmıştır.
Peki, Fergani’yi
tanır mısınız? Fergana vadisinde yaşadığı için bu isimle anılan Fergani,
günümüzde üniversite ile kıyas edilebilecek bir eğitim sonucunda dünyaca
tanınan bir astrofizikçi oluyor. Nil nehrinin yükseliş ve alçalışlarını ölçen
(Mikyas-ı Nil) ve gezegenlerin büyüklüklerini tespit etmek için yaptığı
çalışmalar onu, dönemin önemli bir mühendisi hâline getirmiştir.
Modern tıptan tutun
da yerçekimi kanununa kadar dünyaya önemli eserler bırakmış Müslüman ve genç
bir bilim adamı olarak Biruni, havada insan taşıma fikrini ortaya atarak
prototip uçak yapan Ebu Firnas, dünyada bilinen ilk ecza kitabını yazan İbnu’l-Baytar,
verem mikrobunu keşfeden Abbas Vesim sayabileceğimiz Müslüman bilim ve ilim
adamlarıdır. Bugün birçok mühendisin ezbere yazılımlar ile uygulama yapabildiği
sibernetik bilimini 870 yıl önce bulan Cezeri, robot teknolojisini
keşfettiğinde bugüne kıyasla üniversite okuyordu.
20 yaşındayken
dönemin Sultanı Ebu İshak’ın katipliğine getirilen İbni Haldun, sosyo-politik
ve toplumsal konularda eserler çıkardıktan sonra 40 yaşında dünyaya başucu
kitabı olarak okuttuğu Mukaddime’yi yazmıştır.
Siyasal olarak da İslâm
tarihi gençlerin başrol oynadığı müthiş tablolara sahiptir. Mesela Harun
Er-Reşid henüz 14 yaşında iken babasının halifeliği döneminde Bizans’a karşı
yapılan saldırıda ordunun komutanı olarak İstanbul içlerine kadar ilerledi ve
Bizans’ı anlaşmaya mecbur eden destansı bir süreci yönetti. İki sene sonra
siyasi dehası sayesinde Tunus, Mısır, Suriye ve Azerbaycan valiliklerine
atandı. 20 yaşına geldiğinde Akdeniz’den Hindistan’a uzanan Abbasi Hilâfet
Devleti’nin başına geçti.
Yeni bir çağ açan
Fatih, İstanbul’u Bizans’ın elinden söküp aldığında 21 yaşındaydı. Şimdi bu
yaşlarda bir genç gemileri karadan yürütelim dediğinde nasıl bir muameleye
maruz kalır bir düşünün. Ama İslâmi fikir ile kuşanınca bir lider, gemiyi
karadan yürütür, topları denizden… Sonunda galip gelir biiznillah. İşte böyle
bir zafer ile Fatih hem Peygamberi’nin müjdesine nail olmuş hem de açtığı
üniversiteler, medreseler ve külliyeler ile İslâm toplumunu yeniden ihya
etmiştir. Yetmemiş çok da yaşlı sayılmayacak 30’lu yaşlarında vergi ödemeyi
kabul etmeyen Bosna kralına meydan okumuş, ordusuyla çıkarma yapmış ve orayı da
topraklarına katmıştır. Şimdi zafere doymayan bir gencin Bosna kralına yazdığı
mektuba bakalım:
“Ben, Sultan II.
Mehmet Han,
Bundan böyle bütün
Dünya'ya ilan ediyorum ki
Bosna
Fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır ve emrediyorum ki
Kimse bu insanlara
veya kiliselerine zarar vermeyecek!
Devletimde barış
içinde yaşayacaklar. Göçmen hâline gelmiş bu insanlar, güvende ve özgür
olacaklar…”
İslâm’ın hakimiyet
tarihinde yetiştirdiği gençlere örnek vermeye devam edersek hacimce fazla yer
kaplayacak, belki de bu derginin sayfaları yetmeyecek. O hâlde bu kadarla
yetinmiş olalım.
İslâm’ın hükmünün
yeryüzünden kaldırıldığı ve yerine Batılı kanunların hâkim olduğu o günden (Hilâfet’in
ilgasından) bu yana bütün bir İslâm coğrafyasında gençler nasıl yetişti, hangi
fikirleri kuşandı, kalkınmışlık ve mutluluk seviyeleri ne durumda, bir de ona
göz atalım…
Batı, gençliğin
üzerinde fikirlerini test etmeye başladığında Hilâfet yeni kaldırılmış ve
Müslümanların başına Batılı ülkeler tarafından memurlar tayin edilmişti. Tamamı
da sahip oldukları koltuklarının gereği olarak Batı’ya minnettardılar. Canhıraş
bir şekilde gençliğin ifsat edilmesi için çalıştılar. Ecnebi kültürün zihinleri
işgal etmesine engel olmadıkları gibi engel olmaya çalışan Müslümanlara da
fırsat vermediler. Eğitim sistemleri tamamıyla Batı menşeli idi. Aile hukuku,
ceza hukuku, ekonomi modelleri, yönetim şekli, kalkınma planları, ahlaki ve
toplumsal yapıları kusursuz bir şekilde Batı’dan taklit olarak alındı.
Gençlerin ömürlerini adadığı kariyer planlamalarını onlar için Batı tasarladı.
Hayatlarındaki en yüksek ideal madden zengin olmaktı, gençliği mutluluğa
götürecek yegâne yol konforlu bir hayattan geçiyordu. Bu uğurda fertlerin
birbirleri üstüne basarak ilerlemelerinden başka çareleri yoktu. Ümmet,
kardeşlik, akide bağı gibi İslâmi mefhumlar geride kalmış, sorunlu kavramlar hâline
gelmişti. Çünkü artık kalkınmak için ferdiyetçi olmaktan başka çare yoktu. Genç
kızlar erken yaşta evlenip erkeklerin himayesine girmemeliydi, çalışıp ekonomik
bağımsızlıklarını kazanmalıydılar. Evde eşlerine yemek yapmak zorunda olmayan
kadınlar için dışarıda hiç tanımadığı onlarca erkeğe hizmet etmek kariyer
sayılmalıydı. Ola ki yanlışlıkla evlenen çiftler, basit birtakım gerekçeler ile
ayrılabilmeliydi. Hatta kadının beyanı esas alınmalı, o istiyorsa tek celsede
boşanabilmeli, bir de bunu kutlayabilmeliydi. Erkek ve kadınlar aile kurmadan
önce birbirlerini iyice tanımalı, uzun flört süreçlerinden geçmeli, çocuk
doğurmak için acele etmemeli hatta kariyerlerine engel olacaksa uzun bir süre
bunu düşünmemeliydi. Eğitim ve öğretim, okullar ve kültürlenme süreçleri tek
bir amaca hizmet etmeliydi; daha çok para kazanmak… 18 yaşına giren her genç
bağımsız bireyler olarak her istediğini yapabilmeli, suçu ne olursa olsun “hassas
dönem”lerden geçtiği yalanıyla saygı duyulmalıydı. Tarafların rızası var
ise zina yapılmasında herhangi bir mahsur yoktu. Çünkü kişisel hak ve
hürriyetlerin korunması esastı. Alkol ve uyuşturucu kullanma yaşının 14’lere
kadar düşmesinde (devlet vergisini aldığı sürece) sorun yoktu. Lise ve
ortaokullarda yaşanan kavgalar, işlenen cinayetler ve benzeri suçlar için
kapılarda polis bulunması yeterliydi. Sorunun kaynağını bulmak ve çözmek için
harcanan emek boşunaydı. Sabahtan akşama kadar TV kanallarında körpecik
çocukları ahlaksızlık ile kuşatmalarında bir beis yoktu. Zira o kanallar
devletin kasasına büyük vergiler bırakıyor, hükümetlerin kirli çamaşırlarını
yıkıyor, bütün pislikleri örtbas etmeye yarıyorlardı. Alan razı, veren razı
olduktan sonra toplumun ahlakını korumak doğal olarak fertlerin kendi
yöntemlerine kalıyordu.
Bu sayılanlar
neslin yozlaşması için zihinlere sokulan zehirli fikirlerden bazılarıydı. Bu
fikirlere bir de köhnemiş modernizm aygıtları eklenince hedeflenen sorumsuz-lakayt-popülist
gençliğin türemesi zor olmayacaktı. Mesela “dava”, “hizmet”, “davet” gibi İslâmi
argümanlar kullanarak etkiledikleri muhlis gençler şimdi ya demokrat oldu ya
menfaatçi. Gençlerin hayalleri, umutları, samimi beklentileri çalındı ve onlara
koskoca bir yalan dünya bırakıldı. Konjonktüre teslim edildiler; cesur ve
dinamik bir neslin heyecanı, vakıanın gerektirdiği şartlara ayak uydurma
masallarıyla söndürüldü. Bu gençlerin zihin dünyaları da değişen gündem
konularıyla alt üst oldu.
Reel politiğe boyun
büktürüldüler; dünyayı değiştirmeye namzet Müslüman gençler uluslararası
kurumlara girmeden, büyük devletler ile ittifak kurmadan adım bile
atamayacaklarına ikna oldular.
Hedefleri saptırıldı;
“adam gibi bir yere gelmek istiyorsan ya partici olacaksın ya cemaatçi”
dediler. Cemaatçi olanlar gide gide cezaevlerine gittiler, partici olanları
nasıl bir akıbet bekliyor Allahu âlem. Halbuki “adam gibi bir yer” dedikleri
çok önceleri cennet değil miydi?
Sonra korkutuldular;
“taraf olmazsan bertaraf olursun” tehditleriyle gençlerin enerjilerini zoraki
kullanıp, faydalandılar. Öyle ya diplomalı işsiz, cemaat mağduru veya
haksızlığa uğramış birçok vatandaş gibi olmamak için hiç de hoşlanmadıkları
partilere, liderlere yanaştılar, yarandılar, yapıştılar.
AB kriterleri
kapsamında bir gençlik inşa edildi; ideolojik olmayan, net veya sivri
görüşlerden uzak duran, meselelere gri bakabilen, hümanist, sözüm ona yapıcı,
entelektüel, ılımlı bir gençlik. Kız-erkek ilişkilerinde Batılı hayat tarzına
uygun, İslâmi hükümlere göre giyinmiş olsa dahi bunu simgesel olmaktan çıkarıp
ritüel hâline getirebilen (bu denli geniş perspektiften bakabilen) bir yığın
genç nüfus.
Ve dahası…
Özeleştiri yapamayan, sorgulamayan, pasif bir özne olarak görülmek istenen
gençlik şimdi uçurumun kenarında. Hayallerindeki dünyadan çok uzak, bu yüzden
sadece anne-babasına değil Rabbine karşı da isyan içerisinde. Onu bu uçurumun
kenarından kim çıkaracak? Onu kurtarabilecek herkes edilgen, tesiri yok, nasıl
olsun ki kurtuluş reçetesinden uzak ve çaresiz… Tek çareyi alkol almakta bulan,
gündelik hevesler ile haram bataklığına saplanan gençleri kim kurtaracak?
Onları bu hâle sokan demokrasi mi, seçim malzemesi yapan demokrat partiler mi,
bütün enerjilerini batıl fikirler ile iç eden demokrat liderler mi? O liderleri
idol görenler çoktan deist oldu. “Kötü bir Müslüman lider” profili çizenler
ateist gençlik inşa etmekten başka ne işe yaradı? İstanbul Sözleşmesi’ni
imzalayarak Allah ile olan sözleşmesini feshedenlerin bozdukları nesilleri
oturup öylece izlemelerinden başka yapacakları bir şey kalmamıştır.
Hâlbuki; bu
yöneticilerin geçmişte ilham aldıkları şair nasıl bir gençlik tasavvur
ediyordu?
“Kim var!” diye
seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!” cevabını
verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir
dava ahlakını pırıldatıcı bir gençlik...
Can taşıma
liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü
kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik... Necip Fazıl Kısakürek
Başta ifade
edildiği gibi birçok şeyden mahrum olarak Asr-ı Saadet’i yaşayan gençlik ile
birçok şeye sahip fakat uçurumdan yuvarlanan gençlik arasındaki fark daha iyi
anlaşılsın diye özetleyelim: Birçok şeyden mahrum olanlar İslâm akidesine
sahiptiler. Birçok şeye sahip olanlar ise İslâm akidesinden mahrumdular. Hâlbuki
İslâm’ın insan yetiştirme metoduna bakanlar buna ne kadar ehil olduğunu yakinen
görürler. Lokman Suresi’nde geçtiği gibi Hz. Lokman bu metodun bir gereği
olarak oğluna şöyle öğüt vermişti:
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ
يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ
حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ
لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلٰٓى اَنْ تُشْرِكَ ب۪ي
مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا
مَعْرُوفاًۘ وَاتَّبِعْ سَب۪يلَ مَنْ اَنَابَ اِلَيَّۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ
فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ
حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي
الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ
بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ
ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ
مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Lokmân oğluna öğüt
verirken ona şöyle dedi: Ey oğulcuğum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak
büyük bir zulümdür. Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye
etmişizdir. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek karnında taşımıştır.
Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye
tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş Allah’adır. Eğer onlar seni körü körüne bana
ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme! Dünya işlerinde onlarla iyi
geçin, Allah’a yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz banadır. O zaman
size yaptıklarınızı haber vereceğim. Lokman: Oğulcuğum! Yaptığın iyi veya kötü
iş, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa ve bu bir kayanın içinde, göklerde veya
yerde bulunsa yine de Allah onu karşına getirir. Doğrusu Allah latiftir,
haberdardır. Oğulcuğum namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçmeye çalış
ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdir. İnsanları
küçümseyip yüz çevirme yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Allah, kendini beğenmiş
övünen kimseyi sevmez.”[1]
Hülasa biz
sömürgeci Batı’nın İslâm topraklarındaki sömürge faaliyetlerini biliyoruz. Yine
bu topraklarda masum Müslümanların nasıl kanına girdiklerini, ne şekilde
zulmettiklerini ve bundan sonra da fasit fikirlerini nasıl pazarlayacaklarını
biliyoruz. Fakat bu toprakların evlatları olarak onların değirmenine su taşıyan
yerli işbirlikçi yöneticileri de biliyor ve uyarıyoruz.
Çekin kirli
ellerinizi gençliğin üzerinden!
Yorumlar