YARATICIYA SÖZ HAKKI TANIMAYAN SEKÜLARİZM/LAİKLİK

Yılmaz Çelik

Günümüz Batı dünyasını tanımak kapitalizmi tanımaktan geçer. 19. yüzyılın başlarında 1789 Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan, I. ve II. Dünya savaşları olmak üzere iki büyük savaş ve bölgesel savaşlarla 200 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan, Batı dünyasının kendisine inandığı ve insanlığa fikrî bir liderlik olarak taşıdığı, dini hayattan ayıran akideyi kendisine esas kabul eden, hayatta varoluş metodu sömürü olan ve varoluşundan bugüne değin milyarlarca insanın kanını emen, özelikle de İslâm dünyası ve Müslümanların kendisinden çok çektiği, onların mallarını sömüren, evlatlarının katleden, namuslarını kirleten… bütün insanların üzerine bir kabus gibi çöken, vahşi Kapitalizm…

İşte bu makalede vahşi kapitalizmin tanımı, ortaya çıkışı, akidesi, hayata, ferde ve topluma bakışı, metodu ve benzeri konulara açıklık getireceğiz.

Öncelikle kapitalist ideolojinin akidesi olan sekülarizm/dünyevileşme veya laiklik/dini hayattan ayırma kavramları ve tarihçesi üzerinde genel bir değerlendirmede bulunacağız. Esasen aynı iki kavram olan sekülarizm veya laiklik, kapitalist ideolojinin akidesi olup, hayatla ilgili bütün her şeyi bu akide üzerine bina etmiştir. Bu akide ise “Dinin hayattan ayrılması” fikridir. 

Sekülarizm, sözlük anlamı itibariyle, dünyevilik, dünyevileşme, laiklik olarak tanımlanmaktadır. Türkçeye Fransızcadan geçmiş bir kavramdır. Latince çağ anlamına gelen “saeculum” sözcüğünden İngiliz dili için türetilen sekülarizm, Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilmektedir. Fransa'da laiklik için “Laïcité (Laicisme)” terimi kullanılmaktadır. Sekülarizm veya laiklik dine ve kiliseye bağlı (bağımlı) olmayan, toplumsal ahlak standartlarının dine ve dinlere göre değil, güncel yaşama göre düzenlenmesinde ve dünyevi meselelerin değerlendirilmesinde dinin etkisini dışlamak ve dini değer yargılarına bağlı kalmaksızın hüküm vermek, tavır belirlemek, düşünmek ve sonuca ulaşmak anlamlarına gelmektedir. Kısacası dinin devletten ayrılmasıdır.

Laikliğin sözlük anlamı ise laik olma hâli, din ve devlet işlerinin ayrılmış olma hâli, laisizm, ladinilik, sekülarizm, dini olmama hâli, dinsizlik, din karşıtlığıdır.

Laiklik veya laisizm (Fransızca Laïcisme), devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensip, anlamındadır. Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan “laik” sözcüğü, “din adamı olmayan kimse, din-adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus” sözcüğünden gelmektedir. Aynı terimin İngilizce karşılığı ise secularity olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir. 

Görüldüğü üzere laiklik veya sekülarizm kavramları arasında herhangi bir fark yoktur. Türkçede de sıklıkla eş anlamlı olarak kullanılır. Her ikisi de aynı anlamı ifade etmekte ve dini, hayatın bütününden dışlayarak dinin hayatı şekillendirmesini engellemektir.

Kapitalist İdeolojinin Ortaya Çıkışı

Kapitalizmin doğuşuna baktığımızda ilk, orta ve yeni çağlarda kurulan devletlerin hepsi dinsel temellere dayanıyordu. Egemenlik, dine dayanınca din adamları devlet yönetiminde etkin ve dinsel kurallar da yönetimde temel ilkeleri oluşturuyordu. Statik ruhani kuralların düşünceyi boğması, dolayısıyla ilerlemeyi durdurması yüzyıllarca süren Orta Çağ karanlığına yol açmıştı. Eski çağlardan beri din, insanın günlük yaşamında, toplumsal düzeninde ve devlet yönetiminde etkili olmuştu. Özellikle Hristiyanlık, Orta Çağ Avrupa sonlarına kadar her alanda etkili olmuştu. Papalar krallara hükmedebiliyor, papaz, rahip ya da keşiş gibi din adamları dinin kurallarına göre insanın yaşamını yönlendirebiliyordu. Daha doğrusu Hristiyan dininin, din adamları tarafından menfaat olarak kullanılması, halkı her alanda perişan etmesi ve sömürmesi söz konusu idi. Avrupa ve Rusya’da imparatorlar ve krallar, halkların kanlarını emmek, onlara zulmetmek ve sömürmek için din adamlarını kendilerine alet olarak kullanarak dini kendi faydaları için vesile edindiler. İşte bundan dolayı korkunç bir mücadele doğdu ve dini tamamen inkâr eden yahut kabul edip de hayattan ayrılmasına davet eden filozof ve düşünürler ortaya çıktı. Nihayet filozof ve düşünürlerin çoğu bir fikirde karar kıldı, o da dini hayattan ayırmak. Bunun doğal sonucu olarak dinle devlet birbirinden ayrıldı. Kabul veya inkâr yönünden olsun hayat sahasında dinden hiçbir şekilde söz edilmemesi sonucuna varıldı. Söz, dinin hayattan ayrılması konusuna hasredildi. Böylece bu fikir, her şeyin din adına kendilerinin olmasını isteyen din adamları ile dinin ve din adamlarının hâkimiyetini reddeden filozof ve düşünürler arasında orta bir çözüm sayıldı. Bu fikir, dini inkâr etmedi ama onun hayata müdahalesini önleyerek hayattan ayırdı. İşte Batı’nın tamamının kabul ettiği bu akide, dini hayattan ayırma sonucunu doğurdu. Bu akide, bütün fikirlerinin üzerine kurulduğu, insanın hayattaki fikrî yönelişinin ve bakış açısının belirlendiği ve bütün hayat sorunlarına çözümlerin bağlandığı paradigma/temel düşünce oldu. Bugün Batı’nın yaydığı ve bütün dünyayı kendisine çağırdığı temel düşünce budur. Dini hayattan ayırma akidesi, din diye bir şeyin mevcut olduğunu dolaylı olarak itiraf etmektedir. Yani kâinat, insan ve hayatın bir yaratıcısı vardır. Öldükten sonra dirilmek de vardır. Zira bir dinin din olması, bunları içine almasıyla mümkündür. İşte bu itiraf kâinat, insan ve hayat, hayatın öncesi ve sonrası hakkında bir düşünüşe yer vermek demektir. Çünkü bu, dinin dünyadan ayrılması akidesi, dinin varlığını inkâr etmemiş, bilakis dinin hayattan ayrılması fikrini ortaya koyduğu zaman, dolaylı olarak onun varlığını itiraf etmişti. Dini hayattan ayırıp sadece fert ile yaratıcısı arasında bir bağ kabul edince hayatın öncesi ve sonrasıyla bir ilgisi olmadığı fikrini ortaya koymuş oldu. Böylece, dini hayattan ayırma akidesi, geniş anlamıyla kâinat, insan ve hayat hakkında külli bir fikir niteliği taşımaktadır. İşte kapitalist ideolojinin tüm dünyaya taşıdığı ve liderlik ettiği temel düşünce budur.

Kapitalist Akide

Kapitalizm, dinin hayattan ayrılması yani laiklik esasına dayanan bir ideolojidir. “Kayser’in hakkını Kayser’e, Allah’ın hakkını Allah’a bırak” ilkesine dayanır.  Bu esas kapitalist ideolojinin temel düşüncesidir. Yani bu düşünce, onun akidesi, fikrî liderliği ve aynı zamanda fikrî kaidesidir. Bu fikrî kaideye göre “İnsan, kendi nizamını kendisi kurar. Kapitalizme göre dinin dünyadan ayrılması gerekir. Dinin, vahyin hayata müdahalesi engellenince hayatta toplumsal nizamları var eden, kanun koyan aciz, eksik aklıyla insan olur. Yukarıda da ifade edildiği üzere kapitalist ideolojinin temel düşüncesi laiklik yaratıcının hayata müdahalesini reddetmesi itibariyle bir yaratıcının varlığını kabul etmektedir. Buradan hareketle eğer bu hayatı, kâinatı yaratan bir yaratıcı varsa -ki şüphesiz var- yarattıklarına bir nizam koyması, yönlendirmesi ve müdahale etmesi kaçınılmazdır. Bu hakikat İslâm ile tecelli etmektedir. Bu yönüyle kapitalizmin temel düşüncesi fıtrata uygunluk ve aklı ikna etmekten ziyade Avrupa’da mezkûr çatışma sonrasında krallar ve filozoflar arasında bir orta çözüm yoludur.

Kapitalist İdeolojinin En Bariz Fikirlerinden Olan Demokrasi

Demokrasi, halk için ve halk adına halkın hakimiyetidir. Demokratik düzende asıl olan iradeye, egemenliğe ve infaz hakkına sahip olanın halk olmasıdır. Kendi kendisinin efendisi olduğundan iradesini yürütme kudretine sahip olan halktır. Onun üzerinde hiç kimsenin egemenliği (üstünlüğü-efendiliği ya da hakimiyeti) yoktur. Hakimiyetin ve yürütmenin sahibi halktır. Bundan dolayı da yasa ve nizam koyucu odur. Dilediği yasaları koyar, iptal etmeyi, dilediği yasaları da ilga ve iptal eder. Buna bizzat kendisi güç yetiremeyeceğinden kendi adına yasalar çıkarmak üzere vekiller seçer. Yönetimi halkın bizzat kendisinin yürütmesi güç olduğundan, halkın kendi koyduğu yasaları uygulamak için, kendi adına yöneticiler seçer. Böylece halk, kapitalist Batı düzeninde yönetim kuvvetlerinin kaynağı olur. Efendi/hâkim olan, yöneten ve yasa koyan halktır. Yani iyi ve kötüyü, haram ve helali belirleyen bizzat insanın kendisidir. Demokrasi çoğunluğun yönetimi olmasına rağmen yönetim her zaman azınlığındır. Çünkü bir makam için birden çok aday vardır ve bu adaylar arasında en çok oy alan o makamı elde etmektedir. Bu da o makama talip olan diğerlerinin temsil edilmeyişi anlamına gelmektedir. Yani vakıada çok oy alanın yönetimidir. Bu ise her zaman çoğunluk demek değildir. Ayrıca demokrasilerde halkın egemen olduğu yönündeki teori de pratikte yalanlanmaktadır. İngiltere ve Amerika gibi demokratik ülkelerde bile yönetim halktan ziyade sermayedarların, kapitalistlerin ellerindedir. Parlamento üyeleri halkın değil dev şirketlerin, silah tüccarlarının, petrol devlerinin temsilcileridir. Halkın iradesi bir söylemden, kandırmacadan ve bir ütopyadan öte bir anlam ifade etmez. Nitekim demokrasinin mucitlerinden olan meşhur Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau “Toplum Sözleşmesi” isimli kitabında şöyle der: “Gerçek anlamıyla bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacak. Büyük bir çoğunluğun yöneten ve daha azının yönetilen olduğu bir düzen doğal yasaya aykırıdır.” İşte onun bu sözü, demokrasinin tarihî bir yalan olduğu gerçeğini bir kez daha göstermektedir.

Kapitalizmin Ferde ve Topluma Bakışı ile Hürriyetler Düşüncesi

Kapitalizm, ferdî bir ideolojidir ve toplumun da fertlerden meydana geldiği görüşünü savunur. Ferdin işleri düzene girince toplumun da işlerinin düzene gireceğini öngörür. Bunun için kapitalizme göre yalnız ferdi dikkate almak gerekir. Devlet ancak fert için çalışır. Başka bir ifadeyle toplumda fertlerden bir kısım maddi yönden iyi bir konuma sahip ise ve mal ve hizmetlerden yeteri kadar pay alıyorsa bunu topluma genelleyerek toplumun maddi kalkınmışlığını kabul eder. Velev ki toplumun geneli veya tamamı mal ve hizmetlerden yeteri kadar faydalanmamış veya yoksun olsa da bu ideoloji sahiplerine göre böyle bir toplum kalkınmış demektir. Dolayısıyla kapitalizm ideolojisi ferdiyetçidir. Topluma ancak ikinci derecede bakar. Onun asıl bakışı ferdedir. Buna göre ferdin hürriyetleri garanti edilmeli ve korunmalıdır. Bu hürriyetler kapitalizm felsefesine göre kayıtlanamaz. Ancak, bu hürriyetleri korumak için devlet tarafından kayıt konur. Devlet bu kaydı, emniyet kuvveti ve kanun keskinliği ile uygular. Yalnız bu işte devlet, gaye değil vasıtadır. Bu hürriyetler kapitalist ideolojinin kutsallaştırdığı şeylerdendir. Bu hürriyetler ise inanç hürriyetidüşünce-ifade hürriyetimülk edinme hürriyeti ve şahsi hürriyetlerdir.

Mülkiyet hürriyeti anlayışından kapitalist nizam doğmuştur. Kapitalizm bu ideolojinin en bariz olan kısmı ve bu ideolojinin akidesinden doğan sonuçların en göze çarpanıdır. Bundan dolayı bu ideolojiye, bir şeyi kendisinde bulunan en bariz hususla adlandırmak yolu ile kapitalist ideoloji denmiştir. Mülk edinme hürriyetinden, çıkarcılığa dayalı ve büyük karaborsalara yol açan, Batılı kâfir devletlerini halkları sömürme ve servetlerini yağmalama yoluna iten kapitalist ekonomi düzeni doğmuştur. Bu hürriyet kişinin dilediği her şeyden mülk edinebilmesi demektir. Mesela faizle, ihtikar/stokçulukla, içki, kumar ve domuz satışı vb. yollarla… Yani İslâm’ın haram kıldığı herhangi bir yolla.

İfade hürriyeti ise kişiye yanlış ve doğru her türlü fikri dile getirme hakkı vermektedir. Özellikle günümüz dünyasında ifade özgürlüğü bağlamında İslâm ve kutsallarına büyük hakaretler ve saldırılar düzenlenmesi bu özgürlüğün bir sonucudur. Kapitalist Batı İslâm’ın kutsallarına dönük bu alçakça saldırıları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmekte ve bunun için de kalıcı yasalar çıkarmaktadır.

İnanç hürriyeti ise kişinin hiçbir kayıt olmaksızın ferdin dilediğine inanması veya inanmamasıdır.

Ferdî/şahsî hürriyet ise kişinin her türlü fiili serbestçe ifa etmesidir. Yani ahlaksızlıkta hiçbir sınır tanımamasıdır. Mesela içki içmesi, zina etmesi, kadının güzelliğini ve ziynetini açığa vurması, eş cinsellik vb. gayri insani fiiller…

Özgürlükler fikrinin insanları ve toplumları nasıl ifsat ettiğini anlamak için çıkış yeri olan Batıya bakmak yeterlidir. Batı’da kanunların gölgesinde hemcinsler arası evlilik bir hürriyet olarak mubah görülmektedir. Caddelerde sokaklarda genç kız ve erkeklerin ulu orta uygunsuz hareketleri normal karşılanır hâle gelmiştir. Suç oranları yükselmiş, uyuşturucu madde kullanım yaşı çok küçük yaşlara kadar inmiştir. İstatistiklere göre Amerika’da 20 milyondan fazla eşcinsel bulunmakta hatta bazı bölgelerinde eşcinsel evlilikler yasal hâle getirilmiştir. Yine her yıl 1 milyon kişi annesiyle, kız kardeşiyle ilişki kurmaktadır. Bu gayri insani durum sadece Amerika’ya özgü olmayıp, Avrupa’da da durum bundan pek farklı değildir. Emin olun yazarken dahi midemizi bulandıran bu hakikatler ferdî hürriyetler adı altında bugün bizim beldelerimize taşınmaktadır. Toplumda ortaya çıkardığı bu ifsat özgürlükler düşüncesinin insan fıtratına zıt bir fikir olduğunu göstermekte ve insanlığı Kur’an’ın deyimiyle “Esfele safilin” aşağıların aşağısı konumuna düşürmektedir.

Dolayısıyla kapitalizme göre devlet, ancak insan hürriyetlerinin koruyucusudur. Birisi diğerinin hürriyetine tecavüz ederse devlet onu engeller. Çünkü o hürriyetleri garanti altına almak için kurulmuştur. Bir kimse, diğerinin hürriyetine tecavüz etmeden gönül rahatlığı ile haklarını ele geçirirse onu kendi menfaatine alet etse bile hiç kimsenin hürriyetine tecavüz etmiş olmaz ve devlet de buna müdahale etmez. Şu hâlde devlet, hürriyetlerin garantisi için vardır.

 Kapitalist İdeolojide Hayatta Amellerin Kıymet Ölçüsü

Kapitalizme göre, hayatta amellerin ölçüsü menfaatçiliktir. Ameller bu menfaatçiliğe göre ölçülür ve bu esasa dayanır. Menfaatçiliği hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak, insanları vahşi mahluk, toplumları da hayvanlardan da vahşi ve alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür, hayatta insana yaraşan insani, ahlaki, ruhi tüm değerler silinir. Yerine sadece menfaatçilik kalır. Bu ise insanları ve toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak en alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki onda “büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt olmazsan kurtlar seni yer”, “gemisini kurtaran kaptan”, “ezilmemek için ezmelisin”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, vb. şekillerde ifade edilen hayat felsefesi hâkim olur. Böylesi bir toplumda fertler, bencil, egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz ve birbirlerine avlanacak av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi mahluklara dönüşür. İşte bunun en somut örneği menfaatin hayatta tek ölçü kılındığı kapitalist sistemin çıkış yeri olan Avrupa toplumlarında ve ne yazık ki bu ideolojinin tatbik edildiği İslâmi beldelerde gayet açık olarak görülmektedir. Zira bu kapitalist toplumlarda her şey menfaate göre ölçülür ve belirlenir. Bununla beraber bu ideolojide menfaat amellerin tek ölçüsü olduğu gibi mutluluğun da yegâne yoludur. Onlara göre mutluluk ise gönülden geçtiği gibi yaşamak ve maddi lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Böyle olunca, ferdi mutluluğa ulaştıran her şeyi yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak, dolandırmak, vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat vb. her şey mubah olmaktadır. Bununla beraber menfaatçilik sadece fertleri ve toplumları vahşileştirmemiş aynı şekilde devletleri de vahşi kılmıştır. Nitekim geçmişte ve günümüzde olduğu gibi kâfir Amerika ve Avrupa devletleri, sırf kendi menfaatlerine ulaşmak için gerekirse tüm ülkeyi harap edebilir, yeraltı ve üstü zenginliklere sahip olabilmek için çoluk, çocuk, genç, ihtiyar ve hatta canlı ve cansız her ne varsa bombalayabilir. Bugün başta Afganistan, Suriye, Irak ve daha birçok beldede olduğu gibi… Bununla beraber kapitalizmin yayılma metodu sömürü üzerine kurulduğundan, ülkelerin zenginliklerini yağmalamak ve servetlerini sömürmek için bütün yollar mubah görülür. Bu sömürü, zenginlere ve kapitalist şirketlere nüfuz sağlar ve otoriteyi onların eline bırakarak insanlara hükmetmelerine ve sömürmelerine imkân tanır. Bu sebeple bu ideolojiye inanan Batı ülkelerinde, üretenlerin tüketenler üzerindeki hakimiyeti ve sömürüsü açıkça görülmektedir. Günümüzde olduğu gibi petrol, otomobil, ağır sanayi vb. işlerle uğraşan büyük şirketlere sahip bir grup insan, bütün tüketicileri egemenliği altına almıştır. 

Dolayısıyla kapitalist ideoloji ister esasta (akidesinde) ister insanların sorunlarına yönelik çözümlerinde külliyen fasit bir ideolojidir. İnsanların sorunlarını çözmek şöyle dursun, aksine hep sorunlar üretir ve krizler çıkartır. İnsanlığı sahih kalkınmaya götürmede, yeryüzünde adaleti, huzuru ve mutluluğu sağlamada başarısız olmuştur. Zira bu ideoloji insan aklını ikna etmeyen, insan fıtratıyla uyuşmayan ve insanın kalbine güven vermeyen batıl bir ideolojidir. Çünkü bu ideoloji insandan doğmuştur. İnsan ise sınırlı, aciz ve muhtaç bir varlıktır. Bununla beraber İslâm'la çelişen küfür ideolojisidir. Çünkü, yegâne şeriat/yasa koyucu, insanlara yegâne nizam koyucu, devleti İslâm hükümlerinden bir parça sayan ve hayatın bütün işlerini indirdiği şer’î hükümlerle çözümlemeyi farz kılan sadece Allah'tır. Bunun için Müslümanların kapitalist ideolojiyi benimseyip ona bağlanmaları ve onun fikirlerini, nizamlarını almaları haramdır. Çünkü kapitalist ideoloji küfür ideolojisidir, fikirleri ve nizamları İslâm'la çelişen küfür fikirleri ve nizamlarıdır.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz