İslâm hukukunda
cezalar, fertIerin ıslahı, toplumun himayesi ve düzeninin korunması için
konulmuştur. Allah'ın koyduğu bütün hükümler, insanların menfaati içindir.
İnsanların suç işlemelerini gözleyip onlara ceza uygulamak, İslâm hukukunun
ruhuna aykırıdır. İslâm hukukunda amaç, kişiyi amansızca cezalandırmak değil,
suçluyu yakalayarak toplumu onun kötülüklerinden korumak ve onu ıslah etmektir.
İslâmi hükümlerin sınıflandırılmasında suç ve ceza kapsamına giren konular,
“Ukubat" adı altında toplanmıştır. Ukubat Nizamı, İslâm hukukunun ana
kaynaklarını oluşturan Kur’an, Sünnet, Sahabe İcma ve Kıyas yoluyla elde edilen
ceza hükümlerini kapsar.
İnsanlar arasındaki
intizamın sağlanabilmesi, huzurlu ve emniyetli bir ortamın temini için,
bağlayıcı bir kuvvet tarafından bir takım nizamların tesis edilmesi
kaçınılmazdır. Çünkü birlik ve düzen ancak böylesi bir kuvvetin
(otoritenin/sultanın/devletin) varlığı ile mümkündür. Geçmişte olduğu gibi
bugün de insanoğlu birbirleriyle alakalar kurmuş ve bu alakaların ikamesi ve
tanzimi için bağlayıcı nizamlara ihtiyaç duymuştur. Günümüz dünyasında çok açık
bir şekilde müşahede edildiği üzere insan aklının mahsulü olan beşerî nizamlar,
insanoğluna hem layık olduğu seçkin yaşamı tesis edememiş hem de günbegün
hayatı daha çekilmez bir hale getirmiştir. Vahyi merkez alarak inkişaf eden
nizamlar ise, her daim insanlığı bulunduğu seviyeden daha üst bir seviyeye
taşımış, onu layık olduğu izzetli bir makama ulaştırmıştır.
Maverdi, cezayı
şöyle tarif etmektedir:
“Allah'ın
emrettiğini yapmamaktan yasak ettiğini de yapmaktan uzaklaştıran müeyyidedir.” Ukûbât (cezalar),
insanları suç işlemekten alıkoymak için vardır.
Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmaktadır:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُوْلِي
الاَلْبَابِ
“Ey akıl sahipleri!
Kısasta sizin için hayat vardır.”[1]
Yani kısas hükmü
sizin lehinize bir hükümdür. Kısas, ferdi ve toplumu koruyan bir hükümdür.
Katil öldürüleceğini bildiği zaman öldürmekten vazgeçer ve böylece nefisler
korunmuş olur. Zira bir başkasını öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini
bilen akıl sahibi bir kimse böyle bir işe kalkışmaz. Tüm ukûbatların mantığı
budur ve cezaların caydırıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır.
İnsanı ve ondaki
içgüdü ve uzvî ihtiyaçları Allah yaratmıştır. Bu özellikler insandaki canlılığın
gereği olarak var olup kişiyi bunların doyurulmasına iterler. Bu sebeple insan,
kendisinde var olan bu ihtiyaçları gidermek için harekete geçer. İnsanda var
olan bu açlıkların doyurulması düzensiz veya başıboş bırakılırsa insan, hatalı
ve anormal doyum yollarına başvurur. Bu sebepledir ki insanın amellerini
düzenleyen Allah Subhanehû ve Teâlâ, bu içgüdülerin ve uzvî ihtiyaçların
doyurulma keyfiyetini de düzenlemiştir.
Bu amaçla Şer’î
hükümler konulmuş ve İslâm nizamı, insandan kaynaklanan her hadisenin hükmünü
açıklamış, “helaller” ve “haramlar” koymuştur. Bu sebepledir ki
İslâm Şeriatı’nda “emirler” ve “yasaklar” vardır. Dolayısıyla
insanların, Allah’ın emirlerini yapmaları, yasakladıklarından da kaçınmalarını
sağlamak üzere suç işleyenlerin cezalandırılmaları kaçınılmazdır. Üstelik İslâm
Şeriatı bu suçlar için hem bu dünyada hem de Ahirette cezaların var olduğunu
açıklamıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ
فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالاقْدَامِ
“Suçlular,
simalarından tanınırlar da alınlarından ve ayaklarından tutulurlar.”[2]
Allah Subhanehû
ve Teâlâ, günahkârlara azap edeceğini vaad etmekle birlikte onların işi
Allah’a aittir; dilerse azap eder, dilerse bağışlar. İslâm hukukuna göre
dünyada cezaları uygulama görevi halife veya vekiline aittir. Yani Allah’ın
hadlerini, cinayetlerle ilgili hükümleri, tazir ve muhalefet cezalarını
uygulamak devlet başkanının vazifesidir. Bunun delili Buharî’nin Ubade ibni
es-Samit’ten rivayet ettiği şu hadistir:
كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَجْلِسٍ فَقَالَ بَايِعُونِي عَلَى أَنْ لاَ تُشْرِكُوا
بِاللَّهِ شَيْئًا وَلاَ تَسْرِقُوا وَلاَ تَزْنُوا وَقَرَأَ هَذِهِ الايَةَ
كُلَّهَا فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ
ذَلِكَ شَيْئًا فَعُوقِبَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَتُهُ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ
شَيْئًا فَسَتَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ إِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ وَإِنْ شَاءَ
عَذَّبَهُ
“Biz Nebi
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meclisinde iken bize; “Allah’a hiçbir şeyi
şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza ve zina etmeyeceğinize dair
bana biat ediniz!” dedi ve bu ayeti (kadınlarla ilgili biat ayetini) okudu.
“Sizden kim buna vefalı olursa onun ecri Allah’a aittir. Kim bundan bir şey
yaparsa onun için cezalandırılır. Bu (ukûbat) onun için kefarettir ve kim ondan
bir şey yapar da Allah onu örterse, O (Allah), onu dilerse affeder veya dilerse
ona azap verir.”[3]
Ukûbât İcap Ettiren
Fiiller
Cezalandırılması
icap eden fiiller üç kısımdır;
1- Farzları terk
etmek
2- Haramları işlemek
3- Devlet tarafından
çıkartılan, bağlayıcılığı olan emredici veya yasaklayıcı kararlara aykırı
davranmak…
İslâm fıkhında
yukarıda belirtilen üç grup fiillerin dışındaki davranışlardan dolayı herhangi
bir ceza yoktur.
Ukûbât Çeşitleri
Ukûbatlar dört türlüdür.
Bunlar:
1- Hadler, 2-
Cinayetler, 3- Tazir, 4- Muhalefet
1- HADLER
Had kelimesinin
aslı manası; birbirine karışmasını engellemek üzere iki şeyin arasını ayıran
şeydir. Evin sınırı, onu ayıran şeydir. Bir şeyin sınırı, kendisiyle onu
kuşatan ve başkalarından onu ayıran niteliktir. Şeriat tarafından belirlenmiş
olmasından dolayı, zina cezası ve benzerleri “had” olarak
isimlendirilmiştir. “Hudud” kelimesiyle de aynı anlam kastedilmektedir.
Tıpkı şu ayette olduğu gibi:
تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا...
“İşte Allah’ın
hudutları (böyledir)! Ona yaklaşmayın!”[4]
“Had” kelimesinin çoğulu
olan “hudud” kelimesi, ıstılahta; benzeri bir suça düşmeyi engellemek
için Şeriat tarafından miktarı belirlenmiş cezalara denir. İşlendiği takdirde,
had cezasıyla cezalandırılması gereken ve üzerinde ittifak edilen suçlar altı
tanedir.
Bunlar; zina, livata,
kazf (namuslu kadına zina iftirasında bulunmak), hırsızlık, dinden dönmek, devlete
karşı isyandır.
Suçluyu suça
yönelmekten engellediği için bunlar “hadler” olarak isimlendirilmiştir.
Aynı zamanda bu suça uygulanan ceza için de “had” kelimesi
kullanılmaktadır. Bu isimlendirme yalnızca Allah’ın hakkı olan hususlar için
kullanılır. Bunların dışında kalanlar böyle isimlendirilmezler. Bunlar, ne
yönetici ne de haksızlığa uğrayan kişi tarafından affedilemez. Dolayısıyla
insanlardan hiçbiri, hiçbir şekilde bu türden suçlara uygulanacak cezaları
affetme hakkına sahip değildir.
Zina Haddi:
Allah Subhanehû
ve Teâlâ’nın haram kıldığı ve işleyene had gerektiren fiillerden olan zina,
İslâm hukukunda geniş bir şekilde ele alınmıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ
وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ وَلاَ تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي
دِينِ اللَّهِ
“Zina eden erkek ve
kadının her birine yüzer değnek vurun. Allah’ın dini hususunda onlara acımayın.”[5]
Sahabe ve Tabiinden
kimselerin ve onlardan sonraki asırlarda yaşayan ilim ehlinin geneli, evli
olmayanın yüz değnek ile evli olanın ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
uygulaması gereğince ölünceye kadar recm edileceğini söylemektedirler. Çünkü
Allah Rasulü Maiz’i recm etmiştir. Cabir ibni Abdullah’dan şöyle rivayet edildi:
أَنَّ رَجُلاً زَنَى بِامْرَأَةٍ فَأَمَرَ بِهِ
النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجُلِدَ الْحَدَّ ثُمَّ أُخْبِرَ
أَنَّهُ مُحْصَنٌ فَأَمَرَ بِهِ فَرُجِمَ
“Nebi SallAllahu
Aleyhi ve Sellem, bir kadın ile zina eden bir adama sopa vurulmasını emretti.
Daha sonra adamın evli olduğu haber verilince, onun taşlanmasını emretti ve
adam recm edildi.”[6]
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem başka bir hadiste; “Ey Uneys! Bunun zina ettiği
kadına git, eğer yaptığını itiraf ederse onu recm et.”[7]
buyurdu.
Evli olmayanın
cezası (celd) sopadır. Muhsan (evli) olanın cezası ise, Allah’ın ayetini tahsis
eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti ile amel
edilerek, ölünceye kadar taşlanmasıdır. Evli olmayanın bir sene sürgüne
gönderilmesi ile ilgili olarak da birçok hadis vardır.
Sopa (celd) ve recm
hadlerinde şüphenin ortadan kaldırılması şarttır. Bu şartlar şunlardır:
1- Kesinlikle haram
olmalıdır. 2- Fail, bu işi isteyerek yapmalıdır. İkrahı mülci gibi
zinaya zorlanmamış olmalıdır. 3- Akıllı ve buluğ çağına ermiş olmalıdır.
Çocuğa, deliye, sarhoşa ve kendinden kaynaklanmayan bir irade ile zina yapan
kimseye had uygulanmaz. 4- Zina, Şer’î delillerde yer alan katî
delillerle sabit olmalıdır.
Zinanın Delilleri
Zina hadlerinin
uygulanabilmesi için suçun sabit olduğu yönünde katî delillerin olması gerekir
ki, bunlar: 1- İkrar, 2- Dört Müslüman’ın Şahitliği, 3-
Hamilelik…
Zina eden bir
kimsenin sahih ikrar ile dört kere zina ettiğini söylemesi ve had vuruluncaya
kadar da ikrarından dönmemesidir. İkrarından döner veya kaçarsa had uygulanmaz.
Livata
(Eşcinselliğin/Homoseksüelliğin) Haddi:
Livata’nın cezası zina cezasından farklıdır. Her ikisinin vakıası
birbirinden ayrıdır, birbirinden daha farklı durumları vardır.
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
مَنْ وَجَدْتُمُوهُ يَعْمَلُ عَمَلَ قَوْمِ
لُوطٍ فَاقْتُلُوا الْفَاعِلَ وَالْمَفْعُولَ بِهِ
“Lût kavminin
yaptığı işi yapan bir kimseyi bulduğunuz zaman, yapanı da yaptıranı da
öldürünüz!”[8]
Evli veya bekâr
ayırımı yapılmaksızın livata yapanın öldürülmesi gerekmektedir. İster yapan,
isterse yaptıran olsun livata yaptığı sabit olursa her ikisi de had gereği
öldürülür. Lûtilik yapan kimseye uygulanacak olan Şer’î haddin miktarı zina
haddi değildir. Öldürme şekline bakılmaksızın lûtilik yapan kimseye uygulanacak
olan ceza, öldürmektir. Sahabe, lûtilik yapanın nasıl öldürüleceği hususunda ihtilaf
etmişlerse de, öldürüleceği hususunda icma etmişlerdir.
Kazf (Zina
İftirasında Bulunmak) Haddi
Kazf, zina
iftirasında bulunmak demektir. Namuslu, iffetli Müslüman kadınlara zina
isnadında bulunmak haram kılınmıştır. Ancak kim böyle bir isnatta bulunur,
ardından da bunu şahitlerle ispatlarsa vaziyet değişir. Kazf, Kitap ve
Sünnet’le haram kılınmıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ
لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلاَ
تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ
“Namuslu kadınlara
(evli olanlara) iftira atan sonra da bu hususta dört şahit getirmeyen
kimselerin her birine seksen değnek vurun. Onların şahitliklerini ebediyen
kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir.”[9] Ebu Hurayra RadiyAllahu
Anh’tan, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi:
اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا
يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا هُنَّ قَالَ الشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ
النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلاَ بِالْحَقِّ وَأَكْلُ الرِّبَا وَأَكْلُ
مَالِ الْيَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ
الْمُؤْمِنَاتِ الْغَافِلاَتِ
“Yedi büyük
günahtan sakınınız.” Denildi ki: “Ya Rasulullah bunlar
nelerdir?” Dedi ki: “Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram
kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetimin malını yemek, savaş
günü meydandan kaçmak ve iffetli, namuslu bir kadına zina iftirasında
bulunmak.”[10]
Kim Müslüman ve
iffetli bir kadına zina iftirasında bulunursa seksen kırbaç cezası ile
cezalandırılır.
Hamr (İçki) Haddi
İçki içene
uygulanacak ukûbat, had cezaları kapsamına girmektedir. Dolayısıyla içki içen
yani sarhoşluk veren herhangi bir maddeyi içen herkese had vurulması gerekir.
İçki, Maide Sûresi’ndeki şu ayetle haram kılınmıştır:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا
الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأزْلامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ
الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ إِنَّمَا يُرِيدُ
الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ
وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَعَنْ الصَّلاةِ فَهَلْ
أَنْتُمْ مُنتَهُونَ
“Ey iman edenler!
Hamr (şarap), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan
işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve
kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve
namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”[11] İbni Abbas, Nebi SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet ediyor:
حُرِّمَتِ الْخَمْرُ بِعَيْنِهَا وَالسُّكْرُ
مِنْ كُلِّ شَرَابٍ
“Hamr (içki), aynı
ile haram kılınmıştır. İçildiğinde sarhoşluk veren her şey de haramdır.”[12] Yani ‘hamr’
olduğu için haramdır. İçkinin haramlığında herhangi bir illet yoktur ve
illetlendirilmez.
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ
“Kim içki içerse
onu kırbaçlayınız.”[13]
Muslim, Hudayn ibni
el-Munzir hadisinde, Velid’e sopa vurulması hadisesinde Ali ibni Ebu Talib RadiyAllahu
Anh’ın şöyle dediğini tahric eder:
جَلَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ أَرْبَعِينَ وَجَلَدَ أَبُو بَكْرٍ أَرْبَعِينَ وَعُمَرُ ثَمَانِينَ
وَكُلٌّ سُنَّةٌ
“Nebi SallAllahu
Aleyhi ve Sellem kırk sopa vurdu. Ebu Bekir kırk, Ömer de seksen sopa vurdu.
Hepsi de Sünnet’tir.”[14]
İslâm fıkhında
geçen “Çoğu haram olan bir şeyin azı da haramdır” kuralı gereği, ister
az olsun ister çok olsun sarhoşluk veren her şeyin içki sayıldığı sabittir.
İçki içene had uygulanması ve bu haddin (ukûbatın) de celd (kırbaç vurmak)
olduğu ve bu haddin 40 değnekten az olmayacağı hususunda Sahabe icma etmiştir.
Hırsızlık (Sirkat)
Haddi
Hırsızlık (Sirkat),
malı sahibinden ya da vekilinden gizleyerek almaktır. Bunun bir takım şartları
vardır. Bunlar; el kesmeyi gerektirecek nisaba ulaşmış olması, malı saklandığı
yerden çıkartmış olması ve bu malın şüpheli bir mal olmamasıdır. Malın gece
veya gündüzün alınmış olması, hırsızlık yaptığı yere sökerek ya da başka bir
şekilde girmiş olması, yerin ikamet için kullanılıyor olması ya da genel bir
mekân olması, etrafı bir şeyle çevrilerek gizlenmiş ya da açıkta olması,
beraberinde silah taşıması ya da taşımaması vaziyeti değiştirmez.
Gasp etmesi, mal
sahibinin gafletinden faydalanarak malı alıp kaçması, yağmalaması ya da ihanet
etmesi, hırsızlık sayılmaz ve elinin kesilmesi gerekmez.
Hırsızlık haddi,
Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın, وَالسَّارِقُ
وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini
kesiniz.”[15] ayetine göre elin
kesilmesidir. Buharî, Aişe RadiyAllahu Anha’dan şunu rivayet etmektedir:
تُقْطَعُ الْيَدُ فِي رُبُعِ دِينَارٍ
فَصَاعِدًا
“Hırsızın eli,
çeyrek dinar ve daha fazlası (değere sahip mallar) için kesilir.”[16] Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’den rivayet edilen bir başka hadis ise şöyledir:
إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ
بِأَنَّهُ إِذَا سَرَقَ فِيهِمُ الشَّرِيفُ تَرَكُوهُ وَإِذَا سَرَقَ فِيهِمُ
الضَّعِيفُ قَطَعُوهُ
“Sizden öncekiler,
aralarında şerefli (itibarlı) biri hırsızlık yaptığı zaman onu bıraktıkları,
zayıf biri hırsızlık yaptığında ise elini kestikleri için helak oldular.”[17]
Had uygulanmasını
gerektiren diğer ukubatlar şunlardır: Yol Kesme, Devlete Karşı Çıkma
(Bağilik), ve İslâm’dan Dönme (Mürted)
Bu hadler de
diğerleri gibi Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın belirlediği ölçüler
dâhilinde tatbik edilir.[18]
2- CİNAYETLER:
İnsan vücuduna
karşı işlenen, cana veya vücudun herhangi bir organına karşı yapılan
saldırıların tümünü kapsar. Kısas yapılmasını veya para cezası uygulanmasını
gerektirir. Bu cezalar ise kulun hakkıdır. Dolayısıyla kul, bu cezaları affetme
hakkına sahiptir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:
كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى
الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالاُنثَى بِالاُنثَى
“Katledilenler
hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hür ile hür, köle ile köle ve kadın
ile kadın...”[19]
Dileyen kimse,
dinde kardeşi olan kimseden, kısas hakkından vazgeçebilir. Hak sahibinin
cinayetlerde, hakkından vazgeçme ve affetme yetkisine sahip olduğuna dair
birçok hadis vardır. Ebu Şurayh el-Huzaî’den: “Dedi ki: “Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle söylerken işittim:
مَنْ أُصِيبَ بِدَمٍ أَوْ خَبْلٍ )والْخَبْلُ
الْجِرَاحُ( فَهُوَ بِالْخِيَارِ بَيْنَ إِحْدَى ثَلاَثٍ
إِمَّا أَنْ يَقْتَصَّ أَوْ يَأْخُذَ الْعَقْلَ أَوْ يَعْفُوَ فَإِنْ أَرَادَ
رَابِعَةً فَخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ...
“Her kime bir kan
hakkı veya yaralanma isabet ederse şu üç şeyden birisini seçebilir: Ya kısas
(ister) veya diyet alır ya da affeder. Eğer dördüncüsünü murat ederse onu
engelleyin.”
Bu hadisin benzeri
hadislerde, affetmenin caiz olduğu ortaya konulmuştur. Dolayısıyla karşılaştığı
meselede Allah’ın hakkı olmadığı sürece, hak sahibinin affetmesi halinde
hâkimin de affetmesi gerekir.
Öldürme Çeşitleri
Kasten öldürme, bir kişinin bir başka kişiye, genelde ölümüne neden
olacak bir şeyle vurması ya da onun ölümüne yol açacak bir fiilde bulunmasıdır.
Kasten öldürmenin hükmü, öldürenin öldürülmesidir. Yani kasten öldürme
suçunun cezası olarak -öldürülenin yakınları affetmezlerse- katilin
öldürülmesidir. Yakınları affederlerse (kısas uygulanmasını istemezlerse)
öldüren, öldürülenin yakınlarına fidye öder. Ancak yakınlarının bunu sadaka
olarak bağışlamaları vaziyetinde fidye de ödemez.
Şibh-i
Amd (Kasıtlı Öldürmeye Benzer Öldürme)
Genelde öldürücü olmayan bir şey kullanarak öldürmektir. Ya
düşmanlığından dolayı ya da terbiye etmek amacı ile bir şahsa, kamçı ve sopa
ile, küçük bir taş parçası ile, yumruk veya el ile veya bunun dışında genelde
öldürücü olmayan ve beraberinde de ölüme yol açacak bir cisim bulunmaksızın bir
aletle bir şahsa vurmada aşırı gitmesidir. İşte burada sayılanlar veya benzeri
şeyler ile öldürdüğü zaman, kasta benzer öldürme fiili işlenmiş olur. Çünkü o,
öldürme kastı ile vurmamıştır. Fiilde bulunan kasıt veya hata sebebiyle, kastın
ve hatanın bir arada bulunmasından ötürü; “hataen
kasıt” ve “kasten hata” şeklinde
isimlendirilmiştir.
Hata İle Öldürme
(Katletme)
Hata ile öldürme iki kısma ayrılır:
1- Öldürülen kimsenin isabet alması istenmemesine
rağmen ona isabet etmesi ve onu öldürmesidir. Bir ava atış yapılırken bir
insana isabet etmesi ve onu öldürmesi veya öldürme kastı taşımayan bir fiilin
-caiz olan veya olmayan bir fiil olması fark etmeksizin- değişikliğe uğrayarak
bir şahsı öldürmesi ya da bu fiil sebebiyle darbe alması sonucunda bir kişinin
ölmesi, bir otomobil ile geri geri giderken görmediği bir şahsı öldürmesi,
öldürme kastı ile bir kişiye ateş açarken bir başkasını öldürmesi gibi fiiller
hata ile öldürme türlerindendir.
2- Avrupa ve Amerika gibi kâfirlere ait ülkelerin
birinde yaşayan fakat Müslüman olduğu halde, İslâm toprağına geçip kurtuluncaya
kadar Müslümanlığını gizleyen bir kimsenin, harbî kâfir zannıyla öldürülmesi.
Bu türden öldürme hadisesi de hatayla öldürme türlerinden sayılır.
Diyet
Öldürme, diyet alma veya affetme seçeneklerinden birisini tercih etme
hakkına öldürülenin varisleri sahiptir. Erkek veya kadın, sebep veya nesep
farkı gözetilmeksizin öldürülenin tüm varisleri kan hakkına sahiptirler,
dolayısıyla kısas hep birlikte onlar için yapılır, akile için yapılmaz. Çünkü
kasten öldürme hadisesinde diyetin katilin malından ödenmesi gereklidir,
akilenin diyet ödemesi gerekmez. Bu sebepledir ki öldürülenin diyeti akileye
değil varislerine ait bir haktır. Dolayısıyla affetmek de varislerinin
hakkıdır. Varislerinden herhangi birisi affederse kısas düşer.
3- TAZİR
Devlet, sınırları
tam olarak belirlenmemiş suçlar için “tazir” cezasını uygular. Tazir cezaları,
had ya da kefaret gibi bir şeyle sınırları tespit edilmemiş suçlar için
uygulanan cezalardır. Tazir cezaları, cezayı icap ettiren suçlarla sınırlıdır.
Aynı şekilde muayyen bir kefaret ödemesi söz konusu ise, kefaret ödemeye
zorlanır. Bedene karşı yapılan saldırılar için tazir yoktur. Çünkü bunların
cezaları Allah Subhanehû ve Teâlâ tarafından açıklanmıştır. Yöneticinin
emrine aykırı davranışlar suç sayılırlar. Çünkü Rasul SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ يَعْصِ الأمِيرَ فَقَدْ عَصَانِي...
“Ve her kim Emir’e
isyan ederse, bana isyan etmiş olur...”[20]
Cezalandırılması
gereken fiiller iki gruba ayrılmaktadır: Farzların terki ve haramların
işlenmesi.
Tazir cezaları “cinayetler”
ve “hadlerden” farklıdır. Bu farklılıklar şunlardır:
1- Hadler ve
cinayetlere ait cezalar Allah Subhanehû ve Teâlâ tarafından belirlenmiştir ve
bağlayıcıdırlar. Herhangi bir şekilde değiştirilmeleri, azaltılmaları veya
artırılmaları mümkün değildir. Tazir cezaları ise, aynen belirlenmemiş ve ayni
olması da gerekmeyen ukûbatlardandır.
2- Hadler ve
cinayetler affedilemezler. Cinayetlerde hak sahibinin affetmesi dışında, hâkim
tarafından cezanın düşürülmesi de imkânsızdır. Tazirler ise böyle değildir.
Affedilebilirler ve ukûbatı kaldırılabilir.
3- Cinayetler ve
hadler, insanların değişmesi ile değişmez. Delillerin genelliğinden dolayı
cinayetler ve hadler karşısında, insanların hepsi eşittirler. İnsanların
değişmesi ile tazir cezalarının değişmesi ise caizdir. Tazir cezalarında daha
önce suç işlememiş olma ve iyi hal gibi durumlar dikkate alınır.
TAZİR CEZALARININ
ÇEŞİTLERİ
*Öldürme *Celd
(sopa) *Hapis *Sürgün *Konuşmamak *Çarmıha Germek *Para cezası *Malı Telef
Etmek *Malın Aynında Değişiklik Yapmak *Hizaya Getirme Tehdidi *Öğüt Vermek
*Mahrum Etmek *Azarlama *Teşhir cezası
TAZİR VAKALARININ
ÇEŞİTLERİ[21]
Namusa Yönelik
Saldırı
*Hayâyı ortadan
kaldıran fiiller, *Kaçırmak, *Edep dışı fiiller, *Evlilikle
ilgili fiiller
İnsan Saygınlığına
Yönelik Saldırılar
*Karalamak *Kötü
söz söylemek *Hakaret etmek *Akla zarar veren fiil
Mala Yönelik
Saldırılar
*Menkul mallar *Hilekârlık
ve sahtekârlık örnekleri *Emanet mala ihanet etmek *Muamelatta
sahtekârlık *İflas *Gasp vb. hususlar
Emniyeti İhlal
*Şiddet Eylemleri
Devlet’in
Selametine Saldırı
*Yazmak ve konuşmak *Teşkilatlanma
*Casusluk yapmak *Ajanlar *Desiseler (kışkırtmak)
Dine Zarar Veren
Fiiller
Diğer Tazir
Çeşitleri
Canın muhafazası ve
münkerin engellenmesi için verilen ukûbatlar da tazir çeşitlerindendir.
4- MUHALEFET
Yöneticinin çıkardığı
emirlere karşı gelenlere verilen cezalardır. Emrin çıktığı kaynağın Halife,
yardımcıları, amiller valiler gibi emirler çıkarma yetkisine haiz yönetici
sınıfından sayılan otorite sahibi kimselerden herhangi biri olması, vaziyeti
değiştirmez. Çıkartılan bir emre muhalefet edilmesinden dolayı verilen bu
cezaya “muhalefet ukûbatı” denir. Muhalefet cezalarının diğer ukûbatlar
gibi sayılması da Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emrinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü yöneticinin emrine muhalefet etmek, masiyet (günah)
kapsamına giren hususlardandır. Allah Subhanehû ve Teâlâ Kur’an-ı
Kerim’de; أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي
الأمْرِ مِنْكُمْ “Allah’a itaat edin. Rasul’e ve sizden
olan emir sahiplerine de itaat edin…”[22]
diyerek açıkça, emir sahiplerine itaat edilmesini emretmiştir. Aynı şekilde
hadislerde de emir sahiplerine itaat edilmesi emredilmiştir:
Ummu’l Husayn
el-Ehmesiyye, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle işittiğini
söyler:
اسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَإِنْ أُمِّرَ
عَلَيْكُمْ عَبْدٌ حَبَشِيٌّ مَا أَقَامَ فِيكُمْ كِتَابَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
“Aranızda Allah
Azze ve Celle’nin kitabıyla hükmettiği sürece üzerinize emir tayin edilen
Habeşli bir köle bile olsa, dinleyin, itaat edin.” Bu naslar emir
sahibine itaat etmenin farziyetine delildir. Muhalefet cezaları kapsamında
değerlendirilen cezaların tümü yalnızca Şeriat tarafından kendisine tanınan
yetkilerden dolayı yönetici tarafından çıkartılan emir ve yasaklara karşı
gelinmesi ile ilgili suçları ilgilendirir. Muhalefet cezaları, yöneticinin görüş
ve içtihadı ile düzenlemesi gereken iş türleri ile sınırlıdır.
Muhalefet Suçları
ve Cezaları
Muhalefet; devlet
tarafından çıkartılan emirlere ve yasaklara itaat etmemek, boyun eğmemek
demektir.
Halife; Ümmetin
işlerini gözetmek, insanların maslahatlarını yani kamu tarafından yapılması
gereken işleri, Şer’î hükümlere göre yürütmekle görevlidir. Allah Subhanehû
ve Teâlâ Halife’ye, Ümmete ait işlerden birçoğunu görüşüne ve içtihadına
göre yürütme yetkisini vermiştir. Halife tarafından çıkartılan bu emirleri veya
kanunları uygulamak Müslümanlara farzdır. Bunlara muhalefet etmek ise suç
sayılır. İnsanların uymak zorunda olduğu hususlara uymayan ve yasaklandıkları
hususların da aksine hareket eden kişiler suç işlemiş sayılırlar ve gereğince
cezalandırılırlar. Bu suçları işleyenlere “muhalefet” cezası verilir.
Af
Hadler, cinayetler
ve muhalefetten oluşan cezaların tamamı devletin egemenliği altında bulunan
kimselere uygulanır. Devletin tabiiyeti altında olan hiç kimse için, ister ülke
içerisinde bulunsunlar isterse dışında bulunsunlar dokunulmazlık yoktur.
Devletin egemenlik alanları dışında suç işleyen yabancı kimse için ise ukûbat
yoktur.
Tazir konusu
kapsamında yer alan bir davada hâkimin suçluların cezalarını hafifletme veya en
hafif cezayı verme hakkı vardır.
Tazirde affedici
olmak veya cezayı hafifletmek caizdir. Ancak bu yetki yalnızca Halife’ye ait
bir yetkidir. Kâdının (hâkimin) affetmesine gelince duruma bakılır: Eğer Halife
tazir ukûbatları için hâkimlerin bağlı kalacakları alt sınırı tespit etmişse
hâkimin affetmesi caiz değildir; bir alt sınır tespit edilmemişse bu vaziyette
hâkim tıpkı Halife gibi affetme veya cezayı hafifletme yetkisine sahiptir.
Affetme açısından muhalefet ukûbatları aynen tazir ukûbatları gibidir
aralarında fark yoktur.
Tazir ve muhalefet
kapsamına giren davalarda ise kâdının (hâkimin) verdiği hüküm tamamlandığı
zaman tüm Müslümanlar için bağlayıcı olur. Verilen hükmün çürütülmesi, ilga
edilmesi, değiştirilmesi, hafifletilmesi veya bir başka işlemin yapılması
kesinlikle doğru olmaz. Mademki hüküm İslâm nizamının belirlediği sınırlar
içerisindedir öyleyse değiştirilmesi söz konusu değildir. Fakat hak sahibinin
affetmesi konusunda cinayet kapsamına giren davalar bundan istisna
edilmişlerdir.
SONUÇ
İslâm Hukuku,
nizamın gereği olarak kendine has bir tasnife tâbi tutulmuştur. Bu tasnifte
ceza hukuku “ukubat” kavramı ile ifade edilir. Kur'an-ı Kerim'deki, وَجَزَاء
سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir
kötülüktür"[23] buyurularak, suçların
etkili bir cezalandırmayla karşılık bulacağı ve böylelikle kim suç/kötülük
işlerse suçuna göre dengeli bir şekilde cezalandırılacağı ortaya konmuştur.
Adalet, davranışta
ve hükümde doğru olmak, hakka göre adil hüküm vermek, hükümde eşit olmak
anlamlarına gelir.[24]
Adalet, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde genellikle “düzen, denge, gerçeğe
uygun hükmetme, doğru yolu izleme, adil, tarafsızlık” gibi anlamlarında
kullanılmıştır. Adalet genellikle, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi
ifade eder. Hâkim’de ve hükümlerde adalet düşüncesi esastır. Bütün muameleler
adalet prensibine göre yürütülür. Haksızlık zulümdür. Zulüm ise büyük günahtır.
Günümüz kapitalist
dünyasında yaşanan her türlü adaletsizliğin yegâne çözümü İslâm’ın adalet
anlayışıyla tesis edilmiş ukubat nizamıdır. Bu nizamı uygulayacak olan da
muhakkak ki Raşidî Hilâfet Devleti’dir.
[1]
Bakara Sûresi 179
[2]
Rahman Sûresi 41
[3]
Buharî Hudud: 6286; Nesei Biat: 4139
[4]
Bakara Sûresi 187
[5]
Nur Sûresi 2
[6]
Ebu Davud K. Hudud; 3850
[7]
Buharî K. Vekalet, 2147; K. Hudud, 6326; Muslim K. Hudud, 3210
[8]
Buhari, Müslim, Tirmizi
[9]
Nur Sûresi 4
[10]
Buharî, K. Vusaya, 2560
[11]
Maide Sûresi 90-91
[12]
Nesei K. Eşribe, 5590
[13]
Tirmizi, K. Hudud, 1364
[14]
Tirmizi K. Hudud, 1362
[15]
Maide Sûresi 38
[16]
Buharî, K. Hudud, 6291
[17]
Ahmed ibni Hanbel, Baki Müs. Ensar, 24134
[18]
Daha geniş bilgi için bkz.: İslâm’da Ukubat Nizamı, Köklü Değişim Yayınları
[19]
Bakara Sûresi 178
[20]
Buharî K. Cihad: 2737; Muslim K. İmara; 3418; Ahmed ibni Hanbel: 7786
[21]
Daha geniş bilgi için bkz.: İslâm’da Ukubat Nizamı, Köklü Değişim Yayınları
[22]
Nisa Sûresi 59
[23]
Şûra Sûresi 40
[24]
www.islamansiklopedisi.info, “Adalet” başlığı
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış