İSLÂM’DA CEZA HUKUKU

Kadir Kaşıkcı

İslâm hukukunda cezalar, fertIerin ıslahı, toplumun himayesi ve düzeninin korunması için konulmuştur. Allah'ın koyduğu bütün hükümler, insanların menfaati içindir. İnsanların suç işlemelerini gözleyip onlara ceza uygulamak, İslâm hukukunun ruhuna aykırıdır. İslâm hukukunda amaç, kişiyi amansızca cezalandırmak değil, suçluyu yakalayarak toplumu onun kötülüklerinden korumak ve onu ıslah etmektir. İslâmi hükümlerin sınıflandırılmasında suç ve ceza kapsamına giren konular, “Ukubat" adı altında toplanmıştır. Ukubat Nizamı, İslâm hukukunun ana kaynaklarını oluşturan Kur’an, Sünnet, Sahabe İcma ve Kıyas yoluyla elde edilen ceza hükümlerini kapsar.

İnsanlar arasındaki intizamın sağlanabilmesi, huzurlu ve emniyetli bir ortamın temini için, bağlayıcı bir kuvvet tarafından bir takım nizamların tesis edilmesi kaçınılmazdır. Çünkü birlik ve düzen ancak böylesi bir kuvvetin (otoritenin/sultanın/devletin) varlığı ile mümkündür. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanoğlu birbirleriyle alakalar kurmuş ve bu alakaların ikamesi ve tanzimi için bağlayıcı nizamlara ihtiyaç duymuştur. Günümüz dünyasında çok açık bir şekilde müşahede edildiği üzere insan aklının mahsulü olan beşerî nizamlar, insanoğluna hem layık olduğu seçkin yaşamı tesis edememiş hem de günbegün hayatı daha çekilmez bir hale getirmiştir. Vahyi merkez alarak inkişaf eden nizamlar ise, her daim insanlığı bulunduğu seviyeden daha üst bir seviyeye taşımış, onu layık olduğu izzetli bir makama ulaştırmıştır.

Maverdi, cezayı şöyle tarif etmektedir:

“Allah'ın emrettiğini yapmamaktan yasak ettiğini de yapmaktan uzaklaştıran müeyyidedir.” Ukûbât (cezalar), insanları suç işlemekten alıkoymak için vardır.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُوْلِي الاَلْبَابِ

“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.”[1]

Yani kısas hükmü sizin lehinize bir hükümdür. Kısas, ferdi ve toplumu koruyan bir hükümdür. Katil öldürüleceğini bildiği zaman öldürmekten vazgeçer ve böylece nefisler korunmuş olur. Zira bir başkasını öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilen akıl sahibi bir kimse böyle bir işe kalkışmaz. Tüm ukûbatların mantığı budur ve cezaların caydırıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır.

İnsanı ve ondaki içgüdü ve uzvî ihtiyaçları Allah yaratmıştır. Bu özellikler insandaki canlılığın gereği olarak var olup kişiyi bunların doyurulmasına iterler. Bu sebeple insan, kendisinde var olan bu ihtiyaçları gidermek için harekete geçer. İnsanda var olan bu açlıkların doyurulması düzensiz veya başıboş bırakılırsa insan, hatalı ve anormal doyum yollarına başvurur. Bu sebepledir ki insanın amellerini düzenleyen Allah Subhanehû ve Teâlâ, bu içgüdülerin ve uzvî ihtiyaçların doyurulma keyfiyetini de düzenlemiştir.

Bu amaçla Şer’î hükümler konulmuş ve İslâm nizamı, insandan kaynaklanan her hadisenin hükmünü açıklamış, “helaller” ve “haramlar” koymuştur. Bu sebepledir ki İslâm Şeriatı’nda “emirler” ve “yasaklar” vardır. Dolayısıyla insanların, Allah’ın emirlerini yapmaları, yasakladıklarından da kaçınmalarını sağlamak üzere suç işleyenlerin cezalandırılmaları kaçınılmazdır. Üstelik İslâm Şeriatı bu suçlar için hem bu dünyada hem de Ahirette cezaların var olduğunu açıklamıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالاقْدَامِ

“Suçlular, simalarından tanınırlar da alınlarından ve ayaklarından tutulurlar.”[2]

Allah Subhanehû ve Teâlâ, günahkârlara azap edeceğini vaad etmekle birlikte onların işi Allah’a aittir; dilerse azap eder, dilerse bağışlar. İslâm hukukuna göre dünyada cezaları uygulama görevi halife veya vekiline aittir. Yani Allah’ın hadlerini, cinayetlerle ilgili hükümleri, tazir ve muhalefet cezalarını uygulamak devlet başkanının vazifesidir. Bunun delili Buharî’nin Ubade ibni es-Samit’ten rivayet ettiği şu hadistir:

كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَجْلِسٍ فَقَالَ بَايِعُونِي عَلَى أَنْ لاَ تُشْرِكُوا بِاللَّهِ شَيْئًا وَلاَ تَسْرِقُوا وَلاَ تَزْنُوا وَقَرَأَ هَذِهِ الايَةَ كُلَّهَا فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَعُوقِبَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَتُهُ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَسَتَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ إِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ وَإِنْ شَاءَ عَذَّبَهُ

“Biz Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in meclisinde iken bize; “Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza ve zina etmeyeceğinize dair bana biat ediniz!” dedi ve bu ayeti (kadınlarla ilgili biat ayetini) okudu. “Sizden kim buna vefalı olursa onun ecri Allah’a aittir. Kim bundan bir şey yaparsa onun için cezalandırılır. Bu (ukûbat) onun için kefarettir ve kim ondan bir şey yapar da Allah onu örterse, O (Allah), onu dilerse affeder veya dilerse ona azap verir.”[3]

Ukûbât İcap Ettiren Fiiller

Cezalandırılması icap eden fiiller üç kısımdır;

1- Farzları terk etmek

2- Haramları işlemek

3- Devlet tarafından çıkartılan, bağlayıcılığı olan emredici veya yasaklayıcı kararlara aykırı davranmak…

İslâm fıkhında yukarıda belirtilen üç grup fiillerin dışındaki davranışlardan dolayı herhangi bir ceza yoktur.

Ukûbât Çeşitleri

Ukûbatlar dört türlüdür. Bunlar:

1- Hadler, 2- Cinayetler, 3- Tazir, 4- Muhalefet

1- HADLER

Had kelimesinin aslı manası; birbirine karışmasını engellemek üzere iki şeyin arasını ayıran şeydir. Evin sınırı, onu ayıran şeydir. Bir şeyin sınırı, kendisiyle onu kuşatan ve başkalarından onu ayıran niteliktir. Şeriat tarafından belirlenmiş olmasından dolayı, zina cezası ve benzerleri “had” olarak isimlendirilmiştir. “Hudud” kelimesiyle de aynı anlam kastedilmektedir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi:

تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا...

“İşte Allah’ın hudutları (böyledir)! Ona yaklaşmayın!”[4]

“Had” kelimesinin çoğulu olan “hudud” kelimesi, ıstılahta; benzeri bir suça düşmeyi engellemek için Şeriat tarafından miktarı belirlenmiş cezalara denir. İşlendiği takdirde, had cezasıyla cezalandırılması gereken ve üzerinde ittifak edilen suçlar altı tanedir.

Bunlar; zina, livata, kazf (namuslu kadına zina iftirasında bulunmak), hırsızlık, dinden dönmek, devlete karşı isyandır.

Suçluyu suça yönelmekten engellediği için bunlar “hadler” olarak isimlendirilmiştir. Aynı zamanda bu suça uygulanan ceza için de “had” kelimesi kullanılmaktadır. Bu isimlendirme yalnızca Allah’ın hakkı olan hususlar için kullanılır. Bunların dışında kalanlar böyle isimlendirilmezler. Bunlar, ne yönetici ne de haksızlığa uğrayan kişi tarafından affedilemez. Dolayısıyla insanlardan hiçbiri, hiçbir şekilde bu türden suçlara uygulanacak cezaları affetme hakkına sahip değildir.

Zina Haddi:

Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın haram kıldığı ve işleyene had gerektiren fiillerden olan zina, İslâm hukukunda geniş bir şekilde ele alınmıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ وَلاَ تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ

“Zina eden erkek ve kadının her birine yüzer değnek vurun. Allah’ın dini hususunda onlara acımayın.”[5]

Sahabe ve Tabiinden kimselerin ve onlardan sonraki asırlarda yaşayan ilim ehlinin geneli, evli olmayanın yüz değnek ile evli olanın ise Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in uygulaması gereğince ölünceye kadar recm edileceğini söylemektedirler. Çünkü Allah Rasulü Maiz’i recm etmiştir. Cabir ibni Abdullah’dan şöyle rivayet edildi:

أَنَّ رَجُلاً زَنَى بِامْرَأَةٍ فَأَمَرَ بِهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجُلِدَ الْحَدَّ ثُمَّ أُخْبِرَ أَنَّهُ مُحْصَنٌ فَأَمَرَ بِهِ فَرُجِمَ

“Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bir kadın ile zina eden bir adama sopa vurulmasını emretti. Daha sonra adamın evli olduğu haber verilince, onun taşlanmasını emretti ve adam recm edildi.”[6]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem başka bir hadiste; “Ey Uneys! Bunun zina ettiği kadına git, eğer yaptığını itiraf ederse onu recm et.”[7] buyurdu.

Evli olmayanın cezası (celd) sopadır. Muhsan (evli) olanın cezası ise, Allah’ın ayetini tahsis eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti ile amel edilerek, ölünceye kadar taşlanmasıdır. Evli olmayanın bir sene sürgüne gönderilmesi ile ilgili olarak da birçok hadis vardır.

Sopa (celd) ve recm hadlerinde şüphenin ortadan kaldırılması şarttır. Bu şartlar şunlardır:

1- Kesinlikle haram olmalıdır. 2- Fail, bu işi isteyerek yapmalıdır. İkrahı mülci gibi zinaya zorlanmamış olmalıdır. 3- Akıllı ve buluğ çağına ermiş olmalıdır. Çocuğa, deliye, sarhoşa ve kendinden kaynaklanmayan bir irade ile zina yapan kimseye had uygulanmaz. 4- Zina, Şer’î delillerde yer alan katî delillerle sabit olmalıdır.

Zinanın Delilleri

Zina hadlerinin uygulanabilmesi için suçun sabit olduğu yönünde katî delillerin olması gerekir ki, bunlar: 1- İkrar, 2- Dört Müslüman’ın Şahitliği, 3- Hamilelik…

Zina eden bir kimsenin sahih ikrar ile dört kere zina ettiğini söylemesi ve had vuruluncaya kadar da ikrarından dönmemesidir. İkrarından döner veya kaçarsa had uygulanmaz.

Livata (Eşcinselliğin/Homoseksüelliğin) Haddi:

Livata’nın cezası zina cezasından farklıdır. Her ikisinin vakıası birbirinden ayrıdır, birbirinden daha farklı durumları vardır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَنْ وَجَدْتُمُوهُ يَعْمَلُ عَمَلَ قَوْمِ لُوطٍ فَاقْتُلُوا الْفَاعِلَ وَالْمَفْعُولَ بِهِ

“Lût kavminin yaptığı işi yapan bir kimseyi bulduğunuz zaman, yapanı da yaptıranı da öldürünüz!”[8]

Evli veya bekâr ayırımı yapılmaksızın livata yapanın öldürülmesi gerekmektedir. İster yapan, isterse yaptıran olsun livata yaptığı sabit olursa her ikisi de had gereği öldürülür. Lûtilik yapan kimseye uygulanacak olan Şer’î haddin miktarı zina haddi değildir. Öldürme şekline bakılmaksızın lûtilik yapan kimseye uygulanacak olan ceza, öldürmektir. Sahabe, lûtilik yapanın nasıl öldürüleceği hususunda ihtilaf etmişlerse de, öldürüleceği hususunda icma etmişlerdir.

Kazf (Zina İftirasında Bulunmak) Haddi

Kazf, zina iftirasında bulunmak demektir. Namuslu, iffetli Müslüman kadınlara zina isnadında bulunmak haram kılınmıştır. Ancak kim böyle bir isnatta bulunur, ardından da bunu şahitlerle ispatlarsa vaziyet değişir. Kazf, Kitap ve Sünnet’le haram kılınmıştır. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلاَ تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ

“Namuslu kadınlara (evli olanlara) iftira atan sonra da bu hususta dört şahit getirmeyen kimselerin her birine seksen değnek vurun. Onların şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir.”[9] Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh’tan, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi:

اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا هُنَّ قَالَ الشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلاَ بِالْحَقِّ وَأَكْلُ الرِّبَا وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ الْغَافِلاَتِ

“Yedi büyük günahtan sakınınız.” Denildi ki: “Ya Rasulullah bunlar nelerdir?” Dedi ki: “Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetimin malını yemek, savaş günü meydandan kaçmak ve iffetli, namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak.”[10]

Kim Müslüman ve iffetli bir kadına zina iftirasında bulunursa seksen kırbaç cezası ile cezalandırılır.

Hamr (İçki) Haddi

İçki içene uygulanacak ukûbat, had cezaları kapsamına girmektedir. Dolayısıyla içki içen yani sarhoşluk veren herhangi bir maddeyi içen herkese had vurulması gerekir. İçki, Maide Sûresi’ndeki şu ayetle haram kılınmıştır:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأزْلامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمْ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَعَنْ الصَّلاةِ فَهَلْ أَنْتُمْ مُنتَهُونَ

“Ey iman edenler! Hamr (şarap), kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”[11] İbni Abbas, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet ediyor:

حُرِّمَتِ الْخَمْرُ بِعَيْنِهَا وَالسُّكْرُ مِنْ كُلِّ شَرَابٍ

“Hamr (içki), aynı ile haram kılınmıştır. İçildiğinde sarhoşluk veren her şey de haramdır.”[12] Yani ‘hamr’ olduğu için haramdır. İçkinin haramlığında herhangi bir illet yoktur ve illetlendirilmez.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ

“Kim içki içerse onu kırbaçlayınız.”[13]

Muslim, Hudayn ibni el-Munzir hadisinde, Velid’e sopa vurulması hadisesinde Ali ibni Ebu Talib RadiyAllahu Anh’ın şöyle dediğini tahric eder:

جَلَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرْبَعِينَ وَجَلَدَ أَبُو بَكْرٍ أَرْبَعِينَ وَعُمَرُ ثَمَانِينَ وَكُلٌّ سُنَّةٌ

“Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem kırk sopa vurdu. Ebu Bekir kırk, Ömer de seksen sopa vurdu. Hepsi de Sünnet’tir.”[14]

İslâm fıkhında geçen “Çoğu haram olan bir şeyin azı da haramdır” kuralı gereği, ister az olsun ister çok olsun sarhoşluk veren her şeyin içki sayıldığı sabittir. İçki içene had uygulanması ve bu haddin (ukûbatın) de celd (kırbaç vurmak) olduğu ve bu haddin 40 değnekten az olmayacağı hususunda Sahabe icma etmiştir.

Hırsızlık (Sirkat) Haddi

Hırsızlık (Sirkat), malı sahibinden ya da vekilinden gizleyerek almaktır. Bunun bir takım şartları vardır. Bunlar; el kesmeyi gerektirecek nisaba ulaşmış olması, malı saklandığı yerden çıkartmış olması ve bu malın şüpheli bir mal olmamasıdır. Malın gece veya gündüzün alınmış olması, hırsızlık yaptığı yere sökerek ya da başka bir şekilde girmiş olması, yerin ikamet için kullanılıyor olması ya da genel bir mekân olması, etrafı bir şeyle çevrilerek gizlenmiş ya da açıkta olması, beraberinde silah taşıması ya da taşımaması vaziyeti değiştirmez.

Gasp etmesi, mal sahibinin gafletinden faydalanarak malı alıp kaçması, yağmalaması ya da ihanet etmesi, hırsızlık sayılmaz ve elinin kesilmesi gerekmez.

Hırsızlık haddi, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın, وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini kesiniz.”[15] ayetine göre elin kesilmesidir. Buharî, Aişe RadiyAllahu Anha’dan şunu rivayet etmektedir:

تُقْطَعُ الْيَدُ فِي رُبُعِ دِينَارٍ فَصَاعِدًا

“Hırsızın eli, çeyrek dinar ve daha fazlası (değere sahip mallar) için kesilir.”[16] Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edilen bir başka hadis ise şöyledir:

إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِأَنَّهُ إِذَا سَرَقَ فِيهِمُ الشَّرِيفُ تَرَكُوهُ وَإِذَا سَرَقَ فِيهِمُ الضَّعِيفُ قَطَعُوهُ

“Sizden öncekiler, aralarında şerefli (itibarlı) biri hırsızlık yaptığı zaman onu bıraktıkları, zayıf biri hırsızlık yaptığında ise elini kestikleri için helak oldular.”[17]

Had uygulanmasını gerektiren diğer ukubatlar şunlardır: Yol Kesme, Devlete Karşı Çıkma (Bağilik), ve İslâm’dan Dönme (Mürted)

Bu hadler de diğerleri gibi Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın belirlediği ölçüler dâhilinde tatbik edilir.[18]

2- CİNAYETLER:

İnsan vücuduna karşı işlenen, cana veya vücudun herhangi bir organına karşı yapılan saldırıların tümünü kapsar. Kısas yapılmasını veya para cezası uygulanmasını gerektirir. Bu cezalar ise kulun hakkıdır. Dolayısıyla kul, bu cezaları affetme hakkına sahiptir. Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:

كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالاُنثَى بِالاُنثَى

“Katledilenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hür ile hür, köle ile köle ve kadın ile kadın...”[19]

Dileyen kimse, dinde kardeşi olan kimseden, kısas hakkından vazgeçebilir. Hak sahibinin cinayetlerde, hakkından vazgeçme ve affetme yetkisine sahip olduğuna dair birçok hadis vardır. Ebu Şurayh el-Huzaî’den: “Dedi ki: “Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle söylerken işittim:

مَنْ أُصِيبَ بِدَمٍ أَوْ خَبْلٍ )والْخَبْلُ الْجِرَاحُ( فَهُوَ بِالْخِيَارِ بَيْنَ إِحْدَى ثَلاَثٍ إِمَّا أَنْ يَقْتَصَّ أَوْ يَأْخُذَ الْعَقْلَ أَوْ يَعْفُوَ فَإِنْ أَرَادَ رَابِعَةً فَخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ...

“Her kime bir kan hakkı veya yaralanma isabet ederse şu üç şeyden birisini seçebilir: Ya kısas (ister) veya diyet alır ya da affeder. Eğer dördüncüsünü murat ederse onu engelleyin.”

Bu hadisin benzeri hadislerde, affetmenin caiz olduğu ortaya konulmuştur. Dolayısıyla karşılaştığı meselede Allah’ın hakkı olmadığı sürece, hak sahibinin affetmesi halinde hâkimin de affetmesi gerekir.

Öldürme Çeşitleri

Amden (Kasten) Öldürme

Kasten öldürme, bir kişinin bir başka kişiye, genelde ölümüne neden olacak bir şeyle vurması ya da onun ölümüne yol açacak bir fiilde bulunmasıdır.

Kasten öldürmenin hükmü, öldürenin öldürülmesidir. Yani kasten öldürme suçunun cezası olarak -öldürülenin yakınları affetmezlerse- katilin öldürülmesidir. Yakınları affederlerse (kısas uygulanmasını istemezlerse) öldüren, öldürülenin yakınlarına fidye öder. Ancak yakınlarının bunu sadaka olarak bağışlamaları vaziyetinde fidye de ödemez.

Şibh-i Amd (Kasıtlı Öldürmeye Benzer Öldürme)

Genelde öldürücü olmayan bir şey kullanarak öldürmektir. Ya düşmanlığından dolayı ya da terbiye etmek amacı ile bir şahsa, kamçı ve sopa ile, küçük bir taş parçası ile, yumruk veya el ile veya bunun dışında genelde öldürücü olmayan ve beraberinde de ölüme yol açacak bir cisim bulunmaksızın bir aletle bir şahsa vurmada aşırı gitmesidir. İşte burada sayılanlar veya benzeri şeyler ile öldürdüğü zaman, kasta benzer öldürme fiili işlenmiş olur. Çünkü o, öldürme kastı ile vurmamıştır. Fiilde bulunan kasıt veya hata sebebiyle, kastın ve hatanın bir arada bulunmasından ötürü; “hataen kasıt” ve “kasten hata” şeklinde isimlendirilmiştir.

Hata İle Öldürme (Katletme)

Hata ile öldürme iki kısma ayrılır:

1-     Öldürülen kimsenin isabet alması istenmemesine rağmen ona isabet etmesi ve onu öldürmesidir. Bir ava atış yapılırken bir insana isabet etmesi ve onu öldürmesi veya öldürme kastı taşımayan bir fiilin -caiz olan veya olmayan bir fiil olması fark etmeksizin- değişikliğe uğrayarak bir şahsı öldürmesi ya da bu fiil sebebiyle darbe alması sonucunda bir kişinin ölmesi, bir otomobil ile geri geri giderken görmediği bir şahsı öldürmesi, öldürme kastı ile bir kişiye ateş açarken bir başkasını öldürmesi gibi fiiller hata ile öldürme türlerindendir.

2-     Avrupa ve Amerika gibi kâfirlere ait ülkelerin birinde yaşayan fakat Müslüman olduğu halde, İslâm toprağına geçip kurtuluncaya kadar Müslümanlığını gizleyen bir kimsenin, harbî kâfir zannıyla öldürülmesi. Bu türden öldürme hadisesi de hatayla öldürme türlerinden sayılır.

Diyet

Öldürme, diyet alma veya affetme seçeneklerinden birisini tercih etme hakkına öldürülenin varisleri sahiptir. Erkek veya kadın, sebep veya nesep farkı gözetilmeksizin öldürülenin tüm varisleri kan hakkına sahiptirler, dolayısıyla kısas hep birlikte onlar için yapılır, akile için yapılmaz. Çünkü kasten öldürme hadisesinde diyetin katilin malından ödenmesi gereklidir, akilenin diyet ödemesi gerekmez. Bu sebepledir ki öldürülenin diyeti akileye değil varislerine ait bir haktır. Dolayısıyla affetmek de varislerinin hakkıdır. Varislerinden herhangi birisi affederse kısas düşer.

3- TAZİR

Devlet, sınırları tam olarak belirlenmemiş suçlar için “tazir” cezasını uygular. Tazir cezaları, had ya da kefaret gibi bir şeyle sınırları tespit edilmemiş suçlar için uygulanan cezalardır. Tazir cezaları, cezayı icap ettiren suçlarla sınırlıdır. Aynı şekilde muayyen bir kefaret ödemesi söz konusu ise, kefaret ödemeye zorlanır. Bedene karşı yapılan saldırılar için tazir yoktur. Çünkü bunların cezaları Allah Subhanehû ve Teâlâ tarafından açıklanmıştır. Yöneticinin emrine aykırı davranışlar suç sayılırlar. Çünkü Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ يَعْصِ الأمِيرَ فَقَدْ عَصَانِي...

“Ve her kim Emir’e isyan ederse, bana isyan etmiş olur...”[20]

Cezalandırılması gereken fiiller iki gruba ayrılmaktadır: Farzların terki ve haramların işlenmesi.

Tazir cezaları “cinayetler” ve “hadlerden” farklıdır. Bu farklılıklar şunlardır:

1- Hadler ve cinayetlere ait cezalar Allah Subhanehû ve Teâlâ tarafından belirlenmiştir ve bağlayıcıdırlar. Herhangi bir şekilde değiştirilmeleri, azaltılmaları veya artırılmaları mümkün değildir. Tazir cezaları ise, aynen belirlenmemiş ve ayni olması da gerekmeyen ukûbatlardandır.

2- Hadler ve cinayetler affedilemezler. Cinayetlerde hak sahibinin affetmesi dışında, hâkim tarafından cezanın düşürülmesi de imkânsızdır. Tazirler ise böyle değildir. Affedilebilirler ve ukûbatı kaldırılabilir.

3- Cinayetler ve hadler, insanların değişmesi ile değişmez. Delillerin genelliğinden dolayı cinayetler ve hadler karşısında, insanların hepsi eşittirler. İnsanların değişmesi ile tazir cezalarının değişmesi ise caizdir. Tazir cezalarında daha önce suç işlememiş olma ve iyi hal gibi durumlar dikkate alınır.

TAZİR CEZALARININ ÇEŞİTLERİ

*Öldürme *Celd (sopa) *Hapis *Sürgün *Konuşmamak *Çarmıha Germek *Para cezası *Malı Telef Etmek *Malın Aynında Değişiklik Yapmak *Hizaya Getirme Tehdidi *Öğüt Vermek *Mahrum Etmek *Azarlama *Teşhir cezası

TAZİR VAKALARININ ÇEŞİTLERİ[21]

Namusa Yönelik Saldırı

*Hayâyı ortadan kaldıran fiiller, *Kaçırmak, *Edep dışı fiiller, *Evlilikle ilgili fiiller   

İnsan Saygınlığına Yönelik Saldırılar 

*Karalamak *Kötü söz söylemek *Hakaret etmek *Akla zarar veren fiil

Mala Yönelik Saldırılar 

*Menkul mallar *Hilekârlık ve sahtekârlık örnekleri *Emanet mala ihanet etmek *Muamelatta sahtekârlık *İflas *Gasp vb. hususlar

Emniyeti İhlal

*Şiddet Eylemleri

Devlet’in Selametine Saldırı

*Yazmak ve konuşmak *Teşkilatlanma *Casusluk yapmak *Ajanlar *Desiseler (kışkırtmak)

Dine Zarar Veren Fiiller

Diğer Tazir Çeşitleri

Canın muhafazası ve münkerin engellenmesi için verilen ukûbatlar da tazir çeşitlerindendir.

4- MUHALEFET

Yöneticinin çıkardığı emirlere karşı gelenlere verilen cezalardır. Emrin çıktığı kaynağın Halife, yardımcıları, amiller valiler gibi emirler çıkarma yetkisine haiz yönetici sınıfından sayılan otorite sahibi kimselerden herhangi biri olması, vaziyeti değiştirmez. Çıkartılan bir emre muhalefet edilmesinden dolayı verilen bu cezaya “muhalefet ukûbatı” denir. Muhalefet cezalarının diğer ukûbatlar gibi sayılması da Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü yöneticinin emrine muhalefet etmek, masiyet (günah) kapsamına giren hususlardandır. Allah Subhanehû ve Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de; أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأمْرِ مِنْكُمْ Allah’a itaat edin. Rasul’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin…”[22] diyerek açıkça, emir sahiplerine itaat edilmesini emretmiştir. Aynı şekilde hadislerde de emir sahiplerine itaat edilmesi emredilmiştir:

Ummu’l Husayn el-Ehmesiyye, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle işittiğini söyler:

اسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَإِنْ أُمِّرَ عَلَيْكُمْ عَبْدٌ حَبَشِيٌّ مَا أَقَامَ فِيكُمْ كِتَابَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ

“Aranızda Allah Azze ve Celle’nin kitabıyla hükmettiği sürece üzerinize emir tayin edilen Habeşli bir köle bile olsa, dinleyin, itaat edin.” Bu naslar emir sahibine itaat etmenin farziyetine delildir. Muhalefet cezaları kapsamında değerlendirilen cezaların tümü yalnızca Şeriat tarafından kendisine tanınan yetkilerden dolayı yönetici tarafından çıkartılan emir ve yasaklara karşı gelinmesi ile ilgili suçları ilgilendirir. Muhalefet cezaları, yöneticinin görüş ve içtihadı ile düzenlemesi gereken iş türleri ile sınırlıdır.

Muhalefet Suçları ve Cezaları

Muhalefet; devlet tarafından çıkartılan emirlere ve yasaklara itaat etmemek, boyun eğmemek demektir.

Halife; Ümmetin işlerini gözetmek, insanların maslahatlarını yani kamu tarafından yapılması gereken işleri, Şer’î hükümlere göre yürütmekle görevlidir. Allah Subhanehû ve Teâlâ Halife’ye, Ümmete ait işlerden birçoğunu görüşüne ve içtihadına göre yürütme yetkisini vermiştir. Halife tarafından çıkartılan bu emirleri veya kanunları uygulamak Müslümanlara farzdır. Bunlara muhalefet etmek ise suç sayılır. İnsanların uymak zorunda olduğu hususlara uymayan ve yasaklandıkları hususların da aksine hareket eden kişiler suç işlemiş sayılırlar ve gereğince cezalandırılırlar. Bu suçları işleyenlere “muhalefet” cezası verilir.

Af

Hadler, cinayetler ve muhalefetten oluşan cezaların tamamı devletin egemenliği altında bulunan kimselere uygulanır. Devletin tabiiyeti altında olan hiç kimse için, ister ülke içerisinde bulunsunlar isterse dışında bulunsunlar dokunulmazlık yoktur. Devletin egemenlik alanları dışında suç işleyen yabancı kimse için ise ukûbat yoktur.

Tazir konusu kapsamında yer alan bir davada hâkimin suçluların cezalarını hafifletme veya en hafif cezayı verme hakkı vardır.

Tazirde affedici olmak veya cezayı hafifletmek caizdir. Ancak bu yetki yalnızca Halife’ye ait bir yetkidir. Kâdının (hâkimin) affetmesine gelince duruma bakılır: Eğer Halife tazir ukûbatları için hâkimlerin bağlı kalacakları alt sınırı tespit etmişse hâkimin affetmesi caiz değildir; bir alt sınır tespit edilmemişse bu vaziyette hâkim tıpkı Halife gibi affetme veya cezayı hafifletme yetkisine sahiptir. Affetme açısından muhalefet ukûbatları aynen tazir ukûbatları gibidir aralarında fark yoktur.

Tazir ve muhalefet kapsamına giren davalarda ise kâdının (hâkimin) verdiği hüküm tamamlandığı zaman tüm Müslümanlar için bağlayıcı olur. Verilen hükmün çürütülmesi, ilga edilmesi, değiştirilmesi, hafifletilmesi veya bir başka işlemin yapılması kesinlikle doğru olmaz. Mademki hüküm İslâm nizamının belirlediği sınırlar içerisindedir öyleyse değiştirilmesi söz konusu değildir. Fakat hak sahibinin affetmesi konusunda cinayet kapsamına giren davalar bundan istisna edilmişlerdir.

SONUÇ

İslâm Hukuku, nizamın gereği olarak kendine has bir tasnife tâbi tutulmuştur. Bu tasnifte ceza hukuku “ukubat” kavramı ile ifade edilir. Kur'an-ı Kerim'deki, وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür"[23] buyurularak, suçların etkili bir cezalandırmayla karşılık bulacağı ve böylelikle kim suç/kötülük işlerse suçuna göre dengeli bir şekilde cezalandırılacağı ortaya konmuştur.

Adalet, davranışta ve hükümde doğru olmak, hakka göre adil hüküm vermek, hükümde eşit olmak anlamlarına gelir.[24] Adalet, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde genellikle “düzen, denge, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, adil, tarafsızlık” gibi anlamlarında kullanılmıştır. Adalet genellikle, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Hâkim’de ve hükümlerde adalet düşüncesi esastır. Bütün muameleler adalet prensibine göre yürütülür. Haksızlık zulümdür. Zulüm ise büyük günahtır.

Günümüz kapitalist dünyasında yaşanan her türlü adaletsizliğin yegâne çözümü İslâm’ın adalet anlayışıyla tesis edilmiş ukubat nizamıdır. Bu nizamı uygulayacak olan da muhakkak ki Raşidî Hilâfet Devleti’dir.



[1] Bakara Sûresi 179

[2] Rahman Sûresi 41

[3] Buharî Hudud: 6286; Nesei Biat: 4139

[4] Bakara Sûresi 187

[5] Nur Sûresi 2

[6] Ebu Davud K. Hudud; 3850

[7] Buharî K. Vekalet, 2147; K. Hudud, 6326; Muslim K. Hudud, 3210

[8] Buhari, Müslim, Tirmizi

[9] Nur Sûresi 4

[10] Buharî, K. Vusaya, 2560

[11] Maide Sûresi 90-91

[12] Nesei K. Eşribe, 5590

[13] Tirmizi, K. Hudud, 1364

[14] Tirmizi K. Hudud, 1362

[15] Maide Sûresi 38

[16] Buharî, K. Hudud, 6291

[17] Ahmed ibni Hanbel, Baki Müs. Ensar, 24134

[18] Daha geniş bilgi için bkz.: İslâm’da Ukubat Nizamı, Köklü Değişim Yayınları

[19] Bakara Sûresi 178

[20] Buharî K. Cihad: 2737; Muslim K. İmara; 3418; Ahmed ibni Hanbel: 7786

[21] Daha geniş bilgi için bkz.: İslâm’da Ukubat Nizamı, Köklü Değişim Yayınları

[22] Nisa Sûresi 59

[23] Şûra Sûresi 40

[24] www.islamansiklopedisi.info, “Adalet” başlığı


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz