Allah
Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
vahiy ile gönderilmesiyle birlikte O’na iman edenler, üzerlerindeki cahiliye
elbiselerini tüm pisliği ile birlikte çıkarıp attılar. Akidelerini,
nizamlarını, mefhumlarını, ölçülerini, kanaatlerini İslâm ile değiştirdiler. Bu
konulardan bir tanesi de milliyet mefhumudur. İnsanları dilleri ve milletleri
farklı olarak yaratan Rabbimiz, bunun hikmetinin tanışmak ve kaynaşmak olduğunu
şu ayet-i kerimesi ile bildirmektedir:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا
خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ
لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ
عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Ey
insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında
en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her
şeyden haberdardır.”[1]
Sürekli
birbiri ile iletişime geçen ve kaynaşan insanoğlu arasında şeytanın da
vesvesesi ile üstünlük yarışı zuhur etmiş ve zamanla ırk, kabile, milliyet
üstünlük aracı olarak birçok toplumda öne çıkarılmıştır. Tarihte bu yüzden
defalarca çekişmeler, savaşlar çıkmış ve insanlar helake sürüklenmiştir.
Batılın inkılâp olarak insanlığa pazarladığı ve son 3 asrın en büyük belalı
kavramları ırkçılık, ulusçuluk, milliyetçiliktir. Geçmişe göre daha büyük
çekişme ve savaşlara neden olan milliyetçilik, ırkçılık gibi kavramlar ulus
devlet anlayışı ile farklı bir kutsallığa büründürülmüştür. Milliyetçilik, 1789
Fransız ihtilalinden sonra belirli bir coğrafyada ortak kültürel veya etnik
kökene sahip toplulukların siyasal, sosyal, kültürel, dini düşünce ve
yaklaşımlarla ideolojik anlamda milli devletin güçlenmesini en önemli hedef
sayan bir anlayıştır. Etnik kökene sahip toplulukların kendilerini
yüceltmelerini gaye edinen milliyetçilik, asabiyetle ve ırkçılıkla benzerlik
taşır.
Bugün
maalesef İslâm ümmeti olarak Allah’a ve Rasulüne itaat etmedik. Allah Rasulü’nün
ve O’ndan önce yaşamış, bizlere örnek gösterilen İbrahim Aleyhi’s Selam’ın yolundan gidemedik. Onlar bizler için güzel
örneklerdi ancak örnek alamadık. Bu yüzden yeryüzünün en hayırlı ümmeti olma
vasfımızı kaybettik! Kardeşliğimiz tahribata uğradı, kâfirler tarafından
çizilmiş suni sınırlara takıldı, cahiliye âdeti olan ırkçılık ve
milliyetçilikten etkilendi, hatta o kadar daraldı ki karındaşlarımız ile bile
kardeş olamadık. Öyle oldu ki sömürgeci kâfirlerin dostumuz, müttefikimiz
olduğunu, dinler arası diyaloğu, Hristiyanların da kardeşlerimiz olduğunu, Türk’ün
Türk’ten başka dostu olmadığını, Arapların ve diğer kavimlerin bizimle hiçbir
bağlarının olmadığını söyleyebildik! Ya da söyleyenlere sessiz kalabildik!
Evimiz işgale uğramışken, vücudumuz paramparça olmuş iken, her gün
kardeşlerimizin canları, malları, kutsalları çiğnenirken tepkisiz kaldık! Hiç
bir şey yokmuş gibi, işimiz, dünya meşgalelerimizle zamanımızı geçirir hâle
geldik! Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’in dediği gibi
olamadık.
“Birbirlerini sevmekte,
birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta müminler bir
vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman diğer azalar
da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler.”[2]
Bu
anlamda kullanılan milliyetçilik İslâm’a göre cahiliye âdetidir ve haramdır. İslâm
insanların eşit olduğunu, dil, milliyet, cinsiyet, coğrafya farkının önemli
olmadığını, Allah katında önemli olanın takva olduğunu, ancak takva ile insanın
üstün olabileceğini anlatmıştır. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bir milliyete
taassubundan dolayı kızgınlık göstererek ya da asabiyete (milliyetçiliğe) davet
ederek ya da milliyetçiliğe yardım ederek savaşır ve öldürülürse cahiliyye
ölümü ile ölmüş olur."[3]
"Irkçılık davasına
kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir."[4]
Evs
ile Hazrec kabilelerine mensup Arapların başka ırktan insanlarla oturup
kardeşçe sohbet ettiklerini görünce öfkelenenlerin çıkardığı fitneye karşılık
Allah Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem
insanları toplamış ve onlara şu şekilde nasihat etmiştir:
“Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir! Babanız, ananız da birdir! Araplık ne
babanızda vardır, ne de ananızda. O sadece sizin verdiğiniz isimden ibaret bir
tanıtımdır. Arap’ın Arap olmayanlardan üstünlüğü yoktur. Üstünlük, Allah’a iman
ve itaattedir. Allah’a iman ve itaat edenler hep birlikte üstündürler. Bunu
herkes böyle bilmeli, aranıza ırka dayalı üstünlük ayrımcılığı sokmamalısınız!”[5]
Milliyetçilik
modern tabirlerle ifade edildiği şekli ile İslâm’a göre haram ve cahilî bir âdet
ise biz nasıl İbrahim milletinden olabiliriz? Bunun izahı şu şekildedir. Ku’ran
ve hadislerde geçen “millet” kelimesinin bugün kullanıldığı ve
anlaşıldığı şekli ile “milliyetçilik, ırkçılık, kavmiyetçilik, ulusçuluk,
vatancılık” kavramları ile bir alakası yoktur. Kur’an ve hadislerde yer
alan “millet” kavramı, asabiyet, ırkçılık anlamlarında değil din,
şeriat, takip edilen sünnet, yol anlamlarında kullanılmıştır. Kur’an’da 15 defa kullanılan millet kelimesi
din, şeriat, yol anlamındadır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَقَالُواْ كُونُواْ هُودًا
أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ
مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Ve
dediler ki: Yahudi veya Nasrani olunuz ki hidayete ermiş olasınız. De ki: Biz
Hanif olarak İbrahim'in milletine tâbi bulunmaktayız. O, müşriklerden
değildir.”[6]
قُلْ صَدَقَ اللّهُ
فَاتَّبِعُواْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"De
ki: Allah
Teâlâ sadıktır. Artık Hanif olan İbrahim milletine tâbi olunuz. O asla
müşriklerden olmamıştır.”[7]
قُلْ
إِنَّنِي هَدَانِي رَبِّي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ دِينًا قِيَمًا مِّلَّةَ
إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“De ki: Rabbim beni doğru yola, dosdoğru
dine, hanif İbrahim’in milletine/dinine iletti. O, şirk koşanlardan değildi.”[8]
Hadislerde
de millet kelimesi din anlamında kullanılmıştır.
“Kim ki İslâm’dan başka
bir millet (din) adına yalan yere ve kasıtlı yemin ederse o kimse dediği
gibidir. Kim de keskin bir aletle kendini öldürürse bu kimse de cehennem
ateşinde o aletle azap olunur.”[9]
İbni
Tavus anlatıyor: “Muaviye, İbni Abbas RadiyAllahu Anh’a “Sen, İbni Ebi
Talib’in milletinden misin? diye sordu. İbni Abbas: Hayır, dedi. Muaviye: İbni
Affan milleti üzere misin? dedi. İbni Abbas: Hayır, dedi. Muaviye: Peki, kimin
milleti üzerindesin? dedi. İbni Abbas: Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
milleti üzereyim, dedi.”[10]
“Millet (din): Yüce Allah’ın, kitaplarında ve
peygamberlerin aracılığı ile kulları için koyduğu şeriatın adıdır. O bakımdan
millet ile şeriat arasında fark yoktur.”[11]
“Millet, din demektir.”[12]
Zemahşeri’nin
Esas adlı eserindeki beyanına göre, asıl manası: “Tutulup gidilen yol demektir ki,
bu anlamdan alınarak din ve şeriat manasında kullanılmıştır.”
Şehristânî’nin,
el-Milel ve’n Nihal adlı eserindeki beyanına göre “din, şeriat,
millet denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şeylerdir.”
Tefsircilerin
ve diğer âlimlerin millet konusundaki açıklamalarından da anlaşıldığı gibi “millet”
bir ırkı, kavmi, ulusu değil dini, şeriatı, gidilen yolu (sünneti) ifade
etmektedir. Aynı akideye iman eden insanlar Kur’an’da bahsedildiği şekli ile
bir milleti temsil etmektedirler. Dilleri, renkleri, kültürleri, soyları,
kavimleri ve bölgeleri ayrı ayrı da olsa aynı akideye iman edenler İslâm
milletidir. Bu yüzden meşhur ifadesi ile “küfür tek millettir!” Yine bu
açıdan bakıldığında meşhur ifadesi ile “İslâm da tek millettir!” Bundan
dolayı Rabbimiz Allah, onların milletine, yani dinlerine tâbi olunmadıkça,
onların inandığı gibi inanmadıkça, onların hareketleri gibi hareket etmedikçe, Yahudi
ve Hristiyanların asla müminlerden razı olamayacaklarını beyan buyurmuştur:
وَلَن
تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ
إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي
جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
“Sen onların milletlerine (dinlerine)
uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar, senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki:
Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur. Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onların isteklerine (arzu ve tutkularına) uyacak olursan, senin
için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.”[13]
Abdullah
Bin Ammar RadiyAllahu Anh’dan rivayetle
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurdu:
“İki (ayrı) milletin (dinin)
mensupları birbirlerine mirasçı olamazlar.”[14]
Usame
Bin Zeyd RadiyAllahu Anh’dan rivayetle
Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyurdu:
“Müslüman kâfire, kâfir de
Müslüman’a mirasçı olamaz.”[15]
وَقَالُواْ
كُونُواْ هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُواْ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ
حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا
وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ
وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن
رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
“Dediler ki: Yahudi ve Hristiyan olun
ki, hidayete eresiniz. De ki: Hayır, (doğru yol) hanif (muvahhid) olan
İbrahim’in dini (milletidir). O, müşriklerden değildi. Deyin ki: Biz, Allah’a
ve bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene,
Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik.
Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz, O’na teslim olmuşlarız.”[16]
Abdullah
Bin Abbas RadiyAllahu Anh anlatıyor:
“Abdullah
Bin Suriya adlı tek gözlü bir Yahudi, Allah Rasulü’ne: Doğru yol ancak bizim
yolumuzdur. Ey Muhammed, o hâlde bize tâbi ol ki, hidayete eresin, dedi.
Hristiyanların da, O’na aynı şeyi söylemeleri üzerine Allah, bu ayeti inzal
buyurdu.”[17]
Bu
delillerden yola çıkarak diyoruz ki; biz İbrahim milletindeniz, Müslümanız, İslâm
dinine, Allah’ın vahyettiği dine bağlıyız.
Millet-i İbrahim olmak, Allah’tan başka tüm ilahları inkâr etmek sadece
O’nun ilahlığını kabul etmek, O’na teslim olmak, kulluk etmek, sevmek, korkmak,
O’nun rızası için fedakârlık yapmaktır. Allah’ın hükümlerinin yeryüzünün
tamamında uygulanması için İslâm davasını taşımak, çalışmak, Müslümanlar ile
güzel geçinmek, şer’î hükümlere uymaktır. Bunun için Allah Subhanehû ve
Teâlâ sevdiği, dost edindiği, salih, nebi ve rasul olan İbrahim Aleyhi’s Selam’ı bize örnek gösterdi.
وَكُلاًّ
نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ
فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“Peygamberlerin haberlerinden senin
kalbini teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda senin için
gerçeğin bilgisi, müminler için de bir öğüt ve uyarı vardır.”[18]
İbrahim
milletinden olmak O’nun yolundan gitmektir. Bu yüzden her namaz sonrası
Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem
ve İbrahim Aleyhi’s Selam’ı son
oturuşta anar ve onların yollarının yolumuz olduğunu hatırlarız. Onların
hayatlarını namaz sonrası hayata taşımak için her oturuşta zikrederiz. İbrahim Aleyhi’s Selam tek başına kaldığı
zamanlarda dahi Rabbine kullukta ve İslâm davasını taşımada zafiyet göstermedi.
Babası ve putlara tapan kavmi ile olan tevhid mücadelesinde hikmet ile tavizsiz
bir şekilde Allah’a davet etti. Asla şirk koşanlardan olmadı. Allah’ın dışında
tüm tağutları reddetti. “Siz benim Rabbim olamazsınız!” dedi. Kavminin
batıl inanç ve nizamlarını kabul etmedi. Bu mücadelede elinden geleni yaptı ve
daha genç bir delikanlı iken kavmini davet etmek için putları kırdı.
İbrahim
milletinden olmak ve Onu örnek almak hangi kavimden, ırktan, bölgeden olursa
olsun Allah’ın razı olmadığı akide, nizam ve kanunlardan uzak olmayı, kabul
etmemeyi ve tanımamayı gerektirir. Yeryüzündeki tüm kâfir, zalim sistemlerden
ve onları temsil edenlerden ayrışmayı, dostluk yapmamayı ve Onları değiştirmeyi
gerektirir. Gücü, imkânı, şartları ne olursa olsun her zamanın Nemrutlarına
karşı olmayı, Nemrutların bir gün yenileceğini, bir sinek karşısında ne kadar
aciz olduklarını ve Allah’ın takdir ettiği zamanda zulüm sistemlerinin son
bulacağına inanmayı gerektirir. Zulmeden babası dahi olsa ondan uzak olmayı
gerektirir.
يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ
أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم
مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana
tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden
kim onları veli edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”[19]
İbrahim
milletinden olmak, batıl düzenlerin İslâmi bir hayat ile değişmesi için sürekli
mücadele etmeyi gerektirir. Şanlıurfa, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan
topraklarında hicretler, sürgünler ile İslâm davasını taşıyan İbrahim Aleyhi’s Selam’ın sünneti üzere
yeryüzünü dâru’l İslâm’a çevirmek için mücadele etmeyi gerektirir. Tek başına
kalsa da mücadeleden vazgeçmemeyi,
aklının almadığı zorluklar ve imtihanlar ile de karşılaşsa asla
davasından dönmemeyi gerektirir. İbrahim milletinden olanın eşi, çocukları,
kazandıkları O’nun Rabbine olan kulluğuna engel değil, vesile olur. Zalimlerin
gücü onu korkutmaz. En zor şartlarda dahi Allah’a tevekkül eder, O’ndan yardım
ister, asla ümitsiz olmaz. Davasının hak olduğunu ve bir gün mutlaka galip
geleceğine iman eder.
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي
إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ
وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
“İbrahim ve
O’nunla beraber olanlarda sizler için çok güzel bir örnek vardır. Onlar
kavimlerine demişlerdi ki; biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan
beriyiz. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim
aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve nefret belirmiştir…”[20]
İbrahim
milletinden olan, İslâm’a ve Müslümanlara düşman olanlara karşı açık ve net
şekilde düşman olur. Onların hile ve tuzaklarına kanmaz. Onlardan bulundukları
hâlden vazgeçmedikleri sürece asla razı ve memnun olmaz. Onlara İslâm davetini
götürür. Onların şahıslarına değil batıl olan inanç ve amellerine düşman olur.
Onların inançlarının, nizamlarının, amaçlarının batıl olduğunu her fırsatta
haykırır. Allah’a kul olmaya karar vermedikleri sürece onlar ile olan
düşmanlığı bitirmez… Çünkü İbrahim Aleyhi’s
Selam’ın dediği gibi:
وَبَدَا
بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا
بِاللَّهِ وَحْدَهُ
“…Siz bir tek Allah’a inanıncaya
kadar, sizinle bizim aramızda sürekli devam edecek olan bir düşmanlık ve nefret
belirmiştir…”[21]
Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın, son Nebisi Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve tüm
müminlere İbrahim Aleyhi’s Selam’ı örnek
gösterdi. Rabbimiz İbrahim Aleyhi’s Selam’ı
örnek göstermesindeki maksat O’nun yaşadığı hayatın, yaptığı amelin, ortaya
koyduğu eylemlerin aynısını bizlerin de yapmamızı istemesiydi. O’nun yaptıkları
tüm nebi ve rasullerin yaptığı aynıydı. Tüm iman edenlerin yapması gereken
şeydi. Çünkü tüm iman edenler bir milletti. Onlar âlemlerin Rabbi olan Allah’a
iman ve itaat etmişlerdi.
Bugün
de bizlerin yapması gereken İbrahim milleti (dini) üzere olmaktır. Allah’a
kullukta başımıza gelen tüm imtihanlara ve nimetlere şükür ve sabır ile itaat
etmektir. Çünkü İbrahim Aleyhi’s Selam’ın
kavmi ve Nemrut’la mücadelesi, ateşe atılışı, sürgün edilişi, Mısır’daki
imtihanı, çocuğu olmamakla, melekleri misafir etmekle, eşi ve çocuğunu çölde
bırakma ve onlardan ayrılma ile imtihanı, Kâbe’yi inşa edişi, ciğer paresi
İsmail’i Allah’a kurban etme imtihanı gibi bir insanın kaldırmakta zorlanacağı
her biri bir dağ misali birçok şey ile imtihan edildiği gibi imtihan
edileceğiz. Eğer O’nun gibi kulluk edebilirsek kazanacağız. Yoksa imtihanı
kaybedeceğiz. Bu yüzden Rabbimiz “İbrahim’de sizin için örnekler var”
dedi.
Kavmiyetçiliğin
düşmanlığa dönüştüğü, ceviz kabuğunu doldurmayacak nedenlerden yüzlerce yıl kanların
döküldüğü, gece ile gündüzün bir araya gelebilir ancak bu kabileler bir araya
gelmez dedikleri toplumları İslâm akidesi ve ondan çıkan nizam, örneğine başka
yerde şahit olamayacağız şekilde bir millet, ümmet ve kardeş yapmıştır. Ümmet
anlayışının yerini milliyet anlayışının aldığı, aklın değil duyguların harekete
geçtiği ve zihinlerin tel örgülerle çevrildiği bu zulüm çağında, tüm bunlara
şifa olacak yegâne unsur millet-i İbrahim olmak yani İslâm akidesi ve
nizamlarına sımsıkı sarılarak bir ümmet olmaktır. Bu esas üzerine İslâm kardeşliğini yeniden inşa etmektir.
Milliyetçilik zehrinin panzehri, millet-i İbrahim olmak, İslâm kardeşliğini
kurmaktır.
ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ
أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
"Sonra
da biz, hanîf olan, müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana
vahyettik."[22]
[1]
Hucurat Suresi 13
[2]
Buhari, Muslim
[3]
Muslim
[4]
Muslim
[5]
İmam Malik
[6]
Bakara Suresi 135
[7]
Âl-i İmran Suresi 95
[8]
Enam Suresi 161
[9]
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud
[10]
İbni Hacer el-Askalânî
[11]
Kurtubi Tefsiri
[12]
Tefsir-i Kebir
[13]
Bakara Suresi 120
[14]
Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Dârimî
[15]
Buhari, Muslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, Dârimî, Muvatta
[16]
Bakara Suresi 135-136
[17]
Abdulfettah el-Kadı, Esbabı-ı Nüzul, İbn Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim
Tefsiri
[18]
Hud Suresi 120
[19]
Tevbe Suresi 23
[20]
Mümtehine Suresi 4
[21]
Mümtehine Suresi 4
[22]
Nahl Suresi 123
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış