İdeoloji;
en sade tanımıyla bir insan tarafından ortaya çıkan fikirler, hükümler, hayat
tarzı ve sorunlara çözüm üretme yollarının toplamıdır. İnsan herhangi bir
ideolojiyi ya içinde bulunduğu toplumsal koşullardan dolayı kendi dehasıyla ya
da ona bir başkası tarafından verilen fikirler ile var eder. Eğer kendi dehası
ile var etmişse toplumsal koşullar değiştiğinde yahut kendi zihin dünyası
dönüşüme uğradığında ürettiği ideoloji de değişmek, etki ve tesirini kaybetmek
zorunda kalacaktır. Fakat kendisine değişmeyen bir irade tarafından vahiy
yoluyla var edilmişse o ideolojinin değişmesi de mümkün olmamaktadır. Her ne
kadar daima varlığı somut olarak gözükmese de her an yeniden vücut bulması
mümkün olacaktır. Bu iki kategori ile değerlendirecek olursak İslâm, Rabbi
tarafından Peygamberine vahiy yoluyla gönderilmişken kapitalizm ve sosyalizm
ise bir insanın zihninde doğan bir deha ile ortaya çıkmışlardır. Sosyalizm
toplumsal ve siyasal zeminini kaybettikten sonra dağıldı ve parçalandı. Yeniden
toparlanması ise kendisini var eden faktörlerin acziyetinden dolayı mümkün
değildir. Fakat İslâm şu an için dünya sahnesinde etkili değilse de kendisini
var eden külli iradeden dolayı her an etkili olabilecek potansiyele sahiptir.
Şu an için dünyaya nizam veren, gücü ve etkisi ile var olan ideoloji
kapitalizmdir. O da tıpkı parçalandığında sosyalizm gibi yeniden dirilişi
mümkün olmayacaktır. Lakin her nasılsa o çökmeye yüz tuttukça ona düşmanlık
etmesi gerekenlerin ihanetleri ve sahip çıkmaları sayesinde ayakta kalmaya yalpalayarak
da olsa devam etmektedir.
Kapitalizm
üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine
dayanan bir ekonomik sistemdir. Serbest piyasa ekonomisi olarak 16. yüzyılda
çıkmıştır. Kapitalizmin merkezindeki özellikler özel mülkiyet, sermaye
birikimi, ücretli emek, gönüllü takas, bir fiyat sistemi ve rekabetçi pazarları
içerir. Kapitalist piyasa ekonomisinde, karar verme ve yatırım finansal ve
sermaye piyasalarındaki üretim faktörleri sahipleri tarafından belirlenir.
Kapitalist iktisat nizamı iktisadi problemlere çözümler üretmek adına 18.
yüzyılın sonlarına doğru Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi
ekonomistler tarafından Britanya’da ortaya atılmıştır. Dolayısıyla ekonomik
hayatı fertlerin mücadele ve hırsı ile artıp azalan bir sürece evirmişlerdir.
Bireysel rekabet toplumsal doyum ve tatminden daha önemlidir. Fakat bu durum
bir toplumun büsbütün kabul edebileceği bir durum değildir. O yüzden toplumsal
dinamiklerin buna hazır hale getirilmesi, içselleştirilmesi ya da rızaya
zorlanması gerekmektedir. Bunun yolu şüphe yok ki fikrî saldırılar ve kültürel
zorbalıktır. “Saldırı” ve “zorbalık” kavramlarını kullanmadaki
sebep bu fikirlerin insanın fıtratına, toplumun yapısına, kalkınmanın tabiatına
aykırı olmasından dolayıdır. Zira kapitalist fikirler gelirin arttırılması
önündeki engelleri ortadan kaldırmak konusunda gayri insanidir. İki yüzyıldan
fazladır dünyada dökülen kanların, akan gözyaşlarının, sömürülen toprakların
kapitalizmin dünya görüşünden kaynaklandığını açıkça söyleyebiliriz. Yanı sıra
özellikle İslâmi beldelere yapılan demokrasi ve laiklik saldırıları da yine
aynı görüşten kaynaklanmakta ve yüzlerce yıl beyinler işgal edilmektedir. İşte
tüm bunlar kapitalizmin dünya ekonomisini şekillendirmek için yapageldiği faaliyetlerdir.
Fakat her medeniyet inşa edildiği gibi günü geldiğinde yıkılabilir. Hatta ne
kadar köklü, uzun vadeli, güçlü olsa da… İşte “sömürge medeniyeti” olan
kapitalizm de çok yakın zamanda yıkılacak, yerle yeksan olacaktır.
Bu
ifadenin sloganik bir söz olmadığını, aksine gün gibi açık ve sarih olduğunu
kapitalizm için gece gündüz varlık mücadelesi verenlerden hareketle
anlayabiliriz. Hatta öyle ki bugün böylesi vahşi bir sisteme dua ve methiye
düzenler zamanı geldiğinde ruhuna Fatiha okumaktan korkmaktadırlar.
Amerika’nın
cumhuriyetçi eski başkan adayı ve Teksas senatörlüğü yapmış Ron Paul “ABD’nin
umursamadan büyüyen borçlarıyla askerî harcamaları, eninde sonunda sistemin
çökmesine ve Sovyetler Birliği’nin son günlerindeki gibi yanıp kül olmasına yol
açacak” değerlendirmesini yaptı. Açıklamasının devamında “Sovyet
sisteminde olduğu gibi ani ve dehşet verici sona doğru gidiyoruz. Benzer bir
süreç olmayacak zira bazı ülkeler ondan ayrılmıştı, bizim eyaletlerimiz
ayrılmayacak. Bu durumu finanse edebileceğimizi düşünmüyorum. İçinde
bulunduğumuz borçlu ve sıkıntılı durumdan dolayı yok olacağımızı düşünüyorum.”
Son
yüzyılın ideoloğu olarak vasıflandırılan düşünür Immanuel Wallerstein “Kapitalizmin
Geleceği Var mı?” adlı kitabının 21. sayfasında şu önemli tespiti yapıyor: “Sonsuz
sermaye birikimini rehber alan modern [kapitalist] dünya sistemi 500 yıl
sürmüştür… Devam edemez, çünkü denge durumundan çok uzaklaştı ve artık
kapitalistlerin sonsuz sermaye biriktirmesine müsaade etmiyor. Alt sınıflar da
torunlarının bu dünyayı miras alacağına artık inanmıyor. Sonraki sisteme dair
mücadelenin sürdüğü yapısal bir kriz içinde yaşıyoruz.” Wallerstein kapitalizmin
çöküşünün kendiliğinden olmayacağını bilakis sınıflar ve toplumlar arası
sömürüye dayalı bir çekişmeden kaynaklanacağını, sömürgeciliğin bir ömür
süremeyeceğini ve yeni ideolojiye duyulan ihtiyacın ekmeğe, suya duyulan
ihtiyaç gibi olacağını ileri sürüyor. Onun bu tezi Amerikan sermayesi ile
popüler olmuş Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” teziyle her konuda çatışıyor.
Kapitalizmin
en büyük sorunu sadece iktisadi nizamından kaynaklanmıyor. Yanı sıra temel
fikri olan sekülerizm ile özgürlük fikri de toplumların çöküşünü hızlandıran
diğer nedenler olarak sıralayabiliriz. Hatta öyle ki, hiçbir dini argüman
kullanmaksızın genel insani özellikler açısından bile değerlendirdiğimizde kapitalizm
ile nizamını yürüten ülkelerde iktisadi alan dışında herhangi bir kalkınmışlık
görünmemektedir. Fakat bu iktisadi kalkınmışlık dahi toplumların genelini
refaha ulaştıracak bir şekilde değil sermaye sahiplerinin zenginliklerini
arttırırken işçi ve emekçi sınıfın hayatta kalabilecek kadar kazandığı bir
kalkınmışlıktır. Bu bakış açısıyla “kapitalizm patronların ideolojisidir”
diyebiliriz. Kapitalizm için milli ya da uluslararası gelirin ne olduğu, bu
gelirin nasıl dağıtılacağı konusundan daha önemlidir. Normal şartlarda böyle
adaletsiz, merhametsiz bir ideoloji toplumların benimseyebileceği bir ideoloji
değildir. Fakat her nasılsa bütün olumsuz tablolar bir takım süslü, göz
boyayıcı fikirler ile toplumları etkisi altına alan bir girdap gibi sarmaladı.
Önceleri bulunduğu toplumun değer yargılarına ters olan fikirleri gerek eğitim
süreci, gerekse de medya gücüyle pompaladı. Pompaladığı her fikir kanın
damardan aktığı gibi toplumların da damarlarından şiddetli bir şekilde aktı ve
bütün vücudu etkiledi. Böyle bir etkiye maruz kalan halkların zihinleri
uyuştukça sermaye sahipleri kahkahalar atarak izledi ve böylece zenginlikleri
arttıkça arttı. Dolayısıyla kapitalizm ile sermaye sahipleri arasındaki ticari
ilişki “kazan-kazan” esasına dayanırken, sermaye sahipleri ile toplumun
geri kalanı arasındaki ilişki “kazan-hayatta kal” esasına dayandı.
Üstelik bu durum içi zehirli dışı cezbedici unsurlar ile meşru kılındı. Bir de
üstüne bu meşruiyeti beldelerinin sözüne güvenilir yöneticileri tarafından da
tasdik edilince zincirin son halkası da tamamlanmış oldu.
Fakat
son tahlilde kapitalizm ciddi bunalımlar yaşamaktadır. Zira fikirlerini üzerine
bina ettiği laiklik akidesi ve özgürlükler fikri kendisini imha etmek üzere.
Kapitalizm en doğru şekilde tatbik edildiğinde dahi bu problemleri çözmeye
matuf ameller ortaya koyamaz bilakis daha da derinleştirir. Mesela kadın-erkek
eşitliği bir mefhum olarak kadınlara zerk edildiğinden beridir aile içi şiddet,
geçimsizlik ve ayrılıklar arttı. 18 yaş mefhumu gençlerin zihinlerini işgal
eden bir virüs gibi onları ahlaksızlık, fuhşiyat, uyuşturucu bataklıklarına
düşürdü. Faiz ile mal-mülk sahibi olmanın sevdirildiği bir ekonomik sistemde
erkekleri borçlanma, ömür boyu kredi ödemek gibi yaşam standardını düşüren bir
darboğaza sürükledi. Kadının iffet ve namus kavramlarını altüst ederek onu bir
ticaret unsuru, kazanç kapısı, reklam malzemesi haline getirdi. Kapitalizm bu
yönüyle toplumu iktisadi çarkın dönmesi için birbirleriyle yarışan yarış
atlarına çevirdi. Sosyal ilişkilerin düşmanca sürdürüldüğü, birlik ve
beraberliğin tesis edilemediği, zamanın bereketinin kaybolduğu, kazançların
gayri meşru hale geldiği bir toplumsal yapı tesis edildi. Zaten araştırmaların
geneli kapitalist nizama göre yaşayan toplumların suç oranlarının, gayri meşru
ilişkilerin, küçük yaşta suça bulaşma ve intihar etme gibi verilerin oldukça
arttığını gözler önüne sermektedir.
Bunlar
ideolojinin bekasını korumak adına yürüttüğü temayüllerdir. Bir de en başta
belirttiğimiz iktisadi yapının içinde bulunduğu vahim tablo da göstermektedir
ki, “kriz” kapitalist iktisadın olmazsa olmazıdır. Eğer bir kapitalist
devlet iktisadi bir bunalım içine girmişse onu kendisinden iki şekilde bertaraf
edebilir. Ya yeni ekonomik revizyonlar, yatırımların arttırılması,
siyasi-politik istikrarın sağlanması, faizin düşürülmesi ve canlı para akışının
yeniden piyasa sokulması ya da bunlar mümkün değilse “kriz” algısının
zihinlerden uzaklaştırılması ve piyasaya olumsuz düşüncelerin girmesini
engellemek. Son zamanlarda ikinci seçenek çok sık kullanılmaktadır. Mesela,
ABD’nin güncel borç tablosu şu şekildedir;
Devlet(kamu)
borçları: 2 trilyon dolar
Özel
teşebbüs borçları: 2 trilyon 800 milyar dolar
Özel
hane halklarının borçları: 1 trilyon 900 milyar dolar[1]
Fakat
Amerika bu vahim tabloyu devletlerarası gücünü de kullanarak manipüle etmekte,
tartıştırmamakta ve iktisadi durumuyla ilgili haber yapılmasına müsaade etmemektedir.
Bu durum da ABD toplumunun ticari varyasyonlarına olumsuz bir müdahaleyi
engellemektedir. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu algısı şüphesiz ki hem
yatırımcılar hem de yatırım notu için önem arz etmektedir. Fakat şu gerçeği
asla gizleyememektedirler: Kapitalist devletler hayali sermaye ile ayakta
durmaktadır. Söz gelimi borsa yatırımları, hisse senetleri, tahvil-bono
akışları ile toplumsal üretim ve toplumsal sermayenin dev şirketlerin
sermayelerini arttıran, riskleri paylaşırken reel kârlardan aynı oranda pay
alamayan bir süreç inşa edildi. Yine kimin hangi oranda ortak olduğu bütün
ortaklar tarafından bilinmeyen anonim şirket mantığı da iktisadi yapının hayali
sermaye boyutunu oluşturan bir başka kusurudur. Kapitalist ya da kapitalist
olmaya çalışan devletlerde eğreti duran bir başka husus şüphesiz ki şirketlerin
çalıştırdıkları işçi sayısı ve gelir vergileridir. Devlet işsizlik oranını
düşürecek şirketlere az maaş çok iş gücü talebinde bulunur. Bunun için asgari
ücreti şirketlerinin kabul edebileceği bir oranda belirler. Çalışan az kazanır
ama çok insan çalışır, işsizlik düşer. Aynı şekilde belli bir vergi limitinin
üzerinde devlete kazandıran şirketler devlet tarafından vergi indirimi veya
muafiyeti kazanır. Bu durum “kazan-daha çok kazan” mantığına uygun bir
şekilde işletilir. Böylece devletin iktisadi yapısı kan emici şirketlerin
elinde bekasını temin etmiş olur. Tüm bu işleyiş kısaca devletin kredi
derecelendirme kuruluşlarınca iyi bir not alması, olumlu bir bütçe havası
oluşturulması, iç politikada artı yönde bir tablonun çizilmesi ve olumsuz
algıların yok edilmeye çalışılması içindir. Gaye asla toplumun refahını
sağlamak değildir. Hatta gelirden dağıtılan payın miktarı, oranı ve kontrolü
çok da önemli değildir. Zira bunlar kapitalist bir devletin iktisadi gücünü
etkilemeyeceği gibi bunlarla uğraşmak vergileri düşüren, şirketlerin kârlarını
azaltan beyhude bir çalışmadır. İşte tüm bunlar yakın zamanda kapitalizmin
nefesini kesmeye yetecektir.
Kapitalizmin
icat ettiği kâğıt para piyasa değeri olarak hiçbir zaman madeni değeri olan
altın ve gümüş gibi efektif değildir. Onu sadece üzerindeki rakamların
çokluğuyla değerlendirdiğinizde enflasyona ne kadar açık olduğunu çok net
görürsünüz. Darphanelerin istedikleri kadar basabildiği bir kâğıdın piyasada
karşılığı olmadan dolaşması farklı alternatiflerin de üretilmesini zorunlu
kılıyor. Hatta öyle ki tedavülde karşılığı olmayan, fiziki ve maddi bir kıymeti
olmayan kripto paralar icat edildi. Adına “bitcoin” denilen bu para
birimi gözle görülmeyen, elle tutulmayan, kimin ürettiği bilinmeyen fakat tıpkı
döviz gibi yükselip düşen manipüleye açık bir değiş-tokuş sistemi. Bu para
kapitalizmin gediklerini kapatmaya elverişli olmadığı gibi yeni gedikler açmaya
gebedir. Zira ülkemizde bakanlık seviyesinde ciddi bir uyarı gelerek kripto
paralardan uzak durulması tavsiye edilmiş olmasına rağmen, liberal ekonominin
bir özgürlüğü olarak herhangi bir yaptırım uygulanamamaktadır.
Bu
minvalde kapitalist iktisadi sistemi krize sokan unsurları yeniden
değerlendirdiğimizde özetle şunları söyleyebiliriz:
Para:
Piyasadaki likiditenin tam karşılığını veremeyen birim ve üretim cinsi
bakımından paranın tedavüldeki hali.
Ödemeler
dengesi: Yukarıda da bahsi geçen devlet ile sermaye sahipleri arasındaki
-genelde devletin borçlandığı- dengesizlik hali. Söz gelimi yap-işlet-devret
veyahut ihale usulü yapılan yatırımlarda devletin özel teşebbüs karşısında iç
siyasetin gereği olarak elinin zayıf olmasıdır. Askerî ve kamusal harcamaların
sonucu olarak gelir-gider tablosunda kamuyu borçlandıran bu sistem her zaman
kapanmayan bir gedik olarak kalmaya devam edecektir.
Servetin
yanlış dağıtılması: Kapitalist devlet serveti bütün topluma yeteri kadar
dağıtabilecek güce sahip olmasına rağmen özel teşebbüsün önünü açmak uğruna
yüzdelik dilimden daha fazla payı buraya ayırması dengelerin bozulmasının önünü
açacaktır. Sonuç olarak servetin ülke nüfusunun %5’lik dilimine ayrılması gibi
bir netice çıkıyor. Dolayısıyla böyle bir devlet servetin arttırılması ile
toplumun refah kazanması arasında doğru orantılı bir ilişki temin edemez.
Kapitalist
şirketlerin açgözlü politikaları: Afrika topraklarının tamamı Avrupalı
devletler tarafından büyük şirketlere peşkeş çekilerek sömürülmüştür. Mesela Myanmar
hükümeti, Müslümanların yaşadığı Arakan bölgesini boşaltması ve orada bulunan
kıymetli gazların rafine edilmek üzere fabrikalaşması için Avrupalı devletler
ile ciddi ekonomik anlaşmalar imzalanmıştır. Söz konusu parasal kazanç
olduğunda kaç tane Müslümanın katledildiğinin bir önemi yoktur.
Faiz
ve küresel finans sistemi: Özellikle ideolojik devletlerce az gelişmiş veya
gelişmekte olan devletlerin iktisadi yapılarını baltalamak ve kendi
politikalarına boyun büktürmek adına yürüttüğü lobi faaliyetleri o devlet ve
toplumların bellerini doğrultması önündeki en önemli engellerdir. Zira bu
lobiler az gelişmiş devletlerin kemerlerini bir sıkıp bir gevşeterek ne zaman
ne kadar nefes alacaklarını belirlemekte, suni krizler çıkartmakta, istikrarı
bozmakta, toplumsal algıyı yönetmekte ve tüm bunları medya gücüyle destekleyebilmektedir.
Böyle bir durumda gerçekte var olan kriz yokmuş gibi, iyiye giden ekonomik yapı
çökecekmiş gibi bir hava oluşturulabilir.
İşte
böylece kapitalizm ayakta durmak adına alicengiz oyunlarına başvurmakta,
yemediği terane kalmamaktadır. Fakat bu durumun kısa bir süre içerisinde foyası
ortaya çıkacak, işlediği cürümler güneş gibi parlayacak, onu koruyan ve
süresini uzatan hain yöneticiler elbet bir gün mahcup olacaklardır. Tebaasına
ihanet eden sözde liderler bugüne dek savundukları laik, demokratik kapitalizm
tarafından tarihin karanlık çöplüklerine atılacaklardır. Bunu bu ideolojinin
fikir babalarından hareketle anlayabiliriz. Zira onların “Tarihin Sonu”
tezleri kapitalist tarihin sonu şeklinde tecelli edecek ve Rabbimiz olan Allah Subhanehû ve Teâlâ tarafından
başlatılacak olan yeni bir tarihin kapıları aralanacaktır.
Özgürlük
çığırtkanları yalnızca fikrî ve siyasi çalışma yapanlara karşı uygulanan zulmün
karşısında neden suskunlar? Demokrasi havarileri kendi yöneticilerini
belirlemek üzere bir halifeyi seçmek isteyenlere neden fırsat tanımazlar?
Müslümanların maslahatını düşündüğünü iddia edenlerin en büyük maslahat olan
İslâm Devleti’ne karşı nefretleri neden? Her konunun tartışıldığı, her sistemin
konuşulduğu bir zaman diliminde Hilafet ve İslâmi İktisat Nizamı’nın
konuşulmasına neden karşı çıkılıyor? Aile ve gençlik mefhumlarının yerle yeksan
olduğu böylesi bir sistemde neden İslâm’ın izzetli yasalarına, içtimai
kurallarına bir göz atılmıyor? Ahlak ve “Asım’ın Nesli” söylemleri söz
olmaktan öte bir anlam ifade etmezken, niçin Saadet Asrı’na dönülmek
istenmiyor? Kısaca Kapitalizm bir bir kendi putlarını yiyor. Çürüdükçe çürüyor
ve onu var eden bütün esasları kendileri çiğniyor. Kapitalizm çöküyor dostlar,
ona düşmanlık etmesi gerekirken bekasına çalışan ihanet şebekeleri ve
kuklaların içine düştükleri komik duruma rağmen çöküyor. Sermaye sahiplerinin
rüyalarını kâbusa çevirecek şekilde çöküyor.
فَقَدْ جَاءكُم بَيِّنَةٌ
مِّن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَّبَ بِآيَاتِ اللّهِ
وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ آيَاتِنَا سُوءَ
الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يَصْدِفُونَ
“İşte
size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık
Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve insanları onlardan çeviren kimseden daha
zalim kimdir? İnsanları ayetlerimizden alıkoymaya çalışanları, yapmakta
oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.”[2]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış