İSLÂM ORDUSUNUN HEYBETİNİN GÖRÜLMESİ İÇİN MÜSLÜMANLAR HİLÂFET’E MUHTAÇTIR

Murat Savaş

İslâm dini inzal edilmeye başlayıp Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de daveti taşımaya başlamasından yaklaşık on üç yıl sonra muvaffak olup İslâm’ı tatbik edecek bir devlet gücüne Medine’de sahip olmuştur. İslâm Devleti, devlet olması hasebiyle iktisat, yönetim, öğretim ve diğer şeyleri üstlendiği gibi vatandaşlarının güvenliğini de üstlenmiş ve bunun için bir ordu teşkil edilmiştir. Her ne kadar daimi bir ordu olmasa da çok kısa bir sürede teçhiz edilebilecek ihtiyati bir orduya sahipti. İşte bu İslâm ordusu çok geçmeden ilk sınavını vermek, gücünü ispat etmek ve İslâm’ın adalet ve azametini göstermek için Bedir Harbi’ne girişmişti. Kâfirlerin ordusundan sayı, teçhizat ve lojistik açıdan eksik olmasına rağmen Bedir’de büyük bir zafer elde etmiş ve bundan sonraki süreçte dünya sahnesinde yeni bir aktörün daha var olduğunun işaretini vermiştir. Bu savaş Müslümanların imanını, cesaretini ve daveti taşımadaki iştahını artırmış, kıyamete kadar sürecek olan hak-batıl mücadelesinin askerî olarak da süreceğinin işareti olmuştur.

Yine Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin varlığı ile on yıl boyunca gerçekleşen onlarca askerî başarılarla birlikte Uhud ve Huneyn’de Allah Azze ve Celle başarı ve zaferin zahiri güç ve çokluktan değil, doğru daveti taşımalarından dolayı gerçekleştiğini bildirerek bunu imana bağlamıştır. Zahiri güç ve çokluğa değil yalnızca Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya güvenip dayanılması gerektiğini bildirmekten ziyade yaşatıp öğreterek Müslümanların anlayışlarını düzeltmiş ve terbiye etmiştir. Müslümanların davetteki askerî başarılarını doğru zemine oturtan şu müthiş ayetlere bakın:

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَ ثُمَّ أَنَزلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَنزَلَ جُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَا 

“Andolsun ki, Allah size birçok yerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir fayda sağlamadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arakanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Sonra Allah, Rasulü’nün ve müminlerin üzerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin görmediğiniz ordular göndermişti…”1

Allah Azze ve Celle birçok zaferle birlikte Müslümanlara hezimeti de tattırıp, وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer gerçekten iman etmiş iseniz üstün gelecek olan sizlersiniz.”2 buyruğunu esas kılmaktadır. İşte bu talim ve terbiye ile birlikte Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem öyle bir toplum hazırladı ki, o toplum diğer tüm konularda emsalsiz olduğu gibi tüm dünyaca bilinen ve 12 asır boyunca küçük ve geçici yenilgilerin dışında tarihi zafer ve fetihlerle dolu olan bir tarih yazan İslâm ordusu oluşturdu. Çoğu zaman sayı ve teçhizat bakımından düşmanlarından eksik olmasına, onlarca kez aleyhinde ittifaklar kurulmasına ve zaman zaman siyasi istikrarsızlıklara maruz kalmasına rağmen İslâm ordusunun tarihi zafer, fetih, izzet, şan ve şerefle doludur. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında; Bedir’den tutunda üç bin kişiyle 30 bin kişinin karşılaştığı Mute Savaşına, imkânsızlıklara rağmen kazanılan Hendek’ten tutunda Tebük Seferine kadar sadece on yıla sığmış ve neticesinde tüm Arap Yarımadası’nın fethedildiği müthiş bir başarı elde edilmiştir.

Aynı zafer ve fetihler Sahabeler döneminde de gerçekleşmiş ve İslâm Afrika’dan Asya’ya yayılmış, Kıbrıs, Endülüs (İspanya) ve Anadolu’nun fethiyle Avrupa’ya dayanmıştır. Kafkasya’dan Yemen’e, Çin seddinden Fas’a kadar karış karış İslâm ordusunun ayak bastığı topraklar şüheda kanıyla sulanmıştır. Öyle ki “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda.” şeklinde şairin haklı teşbihine konu olmuştur. Duraklama ve bazı geçici işgaller yaşasa da İslâm beldeleri; biiznillah Selahaddin Eyyubiler hiç eksik olmamıştır İslâm ordusundan. Öpülesi bu ellerle onlar Osmanlı Hilâfet Devleti’ne kadar ulaştırıp ukab sancağını, İstanbul’un fethinden sonra Balkanlar’da ceddimizin yeni fetihlerine sebep olmuştur. Viyana kapılarına kadar ulaşan İslâm orduları yenilmezliğini kâfirlerin kafalarına çakarak olarak tescillemişlerdir. Öyle ki sadece Yeniçeri elbisesi bile bazen yıllar süren bir korku salabilirken, bazen bir mektup Avrupa devletlerinin titremesine sebep olmuştur.

İslâm ordularının tarihteki gıpta edilecek, şaşılacak ve hatta inanılamayacak derecedeki başarıları dillere destan olacak şekilde kayıtlara geçmiştir. Bu tarihi kayıtlardan bazılarını kısa kısa zikretmekte fayda var. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde gerçekleşen Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşları, Mekke, Taif ve nihayetinde tüm Arap Yarımadası’nın fethedilmesinden sonra Hulefa-i Raşidin’den son İslâm Devlet’i Osmanlı’ya kadar dikkatleri celp edip kulak kabartmamıza sebep olan yüzlerce örnekten sadece bazıları şöyledir:

Tarık bin Ziyad komutasındaki yaklaşık 700 kişilik ordu Cebeli Tarık Boğazı’nı geçtikten ve akilane bir üslupla Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakmasından sonra çok kısa bir sürede tüm Endülüs fethedilip Tulayı Tına’nın hazineleri Müslümanların eline geçmiştir. “Gemileri yakmak” deyimi bu savaştaki ya zafer ya şehadet anlayışından doğmuş olup Cebeli Tarık Boğaz’ı da adını bu savaştan almıştır.

Halifelerden Mutasım Billah Afyon civarında Rum valisi tarafından esir alınan bir kadını kurtarmak için 200 bin kişilik orduyu külfetini hiç düşünmeden seferber etmiş ve dört gün içerisinde esirleri esaretten kurtardığı gibi Anadolu’nun büyük bir yerini de fethetmiştir. “Müminlerin Halifesi Mutasım Billah’tan Rumların köpeğine…” şeklinde başlayan mektup bu sefere çıkılmadan yazılmış ve mektup yerine ulaşmadan İslâm ordusu amacına ulaşmıştır.

Bir asır civarı Haçlıların işgali altında kalan mübarek Mescid-i Aksa toprakları kendisine gülmeyi haram kılan büyük komutan Selahaddin Eyyubi tarafından işgalden kurtarılmıştır.

Öfkeyle Çin topraklarına ayak basmaya yemin eden Müslümanların komutanına Çin kralı tarafından bir çuval Çin toprağı gönderilip yeminini yerine getirsin ve öfkesi geçsin diye yalvarılmıştır.

Defalarca kez kuşatıldığı halde fethedilemeyen İstanbul, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizin övgüsüne mazhar olan Muhammed Han döneminde fethedilmiş ve Muhammed Han o günden sonra Fatih olarak anılmıştır. Gemileri yakmak deyiminin yanına bu fetihle birlikte gemileri karadan yürütmek de eklenmiştir.

İslâm ordusunun ve bu ordu mensubu bazı kişilerin tarihe düştükleri notlar böyle sürüp gitmektedir. Bu makalede bu zaferleri hatırlatmaktan ziyade Müslümanları diğer alanlarda olduğu gibi önde ve üstün kılan şeyin ne olduğunu irdelemek gerekiyor. Zira insan fiziki olarak yine aynı insan, gelişen vasıtalar da herkes lehine eşit gelişmektedir. Öyleyse bugün ki Müslümanların ordularını sadece bu şeref, izzet ve zaferlerden yoksun olmakla kalmanın ötesinde hezimet, geri kalış ve zayıf kılan unsur teknolojik gelişmişlik karşısında aciz kalış, fiziki değişim ya da düşman eksikliği değildir. Kâfirler dün olduğu gibi bugün de bizim ölülerimizi sevmekte, karakaşımıza değil kara altınımıza hayran olmakta ve ellerimizdeki tüm nimetleri almak için oburların leşe üşüştüğü gibi üzerimize üşüşmektedir. Suriye’de bulunan onca devlet, kurulan onca ittifak ve yapılan konferans üstüne konferans, toplantı üstüne toplantı bunun en büyük kanıtıdır.

İşte bu sorunun cevabı ilk İslâm ordusunun gücünü nereden aldığı anlaşıldığında bilinecektir. Orduları üstün kılan unsurlar her ne kadar iyi savaş planları,  silah, mühimmat ve donatı üstünlüğü, sayısal çokluk ve sürekli talim olsa da tüm bunlar birincil öncelikli unsurlar değildir. Orduları esas üstün kılan asli unsurlar fikrî liderlik ve bağrından orduları çıkaran toplumun inancıdır. Diğer unsurlar ordulara ancak geçici başarılar kazandırabilir. Başarıları devam ettirmenin ve fethedilen yerlerde ilelebet kalmanın yolu fethettiğiniz yerlerin halklarına taşıyacağınız bir mesaj, paradigma ve hayata bir bakış açısı kazandırmanızdır.

İslâm ordularının zaferlerini ebedileştiren işte buydu. Askeriyle, komutanıyla, yöneticisiyle, halkıyla birlikte hayata hep aynı zaviyeden bakıyorlar, ast üst ilişkileri sırf emir komuta zinciriyle değil, bununla birlikte fikrî liderlik çerçevesinde yürüyordu. Müslümanların halifesinde bulunan İslâm mesajını tüm dünyaya taşıma arzusu; komutan ve askerlerde, halk ve kitlelerde ve hatta iktidarla birlikte muhaliflerinde de bulunuyordu. Bu sahih liderlik öncülüğünde Müslümanlar cihadı bir ibadet olarak yapıyor, komutan ve liderler coğrafi zenginliği değil helal ve haramı ölçü alıyorlardı. Komutanların savaştan beklentisi fetih, mücahitlerinki şehadetti. Silah yoksa kazma, mermi yoksa süngü ve tırnaklarıyla savaşıyor, namuslar çiğnenmişse yaşamayı haram görüyor, kendi bekalarına ümmetin bekasını yeğliyorlardı. Onlar kaybetmesi olmayan, arkası gelmeyen ve Allah için öleni ölü saymayan bir yolda yürüyorlardı…

İşte elimizden o sahih liderliğimiz, Hilâfetimiz alınınca, hayata bakış açımız ifsat edilip ölçümüz değişince ve Batılıları dost görüp şaşırınca artık Müslümanların orduları hezimet üstüne hezimet yaşamış, ordular kışlalarda dururken çiğnenmedik namus, kutsal ve onur kalmamış, kılıçlar kınından hak için hiç çıkmamış, verilmedik toprak, satılmamış servet kalmamıştır. Müslümanların ordularıyla birlikte bölünmedik toprak, dağılmadık birlik kalmamıştır. Artık ordularımız vekâlet savaşı yürütür, kendi halkını düşman görür ve generallerimiz darbe hevesiyle yaşar oldu. Artık şehitlerimiz bile sahte; ya kâfirlerin elçilerini korurken ya Batılı yaşam tarzını ve heveslilerini beklerken ya da kardeş kardeşe kırdırılırken oluyor. İslâm terörizm, kokuşmuş Batı medeniyeti muasır medeniyet olarak anılıyor.

Müslümanların bölünmüş orduları Hilâfet’i kaybettiğimizden beri hiç kendi hesabına savaşmadı. Ya düzmece savaşlar yürütüldü halkları ikna etmek için ya da kâfirlerin icat ettiği terör örgütlerini bastırmakla meşgul edildi. Ya vekâleten gitti ordularımız binlerce kilometre ötelere ya da vekâleten kurtardı kendi topraklarımızı. Heyhat ki heyhat, bu satırlar edebi metinlermiş gibi görünse de hakikatin ta kendisi. İslâm ordularının 13 asırdaki başarıları nasıl ki ciltlerce kitap olursa işte öyle kitap olur ordularımızın sadece bir asırda yaşattığı hezimetler, aşağılanmalar ve boşa akıtılan kanlar. I. Dünya Savaşı’nda başladı Batı aşkının meyvesi hezimetler. Hicazdan mı başlayayım yoksa Kıbrıs başta olmak üzere adalardan mı, bölünerek kâfirlere terk edilen Sudan’ı mı zikredeyim yoksa kutsal Mescid-i Aksa topraklarının dünyanın her yerinden kovulmuş necis Yahudilere bağışlanmasını mı?

Sarıkamış’ta 70 bin askerimizi ölüme terk eden Enver Paşa’nın yaşattığı hezimetten öte, bir ihanet değil mi? Mustafa Kemal’in sağındaki ve solundaki diğer ordulara haber vermeden Hicaz topraklarından Adana’ya kadar çekilmesi kutsal topraklardan feragat edeceğinin habercisi değil miydi? Hilâfet’in yıkılmasına sebep olan bu ve benzeri ihanet, hezimet ve toprak bağışlamalardan sonra Hilâfet’in yıkılıp yerine Batı inancı cumhuriyetin ilan edilmesine karşı Müslümanların kıyamlarını bastırmakla görevlendirilmedi mi bu ordular? İlk bayan pilotumuz Batı kültürüyle yetiştirilip kendi halkını bombaladıktan sonra ismi havalimanlarına, hain paşaların adları cadde, sokak ve bulvarlara verilmedi mi? Sadece on yılda ismi Hans, Dewit ve Yorgo olmasa da Conilere hayran, Makyavelli zihniyetli ve cellâdına âşık subaylar yetiştirilmedi mi?

Ya II. Dünya Savaşı’nda savaşa girmeyen ordularımız, İngilizler için öşür adı altında zorla halktan mal toplayıp levazım görevi gördüler. İngiliz düşmanlığı ile büyütülen evlatlar İngilizlere hizmet ettirildi. Dün Çanakkale’de 200 bin şehit vererek geçit vermediğimiz kâfirlere üs ve liman oldu ordularımız. Jandarmamız gizli gizli Kur’an okumaya çalışanları ve Arapça ezan okuyanları tespit ve tevkif etmekle görevlendirildi.

Ruslardan korkuyoruz yalanıyla NATO’ya girebilmek için kâfir ABD adına Kore’ye ordularımızı gönderip vekâlet savaşı yürütüldü. Kâfirlerin kavgasına sokulan askerlerimiz şehit kavramıyla kandırıldı, ölürseniz şehit kalırsanız gazi denildi. Yüzlerce askerimizi ABD’nin kavgasında yitirdik.

Arap devletleri “İsrail” ile düzmece savaşlar yapıp orduları yenilgiye uğrattı, aşağıladı, Müslümanların gözünde “İsrail”i büyüttü. Tam altı devletin ordusunu birden yenen iki günlük kıytırık bir devletten bir süper güç çıkarttılar. Kâbe’yi korumak için kâfirlerden yardım istedi Suudi Arabistan, kâfir askerlerine kelime-i şehadet ettirildi Kâbe’ye girebilmesi için formalite icabı.

İngilizlerle birlikte içimizdeki hainler PKK’yı kurup bizi bize kırdırdı, meşgul etti ordularımızı, heder etti asker ve sivillerimizi. Ohaller, operasyonlar, pazarlıklar ve sınır ötesi Kandiller bombalandı yılarca. Askerlerimiz tuzaklarla, saldırılarla ve haince katledildi. Ateşler düşürüldü ana yüreklerine, baba ocaklarına. Halen dahi kâfirlerin kurduğu türlü terör örgütlerine kurban verilmekte evlatlarımız ve kahraman diye de teselli edilmekte ana babalarımız.

Bir başka vekâlet savaşını da Kıbrıs’ta yürüttük. Bu sefer topraklar kendi topraklarımızdı ama Kıbrıs’ı Türkiye’ye ilhak etmek için değil bilakis ABD ve İngiltere’nin rekabetini devam ettirebilecek bir pozisyonda vekâleten geri aldık topraklarımızı ya da geri alır gibi yaptık. Askerlerimiz burada da küfre hizmet ettirildi onların nüfuz bekçiliğini yaparak.

Irak Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirdi müttefiklerimiz, Afganistan’da kendilerini koruma görevi verdiler, boğazlarda olduğu gibi. Bugün yine bir vekâlet savaşı olarak Suriye’de yürütülen Fırat Kalkanı Halep düşsün diye tasarlandı. Mısır’da, Pakistan’da ve Yemen’de olduğu gibi tüm İslâm coğrafyasında ordular İslâmi kıyamları bastırmak için çıkartıldı kışlalarından, hep darbe talimatları aldılar efendilerinden. Bakın işte satırlar uzayıverdi ordularımızın hezimet ve utançlıklarını anlatırken. 

Bu ordular ne zaman Müslümanların kıyamına destek olmak, işgal edilen İslâm beldelerini kurtarmak ve akıtılan kan, çiğnen namus ve kutsalların intikamını almak için harekete geçecek? Kılıçlar kınından ne zaman hak için çıkacak? Cevap aslında basit kıymetli okuyucular, yukarıda iki unsurdan bahsetmiştim İslâm ordularını yenilmez kılan ve küfre karşı savaşan. İslâm ümmetinde İslâm inancı, askerlerimizde hâlâ şehadet özlemi ve tankların altına yatacak kadar cesaret olduğuna, ölüme yürüyerek değil koşarak gittiklerine göre eksik olan liderlik, fikrî liderliktir. Çünkü İslâm ümmeti I. Dünya Savaşı’ndan sonra inancını değil sahih liderlikleri olan Hilâfet’i kaybetti. 

Halkımızdaki bazı ifsat edilmiş ölçü, bakış açısı ve yaşam tarzı Batı kültürü kesildiğinde üç günde düzelecek ve İslâm’ın sinesine dönüş göz açıp kapamaktan daha hızlı olacaktır. Zira Allah’ın Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

صِنْفَانِ مِنْ النَّاسِ، إذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ ، وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ، العُلَمَاءُ وَالأُمَرَاء

“İki sınıf vardır ki onlar bozulduğunda halk da bozulur, düzeldiğinde halkta düzelir. O iki sınıf ulema (âlimler) ve umeradır (emîrler/liderler).”3

O yüzdendir ki ordularımız evvela kendi şeref ve onurunu sonra işgal edilen her bir İslâm beldesi, çiğnenen her bir namus ve dökülen her bir damla kanın hesabını sorabilmek için Hilâfet’e muhtaçtır. Bağrından Selahaddin Eyyubiler, Fatihler ve Abdulhamidler çıkaran bu ümmet inşaAllah ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin azametli ordularını da çıkartmaya muktedirdir; İslâm ordularının heybetinin yeniden görülmesi için Müslümanlar Hilâfet’e muhtaçtır!

1 - Tevbe Suresi 25-26

2 - Ali İmran 139

3 - Ebu Naim Hilye - Ahmed b. Hanbel


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz