ÜÇ “K” YA GÜVEN OLMAZSA DAVETÇİ OLUNMAZ!

Hakan Bolat

İslâm’ın gerçek anlamda toplumsal kalkınmayı gerçekleştirip akılları ikna eden, kalplere güven veren ve insanların fıtratına uygun olan dünya üzerinde tek ilahi ideoloji olma özelliğini tespit etmiştik. Her zaman yazılarımızda dar fikirlerin, düşük fikirlerin ve basit fikirlerin insanoğlunun kalkınmasında esas teşkil etmediğinin altını çizmişizdir. İslâm’ın insanoğluna sunduğu fikrî kalitenin yüksek seviyede olması, bizlere birçok konuyu tahlil ederken daha sağlıklı değerlendirmeler ve çıkarımlar yapmamıza yardımcı olmaktadır.

İman ettiğimiz hayat görüşümüz İslâm dini evrensel bir nizam olmakla beraber bu nizamın hayat sahasında var edilmesi için Müslümanlardan yapılması gereken ilk işin kitle oluşturmak olduğunu beyan etmektedir. Ve bu kitlenin sürecini üç aşamada; birincisi kültürlenme-daveti taşıyacak mensuplarının zihniyet ve nefsiyet gelişimi. İkincisi halk tabanı oluşturma yani kitlenin toplum ile kaynaşmasının sağlanması. Ve son olarak yönetimin-güç ehlinin ikna edilmesi ile otoritenin değiştirilme sürecinin oluşması talep edilmektedir.

Ki böylece Şâri’nin hitabında talep ettiği evrensel nizam, hayat sahasında var edilip geliştirilebilsin. Muhasebenin takibini sağlayacak ve yöneten yönetilen ilişkilerinin denetlenmesini sağlayacak, kalkınmanın metodu olan kitlesel çalışma toplumsal yaşamda işleyebilsin.

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Sizden, hayra davet eden, marufu emr eden münkerden nehyeden bir-birden fazla grup (kitle, parti) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[1]

İşte tam da bu süreçte yani insanın sorunlarına odaklanan (evrensel) nizamın hayat sahasında var edilme-kurulma aşamasında kitlenin karşılaşacağı üç güven imtihanı ortaya çıkmaktadır. Eğer bu üç hususta kitle güven mefhumunu oluşturabilirse o zaman onun ümmetle beraber ümmetin içerisinde hedefine hızla ulaştığına şahit olabilirsiniz.

Dikkat ederseniz, İslâm’ın hayat nizamı (Râşidî Hilâfet) karşısında yıkılmaya mahkûm olan bâtıl devletlerin kolluk güçleri ve medya organları aşağıda izahını vereceğim üç hususa yönelik güvenin sarsılması için sistematik olarak dezenformasyon stratejisi uygulamaktadır. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem güven konusuna her zaman ehemmiyet göstererek sahabesine sıklıkla: "Şeytan insan vücudunda dolaşan kan gibidir. Ben, sizin gönüllerinize şeytanın kötü bir şüphe atmasından korktum-korkarım"[2] diyerek izah ve nasihatler de bulunmuştur.

İşte bu tespiti yıkılmaya mahkûm bâtıl sistemler de bilir. Ve davetçinin hep bu zayıf karnına, üç noktaya kuvvetli vurur. Adeta şeytanın avenesi gibi kalbine kötü bir şüphe atar. Korku veya yeisler ile davetçiyi davasından uzaklaştırmaya çalışır. Evet, şeytan veya yıkılmaya mahkûm bâtıl devletler aavetçinin daveti taşımasına mani olmak için aşağıda sıraladığımız üç noktada kişinin güvenini sarsmaya çalışır.

1- Kişinin kendine olan güveni

2- Kişinin kitlesine olan güveni

3- Kişinin kavmine(topluma) olan güveni

Unutmayalım ki güven olgusu kapitalist toplumlarda kolay tesis edilecek bir husus da değildir. Tabii ki toplumsal kodları bozulmuş ve güvensizlik sisi üzerine çöken bir toplumda bunu sağlamak kolay olmayacaktır. Hele de kitlenin daveti taşıyacak kimseleri toplumun içerisinden çıkarmak zorunda olduğu hakikatinin yanında. Toplum içinde karamsarlık dehlizlerinde dolaşan bireylere davet vazifesini delege edip kitlesel kültür ile seçkin şahsiyetlere dönüştürmek ve kitlesel bir parça yapmak; her halde kızıl develere malik olma gibi zor bir iş gücü olsa gerek!

Bâtıl nizamların adamları ve şeytanın aveneleri de davetçinin kendisine, kitlesine ve kavmine(toplumuna) karşı kötü şüpheler oluşturup, bahsetmiş olduğumuz 3 K’ya güvenin oluşmasına mani olacaktır. Davet ameliyesinden vazgeçirmek için önce şahsına saldıracaktır. Ve ona “Bu işleri bırak senin etin budun ne ki insanları İslâm’a çağırıyorsun.”, “Sen önce kendini düzelt.” gibi telkinlerde bulunarak öz güvenini sarmaya çalışır. Baktı bunda başarılı olamıyor, bu sefer kitlesine olan güveni zedelemeye çalışır. “Sen samimi bir adamsın ama etrafındakiler senin gibi değiller.”, “Bu adamlar seni kullanıyorlar.”, “Bu kitlenin mesulleri ehil insanlar değil.” vb. telkinler ile kişinin kalbine şüphe tohumları ekmeye çalışırlar. Bu kimseler baktılar davetçinin kendisine ve kitlesine güveni sarsılmadı, bu sefer toplumu hedef alır. “Bu toplum düzelmez!”, “Baksana şunların haline her türlü pislik var.”, “Siz samimi Müslümanlarsınız fasit bir toplum için kendinize, ailelerinize yazık etmeyin”, “Şunların yaşayışlarına baksana toplumun çoğu kâfir olmuş.” telkinleri ile davetçinin yaptığı amellerin boşa gitmekte olduğu şüphesini oluşturur. 

Peki nasıl oluşacaktır belirtiğimiz üç hususa güven? Bu muazzam bir anlayış ve irade icat etmeyi gerektirir. Bu konu kitlenin aynı duygu ve fikre sahip olan fertlerinde bu güveni toplumda var edecek bir iradeye sahip olmaları ile alakalıdır. Bunun için davetçinin kendi kişisel kaygılarından sıyrılması gerekir. Kitlenin içerisinde var olma gayesini unutmaması gerekir. Toplumun fesadından kaçarak ve toplumdaki yaygın isyankârlığa yüz çevirip uzlete çekilmemesi gerekir. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavli kulağına küpe olmalıdır: “Hiç biriniz arzusu benim getirdiklerime uymadıkça iman etmiş olmaz.”[3]

Konunun ehemmiyetinin anlaşılması için kitlenin mensuplarında tecelli etmesi gereken bu üç hususun izahı gerekmektedir. Davetçi kendine, kitlesine ve kavmine(topluma) güveni içselleştirmelidir. Bu üç husus İslâm davetini taşıyan bir mü’min ve mü’mine de tecelli etmediği sürece kalkınmayı fikrî çalışma ile hedefleyen bir kitle içerisinde var olma emrini hiçbir zaman anlayamayacak, başaramayacaktır.

1- Kişinin kendine olan güveni; daveti taşıma şuuruna sahip bir mü’minde davet misyonunu gerçekleştirecek bir takım özellik ve yetilere sahip olmadığı halde kitlenin daveti taşıyacak kimseleri toplumun içerisinden çıkarmak zorunda olduğu bir hakikattir. İslâm hakkında, kitlesel çalışma hakkında ve siyasi olayları tahlil etme konusunda bir takım bilgi ve becerileri olmayabilir. Bu hal gelişmeye açık bir hal olduğu için kendine olan güvenini hiçbir zaman yitirmemesi gerekir. Muhakkak bir takım lüzumsuz kimseler (fasit sistemin adamları veya ahmaklar) karşısına çıkacaktır. Onu yaptığı bu mukaddes görevden alıkoymak isteyeceklerdir. Bu eksikliklerini karşısına çıkarıp onu ehil görmeyip bu görevi üstlenecek vasıfları taşımadığını. Davet ameliyesinden vazgeçmesi gerektiği vesvesesini iradesine üfleyip yeisse düşmesini sağlayacaktır. İlk başta kaldıramayacağı bir takım görevler üzerlerine tevdi etmeye çalışacaktır. Gücünü aşacak işleri görev edinmesini-yönlenmesini sağlamaya çalıştıracaktır ki yapamadığını kendisinin de görüp, omuzlarının düşmesini sağlayacaktır. Ayrıca davetin idari stresinin oluşturduğu vesvese ve yeis, görevi hakkı ile yapma duygusunu huzursuz edip, kişiyi davetinin sorumlu kıldığı görevleri dahi terk etmesine sürükleyebilir...

O zaman o kimsenin omuzları düşecek, kendini ve yaptığı işin mantıki orantısını kurmaya çalışacak ve buna layık olmadığını zannedip daveti taşıma ameliyesinden (görev ve sorumluluğundan) kendini geri tutacaktır. Ya da kendini pasifize edip yapabileceği işleri dahi yapamayacağına dair bir özgüven eksikliği hissedecektir. Kabiliyetlerini ortaya çıkarmanın yeri ve zamanının gelmediğini düşünecek, belki de kitlesel gücün arkasına sığınıp bir parazit gibi kitlenin işleyişinde aksamalara dahi sebep olabilecektir.

Daveti taşıyan kişi içten (kendi kuruntusu) veyahut dıştan gelebilecek imtihanlar karşısında kendine olan güvenini hiçbir zaman yitirmemelidir. Kırılmamalı, omuzlarını düşürmemelidir. Aksine bu gibi vesvese ve yeisler karşısında müsbet[4] bir davranış sergileyerek değişimin kendine nasıl etki ettiğini gösterebilmelidir. O zaman toplumda güven hissini oluşturacak iradeyi kendisinde oluşturabilir.

Kişinin kendine olan güvende dengeyi sağlaması için Rabbinin ona bildirdiği öğütleri aklından çıkarmaması gerekmektedir. Akidesi ile bağını hiç koparmaması gerekir. Aksi takdirde kendine güven kişide kibre ve ukalalığa dönüşüp iğreti bir görüntü de oluşturabilir. Bu dengenin gözetilmesi için şu hadiseye dikkatinizi çekmek isterim. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisi kutsîde şöyle buyurmaktadır: “Ben kulumun bana olan zannı kadar yanındayım.”[5]

Kulum beni nasıl tanırsa, düşünürse onunla öyle muamele görürüm kapsamında tefsir edebiliriz. Yani kulum beni nasıl düşünüyorsa, benden neler ümit ediyorsa, bana nasıl bir ümit bağlamışsa, onunla öyle muamele görürüm. Olaylardan etkilenen olmak yerine, olayları etkileyen olma gücünü ona veririm. Ya da aksi düşünce şekli ile olumsuz baktığında Allah Celle Celâlehû, o kişiye düşündüğü menfi değerlendirme ile olaylara yaklaşımının olumsuz olacağını ve menfi davranış[6] sergileyeceğini, karşılaştığı vesveselerde etkilenen olabileceğini bildirmektedir. “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” hitabı gereği yapacağımız hayırlı işlerde her zaman Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın destekleyici olduğunu, başarının %100’ünün O’na ait olduğu, gayret ettiğimiz takdirde O’nun sayesinde amaçladığımız işlerde muvaffak olabileceğimizi hiç unutmamız gerekiyor.

Kişinin kendine güvenini sağlaması için mutlaka menfi davranışlardan sakınmalıdır. Kişinin kendine olan güveni konusunun anlaşılması için bu kavram kilit kelimedir. Çünkü menfi davranışlar güvenlik duygusunu yitirmiş kırılgan kişiler oluşturmaktadır. Çoğu zaman başkalarının olumsuzluklarından etkilenirler. Yani başkalarının bir kaşık suda koparmış olduğu fırtınada rotalarını kaybeder boğulurlar. Hayatta bir şeyler edinme hususunda hep zorlanır ve gerilim yaşarlar. Çevrelerini kırıp döker ve hiçbir zaman başladıkları işi sonuçlandırmadan yarıda bırakırlar.

 Daveti taşıyan kişinin kendine olan güveni hiçbir zaman yitirmemesi için İslâm dininin kaynaklarında yeterli sayıda öncül bilgi mevcuttur. Konumuzun kastını oluşturacak, bizlere destekleyici olacak ve bu konuda tefekkür etmemizi sağlayacak kadar kısmını sizler ile paylaşmamız gerekir ise;

يَا بَنِيَّ اذْهَبُواْ فَتَحَسَّسُواْ مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez."[7]

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

 “O inananlar ki, başka insanlar tarafından ‘Bakın size karşı bir ordu toplanmış, onlardan korkun ve korunun’ denince bu söz onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diye cevap verdiler.”[8]

                                                                                                                                                     وَعلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُون

“İnananlar, sadece Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”[9]

                                                                                                                                                 فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ

“Sonra bir hareket şekline karar verince de, Allah’a güven.”[10]

                                                                                                                                                 وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ

“Kim Allah’a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter.”[11]

Ümmü Seleme RadiyAllahu Anhâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî SallAllahu Aleyhi ve Sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi:

“Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’a güveniyorum. Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan, kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına muhatap olmaktan sana sığınırım.”[12]

Kişinin kendisine olan güvenini oluşturan irade yukarıda belirtiğim gibi her zaman her bir görevde imtihandan geçmeye hazır olmalıdır. Kendisini bekleyen olası zorluklar için mücadele etmeye hazır olmalıdır. Yaşamış olduğu bütün olayları dakik bir şekilde akidesi ile irtibatlandırma becerisini geliştirmelidir. Sistemin adamlarının, ahmak kimselerin ve şeytanın avenelerinin kişinin kendine güvenini yitirmesi için yaptığı saldırılara müspet davranışlar sergileyerek göğüs gerebilir. İşte o zaman değişimi başlatan olmaya yatkın bir davetçi olma yolunda yürüyebilir. 

Mevcut eksikliklerinin farkında olup kendisine en acil ihtiyaçları sıralayıp planlamasını yapmalıdır. Bir an önce kendine güvenini yitirmesini sağlamaya çalışanların karşısına çıkıp toplumun değişiminde öncülük yapacak şahsiyetin kendisinde olduğunu göstermelidir.

لَا يَسْتَوِي أَصْحَابُ النَّارِ وَأَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ

“Cehennem ehliyle Cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, isteklerine erişenlerdir.”[13] Unutmamalıdır ki; davet ameliyesinden vazgeçirmek için önce şahsına saldırılacak ve ona türlü telkinlerde bulunarak özgüvenini sarsmaya çalışacaklar. Bu olumsuz telkinlere kanıp Rabbini unuttuğu takdirde menfi davranışlar sergiler. Zayıf ve güvenilir olmayan bir kimse haline gelir. Bu kimseler ise hiçbir zaman kitleleşmeye uygun şahıslar değildir.

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

(Yaptıkları işlerde) Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”[14]



[1] Âli İmran Suresi 104

[2] Buharî Sahih; Müslim Sahih ; Ebu Davud Sünen ; Tırmizî Sünen; İbn Mace  Sünen

[3] Beğavî Mesfibihu's-sünne; Hatib Tebrîz Mişkatu'l-mesabih; Nevevî Kırk Hadis

[4] Beklenen, olası bir zorluk için mücadele etmeye hazır olma. Olaylardan etkilenen olmak yerine, olayları etkileyen olmaya; değişiklik başlatan olmaya yatkınlık. Olumlu.

[5] Buhari Tevhid; Müslim Tevbe 

[6] Tepkisel davranış tarzı. Başkalarından olumsuz etkilenen, tek taraflı, bütüncül olmayan, davranış şekli.

[7] Yusuf Suresi 87

[8] Âli  İmrân Suresi 173

[9] İbrahim Suresi 11

[10] Âli İmrân Suresi 159

[11] Talâk Suresi 3

[12] Ebû Dâvûd, Edeb ; Tirmizî, Daavât; İbni Mâce, Duâ

[13] Haşr Suresi 20

[14] Haşr Suresi 19


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz