İslâm'ı
bir felsefe olarak kabul edip yola çıktığınız andan itibaren zımnen Demokrasiyi
de kabul etmiş olursunuz. İslâm felsefe değil, vahiydir. İslâm felsefe ile
tefsir edilemez. Felsefe, Müslümanlar dünyasına ait bir kelime değildir.
Felsefe, fasa fisodur. Felsefe, insan "ene"sinden kaynaklanan ve
henüz ispatlanmamış teoriler bütünüdür. İslâm, ispatlanmamış teorilerden
meydana gelmiş bir din değildir. İslâm, bütünüyle vahiy olup her yerde ve her
zaman tatbiki mümkün olan bir dindir. Asrımız Müslümanlarının en büyük
hastalıklarından birisi de, İslâm'ı hâkim müşrikî kültüre benzetmeleri ve hâkim
müşrikî kültür ile İslâm'ı tefsir etmeye kalkışmalarıdır. Demokrasi'nin kendisi
felsefedir. Demokrasi, gerçeğin olmadığı yerde gerçeğin bir mastürbasyonudur. Demokrasi, tamamen bir aldatma ve aldanma
macerasıdır.
İslâm;
Allah'ın hükmüne ve hâkimiyetine hürmet ve muhabbettir. Demokrasi ise; Allah'ın
hükmüne ve hâkimiyetine isyan ve tuğyandır. Allah'ın Rabliğine razı
olmayanların kendilerine yeni bir takım Rabler edinmeleridir.
İslâm;
Allah'ın hükmü ve hâkimiyeti fevkinde hüküm ve hâkimiyet tanımamak, Allah'ın
hükmü ve hâkimiyetinin fevkine çıkmak isteyen, çıkarılmak istenen bütün hüküm
ve hâkimiyet çeşitlerini bertaraf etmektir. Demokrasi ise; insanın hükmü ve
hâkimiyeti fevkinde hüküm ve hâkimiyet tanımamak, insanın hükmünü ve
hâkimiyetini Allah'ın hükmü ve hâkimiyetinin fevkine çıkarmak, yerine ve önüne
geçirmektir. Demokrasi; doğrudan doğruya İslâm'ın sahibi Allahû Teâlâ'ya, Allahû
Teâlâ'nın hükmüne ve hâkimiyetine karşı verilen bir savaştır. Bu savaşı Şeytan,
Kabil, Nemrud, Firavun, Karun, Haman başlattı. Demokrasi'de Şeytan'ın da,
Kabil'in de, Nemrud'un da, Firavun'un da, Karun'un da, Haman'ın da iradesi,
hükmü ve hâkimiyeti vardır. Demokrasi, şerlilerin şer odağıdır. Dünyadaki bütün
kötülüklerin de yumağıdır. Demokrasi, şirk tehlikesindendir. İmam-ı Serahsî Rahimetullahu
Aleyh der ki: "Kötülüğün kökü, Allahû Teâlâ'ya şirk koşmaktır. O,
bilgisizliğin ve inatçılığın son noktasıdır.
Çünkü onda hiçbir te'vile dayanmaksızın gerçeği inkâr etmek anlamı
vardır. Dolayısıyla her mü'min, gücü yettiğince insanları bundan alıkoymakla mükelleftir."[1]
Demokrasi,
Firavun'un kurumsallaşmış, sistemleşmiş halidir. Yani tarihteki Firavun'u
temsil eden muhtelif çağdaş firavunların irade beyanlarının bir neticesidir.
Demokrasi Yunanca bir kavram olmakla beraber bize Batı üzerinden Politika
kavramı ile birlikte gelmiştir. Demokrasi Yunanistan'a, Yunanistan Roma'ya,
Roma Mısır'a, Mısır da Firavun'a dayanır. Firavun, Mısır'da iktidar olunca kendi
iktidarını, saltanatını muhkem kılmak için ahaliyi, halkı fırkalara/partilere
böldü. Bir zümreye zulüm ederken diğer zümre henüz bana sıra gelmemiş
düşüncesiyle seyirci kalıyordu. Bunu Kur'ân-ı Kerim'den öğreniyoruz.
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا
يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءهُمْ وَيَسْتَحْيِي
نِسَاءهُمْ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
"Şüphe yok ki, Firavun
yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara
ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise
sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde
mustaz'af/ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım
ve onları varisler kılalım."[2]
Bu âyet-i
kerimelerin ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki; Demokratik-Laik ülkelerde
ortaya çıkmış bulunan politik partiler, Firavun'un şiaları/taraftarları
hükmündedirler. İslâm nasıl Allah'ın iradesine dayanan bir din ise, Demokrasi
de firavunlaşmış insan iradesine dayanan beşerî bir dindir. İslâm dininin
Allah'ın muradına göre anlaşılması ve yaşanması için nasıl İslâm dininin
çerçevesi dahilinde hak mezhepler teşekkül etmişse, aynen bunun gibi
Demokrasi'nin hayata hakim kılınması için Demokrasi'nin çerçevesi dahilinde
politik partiler ortaya çıkmıştır. İslâm dini ile idare olunmayı reddedip
Demokrasi dinine giren bir kişinin bu dinin mezheplerinden olan politik partilerden
bir parti edinmesi kaçınılmazdır. Bu, bir durum tespitidir.
Demokrasi;
elli bir kişinin kırk dokuz kişiye ilahlık etmesidir. Hakikate ölçü olmayan
sayılarla hakikati ölçmeye kalkışmaktır. Demokrasi; Allah'ın tespit ve tayin buyurduğu
hududu tanımama tuğyanıdır.
Hilafet’in
ilgasıyla genelde İslâm coğrafyasında özelde ise ülkemizde Müslümanlar denize
düşen insan misali kurtulmak için yılana sarılırcasına Demokrasi'ye sarıldı.
Yılana sarılanın akıbeti neyse, Demokrasiye sarılanların da akıbetleri odur.
Hilafet’i ilga eden yerel firavunlar küresel firavunların nezaretinde
Müslümanları Mankurtlaştırdılar. Mankurtlaşantırılan Müslümanlar iman ettikleri
Kur'ân'da "Şûra" prensibinin var olduğunu düşünemez oldular. Hatta
ülkemiz müstevli mürtedler tarafından Mankurtlaştırılmış olanlardan bazıları
Müslümanlık adına "Kur'ân'dan Şûra Sûresi yerine Demokrasi Sûresi
yazalım" deme cüretini bile gösterdiler. Haklarını ve hürriyetlerini
Demokrasi'de aradılar. Mısır gibi bir ülkenin Tahrir Meydanı’nda ülkenin Sisi
adındaki firavununa karşı direnen ülkesinin Musa'sı Müslüman Kardeşler’in elan
idam cezasına çarptırılan öncüsü Muhammed Mursi gafletle ve cehaletle "El
Hamdü Lillahi'l lezi evsalana ila Dimokratiyil Azîm" (Bizi Azîm Demokrasiye ulaştıran Allah'a hamd
olsun) diyordu. Muhammed Mursi'nin böyle söylemesinin sebebi; görüş beyan
etme haklarını ellerinden almış bir rejimin ve firavunun idaresinde uzun yıllar
esir kalması ve Demokrasiye idareciyi seçme ve seçtirme tekniği ve taktiği
gözüyle bakmasıydı. Muhammed Mursi bunun yanında Kur'ân'ı, ahkâm-ı şeriatı da
Mısır'a hakim kılacağını haykırıyordu. Demokrasi ile imtihan, sadece Mursi’nin,
hatta Mısır’daki İhvan hareke-tinin problemi değil, bütünüyle kendisini İslâm’a
nispet eden, ama Batı kültür emperyalizmi karşısında komplekse kapılmış,
psikolojik olarak kendisini mağlup ve ezik hisseden bütün Müslümanların
problemidir. Bu problem, ne yazık ki dünya Müslümanlarının gündemine şeytan
Amerika'nın ticaret kulelerini yerle bir eden 11 Eylül olaylarından, Türkiye
Müslümanlarının gündemine ise 28 Şubat postmodern darbesinden sonra yoğun
olarak girmiştir. Daha önceleri demokrasi ile olmaz, demokrasi ayrı bir
dindir diyenler, şimdilerde mal bulmuş mağribi gibi demokrasiye sarılmış,
anadan doğma demokrat olanlardan bile daha çok demokrasiyi savunur bir duruma
gelmişlerdir. Bunun sebebi günde kırk defa Fatiha Suresi’ni namazda
okumalarına rağmen Fatiha'nın içeriğinden, Fatiha şuurundan gafil
yaşamalarıdır. El Hamdülillah diyen bir kişi; Allah'ın her hükmüne razı
olduğunu, Allah'ın hükmünün ve hâkimiyetinin fevkinde, üstünde hüküm ve hâkimiyet
türü ve çeşidi tanımadığını ve asla tanımayacağını ilan etmektedir.
Demokrasiyi
İslâm'daki şûra prensibine benzeterek onu bir yönetim teknik ve taktiği olarak
takdim etmek gerçeklere aykırıdır. Hak ve hürriyet konusunda, idarecisini
istişare ile seçme ve seçtirme konusunda İslâm'ın şûra prensibinin zekâtı dahi
Demokrasi'de yoktur. Demokrasi'deki seçme ve seçilme hakkı, zindan hayatı
yaşamaya razı olan zindandaki mahkûmların kendilerini bekleyecek gardiyanları
seçme hakkından öte bir şey değildir. Demokrasi, bir yönetim teknik ve taktiği
değil, bir hayat tarzıdır, bir yaşama biçimidir. İslâm'daki şûra prensibi
Şeriatullah ile mukayyeddir. Şeriatullah'ın hududunu aşan ve taşan şûra olmaz.
İslâmî şûra'da "Allahû Teâlâ ne buyuruyorsa, Rasûlüllah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem ne diyorsa doğru odur. Allah'ın âyetini ve Rasûlü'nün sözünü
iptal edecek söz ve karar olmaz." İslâm'daki şûra prensibine
benzetilen Demokrasi, Şeriatullah'ın dışında kalmaktır. Çünkü Demokrasi; ferd,
aile, cemiyet ve devlet seviyesinde asla ve kat'a Şeriatullah ile mukayyed
kalmamaktır. Dolayısıyla ideolojik Demokrasi, Allah'a yedek ilahlar bulma
arayışıdır. Demokrasi'deki parlamento da,
sahte ilahların Allahû Teâlâ'nın Şari' sıfatını gasp etme girişiminin
bir organizasyonudur. Rabbimiz kıyamete kadar yaşayacak bütün kullarını
uyarıyor:
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن
بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ
الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"Yoksa Allah’ın izin vermediği
bir dini kendilerine şeriat yapacak/hukuk yapan, tutulacak yol kılan
ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü
olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu
bir azap vardır."[3]
Bu âyet-i
kerime'nin ışığında incelendiğinde Mekke cahiliyyesinde ismi konulmamış bir Demokrasi'nin
var olduğu teslim edilir. Mekke Şirk
Devleti’nde kırk yaşını doldurmuş kabile tağutları Darû'n Nedve'de
toplanıyorlardı. Kabile tağutları tarafından Daru'n Nedve'de çıkarılan ve
Mekke'de yaşayan insanların tamamına uygulanan kanunlar, "Bâtıl dinden
çıkarılan bir şeriat." olarak nitelendirilmiştir. İnsanların
hevâlarına dayanan her ideoloji, bâtıl bir şeriatı gündeme getirir. Demokrasi, Allah'ın şeriatına rağmen tağutlar
tarafından ortaya konulmuş bâtıl ve atıl bir şeriattır.
Dikkat
edilirse, bütün zamanların ve zeminlerin sorusu, Rabbimizin "Yoksa,
Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine şeriat yapacak/hukuk yapan,
tutulacak yol kılan ortakları mı var?" sorusudur. İşte
Demokrasi, Rabbimizin bu sualine evet demenin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Rabbimizin bu âyet-i kerîmesine göre Demokrasi, Allah'ın belirlediği hukuk
sistemini kabul etmeyerek zalim olan insanların bu dünyadaki Cehennem
çukurlarıdır. Çünkü âyet-i kerime'nin sonu Azab-ı Elîm ile bitiyor.
"Zalimler için yaşasın Cehennem!" haykırışı da buradan gelmektedir.
Allah'ın insanlar için meşru kılmadığı şeyleri meşru kılmak, ilahlık iddiasında
bulunmaktır. İnsanlara Rablik etmeye kalkışmaktır. Demokrasi, bir anlamda
müşrikliktir. Allah'ın insanlar için meşru kılmadığı şeyleri meşru kılmaktır.
Bu da doğrudan doğruya Allah'ın Şâri' sıfatını gasp etmektir. Şâri’ şeriat
koyucu demektir. İslâm terimi olarak şeriat, Allah’ın kulları için koymuş
olduğu dinî ve dünyevî hükümlerin hepsinin adıdır. Şerîat kelimesi din ile aynı
anlamda olup, hem ahkâm-ı asliyye denilen itikâdiyyâtı, hem de amelî, fer’î
hükümleri, yani ibadet, muamelât ve ahlâkî esasları kapsar. Şerîat, Peygamber
tarafından tebliğ edilmiş olan İlâhî kanun demektir. Bu kanunun belirleyicisi
ve gerçek sahibi olan Allah’a, Şâri’-i Mübîn, Şâri’-i Mutlak ve Şâri’-i Hakikî
denir. Şerîat’i Allah’tan aldığı gibi aynen, insanlara tebliğ eden Peygambere
de Şâri’ denir. Ama Peygamber için, Şâri’ kelimesi mecâzen kullanılır.
Peygamberimizin Şâri’ olması mutlak anlamda değildir. Peygamber, Allah’ın
vahyettiği emir ve yasakları, Allah’ın kullarına bildirir. Bildirdikleri
şeyler, vahiy ile olduğu için, O’nun, Allah’ın iradesi istikametinde şerîat
belirlemesi, aynen Kur’an hükümleri gibi bağlayıcıdır. Kur’an’da açıkça
geçmeyen pek çok hükümleri biz, Peygamberden öğreniriz. Kur’an ayetlerinin ne
anlamlar ifade ettiğini de yine onun Hadislerinden ve uygulamalı Sünneti’nden
öğrenmekteyiz. Bu nedenle Peygamberimize Şâri’-i Mecâzî denir. Şeriat,
Allah'tan gelmiş olan hüdâ'dır. Demokrasi ise insanın eseri ehvâ'dır. Yani
muhtelif hevâlardan meydana gelmiştir. Rabbimiz bizden ehvâya değil, gönderdiği
şeriata uymamızı istiyor.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا
تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
"Sonra da seni(Rasûlüm)
din/hayat işi konusunda bir şeriatın üzerinde görevli kıldık. Sen ona uy,
bilmeyenlerin ehvâ/heva ve heveslerine uyma."[4]
Bu âyet-i
kerime'den açıkça anlıyoruz ki, Allah'ın gönderdiği şeriatın dışındaki bütün
rejimler, hevâ rejimleridir. İnsanların hevâ ve heveslerine dayanan
Demokrasi'yi tercih edenlerin Allah'ın şeriatıyla bir alakaları kalmaz. Şeriat;
lügatte millet ve mezhep (gidilen yol) demektir. Su içmek isteyenlerin
gittikleri yola da "şeriat" denilir. Şar' (cadde) de buradan
gelmektedir. Çünkü maksada götüren yol odur. O halde şeriat, Allah'ın kullar
için din olarak teşrî' buyurduğu şeyler (hudud/sınırlar)dır. Şeriatin çoğulu
Şerai' gelir. "Dinde Şeriatler" ise Allah'ın kulları için açtığı
yollardır.[5]
Dolayısıyla Demokrasi, Allah ile bütün bağları ve bağlantıları
koparmaktır.
Demokrasi,
Şeytan'ın emrettiği fahşâ'dandır. Fahşa, Şeriatullah'ın hududu dışına
çıkmaktır. Rabbimiz buyuruyor:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً
وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ
وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
"Ey insanlar! Yeryüzündeki
şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytan’ın izinden yürümeyin. Çünkü
o sizin için apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve
Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder."[6]
Kendilerini Şeriatullah ile mukayyed görmeyen
insanların ve sistemlerin velisi Şeytan’dır. Bu nedenle diyoruz ki; Şeytan’ın
emrettiklerini yerine getirmeye çalışan her Demokratik sistem, bir fahişedir.
Fahişeden fuhuştan gayrisi beklenemez. Nitekim Demokratik-Laik ülkelerde fuhuş,
devletin gelir kaynaklarındandır. Günümüzde beyaz kadın ticareti
yapan çeteler ve genelevi patronları vardır. Tâgûtî iktidarlar "genelev
sistemini" benimsemişlerdir. Fahşânın ve fuhşun yayılması, Şeytan’ın
velâyetini kabul eden iktidarlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla
yeryüzünde fuhşun ve fahişeliğin son bulması için Demokrasi'nin behemehâl
Müslümanların iradesiyle tarihin çöplüğüne atılması şarttır.
Laikliğe
iman etmiş Demokrat sağcı ve solcu müşrikler, kâinat ve içindekiler için derler
ki; bunlar Allah’ın yarattığı varlıklardır; ama Allah bu konuda bize de bir
takım yetkiler vermiş, kendisinin işleri çok yoğun olduğundan dolayı bizim
işlerimizi, siyasal işlerimizi, ekonomik işlerimizi, beşerî işlerimizi, sosyal
işlerimizi bize bırakmıştır. İşte biz de bu işlerimizi kendi ilahlarımıza döndüreceğiz
diyerek, Allahû Teâlâ’ya ortaklar bulmaya çalışıyorlar.
Laikliğe
iman etmiş Demokrat sağcı ve solcu müşrikler diyorlar ki: Tamam göklerin, yerin
yaratıcısı olarak, yağmurun yağdırıcısı olarak, rüzgârların sahibi olarak
Allah’ı kabul ediyoruz; ama Allah, işte böyle büyük işlerin yanında, hayat
idaresi gibi ufak tefek işlere vakti olmadığı için bu işler bize bırakılmıştır.
Sonra da dönüp Allah’a diyorlar ki; ya Rabbi, bizim ilim ve bilim adamlarımız
var, ilmi işlerimizi biz onlarla halledeceğiz, senin de bilgin vardır ama,
neyse işte devir değişti, şimdi bizim bilim adamlarımız bu işleri daha iyi
hallediyorlar.
Ya Rabbi,
tamam, sen de şifa verensin; ama asrımızda bizim hekimlerimiz gerçekten çok ilerlediler,
şifa ilahlarımız var, hayat Rablerimiz var ve gerçekten bu işi çok iyi hallediyorlar,
anında işe müdahale ediyorlar, beceremediklerini de zaten birtakım sebeplere
bağlıyorlar, artık sen bu işe karışma, diyorlar. Ya Rabbi sen
mâlikü’l-mülksün, biliyoruz; ama, şu anda bizim geçici mâliklerimiz var, liderlerimiz
var, ekonomistlerimiz var, bunlar gerçekten bu işi iyi biliyorlar. Mallarımızı,
mülklerimizi başkalarına peşkeş çekmeyi bunlar gâyet iyi beceriyorlar. Bundan
dolayı bu işi de sen bırak, karışma bu pis işlere, biz keyfimize göre hareket
edelim. Bizim deneyimli hukukçularımız var artık, biz hukuk konusunda Âd
dönemini, Medyen dönemini, Firavunlar dönemini geri getirdik ve bu hukuk
konusunda da artık bu işin zirvesine vardık, senin kitabına da ihtiyacımız
kalmadı, zaten yıllar önce kitabının hükmü de bitmiştir, şimdi yeni kitaplar
edindik, bizim hukuk ilahlarımız da bu işi hallediyor diyerek Allah’a şerikler,
ortaklar bulmaya çalışıyorlar. Onlara bu imkânı sağlayan Demokrasidir.
Demokrasi, Yunanlı filozofların fasa fisolarının mecmudur. İbrahim Hakkı Erzurumî (Rh.a.) haykırıyor:
"Çü buldun Nur-u Kur'ân'ı, Ne
hacet İlm-i Yunan'ı!"[7]
Bu, Yunan
kültürüne meyledenlere, Yunan kültürünü dayatanlara karşı bir başkaldırı, bir
reddiyedir. Biz Müslüman'ız. Dinimiz İslâm, kitabımız Kur'ân'dır. İslâm'ın,
Kur'ân'ın eksiği fazlası yoktur. Dinimiz bize yeter, Demokrasiye gerek yoktur.
Genelde
İslâm coğrafyasında, özelde ise ülkemizde Hilafet’i ilga eden mürted ve harbi
müstevliler onun yerine Demokrasiyi hayatın merkezinde firavunî bir piramid
olarak inşa ettiler. Onlar bu firavunî piramidi korumak ve kollamakla
meşguldürler. Ama el- Hamdülillah deyip Allah'tan gelmiş olan şeriattan
gayrisine razı olmayan biz Müslümanlar ise, Demokrasi denilen bu firavunî
piramidi bütünüyle yerinden söküp tarihin çöplüğüne atmak istiyoruz, bunun için
çaba ve gayret gösteriyoruz. Müslüman olarak Demokrasi denilen firavunî
piramidin taşlarını -velev ki bir çakıl da olsa- yerinden oynatarak yıkmada bize yardımcı
olan, katkı sağlayan her Müslüman'ın çaba ve gayreti bizim için bir kazanımdır.
Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba’ etmekle mükellefiz. Sûre-i Yasin'de
zulme uğrayan, dara giren Allah elçilerinin yardımına gelen Sahib-i Yasin,
Allah'ın elçileri tarafından reddedilmemiştir.
İslâm'ın
sahibi Allah'tır. İslâm, Nur-u Kur'ân'dır. Demokrasi'nin sahibi ise
Firavun'dur. Demokrasi, İlm-i Yunan'dır. Her kim bilerek ve inanarak kabul
ederse Demokrasi adındaki İlm-i Yunan'ı, bilsin ve bilinsin ki o inkâr etmiştir
Nur-u Kur'ân'ı!
[1]
el- Mebsut (İmam-ı Serahsi) C: 10, Sh:
2, Mısır/ 1324
[2]
Kasas Sûresi 4-5
[3]
Şura Sûresi 21
[4]
Casiye Sûresi 18
[5]
el- Cami-u Li Ahkâmi'l Kur'ân (İmam
Kurtubî) C: 17, Sh: 163, Beyrut/ 1965
[6]
Bakara
Sûresi 168-169
[7]
Ma'rifetname
(İbrahim Hakkı Erzurumî ) Sh: 284, İst/ 1330
Yorumlar