1 Kasım
1928’de yapılan harf inkılabı değişen ve gelişen yeni dünya düzeninde
kaçınılmaz bir gereklilik mi, yoksa bir dayatma mıydı? Bu sorunun cevabını
bırakalım yaşayan tarihin bizzat kendisi versin. İnkılaplar 92 yıllık
Cumhuriyet tarihinin mahremiyeti hatta dokunulmazı olmalarına rağmen hayata
geçtiği günden bugüne tartışılmakta, devrimlere ilişkin lehte ve aleyhte olan
hararetli tartışmalar günümüzde de hala sürüp gitmektedir. Cumhuriyetin
ilanıyla Batı’dan esen inkılap rüzgârı siyasetten, orduya, eğitimden,
ekonomiye, hukuktan, kılık kıyafete, ölçü tartıdan, selamlaşmaya kadar hayatın
hemen hemen her alanında hissedilecekti. Bizatihi bu inkılaplarla bir toplumun
hayat anlayışı tepeden tırnağa sistematik bir cetvelle yeniden dizayn
edilecekti.
Avrupa merkezli
bu değişimin adına batılılaşma, modernleşme denilecek kötünün iyisiyle, eski
olanın yenisiyle değişimi esas alınacaktı. Objektif olarak bakıldığında bu
takas herkesin kabul edebileceği makul bir durumdu. Örneğin Osmanlı’da ağırlık
birimi olarak kullanılan ve standardı olmadığı söylenen okka yerine, dünyanın
her yerinde 1000 gr. olan bir kilogramı veya arşın yerine daha gelişmiş metreyi
kullanmak gibi. Hoş okka ya da arşın ıslah edilemez miydi yoksa gaye Batı’ya
her alanda entegrasyon muydu o da ayrı bir tartışma konusudur. Ancak değişimde
yaşanan bu makul durum Cumhuriyet’in ilanıyla bambaşka bir ivme kazanacaktı.
İnkılaplar 1925 kılık kıyafet ve 1928’deki harf devrimiyle gerçek yüzünü
gösterecekti. Adeta İslami değerlere savaş açan bu devrimlere ilk önce dönemin âlimleri
tepki gösterecek, canları pahasına bu değişime karşı duracaklardı. İşte bu
yüzden İslam âlemi devrimlere karşı kıyamın bedelini eşi görülmemiş yaman bir
çelişkiyle ödeyecekti. Bir milletin kalkınma yolunda en çok ihtiyaç duyacağı
beyin gücünü binlerce güzide âlim ve mütefekkiri devrimler uğruna kurban
edecekti. Buna gerekçe olarak da hayat dinamizmini kaybedip dünya siyasi
arenasından silinen Osmanlı ve temsil ettiği İslami değerlerin çağın gerisinde
kalması gösterilecekti.
Oysaki İslam
güneşi doğduğu miladi 6. asırdan bugüne insanoğlunun şahit olduğu en büyük
medeniyetlerin beşiği olmuş ve Müslüman tebaa hep dünyanın zirvesinde
olmuşlardı. Yadsınamaz bu mümtaz gerçek 16. Yy. başlarında değişmekte İslam âlemi
yerinde sayarken Batı medeniyeti hızla yükselmekteydi. Avrupalı tarihçiler Batı’da
yaşanan bu irtifanın ilham kaynağını 15. yy. Rönesans’ı ile başlatırlar. Bu
minvalde Avrupa yeni hayat anlayışını kilisenin zalim dogmalarının kurduğu
skolastik düzenden kurtulup özgürlükler üzerine kuruyordu. O dönem Avrupasında
hayat kilise papazlarının keyfî kanun koyma yetkisi ile din adına halkı
dımdızlak soymalarına olanak veriyordu. Yine aynı dönemde halk kilisenin lordlara
tanıdığı ilk gece “prima nocte” gibi insanlık dışı gayri ahlaki uygulamaları
yaşamaya mahkûm edilmişti. İşte bu yüzden Batı âlemi yaşamak istemediği
oligarşik düzene, Hıristiyan ritüellerine karşı toptan savaş açıyordu. Avrupa
milyonlarca cana mal olan kanlı savaşlar sonrası yaşadığı ortaçağ karanlığından
kurtulup siyasi istikrarını sağlamıştı.
Batı’da
yaşanan bu istikrar 18. yy. gelindiğinde yeni icatlar, fen ve müspet ilimlerde
ilerleme baş döndüren seviyelere ulaşmıştı. İslam medeniyetinin entelektüel
aydınları Avrupa’nın sanayi devrim rüzgârını yakalayıp yarışmak yerine, sanki
yerlerinde çakılı kalıp şaşkınlığa düşmüşlerdi. Daha sonraları bu şaşkınlık
yerini anlamsız bir hayranlığa, hatta minnete dönüşmüştü. İslam âlemi düne
kadar merhamet nazarıyla baktığı Hıristiyan Batı’ya artık saygı duymaya ilim ve
irfanın batmayacak güneşi gibi bakmaya başlamıştı. Hiç şüphesiz Batı İslam
medeniyeti karşısında yakaladığı bu psikolojik üstünlüğü taçlandırıp
perçinlemek istiyordu. Batı’nın bu asırlık projesi İslam topraklarında
milliyetçi entelektüel aydınlar eliyle ilk meyvelerini vermeye başlamıştı. Arap
alfabesinin reforma tâbi tutulmasını ilk dile getiren, son Osmanlı maarif
nazırlarından Münif Paşa idi. Münif Paşa 1862’de Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de
yaptığı konuşmada, Arap harflerinin Türkçe’nin grameri için yetersiz olduğunu,
bu yüzden Arap alfabesine yeni işaretler eklenmesini ve harflerin birbirinden
ayrı yazılmasını önermişti. 1913’lerde Balkan harbi sırasında ittihatçı Enver
paşa şuan kullandığımız Latin alfabesini, askere öğretmek suretiyle orduda kullanılmasını
emretmişti. O zamanlar Harbiye Nezareti’nde görevli subaylardan İsmet (İnönü),
Enver Paşa’ya “Paşam, yaptığınız büyük bir inkılaptır. Ancak memleketin genç
zabitleri ihtiyat subayı olarak bulunuyorlar ve keşiftedirler. Harfler öyle tek
tek yazılırsa keşif raporları çok gecikir. Oysa keşif raporlarının hemen
ulaşması lazımdır. Bu bakımdan bu büyük eserinizi zaferden sonra tatbik etmek
üzere şimdilik erteleseniz,” ön görüsünde bulunurken. Bir başka subay
Mustafa Kemal de “Peki, güzel! İyi bir niyet; fakat yarım iş, hem de
zamansız. Harp zamanı harf zamanı değildir. Harp olurken harfle oynamak sırası
mıdır? (…) Bu şimdiki şekil, hem yazmayı, hem okumayı, hem de anlamayı
dolayısıyla anlaşmayı eskisinden fazla geciktirir ve güçleştirir. Hız isteyen
bir zamanda böyle yavaşlatıcı, zihinleri yorup şaşırtıcı bir teşebbüse geçmenin
maddi, ameli ve milli ne faydası var?” Sonra da “Mademki başladın,
cesaret et şunu tam yap, medeni bir şekil alsın!” diyecekti. Lozan barış
görüşmeleri devam ederken 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde İzmir işçi delegesi
Ali Nazmi Latin alfabesinin kabul edilmesini önermişti. Kongre başkanı Kazım
Karabekir Paşa bu öneriye karşı çıkarak “Türk yazısı güçtür okunmaz
şeklindeki propagandanın aslında yüzyıllardır bizi kemirmek İslam âlemini
parçalamak isteyen Batı menşeli bir düşünce olduğunu savunmuştu.” Ardından
Karabekir paşa “Arap harflerinin İslam harfleri olduğunu ve Türk ırkına mal
olduğunu.” söyleyerek bu tartışmaya şimdilik son verecekti.
Yaşanan
bu süreçte zaman, Osmanlı aleyhine hızla ilerlemekte Batı’nın desteklediği
entelektüeller artık Osmanlı’nın ideolojisi olan İslam’ı bile sorgulamaktaydı.
Tarihsel süreç incelendiğinde bu sorgulamalar neticesinde Osmanlı İslam Devleti
önce I. ve II. Meşrutiyeti ardından Cumhuriyetle yaşanacak rejim değişikliğiyle
yok olup gidecekti. Sonuç olarak Cumhuriyetin Batılılaşma hamlesinin önemli
kilometre taşlarından olan Harf İnkılabının amacı, okuma ve yazmayı kolaylaştırıp
cehaleti ortadan kaldıracaktı! Ya da Müslüman Türk halkının geçmişi Osmanlı
İslam Hilafeti ile tarihsel bağını kopartacaktı!
Sahi, harf
inkılabı neden yapıldı!?
Yorumlar