Birleşmiş Milletler Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, BM Genel Kurulu’nun 2200 A (XXI) sayılı kararı
uyarınca 16/12/1966 tarihinde imzaya açılmıştır. Sözleşme, 35 ülkenin onay
belgelerini BM Genel Sekreteri’ne tevdi etmesi üzerine 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York'ta
imzalanan ve 4/6/2003 tarihli ve 4867 sayılı kanunla onaylanması uygun bulunan
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin onaylanması; Dışişleri Bakanlığı'nın
25/6/2003 tarihli ve AKGY/256127 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve
244 sayılı kanunun 3. maddesine göre, Bakanlar Kurulu'nca 10/7/2003 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Hatırlamakta fayda var,
dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN,
Dışişleri Bakanı Abdullah GÜL’dür. Gerekçenin ve Kanun Tasarısının altında
bunlarla birlikte şu isimlerin de kocaman kocaman imzaları bulunmaktadır.
A.ŞENER Devlet Bak. ve Başb.Yrd., M.A. ŞAHİN Devlet Bak.ve Başb.Yrd., B. ATALAY
Devlet Bakanı, A. BABACAN Devlet Bakanı, M. AYDIN Devlet Bakanı, G. AKŞİT
Devlet Bakanı, K. TÜZMEN Devlet Bakanı, C. ÇİÇEK Adalet Bakanı, M.V. GÖNÜL
Milli Savunma Bakanı, A. AKSU İçişleri Bakanı, E. MUMCU Maliye Bakanı V., H. ÇELİK
Milli Eğitim Bakanı, Z. ERGEZEN Bayındırlık ve İskan Bakanı, R. AKDAĞ Sağlık
Bakanı, B. YILDIRIM Ulaştırma Bakanı, S. GÜÇLÜ Tarım ve Köyişleri Bakanı, R. AKDAĞ
Çalışma ve Sos. Güv. Bakanı V., A. COŞKUN Sanayi ve Ticaret Bakanı, M.H. GÜLER
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, E. MUMCU Kültür ve Turizm Bakanı, O. PEPE
Çevre ve Orman Bakanı.
BM Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi, BM bünyesinde oluşturulan altı temel insan hakları sözleşmesinden
biridir. Diğerleri şunlardır: İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya
Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Her Türlü
Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Çocuk Haklarına
Dair Sözleşme ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi.
Bu sözleşmelere taraf olan
BM üyesi ülkeleri, tüm AB üyesi ülkeleri, AB adayı olan ülkeleri düşününce, bir
de altına imza attıkları bu sözleşmeler ile siyasetlerinin, tutumlarının,
erkeğe, kadına, çocuğa olan yaklaşımlarını düşünce ikiyüzlülük seviyelerinden dolayı
benim midem bulandı.
İddialarına göre, “İnsanlık
ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve
vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli
olduğunu dikkate alarak”, “Bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık
onurundan türediğini kabul ederek”, “İnsan Hakları Evrensel Bildirisine uygun
bir biçimde, korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür
insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel haklar ile birlikte kişisel ve
siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde
gerçekleştirilebileceğini kabul ederek”, “Birleşmiş Milletler Şartına göre
Devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini
sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate
alarak”, “İçinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan
bireylerin, bu Sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara
uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında
olarak” aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır.
Bu cümleler, insanlığı
ifsat etmeyi kendilerine görev bilen ama sorulduğunda ıslah çalışmalarının
başını çektiğini ilan eden ikiyüzlülerin süslü cümleleridir.
Üzerinde anlaştıkları
hükümlere baktığımızda ve gerçekte olan vakıayla kıyasladığımızda
zihinlerimizde konu daha iyi netleşecektir. 53 madde var. Ben bazılarına
değineceğim.
Madde 1- Halkların kendi kaderini tayin hakkı
Diyorlar ki: “Bütün
halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar
kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve
siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.”
Derim ki: “Ümmet, Hilafeti
istiyor. Diğer ümmetlerin üzerine şahitlik etmek istiyor. Siyasal statü olarak,
insanlığa liderlik etmek istiyor”. İşte bakın Suriye kıyamı. Siz ve avenelerinizin
çevirmediği dümen kalmadı.
Madde 2- Sözleşmenin iç hukuka uygulanması ve Ayrımcılık yasağı
Diyorlar ki: “Bu
Sözleşmeye Taraf her Devlet, bu Sözleşmede tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet,
dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet,
doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın,
kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün
bireyler için güvence altına almayı ve bu haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.”
Derim ki: “Mevcut
yasalarda Hizb-ut Tahrir üyelerinin cezalandırılmasını öngören hiçbir madde
olmadığı halde, yüzlerce insan, binlerce yıllık cezalara çarptırılmıştır.
500’den fazla kişi hakkında toplamda 1828 yıl ceza verilmiştir. 1960’lı
yıllarda Hizb-ut Tahrir üyelerine verilen ceza, yalnızca 6 ay hapis iken,
2000’li yılların sonunda yaklaşık 15 kat artarak 7,5 yıl olmuştur.”
İnsan hakları ihlalleri,
haksızlıklar ve mazlumiyetleri çalışma kapsamına alan Mazlum-Der’in hazırlamış
olduğu, özellikle son yıllarda kirli karalama kampanyalarına, yoğun gözaltı
operasyonlarına, tutuklamalara ve ağır yargılamalara maruz kalan Hizb-ut Tahrir
hakkında “Hizb-ut Tahrir Özelinde Terörle Mücadele Kanunu ve Bölge Ağır Ceza
Mahkemeleri Hakkında Araştırma Raporu” başlıklı raporu bilirsiniz. Raporun
araştırma sonrasında tespit ederek öne çıkardığı en önemli şey, Türkiye’de
devletin kendisine muhalif ve düşman gördüğü kim olursa olsun, onu yok etmek ve
sindirmek için kendi yasalarına aykırı başka bir Düşman Ceza Hukukunu
uygulamaya koyduğudur.
Madde 6- Yaşama Hakkı
Diyorlar ki: “Her insan
doğuştan yaşama hakkına sahiptir. Bu hak hukuk tarafından korunur. Hiç kimse
yaşama hakkından keyfi olarak yoksun bırakılamaz.”
Derim ki: “Siz bizimle
alay mı ediyorsunuz? Bu yaşam hakkı, sadece sizler için mi? Suriye’deki,
Afganistan’daki, Irak’taki, Myanmar’daki, Keşmir’deki, hayır hayır, tek tek
saymayacağım, tüm İslami beldelerdeki, hatta tüm dünyadaki Müslümanlar için,
hatta diğer tüm insanlar için yok mu? Size daha fazla oksijen kalsın
istediğiniz için mi onları katlediyorsunuz?”
Madde 7- İşkence yasağı
Diyorlar ki: “Hiç kimse
işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya
maruz bırakılamaz. Ayrıca hiç kimse, serbest iradesi olmadan tıbbi veya
bilimsel bir deneye tabi tutulamaz.”
Derim ki: “Müslümanlara
yaptığınız işkence, zulüm, işgal, hapsetme, tecavüzler arzı titretiyor. Ayrıca,
tarihte insanlar üzerinde ne gibi deneyler yaptığınızı ve şu anda da silah
denemesi yaptığınız yerleri iyi biliyoruz.”
Madde 8- Kölelik Yasağı
Diyorlar ki: “Hiç kimse
köle olarak tutulamaz; her türlü kölelik ve köle ticareti yasaktır.”
Derim ki: “En başta siz
yöneticiler zaten kapitalist sistemin kulu, kölesi olmuşsunuz. Sizleri, yalnız
Allah’a kulluğa davet ediyorum.” “Kapitalist sistemin, iş dünyasında insanları
nasıl, eski gerçek anlamıyla kölelerden de kötü şartlarda çalıştırdığını
anlatmaya bile gerek yok, zaten biliyorsunuz.”
Madde 14- Adil yargılanma hakkı
Diyorlar ki: “Herkes
mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşittir. Herkes, hakkındaki bir suç
isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara
bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri
tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahiptir.” Ayrıca diyorlar
ki: “Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçluluğu
kanıtlanıncaya kadar masum sayılma hakkına sahiptir.”
Sayın Mahmut Kar’ın daha
önce kaleme aldığı makalesinden alıntı yaparak derim ki: “Hizb-ut Tahrir’in
Türkiye’de 54 yıllık İslâmî faaliyeti var. 54 yıllık çalışmada Hizb-ut Tahrir
üyelerine yönelik hukuksuzluk hiç durmadı. Aksine sözüm ona demokratik
reformlarla sükse yapan İslâmcı partiler döneminde cezalar artırılarak
uygulamaya konuldu. O günden bugüne 500’den fazla kişi hakkında toplamda 1828
yıllık dudak uçuklatan cezalar verildi. Bugün şu anda Yargıtay 9. Ceza
Dairesi’nde onama bekleyen 900 yıl ceza var. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu
dosyaları onarsa yüzlerce Müslüman zindanlara konacak.
Peki, suçumuz nedir?
Hizb-ut Tahrir’e üye veya yönetici olmak veya Hizb-ut Tahrir’in propagandasını
yapmak. Suç delili ne peki? Açık bir ifade ile Hizb-ut Tahrir’e üyeliği ikrar
etmek. İlginç değil mi? Şaşırdınız. Hizb-ut Tahrir üyelerinin avukatlarının da
ilk duyduklarında şaşırdıkları gibi… Hâlbuki Müslümanlar bu sistemde hep inkâr
etmeye alıştırılmışlar. Buna da kâfirin silahıyla silahlanmak kulpunu takmışlar.
Ama Hizb-ut Tahrir üyeleri bu alışkanlığa uymuyor ve açıkça çalıştıkları
partiye üyeliklerini ibraz ediyorlar. Elhamdulillah bu ne kadar güzel ve ne
kadar onurlu bir duruştur.
Tamam da Hizb-ut Tahrir’e
üye olmak suç mu, diyeceksiniz. Evet, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hizb-ut Tahrir’i
Türkiye kanunlarına göre terör örgütü sayıyor. Türkiye’de terör yasası, bir
yapılanmanın terör örgütü olması için “Cebir-Şiddet” yani silah kullanmasını
şart koşuyor. Ama Hizb-ut Tahrir değil silah kullanmak, silah kullanmadığı gibi
onu yani silahlı mücadele yöntemini metodoloji olarak reddediyor. Peki, daha
hâlâ niçin bu ağır cezalar Hizb-ut Tahrir’e veriliyor? Çünkü Özel Yetkili
Mahkemeler (Ağır Ceza Mahkemeleri) ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hizb-ut Tahrir
hakkında iki “önemli” içtihadi karar almış.
Birinci karar Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesine ait: “…Bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde
bulunmamış ve amacında şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, Türkiye
Cumhuriyeti’nin anayasal rejiminin yıkılması ve yerine şeriat esaslarına dayalı
bir devlet kurulması amaçlandığına göre bu amaç zaten kendi içerisinde şiddeti
öngörmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti rejiminin demokratik yollar ile halkın
desteğini ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün değildir. Bunun için
mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir örgütü 3713
sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamında bir terör örgütü kabul edilmiştir”
19/04/2004
Hilâfet’i binlerce âlim ve
Müslüman’ı darağaçlarında sallandırarak yıkan rejim, bu halkın cumhuriyete
sahip çıkacağını ve kendi iradesiyle şeriat esaslarına göre bir devlet
istemeyeceğini söylüyor. Onun için de Hizb-ut Tahrir’in mecburen şiddete
başvuracağını öngörüyor. Sormak lazım bu rejimin sahiplerine, siz bu laik
devleti kurarken halkın istek ve iradesine mi başvurdunuz? Öyle ise İstiklâl
mahkemelerini niçin kurudunuz? Bu halk sizin laik devletinizi istemedi ama
İslâmî esaslara göre kurulacak İslâmî bir devleti her zaman ve mekânda kendi
hür iradesi ile ister ve isteyecektir. Çünkü bu halk Müslümandır ve laiklik
İslâm’ın fıtratına uymaz.
Gelelim Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin aldığı ikinci karara: “Râşidî Hilâfet Devleti’nin ihdasından sonra,
Hıristiyan devletleri cihat yolu ile kurulan Hilâfet Devleti’ne dâhil etmek
amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla, yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün
ONANMASI talep ve dosya tebliğ olunur.” 24/04/2008
Burada ise mahkemenin
verdiği cezaya itiraz eden savcının itirazı reddediliyor ve gerekçe olarak da
Râşidî Hilâfet Devleti kurulduğunda Hıristiyan devletlere cihat ilan
edileceğinden silaha başvuracaklar ifadesi zikrediliyor. Gelecek hakkında hüküm
vermek buna denir. Sonra nasıl bir tezat içinde olduklarının farkında bile
değiller. Hiç silahı olmayan devlet olur mu? Yani Hilâfet Devleti’nin
silahından dolayı Hizb-ut Tahrir üyelerine yüzlerce yıl ceza veriliyorsa, bu
mahkeme Türkiye Devleti’nin yöneticilerini ve dahi tüm demokratik siyasi
partilerin üyelerini cezalandırması lazım. Çünkü onlar bu devlette iktidar
olmak istiyorlar. İktidar olunca da devletin silahlı güçleri onlara bağlı olacak.
Öyle değil mi?”
Makalemin bundan sonrasında sözleşmenin maddelerine kısa kısa
eleştiriler getireceğim.
Madde 15- Kanunsuz ceza olmaz ilkesi
Diyorlar ki: “Hiç kimse,
işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil
veya ihmalden ötürü suçlu bulunamaz.”
Derim ki: “Sisteminizi
korumak söz konusu olduğu zaman kanunlarınızda olmasa dahi içtihatlarınızla
Müslümanları suçlu ilan ediyorsunuz.”
Madde 17- Mahremiyet hakkı
Diyorlar ki: “Hiç kimsenin
özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı
olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz
bırakılamaz.”
Derim ki: “Müslümanları
takip ediyorsunuz, terörist gibi davranıp sabahın erken saatlerinde evlerine
baskın yapıyorsunuz, eşlerine-çocuklarına, kısaca ev halkına yaşamamaları
gereken hissiyatları yaşatıyorsunuz, teknik takipler yapıyorsunuz,
telefonlarını dinliyorsunuz.”
Madde 18- Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
Diyorlar ki: “Herkes
düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir.”
Madde 19- İfade özgürlüğü
Diyorlar ki: “Herkesin,
bir müdahale ile karşılaşmaksızın fikirlere sahip olma hakkı vardır. Herkes
ifade özgürlüğü hakkına sahiptir.”
18 ve 19. maddeler için derim
ki: “Sizin düşünce ve ifade özgürlüğünüz, eşcinseller için, din düşmanları
için, ümmeti parçalayıp bölmeyi hedefleyen hainler için; yoksa kendinize düşman
gördüğünüz Allah’ın hükümlerini isteyen Müslümanlar için değil”.
Din özgürlüğü konusunda da
derim ki: “Bu özgürlüğünüz din değiştirenler için, dinini yaşamamayı bir tercih
olarak görenler için, gayri Müslimlere yaranmanız için; yoksa zaten Müslüman
için hükümler belli, sizden gelecek bir özgürlüğe ihtiyacımız yok. İslam’da
dinden dönenin hükmü belli.”
Madde 23- Ailenin korunması
Diyorlar ki: “Aile
toplumun doğal ve esaslı bir birimidir ve aile, toplum ve Devlet tarafından
korunma hakkına sahiptir.”
Derim ki: “Heyhat! Aileyi
korumak size kaldıysa artık aile kavramı bitmiştir. Aile yapısını, kadını,
erkeği, yaşlıyı, genci, çoluğu-çocuğu bozmayı gaye edinmiş sizler mi aileye
değer veriyorsunuz. Fuhşiyatı arşa çıkaran, vergi aldığınız için genelevleri
bir hizmet tesisi gören sizler mi temiz nesilller yetişmesini istiyorsunuz?
Gülünç olmayın.”
Madde 47- Doğal zenginlikleri ve kaynakları kullanma önceliği
Diyorlar ki: “Bu
Sözleşmedeki herhangi bir hüküm, halkların kendi doğal zenginliklerini ve
kaynaklarını tam olarak ve serbestçe kullanma ve yararlanma haklarını
zayıflatacak bir biçimde yorumlanamaz.”
Derim ki: “Ümmetin doğal
zenginliklerini, kaynaklarını ne zaman ümmete bıraktınız ki? Kaynakları
sömürmek, halkları köleleştirmek için işgaller yapmıyor musunuz? Demokrasi ve
özgürlükleri yaygınlaştırma gayretinizin amacı bu değil mi? Borçlandırdığınız
ülkeleri iliklerine kadar tüketmiyor musunuz? Yıkım ve savaş için harcanan
kaynaklar, aslında dünya üzerindeki tüm
insani ihtiyaçları rahat rahat karşılamaz mı?”
Öyle ise;
Bırakın ikiyüzlülüğü, biz
zaten siz de bir tane yüz görüyoruz o da bizzat sizde küfrün yüzü, avenelerinizde
ise münafıklığın yüzüdür.
İnsanlık hayatının, muhteşem bir değişimin eşiğinde olduğunu
artık tüm gözler görüyor, tüm kulaklar işitiyor. Şu anda beklediğimiz ve
çalıştığımız, esaslı en köklü değişim. Mevcut iktidarlar, sermaye sahipleri,
dünyayı ellerinde çekip çevirmeye devam etmek isteyenler, gücü ellerinde tutmak
için ellerinden geleni yapacaktır. Orduları,
basın-yayın organları, yalanları ve kullanmaları gereken her şeyi
güçlerini korumak için kullanacaklardır.
Biz ne yapalım?
- Başımızdaki yöneticiler
eliyle bu sözleşme ve benzerlerine taraf olunduğunu, üzerimizdeki küfür
kanunlarının küfür olduğunu, düşmanlarımızı anlayalım, kâfirden yardım
gelmeyeceğini anlayalım,
- Rabbimizin gönderdiği
şeriatı doğru anlayalım
- Müslümanların içinde bulunduğu durumu doğru
anlayalım
- Bu sıkıntıdan nasıl kurtulacağımızın
İslami çözümünü, İslami hayatı başlatmamız gerektiğini, yönetim biçimimizin
ancak Hilafet olduğunu doğru anlayalım
- Bu İslami çözüme,
ölüm-kalım meselesi nazarıyla bakıp sarılmamız gerektiğini anlayalım
- Bâtılın karşısında
hakkın mücadelesini verirken, Allah’ın vaadlerini, Rasul’ün müjdelerini
anlayalım
- Allah’tan yardım
gelinceye kadar kâfirlerle, onların bâtıl sistemleri ve fikirleriyle durmadan,
yılmadan mücadele etmemiz gerektiğini anlayalım.
وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
“Seveceğiniz bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih.
Müminleri müjdele.” [Saff Suresi 13]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış