Hilafetin yıkılmasından sonra
İslam ümmeti parçalara ayrılmış ve insan aklına dahi gelmeyecek her türlü
zulümlere maruz kalmıştır. Özellikle son yıllarda yaşanan zulümler dikkat
çekici şekilde artmıştır. Bugün birçok beldede, özellikle Suriye ve Mısır’da canlı
yayınlarda tüm dünyanın izlediği katliamlar İslam ümmetinin içinde bulunduğu
rejimleri ve bu rejimlerin kime hizmet ettiklerini bir kez daha göstermiştir.
Bu katliamlara birçok ilde farklı
kesimlerden protesto eylemleri, basın açıklamaları yapıldı. İstanbul Fatih
camisinde ve Ankara Kocatepe camisindeki Köklü değişim dergisi olarak
yaptığımız basın açıklamaları ve açtığımız pankartlarımız demokrasi ve Hilafet
tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Laik, liberal, demokrat köşe yazarlarının
bu konudaki tepkileri, köhne demokrasiyi savunmak için İslam’a ve yönetim şekli
olan Hilafete saldırmaları acizliklerini ve ne kadar zor durumda olduklarını
göstermiş oldu. Tabi bunu yaparken düşünce özgürlüğü, fikir hürriyeti var,
herkes düşüncelerini, eleştirilerini yapabilir derken demokrasiyi eleştirmemize
o kadar kızmış olmalılar ki, onlarca yazı kaleme aldılar. Bizi hem üzen hem de
düşündüren konu ise demokrasi ve Hilafet tartışmalarının yaşandığı bu günlerde
Müslümanların sitelerinde, köşe yazılarında, açıklamalarında bu konuyu gündeme
taşımamaları veya taşıyanlarında bir kısmının demokrasiyi savunma çabaları
oldu. Robert Fiks “Müslümanlar artık
sandığa inanmazlar ve Mısır’da ölen demokrasidir” açıklamalarını bizim
İslamcılar duymamış olacak ki, hala demokrasiyi kendi dünyalarında savunma
çabasındalar. Bu olsa olsa kraldan çok kralcı olmaktır her halde.
Şu açık bir gerçektir ki, bu
katliamların asıl müsebbibi kâfir devletlerdir. Amerikan yanlısı Mısır
rejiminin payandaları, bulunmaz Hint kumaşı olan rejimin ha çöktü ha çökmek
üzere olduğuna kani olmalarının üzerine şahit olduğumuz kıyım planını devreye
koydular. Amerika için asıl olan kapitalist nizamların devamı olduğu için
katliamın onlar için çok da önemi yoktu. Bu yüzden yüzlerce hatta binler veya
yüzbinlerce insan öldürülse de rejimleri yaşamalıdır. Peki, rejimleri nasıl
yaşayacak? Nasıl ayakta duracak? Tabi ki her derde deva demokrasi ile!
Esasında Batının islam ile
mücadele tarihi oldukça geçmişe dayanır. Osmanlı Hilafetinin yıkılışıyla
birlikte bu mücadelede üstünlük Batı tarafına geçmiş ve batı kendilerince
“hak”kı da arkalarına alarak sömürgeleştirme planlarını devreye sokmuşlardır.
Batının Müslüman halklara bakışını en güzel şekilde sanırım Asaf Hüseyin
özetlemiştir. O, Batının İslamla Kavgası adlı kitabında şöyle diyordu: “Sömürge alanları genişlerken, bütünüyle
yeni bir sömürgeciler türü ortaya çıkmıştı; bunlar kendilerini Batılı olmayan
uluslardan üstün görüyor ve yaptıkları işin uygarlaştırıcı bir görev olduğuna
inanıyorlardı. Sömürgeleştirilen insanların bakış açılarını anlamak
istemiyorlar, fakat Batı kültürünü ve değerlerini, Batılı olmayan ülkelerin
sosyo-politik sistemlerine empoze etmeye yönelik planlarla meşgul olmayı tercih
ediyorlardı.”
Asaf Hüseyin’inde belirttiği gibi
Batılı sömürgecilerin derdi Batı kültürünü ve değerlerini Müslüman halkların
politik sistemlerine empoze etmektir. Bunun adına da hepimizin bildiği gibi
demokrasi denilmektedir.
Demokrasi küfürdür ve gayri
islami bir yönetim tarzıdır. Nitekim bu konu hakkında Köklü Değişim Dergisinde
bir çok makale yayınlanmıştır. Dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Uğurlu
Hocamızın yazdığı Demokrasiye Eleştiri adlı kitaba müracaat etmek onun gayri
islami bir nizam olduğunu apaçık görebilmek için yeterli olacaktır. Bu nedenle
burada uzun uzadıya demokrasinin islamdan olup olmadığını tartışmaya luzüm
yoktur. Bununla birlikte bugünlerde oldukça çok dillendirilen bir meseleyi ele
almak demokrasi üzerindeki tartışmaları açığa kavuşturmak için kaçınılmazdır.
Demokrasi üzerine yapılan
tartışmaları izleyenler tarafların üç kesime ayrıldıklarını görecektir. Birinci
kesim demokrasiyi gerçek anlamda yani yönetimin ve kanun koyma yetkisinin
insana ait olduğu bir sistem olarak ele alıp bunu savunanlar. İkinci kesim
demokrasinin hüküm koymayı insana has kılmasından dolayı onu kabul etmeyip
sadece seçimler olarak ele alanlar ve bizimde içinde dahil olduğumuz onu küfür
kabul edip toptan bir şekilde ret edenler.
Bu sınıflamada bizi en azından bu
yazıda ilgilendiren kısım demokrasiyi garip bir şekilde seçimlerle
özdeşleştiren kesimdir. Zira bu kesimin yaptığı demokrasi tarifiyle Müslüman
halkların kafası karışmakta ve bilmeden ve istemeden de olsa batılı
kabullenmekte, batıla davet etmektedir.
Peşinen söyleyelim ki demokrasi
bir vakıayı tarif etmek için konulmuş bir isimlendirmedir. Nedir bu vakıa nedir
derseniz onu şu şekilde özetlemek mümkündür:
Halkın kendi hayatı hakkında
karar verme yetkisinin halka devridir. Yani ilahi otorite onun hayatına
karışmayacak; o kendi istediği şekilde hayatını tanzim edecektir. Dilediğini
yasaklayacak dilediğini serbest bırakacaktır. Hersek doğmuş olma hakkından
ortaya çıkan özgürlüklere sahiptir ve yönetimlerin varlığı bu özgürlükleri
korumaktan öte bir şey değildir.
Batı’da demokrasi denildiğinde
insanın aklına yukarıda tasvir ettiğimiz vakıa gelmektedir. Batı ülkelerinde
doğmuş hiç kimse demokrasiden seçimlere katılmak ve istediğine oy vermek olarak
algılamaz. Bu anlayış Müslümanların yaşadığı beldelere has bir şeydir. Zira
Müslümanlar Allah’tan başka hüküm koyucuyu asla kabul etmezler ya da en azıdan
önceden etmezlerdi. Halböyle iken islama
zıt bir olguyu Müslümanlara kabul ettirmek imkansızdır. İşte bu gerçeklik
karşısında demokrasinin kendisi sona saklanıp ismi Müslümanlara
kabullendirilmek istenmiştir. Demokrasi eşittir seçim söyleminin kaynağı da
bundan başkası değildir. sonra akıllı bir adam soramaz mı demokrasi eşittir
seçim ise niçin seçim demiyoruz da buna demokrasi diyoruz diye. Şayet seçim
demokrasiyle aynı anlamı taşımış olmuş olsa idi seçimle işbaşına gelen her yönetime
“demokratik yönetim” denilmesi gerekmez miydi? Oysa öyle olmadığını
görmekteyiz. Seçimlerle işbaşına gelen bir çok iktidarın diktatörlükle ya da
şeriatla yönetildiği söylenip bu iktidarlar demokrasi çemberine alınmamaktadır.
Hemen yanı başımızdaki İran buna en güzel örnektir. İran’da yöneticiler seçimle
işbaşına gelmektedir. Bir çok demokratik ülkede olduğu gibi seçilme şartları
belirlenmekte sonra bu şartlara uygun olan ve başvuru yapanlar arasında seçim
yapılmaktadır. Seçimle işbaşına gelenler ise İran anayasasına uygun bir şekilde
halkın yönetim işini üstlenmektedir. Tüm bunlara rağmen İran anayasasında bir
takım şeri ölçüler bulunduğundan ötürü İran demokratik bir ülke olarak kabul
edilmemektedir. Demek ki bazı Müslümanların öne sürdüğü gibi demokrasi seçimden
ibaret değilmiş.
Peki nasıl oluyor da demokrasi
ile seçimler birbiriyle özdeşleştirilerek biz demokrasiden halkın kendi
yöneticilerini seçmesini anlıyoruz deniliyor. Yukarıda da kısaca değindiğimiz
üzere öncelikle demokrasi lafzen kullanılarak Müslümanlarla arasındaki uzak
mesafe yakınlaştırılmaya gayret edilmektedir. Dikkat edilirse demokrasinin
seçimden ibaret olduğunu iddia edenlerin ana eksenini demokratik sisteme
entegre olarak varlığını devam ettirme gayreti içerisinde olanlar tarafından
dillendirilmektedir. Bu kesimler ilk önce demokrasinin eşşek gibi üzerine binip
gideceğin yere seni ulaştıracak bir vasıtadan ibaret olduğunu, sonra
demokrasinin halkın yöneticilerini kendi hür iradesiyle seçmek olduğunu, sonra
da demokrasinin İslamdan olduğunu söylerler.
Nitekim Türkiye’de “partileşme”
sürecini başlatan Milli Nizam Partisinin kuruluş bildirisinde şöyle
geçmektedir:
Aziz
Milletimiz; Bugün, daima Hak'ka bağlılıkta, Hak'kı tutmakta, iyiyi
destekleyici, kötüyü men edici hüviyetiyle insanlık tarihinin en ulvi mahreki
üzerinde yürüyen Büyük Milletimizin çeşitli tesirlerle kendi yolundan
saptırılması gayretlerinin hüküm sürdüğü oldukça uzun bir devreden sonra
yeniden ulvi ve şanlı tarihi yörüngesi üzerine oturtulması için füzelerin
ateşlendiği gündür. Milli Nizam Partisi; Milletimizi karışık ve karanlık
devrelerden sonra aydınlığa götürecek, onu parlak tarihi yörüngesi üzerine
yeniden oturtmak için ateşlenen güçlü füzedir. Bugün bu füzenin ateşlendiği
gündür. Bugün bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı olsun. Ey
daima Hak'kı tutmak, iyiyi sağlamak ve kötüyü men etmek yolunda bulunmak üzere
seçilmiş mümtaz ve Aziz Milletimiz!
İyiliği emretmek kötülükten men
etmek şiarıyla ateşlenen füze yörüngeden sapmış ve bu gün Ak Partinin ileri
demokrasi söylemiyle Müslüman halklara demokrasinin pazarlandığı bir yörüngeye
girmiştir. Bugün demokrasi başkasının işine karışmamaktır ve Müslümanlar artık
yanı başında cereyan eden münkerleri demokrasi sahasına girdiği için
görmezlikten gelip normal karşılayabilmektedir. Artık gözümüzün önünde her
türlü iğrençlikler işlenmekte ama düne kadar midemizi bulandıran bu
iğrençlikler doğal bir hal almaktadır. İşte demokrasinin ümmete hediyesi budur:
üç maymunu oynayıp münkerlere karşı görmemek, duymamak, konuşmamak.
Mısır’ın akıbeti de tıpkı
Türkiye’nin akıbeti gibi olacaktır. Zira çizilen yol aynı olduğu gibi
ulaşılacak netice de aynıdır. Mısır’da yaşanan katliamlardan sonra aslında
demokrasinin kocaman bir yalan olduğu, vakıa açısından hiçbir zaman
uygulanamamış bir sistem olduğu tekrar görülmüş olmasına rağmen Mısır ile
ilgili haberler hep demokrasi vurgusu ile verilerek, demokrasiyi bize kabul
ettirmek için yoğun çabalar verildi ve halen veriliyor. Bu yüzden İslam
düşmanlarının en önemli silahı Ebu Cehilin yalanı demokrasidir. Dünya artık
sistem olarak iki yönetim şeklini konuşmaktadır. Kafir batınında desteklediği
beşeri sistem demokrasi ve tüm dünyada Müslümanların desteklediği ilahi nizam Hilafet.
Demokrasinin beşiği olarak kabul
edilen ABD’de yaşayan toplumun durumu hakkında vereceğimiz kısa bilgiler bu iki
sistem arasındaki farkı açık bir şekilde gösterecektir:
ABD ağırlıklı olarak 15-24 yaş
grubunda gençler olmak üzere yılda 32.000 intihar girişimi yaşanıyor. Bunların
çoğu ya alkollü ya da uyuşturucu olan gençler. Siyah nüfusun intihar etme
olasılığı beyazlara göre 7 kat fazla.
En iyileştirilmiş rakamlara göre
yıllık cinayet sayısı 20.000 civarında.
Trafik kazasından ölenlerin
sayısı 50.000 üzerindeyken yaralılar yüzbinlerce. Her yarım saatte 1 kişiye
alkollü araç kullanan biri aracı ile çarpıyor ve araç kullananların %40 alkollü
ya da uyuşturucu kullanıyor. 1.400.000 kişi alkollü araç kullanmaktan
tutuklanmış.
Her 2 dakikada bir kadına tecavüz
ediliyor. Yıllık 100.000 civarında tecavüz vakası yaşanıyor. Bunların % 15’i
erkek çocuklar oluşturuyor.
Mala dönük saldırı sayısı yılda
10.000.000 vakayı aşıyor. ABD'de bir yılda çalınan otomobil sayısı Türkiye'nin
yıllık üretiminin bile üzerinde. Her yıl 1 milyon 200 binden fazla otomobil
Amerikan sokaklarından kayboluyor.
Yıllık kapkaç hırsızlığı sayısı
ise 6 milyon 700 binin üzerinde. 2006 yılında eyalet ya da federal kurumlara
ait hapishane ya da hücrelerde yatanların sayısı 2.38 milyon kişi olmuş. 5
milyon insan ise ya şartlı serbest bırakılmış ya da hafif suçlardan gözaltına
alınmış.
O halde bu manzaranın müsebbibi
demokratik sistem değil mi? Bugün insanlığın yaşadığı bu kaos, savaş,
katliamlar demokrasinin eseri değilse kimin eseri? Bir asırdır insanlar ortaçağ
karanlığından daha vahim bir manzarayı demokrasi liderliğinde yaşamadı mı?
Dünyanın süper gücü olarak tanımlanan devletler demokratik devletler değil mi?
Bu devletlerin getirdiği demokrasiden başka yeni bir demokrasi var mı?
Sorular değişebilir ancak
cevaplar değişmeyecek kadar net aslında. Demokrasi ve diğer beşeri sistemler
batıldır. İslam ile hak gelmiş ve batıl yok olmuştur ve bugünde olmaya
mahkûmdur.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış