CUMHURİYET’İN AĞIR BİLANÇOSU

Musa Bayoğlu

Kurulduğu günden bu güne kadar mazlum Ümmet’in dini ile akidesinden kaynaklanana hayat nizamı ile İslam’ın doğru bir şekilde anlaşılması için kaçınılmaz bir zorunluluk olan dili ile kendisini ifade ettiği fikirleri ile uğraşmayı hedef edinen ve 90 yaşına giren Cumhuriyet her sene olduğu gibi bu senede büyük harcamalar yapılarak devletin askerî ve siyasi kadroları tarafından bayram (!) olarak kutlanacak. Okullarda merasimler düzenlenerek, camilerde vaazlar verilerek Cumhuriyet âdeta takdis edilecek.

Ancak tüm takdis dayatmalarına rağmen özünde İslam’ı ölçü edinmiş Türkiye Müslümanları bu tür bayramlara hiçbir zaman ilgi göstermemiştir. En basit kıyaslama ile bu Ümmet Ramazan ve Kurban Bayramı’nı bayram gibi değerlendirirken bu gibi günlerde aynı heyecanı, mutluluğu ve coşkuyu yaşamaması ve bayram olarak kutlamaması bir önceki cümlenin hükmünün doğruluğunu göstermektedir.

Hilafet kaldırılarak yeni bir sistem olarak dayatılan Cumhuriyet, İslam Şeriatı’nı ilga edip “Biz gökten inene (vahye) değil akla tabi olacağız.”, “Din gericiliktir.” naraları ve sloganları üzerine kurulmuştur. Bu sistemin alınışı Allah’ın emri olduğu için değil, çağdaşlaşmanın gereği olarak görüldüğü içindir.

Cumhuriyet her ne kadar Arapça bir kelime olmuş olsa da onun ıstılahi kullanımı demokrasinin yönetim şeklidir. Egemenliğin, hâkimiyetin halka ait olduğu bir sistemde, halkın iradesinin esas alınarak bu iradeyi temsil ettiği iddia edilen çoğunluk iradesine göre şekillenmiş bir yönetim tarzıdır.

90 yıllık uygulamalarına rağmen Cumhuriyet’i İslam’dan göstermek adına hâlâ “Cumhuriyet fazilettir.”, “Cumhur idarenin temelini bizzat sevgili Peygamberimizin emirlerinde ve uygulamalarında görürüz.”, “Cumhuriyet Şuradır.” gibi sözler Müslüman halka pazarlanmaya çalışılıyor. Bu noktada kısaca Cumhuriyet ile şura arasında kurulması imkânsız ilişkiyi hatırlatarak yazıma devam edeceğim.

Şura ve ondan türetilen istişare, danışmak demektir. Yoksa danışılanların göstermiş olduğu iradeye göre karar almak değildir. Allah Subahnehu ve Teala, Müslümanların aralarında istişare etmelerini methetmiştir. (Şura: 30) Allah Rasulü’nün uygulamalarından da anlaşılacağı üzere; istişare ancak mubah olan alanda, halkın ihtiyaç ve işlerindeki önceliği ve yapılması gerekenleri belirleme hususlarında yapılır. Bunun dışında teşride, helal-haram, farz ve mendub, mekruh gibi hükümleri belirlemede şuraya başvurulmaz. Bu hususlar, Şeriat koyucu olan Allah’ın vahiyle gelen hitabından yani şerʿî delilden alınır.

Cumhuriyet İslam’dan olmayan bir yönetim şekli olduğunu 90 yıllık uygulamalarında görmekle birlikte daha çok coğrafi, siyasi, askerî, eğitimsel, ekonomik, içtimai, sosyal, teknik yönlerden bazı istatistiki bilgiler ile Türkiye’de yaşanan Müslüman halka reva görülen bu rejimin nasıl bir hayatı bize yaşattığı ve gelinen noktayı özetlemek istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Cumhuriyet’i kurmak uğruna tam üç kıtaya yayılmış, takriben 23 milyon kilometrekare alana ulaşmış Hilafet’in coğrafi ve siyasi birikimden vazgeçilmiştir. Tüm stratejik bölgelerini, siyasi gücünü, birliğini terk ederek ulusalcı bir anlayış oluşturulmuştur.

İslam Nizamı’nın gölgesinde onlarca çeşit dil, ırk ve hatta din mensubu 6 asır bir arada uyum ve huzur içinde yaşatılırken millî/ulusal kimlikli laik Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu Yarımadası gibi küçük bir coğrafyada bile birlikte huzurlu bir ortam sağlayamamıştır. İslami hayata son verilince birçok ulus devleti kurulmuş, Fransız icadı milliyetçilik ile yüzyıllar boyu kardeş yaşamış bu Ümmet’in evlatları arasında Türk-Kürt, sağ-sol, dinci-laik gibi kutuplaşmalar taban bulmuş ve on binlerce insan bu nedenlerden öldürülmüş, ümmetin servetleri bu yolda heba edilmiştir.

Siyasi açıdan ise anayasa ve kanunları İtalya’dan, İsviçre’den, İngiltere’den “coopy paste” yöntemiyle ithal edilmiş; mali ve siyasi birçok soruna daima Avrupa açısından bakılmış; IMF, BM, AB gibi kurum ve kuruluşların talimatı, telkinleri ile sorunlara çözüm aranmıştır. 90 yılda üç askeri darbenin yaşandığı ve 60’tan fazla hükûmetin kurulduğu bir ülkede siyasi istikrardan söz edilebilir mi?

Cumhuriyet ile parayı pula çeviren bir ekonomi Ümmet’in sırtında 90 yıldır kambur olarak yüklenmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılırken bıraktığı para, döneminin en kıymetli muteber parası idi. Onun için halk arasında bir şeyin değersizliğini ifade etmek için “Gâvur parası ile beş para etmez.” denilirdi. Bununla kâfir devletlerinin paralarının değersizliği vurgulanırdı. Laik Cumhuriyet sistemi ile bu söz “Türk parası ile beş para etmez.” şekline dönüşmüştür.

Bunu güncel verilenle gösterecek olursak Türkiye genelinde işsiz sayısı 2013 yılı Haziran döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 299 bin kişi artarak 2 milyon 525 bin kişiye ulaşmıştır. Çalışan insanların birçoğu ise asgari ücrete mecbur edilmiştir. Asgari ücretli bir kişi 800 Türk lirası alarak yaşaması istenirken devletin istatistik kurumları açlık sınırını bu rakamın üzerinde yani 1000 Türk lirası, yoksulluk sınırını ise 2000 Türk lirası göstermektedir. Bu ne yaman çelişkidir böyle! Ayrıca bu maaşı halkına reva gören milletvekilleri ise meclislerde belki de sadece kendi maaşları konusunda anlaşarak kıyak emeklilik, yüksek zam gibi yasaları dakikalar içinde yasalaştırarak 12.000 Türk lirası maaş ve maaşının yarısı kadar harcırah ile geçinmeye çalışmaktalar! Bir vatandaş, 25 yılda 7000 gün sigortalı çalışınca emekli olabilirken milletvekilleri 2 yılda emeklilik hakkını elde ederek ömür boyu bugünün parası ile 6.000 Türk lirası maaş hak etmekteler! Emekli vatandaş emeklilik sonrası çalıştığında maaşından kesinti yapılırken milletvekillerine vergi muafiyeti uygulanmakta ve tüm ailesi her türlü hizmetten yararlanmaktadır. Cumhura/halka verilen ile “Cumhuriyetçi”lere verilen ortadadır.

İslam ise köleliğin, açlığın olduğu bir dönemde sistem olarak uygulanmaya başladığı birinci asırda zekât verilecek insan kalmayacak derecede ekonomik kalkınmayı sağlamıştır. Bunu da Raşid Halifeler gibi kendi maaşı ile halkın maaşı arasında fark olmayan yöneticilerle başarmıştır.

90 yıl boyunca laik Cumhuriyet eğitim sistemi tam bir fiyaskodur. Bir gecede cahil bırakmak için çıkarılan Harf İnkılabı ile Batı hayranı insanların liderliğindeki bu eğitim sisteminden hangi temiz insanlar yetiştirilmiştir? Hangi mucit, bilim adamı yetiştirilmiştir? Var olan istisnalar ise sistemin ürünü değil, ancak kişisel gayretlerin bir soncudur. Sistem ürünü olsaydı istisna değil asıl olması gerekirdi.

90 yıllık Cumhuriyet eğitimi, kendisini tanımlayamayacak kadar kimlik, şahsiyet ve ufuk yoksunu bir nesil yetiştirdi. Yalan yanlış, faydalı faydasız, gerekli gereksiz bilgi yığınlarını ezberleterek, düşünmeyi de yasaklayarak zihinleri kirletti, köreltti. Bilimde, teknikte ve teknolojide bir adım ileri gidilemedi.

Eğitim ve öğretimdeki bozulmanın ne derece olduğunu geçtiğimiz haftalarda Kocaeli’nde yaşanan öğretmen annenin yeni doğmuş bebeğini evde yalnız bırakarak bayram tatiline gitmesi ve bebeğin ölümüne vesile olması olayında tekrar görmüş olduk. Bebeğin ölümüne neden olan öğretmen anne nasıl bir eğitim almıştır? Hem gayri meşru bir ilişki hem de Allah’ın kadına verdiği en kutsal değerin anneliğin ve yeryüzünün en masum insanı bebeğin öldürülmesini nasıl anlamalıyız? Biri eğitim camiasının diğeri de emniyetin mensubu bu kişilerin davranışı nasıl bir sapmadır böyle? Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir insan nasıl bu kadar cani olabilir? Hatırlanacağı üzere biz maalesef annesini, babasını, dedesini veya herhangi bir büyüğünü öldüren bir gençliğin haberlerini sürekli okuyoruz. Bu eğitimden geçen insanlar neden insani, ahlaki, ruhi değerlere değil de maddi değerlere önem vermektedirler? Bunlar bu Cumhuriyet döneminin mezunları, bu eğitim sisteminin kurbanlarıdır…

İslam ise karanlığın zifirî yaşandığı bir dönemde, cahil bir toplumu insanlığın zirvesine çıkaran hidayeti ile kültürlendirmiştir. Eğitimdeki hedefi şahsiyetli insanlar yetiştirmek olan İslam eğitim sistemi 13 asır boyunca dünyayı yöneten şahsiyetler yetiştirmiştir.

90 yıl adaletin değil de zulmün, haksızlığın, hantallığın hâkim olduğu bir yargı sistemi hâkimiyeti yasama, yürütme ve yargıda beşere veren bir anlayış tabii ki adaletsiz olacaktır. Ekmek parası bulamadığı ve simit çaldığı için 20 yıl ceza alan çocuklar, kızı okula alınmadığı için karakola giden ancak bu yüzden 2 yıl ceza alan anneler, sırf Rabbim Allah dediği için terörist olarak binlerce yıl ceza alan Müslümanlar ve dahası... Diğer taraftan halkın emeğini çalan, bankaların içini boşaltan ancak bırakın ceza almayı yargılanmayan elitler, on binlerce insanın ölümüne neden olan ancak krallar gibi bakılan insanlar, makamından dolayı dokunulamayan insanlar ve daha nicesi…

Toplum fitne, fesat, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar ile tam bir ateş çukuru kenarına gelmiş durumda. Türkiye Ankara Ticaret Odası’nın 2006 yılı Ocak-Eylül 9 aylık emniyet verilerine göre verdiği bilgiler çok vahim. Bu dönem içinde 354 bin 269’u mala karşı, 244 bin 119’u şahsa karşı olmak üzere toplam 598 bin 388 suç olayı yaşanıyor. Bu suçlarda korumalı 3 bin 199 resmî kurum bulunuyor. Yani hırsızlar, güvenlik görevlilerini de atlatarak 2 saatte bir resmî kurumları soyuyorlar. Bu dönemde 23 bin 537 oto hırsızlığı meydana geliyor. Her 41 dakikada bir kişi dolandırılıyor, her 59 dakikada bir kişi veya kuruluş gasp ve yağmaya uğruyor uğruyor. Her 4 dakikada bir yaralama ve darp, 4 saatte de bir cinayet işleniyor. Her 26 dakikada bir intihar ve intihara teşebbüs olayı yaşanırken her 1 saat 15 dakikada bir yetişkin, her 13 saatte de bir çocuk kaçırılıyor.

Bugün hâlâ çıkarılan yargı paketlerine, aflara ve suçluların birçoğunun yakalanamamasına rağmen 100.000’den fazla insan cezaevlerinde. Adalet Bakanlığı bu konudan şikâyetçi ve mevcut cezaevlerinin bu hâliyle dolu ve yetersiz olduğunu söylüyor. Çözüm ise, cezaevlerinden bloklar ve siteler inşa etmek! Adaleti tüm dünyaya ulaşmış olan ve yüzyıllar boyunca insanlığa hakkı, doğruluğu ulaştıran bu Ümmet’in bu hâle gelmesi hiç şüphesiz laik Cumhuriyet’in eseridir.

Sağlık sektörüne bakılacak olursa sağlığın değil de horlanmanın, sürünmenin, tecavüzlerin, para için lüzumsuz ameliyatların, sömürünün yaygın olduğu bir sektör!.. Son yıllarda yapılan tüm iyileştirmelere rağmen hâlâ bu sektörde zulüm ve haksızlıklar devam ediyor. Öyle ki yeryüzünün en masum insanı, Allah’ın merhameti kalbine yerleştirdiği anne, babanın da izni ile doktorlarında yardımıyla vahşice öldürülüyor. Bu sayı savaş bilançolarından daha da ağır bir durumda. İnsanların hastalığına şifa olmayan ilaçlar, yöntemler, hastalıktan hastalık çıkaran usuller ve dahası…

Emniyete bakıldığında emniyet teşkilatı halkın mal, can, namus, din güvenliğini sağlamak için olması gerekirken kendisinden kaçınılan, korkulan bir kurum hâline gelmiştir. Bu halk çocuklarını dahi korkutmak için polis geliyor, jandarma geliyor söylemlerini hâlen kullanmaktadır. Bunun nedeni ise hem bugün hem de geçmişte bu kurumların icraatlarıdır. Ayrıca on binlere varan faili meçhul cinayetler, kayıp insanlar, işkenceler ve dahası…

Askerî yönden ve güvenlik yönünden ise üç kıtayı izzet ve şerefle yöneten, at koşturan, yıkılırken bile yedi sömürgeci düvelle savaşan bir durumdan ülke topraklarını NATO ve ABD askeri üslerinin cirit attığı bir duruma gelmiştir. Askerî silah, mühimmat ve teçhizat açısından hâlâ dahi büyük orandan dışa bağımlılık askerî başarı ve bağımsızlık sayılabilir mi?

Cumhuriyet sisteminin savunucuları halkın imkânları ile oluşan orduyu halka karşı kullanır olmuşlar, Müslüman halkı ve inançlarını “öncelikli düşman” ilan etmişlerdir. Top ve tüfeğini halka yöneltmişlerdir. Maalesef bu güçlü ordu, rejimi korumak adına darbelere, zulümlere öncülük etmiştir. Ordu, halk için vardır ve onu korumak birinci vazifesidir. Bugüne kadar tam tersi uygulamalara imza atılmıştır. İslam orduları ise yenilmez unvanı ile tüm dünyaya Müslümanların gücünü, heybetini, cesaretini yansıtmıştır.

Bir sistem düşünün ki fıtri bağ olan anne-baba-kardeş evlat bağını bile koruyamıyor hatta bu bağı çürütüyor. Aileyi çözüyor, hem de çekirdek aileyi anne-baba-evlat bu üçünü dahi bir arada tutamıyor. Sınırsız özgürlükler ile bireysel bir hayat tarzı ile toplumsal yapı bozuldu ve hâlen bozulmaya devam ediyor. Devlet istatistik araştırmasına göre 2012 yılında 125.325 kişi boşanmış bulunuyor. Bu da günde 300’den fazla ailenin yıkılması anlamına geliyor. Aile içi şiddet ise % 40.70’ye ulaşmış durumda. Şiddete maruz kalan kadınlara % 91’inin eşi, % 19.70 ise eşinin yakınları tarafından şiddet uygulandığı belirlenmiş. Bu vahim tablo bile Cumhuriyet rejiminin içtimai hayatı koruyamadığı, bu sorunun asıl kaynağı olduğunu gösteriyor.

Tüm bu verilere göre ortaya çıkan tablo vahim olsa da köklü çözüm elimizde mevcuttur. Değişen insan değil, sistemlerdir. Bu Ümmet, İslam Nizamı ile dünya liderliğine yükseldiği gibi Cumhuriyet nizamı ile de sefil bir hayata mahkûm edilmiştir. İslam Nizamı’na doğru atılan adımlar için ümitvarız. Öz ve cevheri değişmemiş bu ülke Müslümanları doğru nizam olan İslam’a doğru adımlarla ilerlemektedir. Zafer ise inananlarındır.

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz