Orjinal ismi “Global
Trends 2030: Alternative Worlds” olan ''Küresel
Eğilimler Raporu 2030: Alternatif Dünyalar'' başlığı taşıyan raporda 2030'a
kadar peyderpey gelişecek devletlerarası gelişmeler ve 2030 sonrası için de
küresel bir projeksiyon sunuyor. Rapor her beş yılda bir ABD'li siyaset
bilimciler tarafından gelecek 15 yıl için hazırlanan küresel puzzle niteliği
taşıyor. Bu puzzle’da hangi parçaların nereye uyacağını belirleyen, eksik
parçaların nasıl tamamlanacağını tasarlayan böylesi bir raporun tıpkı diğer
raporlar gibi mugalata dolu olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Zira dünya
kamuoyu ile paylaşılan bu eğilimler aslında bahsi geçen ülkelerin eğilimleri
değil, ABD'nin o ülkeler için biçtiği rolün ta kendisidir. Örneğin 2000
yılından beri yükselen bir güç olarak şişirilmiş senaryolarla servis edilen
Çin, bu raporda da geleceğin en güçlü devleti olarak ifade ediliyor. Çin'in
teknolojik, askeri ve demografik üstünlüklerinin gelecek 50 yılda çok daha
büyüyeceğini ve dünyanın sözü dinlenen bir ülkesi haline geleceği bilgisini
veren ABD yapımı raporda tıpkı geçen 15 yıl için beklenen büyük aktör Hindistan
için de aynı şeylerden bahsediliyor. Öncelikle belirtelim ki, Çin ve Hindistan
gibi ülkeler elli yıldan fazla süredir, teknolojik, askeri, endüstri ve demografik
olarak dünyanın zirvesine oynayan iki ülkedir. Neredeyse her raporda adlarından
oldukça fazla bahsedilen bu ülkeler hiç bir zaman dünyada sözü dinlenen, daha
doğrusu dünyaya söyleyecek sözü olan ülkeler olamamıştır. Bu ülkelerin üretim
gücünü sahip oldukları(!) ideoloji değil ucuz iş gücü belirlemektedir.
İdeolojiden mahrum böylesi ülkelerde tabiri caizse 'ekmeğin aslanın ağzında' olduğu bir durum mevcuttur. Zira
buralarda rekabet kurumlarda değil, fertlerdedir. Nüfusun fazla olmasından
dolayı çok cüzi sermayelerle önemli istihdam alanları oluşturulabilir. Bu
durumun farkında olan Kapitalist ABD'nin Avrupa pazarına rakip olamayacağını
düşünürsek Çin ve Hindistan gibi ülkelerin Avrupa'nın en önemli rakipleri
haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. ABD tarafından yayınlanan böylesi raporlarda
sıklıkla dillendirilen husus ABD ve Avrupa Birliğinin yeni projeksiyonda
oldukça gerileyip birçok kulvarda yerlerini Çin, Hindistan ve Türkiye gibi
ülkelere bırakacak olması. Uzaktan hoş gibi görülen bu tip tahminlerin aslında
gelecek yılların planlamasını yapan ideolojik ülkeler nazarında uzak ihtimal
olduğu geçen yıllara bakılarak anlaşılabilir.
Meseleye böyle bir girizgâhtan
sonra diyebiliriz ki, birçok think thank kuruluşu ve RAND Corporation gibi
Amerikan ulusal istatistik kurumlarının yayınlayacağı raporlar ülkelerin
misyonunu belirlemede önemli bir görev üstleniyor. Örneğin bir başka eğilim
olarak Türkiye'den bahsedilirken 'şişeden
cin çıkması' benzetmesi yapılıyor. Özellikle güneydoğu bölgesinin demografik
yapısının artan Kürt eğilimine kazandırdığı katkı düşünülerek yeni bir yapıdan
yani Kürdistan'dan bahsediliyor. 2015
için Türkiye'ye biçilen Ortadoğu rolüne başrol olarak yeni 15 yıl için İran
düşünülüyor. Yine Suriye'nin alacağı şekil sonrasında İsrail-İran arasında
ciddi dostluk ilişkileri kurulacağı ve İran'ın Suriye meselesinde Müslümanlar
nezdinde kaybettiği değerin devletlerarası arenada yeniden arttırılması
isteniyor. Böylece Amerika'nın Büyük Ortadoğu Projesi'nde joker oyuncusu olan
İran'ın prestijini suni bir biçimde koruyarak sinsi oyunlarını oynamaya devam
etmeyi planlıyor. Yine 16 istihbarat teşkilatının ortak öngörüleri ile katkı
sunulan raporda 1945 yılından bu yana ABD hegemonyasının en çok zayıflayacağı
ve zarara uğrayacağı yılların 2030 yıllarından sonra başlayacağı ve bir daha
toparlama sürecine girmesinin zor olacağı üzerinde duruluyor. Bu sebeple
Amerikasız bir dünya tasavvuru içine giren analistler, adına ‘Alternatif
Dünyalar’ dedikleri yeni bir dünya düzeninin kaçınılmaz olduğu iddia
ediyorlar. Fakat aynı anlistler şu an için alternatifsiz bir ABD gerçeğini de
görmezden geliyorlar. Zira onlar meseleye şöyle bakıyorlar; ‘’Zayıf bir ABD’nin alternatifi daha güçlü
bir ABD’dir.’’ Korkularının sebebi tabii ki İslami düşüncelerin hayat
bulduğu bir sistemin inşası. Böylesi bir ihtimali ancak siyasi mugalatalı
fikirler ile örtbas edebilirler. Bu yüzden bahsi geçen raporda olsun ve yahut
diğer analiz ve raporlarda olsun siyasi uyanıklığa sahip kişilerin bu örtbaslar
karşısındaki muhalif tutumu bu kişilerin teröre destek olduğu gibi bir iftirayı
da beraberinde getiriyor.
Tekrar içeriğe dönecek
olursak raporda geçen geleceği etkileyecek bazı belirsizlikler şunlardır:
1.Küresel ekonomik kriz
yaşanabilir: Küresel ekonomik gelişmelerinin dengesizliği ve istikrarsızlığından
dolayı krize girebilir. Dünya ekonomisi artık 2008 yılından önceki durumunu
yakalayamaz. Dünya ekonomisi giderek Doğu ve Güney’e bağımlı kalacaktır.
2.Yönetim boşluğu:
Dünyanın hızlı değişimine karşı birçok ülke ve uluslararası kuruluşlar hızlı
bir şekilde adapte mi olacak yoksa bu değişimin altında mı kalacak?
3.Potansiyel çatışmaların
artması: Uluslararası sistemin değişmesiyle birlikte ülkeler arasındaki çatışma
riski de artabilir. Özellikle Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin değişime
karşı algıları, kaynakların paylaşımı üzerinde çatışmaların artması ve savaş
araçları kolayca elde etmesi devletler arasındaki çatışmaları meydana
getirebilir.
4.Geniş kapsamlı bölgesel
istikrarsızlık: Ortadoğu ve Güney Asya çalkantıları daha geniş çapta istikrarsızlık
yaratabilir. Bu bölgelerde sağlam bölgesel güvenlik mekanizması yoktur. Giderek
kutuplaşan Asya da küresel tehdit yaratan bir faktördür.
5.Yeni teknolojilerin
etkisi: İnsanoğlu bilimsel ve teknolojik açılıma karşı uyum sağlayabilmesi ve
bu gelişmeler sayesinde üretim verimliliğini artırması, küresel nüfus artışına
çözüm bulması, kentleşme hızına ve iklim değişikliğinin yarattığı sorunlara
karşı çare bulması da beklenen problemlerdir.
6.ABD’nin rolü: ABD’nin
uluslararası rolünün gelecekteki 15-20 yıl içinde nasıl gelişeceği ve ABD’nin
yeni ortaklıklarla uluslararası sisteme yeniden nasıl şekil vereceği konusunu
kestirmek zordur. Büyük ihtimale ABD barışçı ortaklıkların arasında birinci
konumu sağlayan bir ülkeye dönüşebilir. Sert ve yumuşak güçler (hard and soft
power) açısından ABD hala çok geniş çapta avantajlara sahip olmasına rağmen,
diğer ülkelerin hızlı yükselişiyle ABD’nin tek kutuplu dönemi (unipolar moment)
sona erecektir.
Söz konusu raporda
yukarıdaki muhtemel 6 çeşit gelişme üzerinde geleceğe yönelik 4 çeşit senaryoyu
geliştirmiştir.
1.Ateşi sönmüş motor: Bu
en kötü senaryodur. ABD ve AB’nin ilgisinin ülke içine dönmesi ve küresel
liderlik sağlama işi ile ilgilenmemesi, ülkeler arasındaki çatışma riskinin
artması, küreselleşme süreci ve küresel ekonomik durgunluğa girmesi gibi
sonuçları yaratabilir.
2.Kaynaşma (fusion): Bu en
iyi senaryodur: ABD ile Çin çeşitli konularda işbirliği yapmak üzere daha geniş
küresel işbirliğini ilerletebilir.
3.Şişeden çıkan cin
katsayısı (Gini Out-of-The-Bottle): Yani yurtiçi ve yurtdışı aşırı
eşitsizlikler, ülkeler içindeki eşitsizlikler sosyal gerilimlerin artması,
uluslararası alanda Avrupa ve ABD’nin kazançlı çıkması ve daha fazla ülkenin
başarısız devletler haline gelmesi, büyük güçlerin farklı görüşlerinin çatışma
olasılığını artırmamasıdır.
4.Devlet dışı bir dünya
(Nonstate World): Yeni teknolojinin imkânı ve devlet dışı aktörlerin (sivil
toplum örgütleri, çok uluslu şirketler, akademik kurumlar ve varlıklı kişiler
v.s.) yükselişi ile küresel sorunlar karşısında sorumlulukları üstlenmesidir.
Her fırsatta Doğu
koridorunu oluşturan asya-pasifik ülkelerinin iktisadi kalkınmalarını dile getiren
ABD’li siyaset bilimciler, Avrupalı devletlerinde büyük bir çöküşe doğru
gittiğini ifade etmektedirler. Aslında bu söylemler ile ortaya çıkan gerçek,
Amerika’nın olası bir düşüşünü Batı’nın tamamına yansıtması ki böylece yalnız
ve yenilmiş olarak tarihin çöplüğüne atılmasın. Bu sebeple ABD’li iktisatçılar
yaşanacak ekonomik bunalımların ateşi ile bütün Avrupayı tutuşturmak
istemektedirler.
Washington’un söz konusu
politikasının tanımı Haziran 2012’de Savunma Bakanı Leon E. Panetta’nın
Singapur’da düzenlenen XI. The Shangri-La Dialogue konferansındaki konuşmasıyla
“yeniden dengeleme” (strategic
rebalancing) olarak değişmiştir. Savunma Bakanı Panetta’nın “The US Rebalance
Towards The Asia-Pacific” başlıklı konuşmasında Washington’un Asya
Pasifik’e yönelik yeniden stratejik dengeleme (strategic rebalancing)
politikasını açıklamış ve 2020 yılına kadar ABD’nin silahlı kuvvetlerinin %60’ını
Asya Pasifik’e kaydıracağını belirtmiştir. (The National Intelligence Council, Global
Trends 2030: Alternative Worlds, 2012, p. xii-xiv.)
Amerikan hükümetinin bu
öngörüler ile dünyaya verdiği mesaj aslında çok açıktır. Zira o demektedir ki, ‘benden
sonrasına da ben karar veririm.’ Bu çok doğaldır çünkü ideolojisiyle
hareket eden devlet sadece bir plan dahilinde hareket etmez. O devletin birden
fazla plan ve programı vardır. İhtimalleri ve bu ihtimallerinde alternatifleri
vardır. O devletler dünyanın gidişatı hakkında karar alırlar ve uygulamaya
koyarlar. Gücünün yetmediği yerlere de satın aldıkları kişiler yoluyla
ulaşırlar ve yön verirler. Bu devletler bunları yaparken temel kaynaklarına
yani ideolojilerine dönerler. Hal böyle iken üstlerine büyük hedefler konulan
Çin, Hindistan, İran, Endonezya ve Türkiye gibi ülkeler bu heeflerin oldukça
gerisinden dünyayı seyrederler. Keza onların ideolojisiz olması, uydu devletler
şeklinde hallerine rıza göstermesi elde ettikleri iktisadi, demografik ve
politik kazanımların sadece nicelik ifade ettiğini göstermekten öteye geçmez.
Yine bu ideolojisiz ülkeler tek kutuplu dünyanın çöküşü karşısında alternatif
üretmek şöyle dursun şaşkın bir şekilde aynı akıbetin kendilerini de bulmasını
beklerler. O uydu devletlerin hiç bir yöneticisi İslam halifesi Harun er-Reşid
gibi bulutlara meydan okuyarak; ‘’Nereye isterseniz yağdırın, damlaların
düştüğü her toprak parçası bize cizye ödeyecektir’’ diyecek bir ileri
görüşlülüğe sahip değillerdir. Yine bu uydu devletlerin yöneticileri Sultan
Fatih gibi projeler geliştirip, hedefler koyacak feasete sahip değillerdir.
Yine bu yöneticiler II. Abdulhamid gibi toplumunun maslahatlarını düşünen bir
vizyona da sahip değillerdir. İşte böylesi devlet yöneticilerinin bulunmadığı
bir dünya düzeninde kapitalist devletlerin çöküşünü hızlandırmak yerine onları
koruyan önlemler ve destek paketleri hazırlayan 2. ve 3. Dünya devletleri asla
ve asla dünyaya yön verme konusunda alternatif olamazlar. Hatta onlar iç
işlerinde dahi karşılaştıkları problemleri çözmekten acizdirler. Sömürgeci
devletlerin soktuğu fitnelerle yıllarını harcarlar, sonra o fitne biter bir
başka tefrika ile gereksiz koşturmacalara başlarlar. Ve böylece sürer gider...
İşte bu sebeple
içeriğini özetleyerek vermeye çalıştığımız bu rapor, dünya dengelerinin aslında
çok kırılgan olduğunu alternatif sunacak yeni bir devletin çökmeye yüz tutmuş
büyük devletleri tarihin karanlık çöplüğüne atabileceğini öngörmektedirler. Bu
öngörüyü İslam’a düşmanlıkta zirveye oturmuş kâfirler yaparken, Müslüman
yöneticilerin bu öngörülerde bulunamaması oldukça garip ve bir o kadar da
düşündürücü.
Bizim ise bu dünya için
düşündüğümüz en önemli eğilim herşeye rağmen İslam Ümmeti içerisinde küfrün
hegemonyasına son verecek devletlerini kurarak iddialı bir vizyon ile dünyayı
kasıp kavuracak fertlerin bulunmasıdır. İşte bu fertler ile en güçlü
alternatifin İslami Hilafet Devleti’nin olacağını öngörmekteyiz. Bizim bu
öngörümüzü destekleyen onlarca şer’î delil bulunmakla birlikte içinde bulunduğumuz
vakıa da en güçlü aklî delilimizdir. Zira aydın bir bakışla küresel eğilimleri
inceleyen her müslüman görür ki, artık ibreler İslami Hilafeti gösteriyor.
Demokrasinin her çeşidini büyük pişmanlıklarla yaşamış bu ümmet bir daha
pişmanlık yaşamamak için Rabbi’nin razı olacağı bir sistemi istiyor. Bunu
Suriye’de çok açık gördük. Suriye, turnosol kâğıdı gibi Batı’nın müslümanlara
faydasının dokunmayacağını aksine her fırsatta İslam’ı en acımasız şekilde yok
etmeye çalıştıklarını gösterdi.
İslam Ümmetini karanlıklardan Nur’a,
zulümattan kurtuluşa çıkaracak Hilafet Nizamı için kâfirlerin yaptıkları bu mugalâtalar
ilk değil, son da olmayacak.
“Firavun
da şöyle demişti: "Bana izin verin de Musa'yı öldüreyim. O, Rabbine
yalvaradursun. O’nun, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde fesat
çıkaracağından korkuyorum.” [Mü'min 26]
“Onların
kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır.
Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardır.
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah
edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir,
lâkin anlamazlar.” [Bakara 10,11,12]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış