Allah’a
binlerce defa hamd olsun ki Köklü Değişim dergisinin İstanbul’da düzenlediği ve
Allah’ın yardımı ile mükemmel olan Konferansımızı gerçekleştirdik.
Konuşmacıların konuşmaları, sinevizyon, video konferans konuşmaları, çocukların
sessiz tiyatrosu, dua ve katılımcıların atmosferi yeniden Hilâfetin kurulma
çalışmalarına güç, hız ve şevk kazandırdı. Umutlar tazelendi, gayretler yeniden
bilendi. İstanbul 90 yıl sonra yine aynı heyecanla Hilâfet, Allahu Ekber,
Lailahe İllAllah Muhammeden Resulullah sedaları ile inledi. Tüm davetliler
Hilâfetin kurulması için çalışmaya söz verdiler…
Bundan
90 yıl önce Hicrî 28 Receb Miladi 03 Mart 1924 sabahı tüm Müslümanların
Devleti, Hilâfetimizi yıktılar. Mustafa Kemal, Hilâfetin Kaldırılması
Kararnamesinde şöyle diyordu: "Her neye mal olursa
olsun tehdit altında olan Cumhuriyet korunmalı ve sağlam bilimsel temellere
dayandırılmalıdır. Halife ve Âli Osman kalıntıları gitmeli, antika dini
mahkemeleri ve kanunları modern mahkemeler ve kanunlarla değiştirilmeli ve din
adamları medreseleri yerini dini olmayan devlet medreselerine bırakmalı."
Aynı günün gecesinde Mustafa Kemal, İstanbul valisine Halife Abdulmecid'in
ertesi günün sabahından önce Türkiye'yi terk etmesine hükmeden bir emir
gönderdi. Böylece İstanbul valisi, polislerin koruması eşliğinde Halifenin
sarayına gitti ve ertesi gün şafaktan önce Halifeyi kendisini ülke dışına
çıkaracak bir trene binmeye zorladı. İki gün sonra Mustafa Kemal, Halifenin tüm
aile fertlerini bir araya toplattı ve sınır dışı edildiler.
Müslümanlar,
İslâmî Hilâfetin yıkılmasından sonra her şeylerini kaybettiler. Kısa şekilde bu
kaybettiklerimizden bahsedeceğim. Umulur ki Müslümanlar kaybın boyutunu ve
kaybedilen şeylerin büyüklüğünü idrak ederler de kaybettikleri şeyleri geri
kazanmak amacıyla Hilâfeti kurmak için ciddi şekilde çalışmak üzere harekete
geçerler. Çünkü kaybedilenlerin yegâne teminatı Hilâfeti kurmaktır.
İslâm
Ümmeti, Allah'ın indirdikleri ile yönetimi kaybetti:
Allah'ın
kitabını ve Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetini yönetim
mevkiinden indiren ve ümmetin referansı olmaktan çıkaran büyük bir cürümdür. Bu
da Allahuteala'nın şu kavline açıkça muhalefet etmektir:
“Onların
aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevalarına tâbi olma
ve Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!”
[Mâide 49]
Bu
en büyük cinayettir ve her kötülüğün başıdır. Tek başına bu bile Allah'ın bize
öfkelenmesi, bizleri azaba çarptırmak için azap meleklerini donatması ve
geleceğimizi cehennem olarak hazırlaması için yeterlidir.
Allah'ın
hükmünün yeryüzünden kaybolması, hem kâfirler hem de Müslümanlar tarafından her
türlü cürmün işlenmesi için kapıları ardına kadar açmış oldu. Kâfirler canlara
kıymaktalar, servetleri yağmalamaktalar, hakları gasp etmekteler, Suriye,
Filistin, Irak, Mısır, Orta Afrika,
Özbekistan, Kırgızistan, Çeçenistan, Libya, Tunus, Afganistan ve diğer İslâm
beldelerinde zulüm üstüne zulümler yaptılar ve halen zulümlerine devam
ediyorlar.
Müslümanlar,
cemaatsel yapılarını kaybettiler ve düşmanlarının kendileri için planladıkları üzere
tefrikaya düştüler:
Zira
Hilâfet yıkıldıktan sonra Müslümanların başındaki taç düştü, sığındıkları bina
yıkıldı, İslâm ümmetinin düğümü çözüldü, kâfirler İslâm ümmetine kolayca hâkim
olmak, halklarını aşağılamak ve servetlerini yemek için onu birçok ırklara ve
parçalanmış bölgelere ayırdı. Ömer RadiyAllahu Anh şöyle demiştir:
"Cemaatsiz İslâm, Emirsiz cemaat, itaatsiz emir olmaz." Yine Ebu
Bekir es-Sıddîk RadiyAllahu Anh ise Benî Sâide Sakîfesi'nde şöyle
demiştir: "Müslümanların iki emirinin olması helal değildir. Ne zaman bu
olursa emirleri ve hükümleri farklılaşır, cemaatleri parçalanır, aralarında çekişirler.
(Emirlerin çoğalması durumunda) sünnet terk edilir, bidat ortaya çıkar, fitne
büyür ve hiçbir kimse bunu ıslah edemez."
Müslümanlar
İsra ve Miraç arzı Filistin'i kaybettiler:
Kâfirler
tek yaydan ok atarlarken en zayıf haldeyken bile Osmanlı tüm beldeleri koruduğu
gibi Filistini’de korumuştur. Filistin'i kendilerine satması için müzakere
etmek üzere gelen Yahudi heyetine Abdulhamid Han şöyle demiştir. "Zira ben
Filistin toprağının tek bir karışından dahi vazgeçemem!.. Orası benim şahsi
mülküm değildir… Bilakis İslâm Ümmeti’nin mülküdür… Eğer bir gün Hilâfet Devleti
parçalanacak olursa işte o gün, onlar Filistin’i bedelsiz alabilirler." Hilâfet yıkıldıktan
sonra birçok belde işgal edildiği gibi Filistin’de işgal edildi.
Mallarını
ve değerli servetlerini kaybettiler:
Müslümanların
bütün servetleri, Müslümanların gözü ve kulağı önünde kâfirler tarafından yağmalandı.
Ümmetin elinde çok az bir şey kaldı onu da hırsız yöneticiler alarak kâfir
Batının bankalarına koydular. 90 Yıl önce Hilâfet kaldırılmamış olsaydı
insanlar, bolluk, rahatlık, bereket ve afiyet içerisinde olurdu. Nitekim İbn-u
Haldun Mukaddime adlı eserinde şöyle demiştir: "Abbasi Halifesi Memun
döneminde Müslümanların Bağdat'taki Beyt-ul Mâl'ine bugünün parasıyla 70 milyar
dolar ve 1700 ton altın taşınmıştır." Eğer bugün Müslümanlar Nübüvvet
Minhacı Üzere bir Raşidi Hilâfete sahip olsalardı ve Allah onlara geçmişte
sömürgeci kâfirler tarafından çalınıp çırpılan petrol, maden ve benzeri
servetler de dâhil ümmetin bugünkü servetlerini koruyacak bir Halife nasip
etseydi Dâr-ul İslâm'da tek bir fakir kalır mıydı? Nitekim Müslümanların
Halifelerinin güvenilirliğine ve Müslümanların servetlerinin sadık bekçileri
olduklarına dair en çarpıcı örnek zekât verecek tek bir fakir kalmayan Ömer
İbn-u Abdulaziz'in Hilâfeti dönemidir.
Müslümanlar,
düşmanlarının kalplerine korku salan heybetlerini kaybettiler:
Allah
Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavli tecelli etti: Allah,
düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çekip çıkaracaktır."
Böylece başta yöneticiler olmak üzere Müslümanlar, adeta kendisine hakaret eden
veya döven efendisinin karşısında hiçbir şey yapamayan bir köle gibi oldular…
Hilâfet
varken durumumuz böyle miydi? Ömer İbn-u Hattab, şöyle demiştir: "Ey insanlar! İnsanların en zelili idiniz Allah sizleri İslâm'la
izzetlendirdi. İzzeti İslâm'dan başkasında aradığınız sürece Allah sizleri
zelil kılacaktır." Başka bir örnek ise şudur. Amr İbn-ul Âs,
Filistin'de Rum patriklerinden biriyle karşılaşır ve patrik der ki: "Sizi buraya getiren şey nedir? Atalarımız yeryüzünü
paylaştılar. Size düşen sizin bize düşen bizim oldu.”
Amr, ona der ki: "Bahsettiğin paylaşım,
haksız bir paylaşımdır. Adil bir paylaşım olması için ellerinizdeki nehirlerin
ve mamur alanların yarısını alacağız ve elimizdeki dikenli ve taşlı yerlerin
yarısını size vereceğiz. Sizi bir köleye dönüştürünceye veya siz bizi
öldürünceye kadar sizleri bırakmayacağız." Bunun
üzerine patrik, arkadaşlarına yöneldi ve şöyle dedi: ‘İnanın bunu yaparlar!’ Sonra patrik oradan ayrıldı. Sonra
Müslümanlar, Filistin ve Ürdün'den atıncaya kadar onların peşini bırakmadılar."
Müslümanlar,
ağır sanayi, modern savaş araçları, ilim ve teknolojiyi kaybettiler:
Müslümanlar Hilâfet varken fizik, kimya,
matematik, astronomi, ilim ve kültür konularında öncü ve lider bir ümmettiler.
Kısa bir örnek verelim. İngiltere, İsveç
ve Norveç Kralı II. George, Müslümanların beldelerindeki enstitülerde ilim
öğrenmek amacıyla başında kardeşinin kızının olduğu İngiliz eşrafını
kızlarından oluşan bir heyeti kabul etmesi için, Endülüs’teki Müslümanların Emîrine
bir mektup yazmıştır. Mektupta şu ifadeler yer almıştır:
“Tâzim ve saygıyla;
Mâmur bulunan ülkenizdeki dolup taşan ilim enstitüleri ile sanayiden beslenen
büyük ilerlemeden haberdar olduk. Dolayısıyla evlatlarımızın bu meziyetlerden örnekler
kazanmasını istedik. Öyle ki dört bir yanı cehâletle dolmuş ülkemizde ilim
ışığının yayılması bakımından adımlarınızı takip etmek hususunda güzel bir
başlangıç olsun… Küçük prensesi de yüce makâmınıza mütevâzi bir hediye ile
gönderdim. Bunu, zâtınıza olan tâzim ve hâlis sevgimizin bir emâresi olarak
kabul ederek bizi şereflendirmenizi rica ediyorum.
İtaatkâr Hizmetçiniz II.
George.”
İslâm Risaletinin
yayılmasını sağlayan İslâm’ın zirvesi cihad durduruldu:
İslâm devletinin
Medine’de kurulmasından sonra ehil olmayan Halifeler başta oldukları zaman dahi
cihad davetin taşınmasında kullanılan metottu. Tarih İslâm ordularının zafer ve
fetihlerini her sayfasında iftiharla yazmıştır. Buna bir örnek verecek olursak.
Kuteybe İbn-u Müslim el-Behlulî, Buhara, Semerkant ve Maveraünnehir’i
fethedince Çin’i hedef alarak doğuya hareket etmiştir. Kendisine oranın
fethedilmesinin zor olduğu, devletin merkezinden uzaklaştığı ve yardıma muhtaç
olduğunun söylenmesi O’nu bundan alıkoymamış, bilakis onun topraklarına ayak
basmadan dönmemeye yemin etmiştir. Nitekim et-Taberî, Tarih’inde şöyle
demiştir:
Kuteybe İbn-u Müslim
el-Behlulî komutanlığındaki Müslümanların orduları, Çin sınırlarına dayanınca,
Çin Hükümdarına başında Hubeyra el-Kılâbî’nin olduğu bir heyet gönderdi ve Çin
Hükümdarı onlara şöyle dedi: “Arkadaşınıza dönün ve ona da dönmesini
söyleyin. Muhakkak ki ben, onun açgözlü birisi ve arkadaşlarının da az olduğunu
öğrendim. Aksi takdirde üzerinize hem sizi ve hem de onu helak edecek birisini
gönderirim.” Bunun üzerine Hubeyra dedi ki: “Atlarının bir ucu senin
beldende ve diğer ucu da zeytin fidanlıklarında olan bir kimsenin arkadaşları
nasıl olur da az olur? Dünyaya ve sana saldırmaya muktedir olduğu halde dünyayı
sırtının arkasına atan bir kimse nasıl olur da açgözlü biri olur? Ya bizi
öldürmekle korkutmana ne demeli; bizim öyle ecellerimiz vardır ki geldiğinde
ikramı çok çok ölümdür. Dolayısıyla ne onu kerih görürüz, ne de ondan
korkarız.” Bunun üzerine Çin Hükümdarı, ona şöyle cevap verdi: “Arkadaşını
razı edecek şey nedir?” Buheyra dedi ki: “Muhakkak ki o, topraklarınıza
ayak basıncaya, hükümdarlığınıza mühür vuruncaya ve cizye verilinceye kadar
dönmemeye yemin etmiştir.” Bunun üzerine Hükümdar dedi ki: “Biz, onu
yemininden döndürürüz, mühürlemesi için bazı genç çocuklarımızı ve razı olacağı
bir cizye göndeririz” Taberi dedi ki: Hükümdar, içerisinde toprak olan
altından kaplar, ipek, altın ve hükümdarlığın çocuklarından olan dört genç
getirdi. Ardından onları, en güzel hediyelerle donattı. Ardından da heyet,
giderek gönderilen şeyleri ona takdim etti. Kuteybe de cizyeyi kabul etti,
gençleri mühürleyerek geri gönderdi ve toprağa ayakbastı.
Bugün ise maalesef fetih
ve cihad durmuş, İslâm beldeleri işgal edilirken Müslümanların orduları
darmadağınık şekilde yerlerinde çakılmış vaziyettedir.
Hilâfet yıkıldıktan
sonra İslâm ümmeti, İslâm'a davet eden, iyiliği emreden ve kötülükten men eden
bir ümmet iken, şer olan laikliğe, demokrasiye, vatancılığa davet eden,
kötülüğü emreden ve iyiliği men eden bir ümmet haline geldi. Müslümanların
kendi itibarlarını ve saygınlıklarını yitirdiler. Büyük günahlar ve korkunç
cinayetler yayıldı. Bereket yerine bereketsizlik, hayâ yerine hayâsızlık ve
ahlaksızlık, eman yerine güvensizlik ve anarşizm geçti.
Kullarına rahmetini
indirmiş olan Allah Subhanehû ve Teâlâ
bizden, Hilâfet nizamını hayatta var ederek dünya ve ahiret saadetine
ulaşmamızı emretmiştir. Bu da İnşAllah yakındır…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış