KAPİTALİZM’İN SON OYUNU; ALGI YÖNETİMİ...

Emrah Akay

Toplumlar genel itibariyle yüzeysel düşünürler, fakat içlerinde derin ve aydın düşünenlerin sayısı topumdan topluma değişir. Okuma-yazma oranı, mezuniyet derecesi, sosyolojik özellikler ve ideoloji faktörü düşünen insan sayısını belirleyen unsurlardır. Yine toplumsal hafıza denilen geçmişe dönük tarihsel süreci hatırlama ve tecrübe etme oranı da yine aynı unsurlara bağlı olarak seyreder. Bu sebeple analiz eden, yorumlayan ve eleştiren bir toplumun varlığı o devlet için kalkınmışlık seviyesini yükselten kaliteli bir devletin oluşmasını sağlar. Bu ise dünya dengelerini elinde şekillendiren ideolojik devletler için büyük önem arz eder. Zira ideolojik devletler uydu ve tâbi devletlerin kalkınmışlık seviyesini bulunduğu düşük halde muhafaza etmek ister. Bu yüzden gelişmelerin gerisinde kalmış, değerlendirme yapamayan, eleştiremeyen asalak bir toplum tasavvur eder. Tıpkı İngilizlerin Hindistan'ı sömürüsüne kattıktan sonra mistik yaşam tarzını güçlü bir pazarlama yoluyla halka enjekte edip orada ajanlarını istediği gibi kullanma fırsatı bulduğu gibi.

Birinci Dünya Savaşı'ndan beridir sıklıkla kullanılan bu yöntem, teknolojinin ve sosyal bilimin gelişmesiyle birlikte daha profesyonel hale gelmiştir. Artık uydu veya sömürülmüş devletlerin yerine siyaset güden ve buradaki halkların yerine düşünerek, çözüm üreten kurumsal bir yapı oluşmuştur. Bu yapının mimarları kapitalist devletler ve sermayedarlar olup en önemli misyonları toplumları yönetmek ve kontrollerini ellerinde bulundurmaktır. Hatta kısa vadede hedefleri halkların neleri düşünüp, neleri düşünemez hale geldiğini kendi insiyatiflerine almak ve bu şekliyle güçlü olan konumlarını korumaktır.

ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı birimler tarafından terminolojiye kazandırılmış olan “Algı Yönetimi” kavramı içerik olarak eski bir yöntem olmakla birlikte “ikna ve inandırma faaliyetleri” olarak devam edegelmiştir. Bu yönüyle algı yönetimi birçok sebepten dolayı 21. yüzyılın en sessiz silahıdır. Devletler bölgesel ve küresel bir güç olmak, iktidarlarının ve politikalarının meşruiyetini sağlamak için; kurumlar ve fertler ise itibarlarını yükseltmek, faydalarını arttırmak için hedef kitleleri ikna etmenin ve onlara kendi gözlerinden dünyaya bakmalarını sağlamanın yollarını ararlar. Bu yolların en etkilisi olarak da algıları değiştirmek ve hangi algının yerleşmesi isteniyorsa hedef kitleye o algının kazandırılma yöntemlerini uygulamaktır. Hükümetler bu şekilde algıları değiştirme işini toplum bilimciler ve sosyologlar eliyle yaparken kamuoyunda oluşan olumsuz çağrışımlardan dolayı onu kulağa hoş gelen kamu diplomasisi, yumuşak güç, itibar yönetimi, imaj yönetimi, halkla ilişkiler ve algı yönetimi gibi kavramlar ile servis etmiştir.

Algı yönetimi için yapılacak en etkili tanımlama şu şekilde olabilir; “Hedef kitleyi istenilen bir fikir ve amel üzerinde rıza gösterecekleri bir inanma ve ikna olma sürecine sokmaktır.” Literatüre girdiği biçimiyle tanımlayacak olursak; “Kitlelerin duygu, düşünce, amaç, mantık, istihbarat sistemleri ve liderlerini etkileyerek seçili bilgilerin yayılması veya durdurulması; bunun sonucunda hedef davranış ve düşüncelerinin hedefleyenin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi” diyebiliriz. Amerikalı Siyasetçi Henry Kissinger'in konuyla alakalı şu sözü algı meselesini daha da netleştirmektedir; “Bir şeyin gerçek olmasından daha önemli olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır.”

Konuya derinlemesine girmeden önce anlaşılması adına bir örnek verelim; Kapitalist ideolojinin dünyanın her yerinde İslâm'a ve Müslümanlara dair kıymetli olan ne varsa hepsini kıymetsizleştirme, basitleştirme gayelerini biliyoruz. “Ahlak” mefhumunu Müslümanların zihninden kazımaya çalışan kâfirlerin ellerindeki büyük maddi gücü kullanarak “Ahlaksız bir toplum” hedefine ulaşmak için zamanla değişen algılar oluşturmaktadır. İlk olarak işe özgürlük naraları atarak başlayan Kapitalist ideoloji bu çığırtkanlığının hemen akabinde kadına zincirlerini kırmasını ve sosyalleşmesini sağlayan ortamlar hazırlıyor. Daha sonra kadın-erkek eşitliği fikrini zihinlere yerleştiriyor ve kadının da kariyer sahibi olabileceği, hayat içerisinde aktif olarak varlığını gösterebileceğini süslü örnekler ile bilinçaltına sokuyor. Daha sonra kadına pozitif ayrımcılık tanıyarak bir anda erkeği itibarsızlaştırmaya ve kadının erkeğe üstün geleceği sosyal tabakalar oluşturuyor. Nihayetinde aile bağlarını geri plana atan kadınlar eşleri ve çocukları ile aralarına aşılmaz engeller koyuyor ve toplum doğal bir ahlaksızlık çemberine alınıyor. Toplum bilimcilerin ahlaklı bir toplumu ahlaksız bir topluma evirme adına oluşturduğu formülde kadın figürü başrolde oynatılıyor. İşte böylece toplumsal algılar değiştikçe algıları yönetenler toplumları istedikleri kalıba sokabiliyor.

Algı yönetiminde esas olan düşünce; “amaca götüren her yol mubahtır” düşüncesidir. Bu yüzden yönetici, yöneteceği algıların hedef kitleye vereceği zararı düşünmez. Zira o hedef kitleyi kobay olarak görmekte ve üzerinde kendisini sonuca ulaştıracak denemeler yapmaktadır. En çok denemeyi yapanın değil, en etkili denemeyi yapanın kazandığı algı yönetiminde bilginin belirli çıkarlar uğruna manipüle edilip hedef kitleyi yönlendirmek amacıyla kullanılması oldukça önemlidir. Bu bağlamda bilgi akışının lehinde kontrolü sağlayabilen devletler veya gruplar psikolojik üstünlüğü de elinde tutmaktadır. Klasik dönemde devletlerin gücünü belirleyen etmenler; nüfus, iktisadi yapı, askerî güç, jeofiziksel ve coğrafi özellikler olarak barizleşmekte idi. Fakat günümüzde devletlerin gerçek gücünü belirleyen unsurların başında caydırıcılık ve kabul ettirme kapasitesi gelmektedir. Çinli general ve askerî teorisyen olan Sun Tzu'nun yaklaşık 2500 yıl önce ifade ettiği “Mükemmellik yüz savaşın yüzünü de kazanmak değildir. Asıl maharet düşmana hiç savaşmadan boyun eğdirmektir” felsefesi bir kez daha göstermektedir ki, silah ve askerden ziyade, bilgi akışının doğru sağlanması, gücün kontrol altına alınması ve ciddi planlamaların yapılması ile güçlü devlet olunur.

Bunun için yapılacak en önemli planlama “Sosyal Medya” planlamasıdır. Çünkü algı yönetiminin en sık ve en etkili aracı sosyal medya ve kamuoyu araçlarıdır. Örneğin sosyal medya vasıtasıyla cinayet kavramını anormal olmaktan çıkartan bir anket yapıldı. Liseli bir gencin annesini ne şekilde öldüreceğini yaptığı anket ile belirlemesi ve şıklarda boğarak, keserek, vurarak gibi kan donduran alternatiflerin sunulması vakıanın bir yönü iken bu şıklara oy veren sayıca azımsanmayacak bir topluluğun bulunması ise diğer önemli yönüdür. Yine dizilerde pompalanan kız-erkek ilişkilerindeki bozukluk ailelerin de kabulünü sağlama mücadelesine örnek verilebilir. Mesela evli olmadığı erkek arkadaşından gayrimeşru yollarla hamile kalmış bir genç kızın annesi tarafından teselli edilmesi, anne-kız anlaşması ile olayın üstünün örtülmesi ve hatta konunun babaya kadar ulaşmasından sonra babanın kıza “eğer istiyorsan evlenebilirsiniz kızım” demesi topluma verilen mesajların ve algısal içeriklerin ne denli tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor. Yine alkol kullanmanın aile içi bir etkinlik olduğu algısını oluşturma gayesiyle babayla oğlunu aynı içki masasına oturtarak karşılıklı içmenin tüm toplum karşısında sergilenmesine ne demeli? Evlilik mefhumuna da saldıran kapitalist zihniyet, genç bir erkeğin yengesi ile yaşadığı yasak aşkı reyting rekorları kırarcasına izlettirmedi mi? Yine aynı zihniyet samimi iki erkek arkadaşın bir kız ile sırayla sevgili olmasını, bir tecavüz olayı ile onlarca bölümü yayınlanan dizileri milyonlarcasına seyrettirmedi mi? Peki bunun yanı sıra meşru yollarla evlenmiş, nikâhlı iki hanımı olan bir adamı toplum karşısında aşağılık bir konuma düşürerek çok evliliğe vurmadı mı? Köşklerde, yalılarda geçen dizilerde zengin hanımlar modern(!) giyinirken neden başörtülüler evin hizmetlisi görevini üstlenir? Zenginliğin ölçüsünün ahlaksızlık, yalancılık ve hırsızlık olduğu dizi ve filmlerde dürüst, ahlaklı ve gururlu kişiler neden hep mağdur ve mazlum olurlar? Neden bu dürüst kişilerin başı beladan kurtulmaz hiç düşündünüz mü?

İstenilen algıların sergilendiği tek yer tabii ki televizyon kanalları değil. Bunun dışında sanal ortamlarda oluk oluk kirlilik akarken, hayâ perdelerinin bir bir düştüğüne şahit olurken kum saati misali bizi ters yüz ettiklerini nasıl inkâr edebiliriz? Eğitim-öğretim kurumlarındaki müfredatlarda, ders kitaplarında ve çocuk yaştakilerin izlediği çizgi filmlerde bilinçaltı mesajların nasıl nakış nakış işlendiğini görebilirsiniz. Seccadelere hac figürü, başörtülere gayri İslâmî figürler saklanarak çelişik bir algı üretme üslubunu da böylece görmüş olduk. Mesela sosyal medya algı üretme özelliği sayesinde toplumları sokağa dökme konusunda hiç zorlanmamaktadır. Toplumsal olaylar bu yönüyle bir sebep değil sonuçturlar. Bu sonucu istenilen ölçüde tutmak algı yönetiminin doğru kontrol edilmesiyle mümkündür. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde domino etkisi yapan yönetim karşıtı eylemlerin, Türkiye’deki Gezi Parkı eylemlerinin blog sayfalarındaki yahut diğer sosyal medya araçlarındaki tahrik edici algılar ile nasıl yönlendirildiğini hepimiz gördük. Buradan alınacak en önemli dersi şöyle özetleyebiliriz: “Algı yönetimini şansa bırakmak, halkın algılarını başkalarına teslim etmek demektir”

Algı yönetiminin yapıldığı diğer kurumlar da askerî, istihbarat ve daha da önemlisi devletlerarası yapılan algı saldırılarıdır. Örneğin en son “Boko Haram” örneğiyle gün yüzüne çıkan algı oyunu belli çevrelerce başarıya ulaştı denilebilir. Boko Haram örgütünün El Kaide ile bağlantısı kurularak yüzlerce kızın kaçırılmasından sorumlu tutulduğu ve yapılan duygusal konuşmalar ile Müslümanların zan altında tutulduğu bir algı yönetiminden bahsediyoruz. ABD Başkanı Obama ve First Lady Obama’nın özellikle bu olayın Müslümanların tamamına mâl edilmemesi gerektiği ile ilgili açıklamaları oldukça manidar. Acaba onları böylesi bir günah çıkartmaya iten sebep neydi? Bu ve benzer açıklamalarda kastedilen algı; terör=İslâm tasavvurunu kazandırmaktır. Tıpkı hırsız-polis örneğinde olduğu gibi; hırsızın da içinde bulunduğu olay mahalline giren polisin “kim çaldı?” sorusuna herkes sessiz kalırken hırsızın “ben çalmadım” sözüyle kendini ele vermesi işte böylesi bir algı mekanizmasını harekete geçirir. Batıdaki Müslümanlara yapılan böylesi bir asimetrik psikolojik harekât(!) maalesef ki, oralarda yaşayan kardeşlerimizi İslâm’ın terör dini olmadığını savunmak zorunda bırakmış, “barış” eylemleri düzenlemeye ve üzerinde “I am muslim, I am not a terörist” (ben Müslüman’ım, terörist değilim) yazılı tişörtlerden hazırlamaya ve giymeye yönlendirmiştir. İşte burada Müslümanlar hırsız, kapitalistler polis gibi bir izlenim uyandırılmıştır ki bu algı yönetiminin doğru işlediğinin göstergesidir.

Özetle algı yönetimi hedeflenen veriyi hedef kitleye kazandırmak için yapılan iletişim yönetimidir ve şu seyir izlenir. Yönetici-kaynak-ileti-hedef kitle. Algıları yönetenlerin hedef kitleyi çok iyi tanıması, hakkında kayda değer bilgilerin olması ve bu minvalde en etkili kaynaklar ile algısal iletiler yani mesajlar vermesi gerekir. Burada;

1. Algılayan bireyin özellikleri (kişilik, tecrübeler...)

2. Algılanan nesnenin özellikleri (kişi, eşya, olay, canlı-cansız varlıklar...)

3. Algılama ortamı (fiziksel, sosyal ve örgütsel çevre) gibi faktörlerin algı sürecini etkileyen önemli veriler olduğunu unutmamak gerekir.

21. yüzyılın sessiz devrimleri, en az maliyetli sömürüleri, en geçerli kitlesel ikna yöntemleri, en büyük fikrî dönüşümleri hep aynı sinsi üslupları kullanılarak gerçekleşti ki bunların başında da “Algı yönetimi” geldi. Sömürgeci kâfir savaşların veremediği kazançları, paranın açamadığı kapıları hep aynı yöntemle elde etti ta ki devletler kendisine tâbi olsun, halklar kendi düşüncelerine bağlansın ve böylece yeni dünya düzeninin kurucuları olsunlar. Yayınlanan bildiriler, hazırlanan raporlar, think thank kuruluşlarının bütün çabası hep bu amaca hizmet eder. Körfez Savaşı, İkiz Kulelere saldırı, borsa dalgalanmaları, Yahudi komploları, Çin’in sözde yükselişi, Bilderberg toplantıları gibi bir dizi faaliyet yine bu amaca hizmet eder. Nihai hedef ise Rockefeller ailesinin açık bir dille ifade ettiği her ferdin takip edilmesi hedefidir. Yeni dünya düzenini tasarlayanlar dünyadaki tüm fertlerin elektronik kimlik taşımalarını zorunlu hale getirmeyi işte bu yüzden istemektedirler.

Onlar İslâmsız bir dünya tasavvuru ile yola çıkadursunlar, Müslümanlar İslâm’ı davet ve cihad yoluyla âleme taşımaya hazırlar. Onlar bütün algılarını bu minvalde sabitlemişlerdir. Gerçekten iman edip de salih amel işleyenler için algı oyunları basit bir oyundan ibarettir. İslâm Hilâfet Devleti’nin ikamesiyle birlikte Ümmet üzerinde tezgâhlanan birçok algı yönetimine Ümmet’in içinden çıkan âlimlerin, mütefekkirlerin gayretiyle gereken cevap verilecektir. Hatta onların algıları, İslâmî mefhumlar ile yeniden şekillenecek ve izzet meşalesi yeryüzünü aydınlatacaktır. İşte o zaman Yeni Dünya Düzeni hayalini kuranlar büyük hayal kırıklıklarıyla tarihin karanlık çöplüğüne atılacaktır. Yerlerini İslâm Halifesi doldurarak müreffeh bir dünya düzeni ile tüm insanlık baş başa kalacaktır. 

“Bunların durumu aydınlanmak için ateş yakan adamın örneğine benzer ki onun ateşi çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde kalıverir.” (Bakara 17)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz