Toplumlar genel
itibariyle yüzeysel düşünürler, fakat içlerinde derin ve aydın düşünenlerin
sayısı topumdan topluma değişir. Okuma-yazma oranı, mezuniyet derecesi,
sosyolojik özellikler ve ideoloji faktörü düşünen insan sayısını belirleyen
unsurlardır. Yine toplumsal hafıza denilen geçmişe dönük tarihsel süreci
hatırlama ve tecrübe etme oranı da yine aynı unsurlara bağlı olarak seyreder.
Bu sebeple analiz eden, yorumlayan ve eleştiren bir toplumun varlığı o devlet
için kalkınmışlık seviyesini yükselten kaliteli bir devletin oluşmasını sağlar.
Bu ise dünya dengelerini elinde şekillendiren ideolojik devletler için büyük
önem arz eder. Zira ideolojik devletler uydu ve tâbi devletlerin kalkınmışlık
seviyesini bulunduğu düşük halde muhafaza etmek ister. Bu yüzden gelişmelerin
gerisinde kalmış, değerlendirme yapamayan, eleştiremeyen asalak bir toplum
tasavvur eder. Tıpkı İngilizlerin Hindistan'ı sömürüsüne kattıktan sonra mistik
yaşam tarzını güçlü bir pazarlama yoluyla halka enjekte edip orada ajanlarını
istediği gibi kullanma fırsatı bulduğu gibi.
Birinci Dünya
Savaşı'ndan beridir sıklıkla kullanılan bu yöntem, teknolojinin ve sosyal
bilimin gelişmesiyle birlikte daha profesyonel hale gelmiştir. Artık uydu veya
sömürülmüş devletlerin yerine siyaset güden ve buradaki halkların yerine
düşünerek, çözüm üreten kurumsal bir yapı oluşmuştur. Bu yapının mimarları kapitalist
devletler ve sermayedarlar olup en önemli misyonları toplumları yönetmek ve
kontrollerini ellerinde bulundurmaktır. Hatta kısa vadede hedefleri halkların
neleri düşünüp, neleri düşünemez hale geldiğini kendi insiyatiflerine almak ve
bu şekliyle güçlü olan konumlarını korumaktır.
ABD Savunma Bakanlığı'na
bağlı birimler tarafından terminolojiye kazandırılmış olan “Algı Yönetimi” kavramı
içerik olarak eski bir yöntem olmakla birlikte “ikna ve inandırma faaliyetleri”
olarak devam edegelmiştir. Bu yönüyle algı yönetimi birçok sebepten dolayı 21.
yüzyılın en sessiz silahıdır. Devletler bölgesel ve küresel bir güç olmak,
iktidarlarının ve politikalarının meşruiyetini sağlamak için; kurumlar ve
fertler ise itibarlarını yükseltmek, faydalarını arttırmak için hedef kitleleri
ikna etmenin ve onlara kendi gözlerinden dünyaya bakmalarını sağlamanın
yollarını ararlar. Bu yolların en etkilisi olarak da algıları değiştirmek ve
hangi algının yerleşmesi isteniyorsa hedef kitleye o algının kazandırılma
yöntemlerini uygulamaktır. Hükümetler bu şekilde algıları değiştirme işini
toplum bilimciler ve sosyologlar eliyle yaparken kamuoyunda oluşan olumsuz
çağrışımlardan dolayı onu kulağa hoş gelen kamu diplomasisi, yumuşak güç,
itibar yönetimi, imaj yönetimi, halkla ilişkiler ve algı yönetimi gibi
kavramlar ile servis etmiştir.
Algı yönetimi için
yapılacak en etkili tanımlama şu şekilde olabilir; “Hedef kitleyi istenilen bir fikir ve amel üzerinde rıza gösterecekleri
bir inanma ve ikna olma sürecine sokmaktır.” Literatüre girdiği biçimiyle
tanımlayacak olursak; “Kitlelerin duygu,
düşünce, amaç, mantık, istihbarat sistemleri ve liderlerini etkileyerek seçili
bilgilerin yayılması veya durdurulması; bunun sonucunda hedef davranış ve düşüncelerinin
hedefleyenin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi” diyebiliriz.
Amerikalı Siyasetçi Henry Kissinger'in konuyla alakalı şu sözü algı meselesini
daha da netleştirmektedir; “Bir şeyin gerçek
olmasından daha önemli olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır.”
Konuya derinlemesine
girmeden önce anlaşılması adına bir örnek verelim; Kapitalist ideolojinin
dünyanın her yerinde İslâm'a ve Müslümanlara dair kıymetli olan ne varsa
hepsini kıymetsizleştirme, basitleştirme gayelerini biliyoruz. “Ahlak” mefhumunu Müslümanların
zihninden kazımaya çalışan kâfirlerin ellerindeki büyük maddi gücü kullanarak “Ahlaksız
bir toplum” hedefine ulaşmak için zamanla değişen algılar oluşturmaktadır. İlk
olarak işe özgürlük naraları atarak başlayan Kapitalist ideoloji bu
çığırtkanlığının hemen akabinde kadına zincirlerini kırmasını ve
sosyalleşmesini sağlayan ortamlar hazırlıyor. Daha sonra kadın-erkek eşitliği
fikrini zihinlere yerleştiriyor ve kadının da kariyer sahibi olabileceği, hayat
içerisinde aktif olarak varlığını gösterebileceğini süslü örnekler ile bilinçaltına
sokuyor. Daha sonra kadına pozitif ayrımcılık tanıyarak bir anda erkeği
itibarsızlaştırmaya ve kadının erkeğe üstün geleceği sosyal tabakalar
oluşturuyor. Nihayetinde aile bağlarını geri plana atan kadınlar eşleri ve
çocukları ile aralarına aşılmaz engeller koyuyor ve toplum doğal bir
ahlaksızlık çemberine alınıyor. Toplum bilimcilerin ahlaklı bir toplumu
ahlaksız bir topluma evirme adına oluşturduğu formülde kadın figürü başrolde
oynatılıyor. İşte böylece toplumsal algılar değiştikçe algıları yönetenler
toplumları istedikleri kalıba sokabiliyor.
Algı yönetiminde esas
olan düşünce; “amaca götüren her yol mubahtır” düşüncesidir. Bu yüzden yönetici,
yöneteceği algıların hedef kitleye vereceği zararı düşünmez. Zira o hedef
kitleyi kobay olarak görmekte ve üzerinde kendisini sonuca ulaştıracak
denemeler yapmaktadır. En çok denemeyi yapanın değil, en etkili denemeyi
yapanın kazandığı algı yönetiminde bilginin belirli çıkarlar uğruna manipüle
edilip hedef kitleyi yönlendirmek amacıyla kullanılması oldukça önemlidir. Bu
bağlamda bilgi akışının lehinde kontrolü sağlayabilen devletler veya gruplar
psikolojik üstünlüğü de elinde tutmaktadır. Klasik dönemde devletlerin gücünü
belirleyen etmenler; nüfus, iktisadi yapı, askerî güç, jeofiziksel ve coğrafi
özellikler olarak barizleşmekte idi. Fakat günümüzde devletlerin gerçek gücünü
belirleyen unsurların başında caydırıcılık ve kabul ettirme kapasitesi gelmektedir.
Çinli general ve askerî teorisyen olan Sun Tzu'nun yaklaşık 2500 yıl önce ifade
ettiği “Mükemmellik yüz savaşın yüzünü de
kazanmak değildir. Asıl maharet düşmana hiç savaşmadan boyun eğdirmektir”
felsefesi bir kez daha göstermektedir ki, silah ve askerden ziyade, bilgi
akışının doğru sağlanması, gücün kontrol altına alınması ve ciddi planlamaların
yapılması ile güçlü devlet olunur.
Bunun için yapılacak en
önemli planlama “Sosyal Medya” planlamasıdır. Çünkü algı yönetiminin en sık ve
en etkili aracı sosyal medya ve kamuoyu araçlarıdır. Örneğin sosyal medya
vasıtasıyla cinayet kavramını anormal olmaktan çıkartan bir anket yapıldı.
Liseli bir gencin annesini ne şekilde öldüreceğini yaptığı anket ile
belirlemesi ve şıklarda boğarak, keserek, vurarak gibi kan donduran alternatiflerin
sunulması vakıanın bir yönü iken bu şıklara oy veren sayıca azımsanmayacak bir
topluluğun bulunması ise diğer önemli yönüdür. Yine dizilerde pompalanan
kız-erkek ilişkilerindeki bozukluk ailelerin de kabulünü sağlama mücadelesine
örnek verilebilir. Mesela evli olmadığı erkek arkadaşından gayrimeşru yollarla
hamile kalmış bir genç kızın annesi tarafından teselli edilmesi, anne-kız
anlaşması ile olayın üstünün örtülmesi ve hatta konunun babaya kadar
ulaşmasından sonra babanın kıza “eğer
istiyorsan evlenebilirsiniz kızım” demesi topluma verilen mesajların ve
algısal içeriklerin ne denli tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor. Yine
alkol kullanmanın aile içi bir etkinlik olduğu algısını oluşturma gayesiyle
babayla oğlunu aynı içki masasına oturtarak karşılıklı içmenin tüm toplum
karşısında sergilenmesine ne demeli? Evlilik mefhumuna da saldıran kapitalist
zihniyet, genç bir erkeğin yengesi ile yaşadığı yasak aşkı reyting rekorları
kırarcasına izlettirmedi mi? Yine aynı zihniyet samimi iki erkek arkadaşın bir
kız ile sırayla sevgili olmasını, bir tecavüz olayı ile onlarca bölümü
yayınlanan dizileri milyonlarcasına seyrettirmedi mi? Peki bunun yanı sıra
meşru yollarla evlenmiş, nikâhlı iki hanımı olan bir adamı toplum karşısında
aşağılık bir konuma düşürerek çok evliliğe vurmadı mı? Köşklerde, yalılarda
geçen dizilerde zengin hanımlar modern(!) giyinirken neden başörtülüler evin
hizmetlisi görevini üstlenir? Zenginliğin ölçüsünün ahlaksızlık, yalancılık ve
hırsızlık olduğu dizi ve filmlerde dürüst, ahlaklı ve gururlu kişiler neden hep
mağdur ve mazlum olurlar? Neden bu dürüst kişilerin başı beladan kurtulmaz hiç
düşündünüz mü?
İstenilen algıların
sergilendiği tek yer tabii ki televizyon kanalları değil. Bunun dışında sanal ortamlarda
oluk oluk kirlilik akarken, hayâ perdelerinin bir bir düştüğüne şahit olurken
kum saati misali bizi ters yüz ettiklerini nasıl inkâr edebiliriz?
Eğitim-öğretim kurumlarındaki müfredatlarda, ders kitaplarında ve çocuk
yaştakilerin izlediği çizgi filmlerde bilinçaltı mesajların nasıl nakış nakış
işlendiğini görebilirsiniz. Seccadelere hac figürü, başörtülere gayri İslâmî
figürler saklanarak çelişik bir algı üretme üslubunu da böylece görmüş olduk.
Mesela sosyal medya algı üretme özelliği sayesinde toplumları sokağa dökme konusunda
hiç zorlanmamaktadır. Toplumsal olaylar bu yönüyle bir sebep değil sonuçturlar.
Bu sonucu istenilen ölçüde tutmak algı yönetiminin doğru kontrol edilmesiyle mümkündür.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde domino etkisi yapan yönetim karşıtı
eylemlerin, Türkiye’deki Gezi Parkı eylemlerinin blog sayfalarındaki yahut
diğer sosyal medya araçlarındaki tahrik edici algılar ile nasıl
yönlendirildiğini hepimiz gördük. Buradan alınacak en önemli dersi şöyle
özetleyebiliriz: “Algı yönetimini şansa bırakmak,
halkın algılarını başkalarına teslim etmek demektir”
Algı yönetiminin
yapıldığı diğer kurumlar da askerî, istihbarat ve daha da önemlisi
devletlerarası yapılan algı saldırılarıdır. Örneğin en son “Boko Haram”
örneğiyle gün yüzüne çıkan algı oyunu belli çevrelerce başarıya ulaştı
denilebilir. Boko Haram örgütünün El Kaide ile bağlantısı kurularak yüzlerce
kızın kaçırılmasından sorumlu tutulduğu ve yapılan duygusal konuşmalar ile
Müslümanların zan altında tutulduğu bir algı yönetiminden bahsediyoruz. ABD
Başkanı Obama ve First Lady Obama’nın özellikle bu olayın Müslümanların
tamamına mâl edilmemesi gerektiği ile ilgili açıklamaları oldukça manidar.
Acaba onları böylesi bir günah çıkartmaya iten sebep neydi? Bu ve benzer açıklamalarda
kastedilen algı; terör=İslâm tasavvurunu kazandırmaktır. Tıpkı hırsız-polis
örneğinde olduğu gibi; hırsızın da içinde bulunduğu olay mahalline giren
polisin “kim çaldı?” sorusuna herkes sessiz kalırken hırsızın “ben
çalmadım” sözüyle kendini ele vermesi işte böylesi bir algı mekanizmasını harekete
geçirir. Batıdaki Müslümanlara yapılan böylesi bir asimetrik psikolojik harekât(!)
maalesef ki, oralarda yaşayan kardeşlerimizi İslâm’ın terör dini olmadığını
savunmak zorunda bırakmış, “barış” eylemleri düzenlemeye ve üzerinde “I am
muslim, I am not a terörist” (ben Müslüman’ım, terörist değilim) yazılı
tişörtlerden hazırlamaya ve giymeye yönlendirmiştir. İşte burada Müslümanlar
hırsız, kapitalistler polis gibi bir izlenim uyandırılmıştır ki bu algı
yönetiminin doğru işlediğinin göstergesidir.
Özetle algı yönetimi
hedeflenen veriyi hedef kitleye kazandırmak için yapılan iletişim yönetimidir
ve şu seyir izlenir. Yönetici-kaynak-ileti-hedef kitle. Algıları yönetenlerin
hedef kitleyi çok iyi tanıması, hakkında kayda değer bilgilerin olması ve bu
minvalde en etkili kaynaklar ile algısal iletiler yani mesajlar vermesi
gerekir. Burada;
1. Algılayan bireyin
özellikleri (kişilik, tecrübeler...)
2. Algılanan nesnenin
özellikleri (kişi, eşya, olay, canlı-cansız varlıklar...)
3. Algılama ortamı
(fiziksel, sosyal ve örgütsel çevre) gibi faktörlerin algı sürecini etkileyen
önemli veriler olduğunu unutmamak gerekir.
21. yüzyılın sessiz
devrimleri, en az maliyetli sömürüleri, en geçerli kitlesel ikna yöntemleri, en
büyük fikrî dönüşümleri hep aynı sinsi üslupları kullanılarak gerçekleşti ki
bunların başında da “Algı yönetimi” geldi. Sömürgeci kâfir savaşların
veremediği kazançları, paranın açamadığı kapıları hep aynı yöntemle elde etti
ta ki devletler kendisine tâbi olsun, halklar kendi düşüncelerine bağlansın ve
böylece yeni dünya düzeninin kurucuları olsunlar. Yayınlanan bildiriler,
hazırlanan raporlar, think thank kuruluşlarının bütün çabası hep bu amaca
hizmet eder. Körfez Savaşı, İkiz Kulelere saldırı, borsa dalgalanmaları, Yahudi
komploları, Çin’in sözde yükselişi, Bilderberg toplantıları gibi bir dizi
faaliyet yine bu amaca hizmet eder. Nihai hedef ise Rockefeller ailesinin açık
bir dille ifade ettiği her ferdin takip edilmesi hedefidir. Yeni dünya düzenini
tasarlayanlar dünyadaki tüm fertlerin elektronik kimlik taşımalarını zorunlu
hale getirmeyi işte bu yüzden istemektedirler.
Onlar İslâmsız bir dünya
tasavvuru ile yola çıkadursunlar, Müslümanlar İslâm’ı davet ve cihad yoluyla âleme
taşımaya hazırlar. Onlar bütün algılarını bu minvalde sabitlemişlerdir.
Gerçekten iman edip de salih amel işleyenler için algı oyunları basit bir
oyundan ibarettir. İslâm Hilâfet Devleti’nin ikamesiyle birlikte Ümmet üzerinde
tezgâhlanan birçok algı yönetimine Ümmet’in içinden çıkan âlimlerin, mütefekkirlerin
gayretiyle gereken cevap verilecektir. Hatta onların algıları, İslâmî mefhumlar
ile yeniden şekillenecek ve izzet meşalesi yeryüzünü aydınlatacaktır. İşte o
zaman Yeni Dünya Düzeni hayalini kuranlar büyük hayal kırıklıklarıyla tarihin
karanlık çöplüğüne atılacaktır. Yerlerini İslâm Halifesi doldurarak müreffeh
bir dünya düzeni ile tüm insanlık baş başa kalacaktır.
“Bunların durumu aydınlanmak için ateş
yakan adamın örneğine benzer ki onun ateşi çevresini aydınlattığı zaman, Allah
onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde
kalıverir.” (Bakara 17)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış