Kapitalizm kâbusundan uyandım bu
sabah. Kan ter içinde kalmış bedenim. Sabah namazını kılmak üzere camiye doğru
attığım adımlara başka adımların sesleri karışıyordu. Gördüğüm rüyada ise
sadece birkaç çift ayak sesi duymuştum. Kapitalizm, Müslümanları bu sabah da
uyutmuş diye düşünmüştüm. Subhanallah, Allah'tan başka bir ilahı kabul etmeyen ben,
nasıl da bunalmıştım rüyamda.
Rüyamda gittiğim camide sürekli demokratik,
laik cumhuriyete ve yöneticilerine övgüler yağdırılıyordu. Bu rüyadan uyanıp
gittiğim camide ise İslâm Devleti’nin risaleti taşıdığı topraklar, Ümmet’in
maslahatları, Allah’ın sevdiğini sevmek, buğz ettiğine buğzetmek anlatıldı bu
sabah. Ya Rabbi, o nasıl bir rüyaydı, sadece kendi çıkarlarını düşünen insanlar
vardı rüyamda. Neyse ki, cami çıkışında bana kapıdan çıkarken gülümseyerek yol
veren aksakallı amca rüyamın tesirini üzerimden atmama yardımcı oldu. Oysa beni
itip önce kendi çıkmaya çalışan adamlar vardı rüyamdaki camide.
Sabah namazından çıktığımda sokakta
köşe başlarında, işe gitmek üzere servis minibüslerini bekleyen tesettüre
riayet etmeyen bayanlar görürdüm rüyamda. Rüyamda bile bu bana sıkıntı verirdi,
düşünürdüm bu bayanların evlatları yok mu, annelik görevlerini niçin tam
yapmıyorlar, neden salih/saliha evlatlar yetiştirmeye daha çok vakit
ayırmıyorlar diye.
Rüyamda, cami karşısında bile içki
satan, kumar oynatan tekel bayileri vardı. Neyse ki, o dükkânların yerinde gerçekte
camiden çıkanlara çorba dağıtan gençlerin olduğunu gördüğümde rahatladım.
Düşünebiliyor musunuz? Caminin karşısında içki satmak! Subhanallah, çok şükür rüyaymış.
Eve doğru giderken, İslâm
Devleti’mizdeki haberleri ve dış siyaseti takip etmek üzere gazete almak için
gazete bayisine uğradım ve selamlaştıktan sonra bir tane “Zafer İnananlarındır alabilir miyim?” dedim. Birbirimize hayır dua
ederek vedalaşıp dükkândan çıktım.
Yavaş yavaş minik çocuklar hoplaya
zıplaya okula gitmek üzere sokaklara çıkıyordu. Büyükler ise ağır başlılıkla
yürüyor ve gün içinde işleyecekleri Fıkıh Usulü, Hadis Usulü, Dünya Siyaseti
derslerinden konuşuyorlardı. Aman Allah’ım, birden rüyam aklıma geldi. Otobüs
duraklarında, mini etekli kızlar, erkeklerle şakalaşıp, yüksek sesle gülüyor ve
insanları rahatsız ediyorlardı. Neyse ki, Allah’a karşı olan takvalarıyla tam
bir tesettüre bürünmüş kızlarımızın sakin sakin yolun karşısında yürüdüğünü
gördüğümde içim rahatladı. Onlar, İslâm Devlet’inin komutanlarını yetiştirecek
geleceğin anneleriydi.
Eve girdiğimde, çocuklarım
anneleriyle birlikte Kur’an’ı Kerim tefsiri üzerinde çalışıyorlardı. Ya Rabbi,
rüyamda gördüğüm çocukların benim çocuklarım olmadığını anlamıştım zaten. Tüm
gün boyunca televizyon başında oturuyorlar, bilgisayar oyunlarının, internetin
kucağından benim kucağıma bile gelmiyorlardı. Benim kendilerine vermeye
çalıştığım İslâmî temel fikirler, tüm gün okulda verilen laiklik temel fikrine
dayalı kapitalist fikirlerle çarpışınca çocuklarda zihniyet karmaşası
oluşturuyordu. Bu rüyaların birinde bir gün küçük kızım bana şöyle demişti “Baba, biz senin anlattıklarını sokağa
çıktığımızda hiç göremiyoruz.”
Neyse ki hepsi rüyaydı. Düşünebiliyor
musunuz? Müslümanların iman ettiği İslâm akidesi ile Müslümanların üzerine
tatbik edilen nizam insicam içinde, uyum içinde olmasın. İnandıkları Allah’ın
hükümleri hayatlarına hâkim olmasın, insanlar arasındaki ilişkileri yine
insanların koyduğu kanunlar tanzim etsin. Tam olarak rüyamda böyleydi. Eksik,
aciz ve sınırlı olan insanların koyduğu kanunlar, toplumsal hayatı düzenliyor,
özgürlük düşüncesiyle tüm insanlık cehaletin karanlığına gömülüyordu.
Tabii ki, rüyamda da yalnız Allah’a
kulluk eden, O’nun rızası için zalim yöneticilere meydan okuyan, Allah rızası
için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayıp hakkı söyleyen dava taşıyıcıları
vardı. Onlar, Allah’ın hükümlerinin tatbik edilmediği bu kapitalist düzeni,
Allah’ın hükümleriyle hükmedecek İslâm Devleti’yle değiştirmek için,
Müslümanları koruyup, gözetecek bir Halife’yi naspetmek için hayatları pahasına
mücadele veriyorlardı ve Allah’tan başka hiçbir yardımcıları da yoktu. Ama çok
enterasandı rüyam. Kur’an’ı Kerim’de Rabbimizin bizlere misal verdiği gibi,
cahiliyye toplumundan sıyrılarak hakkı savunan önceki kavimlerden olan öncüler
ve onların zulme karşı direnişleri, Allah Rasulu ve Sahabesi’nin mücadelelerine
karşın İslâm karşıtlarının Müslümanlara karşı tepkileri, zulümleri, baskıları
bizler tarafından anlaşılabiliyordu. Çünkü İslâm’ın karşısında, İslâm
düşmanları vardı. Fakat rüyamda, Kapitalist düzeni değiştirmek isteyenler,
karşılarında yine Müslüman beldelerin başındaki Müslüman olduklarını iddia eden
yöneticileri buluyordu. O yöneticiler, bu dava taşıyıcılarına zulmediyor,
hapsediyor, şehadete varan işkencelere maruz tutuyorlardı. O kardeşlerimiz ise
bu duruma sabrederek, yalnız Allah’tan yardım bekliyorlar ve çalışmalarına
korkmadan devam ediyorlardı. Rüyamdaki, bu kardeşlerimin ayakları altında
serilmiş olan fırsata imrendim. Ben, İslâm Devleti’nde yaşayan bir Müslüman
olarak bu fırsata sahip değildim. Onların ise Allah’ın kelâmındaki gibi “sabikun/öncüler” den olma fırsatları,
Allah Rasulü’nün buyurduğu gibi “Allah Rasulü’nün kardeşleri” olma
sıfatına kavuşma imkânları vardı. Tek yapmaları gereken, Allah’ın hükümleri
dışında hiçbir hüküm kabul etmemek, Allah’ın hükümleri dışında hükmeden
yöneticilere buğzetmek, onları Allah’ın hükümleriyle yönetecek bir Halife ile
değiştirmek üzere çalışmak ve bu yolda başlarına gelebilecek her türlü musibete
yalnız Allah rızası için sabretmek. Şu an yaşadığım İslâm Devleti kurulmadan
önce rüyamdaki gibi aynı mücadelelerin verildiği aklıma geldi ve o
kardeşlerimden Allah’ın razı olması ve onları cennetinde ağırlaması yönünde
çokça duada bulundum. Bizlere, bizleri koruyan, bizlere Allah rızası için
merhamet nazarıyla bakan, dünya yükünü omuzlarımızdan almak üzere çabalayan İslâm
Devleti’ni bıraktıkları için onlara ne kadar dua etsem azdır.
Çocuklarım, anneleriyle tefsir
dersine devam ederken, ben de sabah haberlerini izlemek üzere televizyonu
açtım. Ne kadar güzel yayınlar vardı, tekrardan Rabbime şükrettim. Bir kanalda
Allah Rasulü’nün siyeri, bir kanalda müçtehitler, bir yarışma programında
yarışmacılar İslâm Devleti’nin fethettiği devletleri kronolojik (tarihsel)
sıralamaya koyuyorlardı. Birden aklıma, rüyamdaki kapitalist düzen geldi. Tüm
kanallarda, açıklık-saçıklık, vahşet haberleri, tecavüz haberleri, ensest ilişki
haberleri, sabah sabah saçma sapan kadını kadınlıktan çıkaran programlar,
insanları birbirinin üstüne basarak bir şeyler kazanmaya özendiren yarışma
programları vardı. “Allah’ım Sen başımızdan İslâm Devleti’ni ve Allah’ın
hükümleriyle hükmeden Halifemizi eksik etme” dedim.
Sonunda haber kanalını buldum.
İzleyenleri Allah’ın selamıyla selamladıktan sonra, haberleri sunmaya başlayan
sunucu belli ki yine güzel bir haber verecekti. Rüyalarımda buna hiç alışık
değildim. Ama İslâm Devleti’nin haber kanallarında fetih müjdelerini duymak tüm
Müslümanları mutlulukla kuşatıyordu. Evet, beklediğim haberdi, bir dar-ul harb
daha dar-ul İslâm olmuştu hem de bir damla kan dökülmeden. Rüyamda ne kötüydü ya
Rabbi, Müslüman beldeler kâfirler tarafından işgal ediliyor, Müslümanlara
zulmediliyordu. Allah’ın Rasulü’nün buyurduğu ve şu anda İslâm Devleti’nin
bakışı haline gelen ifade ise rüyamda kan ter içinde kalmamı açıklıyordu “Allah
katında, Kâbe’nin yıkılması bir Müslüman’ın katledilmesinden daha ehvendir”.
Elhamdulillah, İslâm Devleti, sadece Müslümanların da değil, tüm tebaasının
canını, malını, aklını, neslini, dinini koruyordu. Bu kıymetlerin emniyet
altında olduğunu bilmek tüm tebaaya huzur veriyordu. Rüyamda, karanlık
sokaklardan geçerken, erkek olmama rağmen, canıma, malıma zarar gelmeyeceğinden
emin olmamamdan ötürü bacaklarımın titrediğini hatırladım. Küçük çocukların
kaçırılıp, tecavüz edilip, öldürülmesi rüyamın en acı kısımlarıydı.
Haberleri izledikten sonra, kahvaltı
yapıp, işe doğru yola koyuldum. Ne kadar sakin bir sabahtı, herkes saygı-sevgi
çerçevesinde arabasını sürüyor, yoldan geçen yayalara öncelik veriliyor, kimse
birbirini rahatsız etmiyordu. Müslümanlara yakışan da buydu tabii ki. Yine
rüyalarım aklıma geldi, o trafik de neydi öyle. Yarışır gibi giden araçlar,
birbirine küfreden insanlar, karşıdan karşıya geçmeye çalışan yaşlı teyzeye
öfke kusan sabırsızlar, sarı ışığın yanmasını “kornaya bas” olarak algılayanlar, trafik kazaları, ölümler, sakat
kalanlar da cabası. Ha bir de, rüyamdaki kapitalist devletin halkını insan
yerine koymaması hasebiyle yolların köstebek yuvası gibi olması. Evet, İslâm
Devleti’nde bunlar yoktu, her şey bana huzur veriyordu, insanlarla selamlaşmak,
yardımlaşmak, iş yapmak ne kadar güzeldi.
Rüyamda, işyerine giderken içimi
kasvet basardı. Bilirdim ki, çalışanlarına köleden daha aşağı bir bakışla bakan
patronlar vardı. Çalışanlar, namazlarını kılmak için bin bir türlü zahmet
çekiyordu rüyamda, çoğu da Cuma namazına dahi gidemiyordu, gidenlerin de maaşından
kesiliyordu. Düşünebiliyor musunuz? Cuma günü tatil değildi rüyamda. Şimdi ise,
İslâm’a ve Müslümanlara yardım etmek için İslâm Devleti’nde çalışmanın
getirdiği maddî-manevî atmosfer paha biçilemezdi. Hem de, tüm işlerimiz
Allah’ın rızasını odak noktamıza alınarak planlanıyordu. Sabahın köründen,
akşam karanlığına kadar çalışmıyorduk. Verimli çalışıyorduk, kimse
kaytarmıyordu çünkü Allah rızasını gözeterek çalışıyordu. Ha rüyamda bir de
gece vardiyası diye bir kavram vardı, pek anlayamadım gerçi neden gece vakti
insanların fabrikalara gittiğini, insan fıtratına aykırıydı, Rabbim geceleri
insanlar dinlensin diye yaratmamış mıydı? Rüyamda, Batının, Amerika’nın
taşeronu gibi çalışan sanayi bölgeleri, artık İslâm Devleti Cihad Emirliği’ne
bağlı devletin ağır sanayisine dönüşmüştü. İslâm risaletini davet ve cihad
yoluyla âleme taşımakta vasıta olarak kullanılacak teknolojiyi tasarlamak,
bunun üretimini yapmak muhteşem bir şeydi.
Gün boyu en son tasarımımız olan
“görünmezlik pelerini” üzerinde uğraştık. İnşaAllah bu proje tamamlanınca,
fetihler daha da kolaylaşacak. Tarihimizde, delikten geçerek, İslâm ordusuna
şehrin kapılarını açan mücahitler gibi bu üstün teknoloji ile yeni fetihlerin
kapılarını aralama imkânı bulacağız. O kadar kıvrak zekâlı, o kadar tecrübeli,
o kadar becerikli insanlarla çalışıyorum ki bir ara rüyamdaki çalışma
arkadaşlarım aklıma geldi. Hayattan bir beklentisi kalmamış, para kazanmaktan
ve kredilerini ödemekten başka bir amacı bulunmayan, çalışma arkadaşını ezerek
kendini ön plana çıkartmaya çalışan zihniyetler ve daha niceleri. İslâm
Devleti’nin eğitim sisteminden geçen bir insan, Allah rızası için, İslâm için
çalışmanın ne demek olduğunu bilir. Tarihimizdeki gibi, Ali Kuşçu’ları, Mimar
Sinan’ları, Farabi’leri, Harezmi’leri şimdi çevremde görüyorum. Rüyamda, belki
aynı potansiyele sahip insanların, kapitalist sistem ve onun bozuk eğitim
sistemi tarafından zombilere dönüştüğüne şahid oluyordum ve iğreniyordum.
Günü tamamlayıp, iş yerinden eve
doğru giderken bir kalabalık dikkatimi çekti. Yardıma ihtiyacı olan bir
Müslüman olabilir düşüncesiyle arabamı kenara çekip, yaklaştım. Bir adam, İslâm
Devleti’nin kolluk kuvvetleri tarafından zaptedilmişti. Kalabalıktan bir
amcaya, “hayırdır amca” dedim. “Evlat” dedi. “Bu adamın, dar-ul harb ülkesinin ajanı olduğu tespit edildi.” “Nasıl
ortaya çıktı amca” diye merakla sordum. “Evs
ve Hazrec kabilelerinin eski husumetlerini hatırlatıp aralarını bozmaya çalışan
yahudileri hatırladın mı evlat?” dedi. “Evet
amca” dedim. “Bu da, aklı sıra
yüzyıllardır kardeşçe yaşayan Kürt kardeşlerimizle, Türk kardeşlerimizin
arasını bozmaya çalışmış; ferasete sahip, dakik kardeşlerimiz ise hiç
meyletmeden gereken cevabı vermişler ve İslâm Devleti’nin kolluk kuvvetlerine
haber vermişler.” Elhamdulillah dedim içimden, rüyalarım aklıma geldi,
kâfirlerin tuzaklarına düşen Müslümanlar milliyetçilik akımlarına kapılıyorlar,
birleşmeleri gerekirken, ayrışıyorlardı, birbirlerini üzüyorlar, kırıyorlar
hatta birbirlerinin kanını döküyorlardı. İslâm Devleti’nde ise bir sürü millet,
omuz omuza İslâm kardeşliği çatısı altında yaşıyoruz. İslâm Devleti’nin
tebaasının sahip olduğu “Müslümanlar ancak kardeştir”, “Milliyetçilik
ayaklarımızın altındadır” fikirleri bir ajanlık girişimini daha
bertaraf etmişti, hem de Ümmetimizin kendi feraseti ile.
Sabahtan akşama kadar, İslâm
Devleti’nin varlığına, Allah’ın hükümleriyle yöneten bir Halifemiz olduğuna
defalarca şükrettim.
Rabbimden niyaz ediyorum ki; rüyamda
bile bir daha Kapitalist bir toplumda yaşadığımı göstermesin bana. Zira
kapitalist nizamın, demokrasinin, insanlığa yakışmayan her türlü pisliğin
garantörü olduğunu görmek bir Müslümana acı veriyor. Hatta insanlar tarafından
tüm bunların bireyin tercihleri olarak saygın ve hatta mutlaka güvence altına
alınması gereken kutsal yönelimler olarak görülmesi rüyada bile insanı
kahrediyor. Beni en çok üzen de, Müslümanların kapitalist düzen içerisinde İslâm’ı
yaşadığına inandırılmış olmasıydı. Allah’ın hükümlerini, İslâm Devleti’ni
isteyen Müslüman kardeşlerine garip bakmalarıydı.
Neyse ki, hepsi rüyaydı. Müslümanın
ferasetini bildiğimden rüyamdaki birçok konuyu kafamda oturtamamıştım.
Müslümanlar, kapitalist düzende nasıl yaşayabilirdi ki?
Ne kadar şükretsek az ki, bizleri bir
kalkan gibi koruyan Hilâfet Devletimiz var.
Eğer, devletimiz olmasaydı da, her
şey rüyamda gördüğüm gibi olsaydı, tüm Müslümanlar mutlaka Kapitalist düzeni
değiştirmek, İslâm Devleti’ni kurmak üzere çalışırdı.
“Allah kâfirler için, Mü'minler
üzerine kesinlikle yol vermez.” (Nisa 141)
Bugüne kadar, bu ayeti kerimeye göre
hareket eden Müslümanlar, bugünden sonra da buna göre hareket edeceklerdir
Allah’ın izniyle.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış