IŞİD hakkında
haftalardır yazılıp çizilen bir niyet okuma, yakıştırma ve IŞİD üzerinden Ümmete
aktarılan bir bilgi kirletme operasyonu sürmektedir. Bu operasyon kapsamında
tüm yazılan ve çizilenleri toplayıp yuvarladığımızda, aşırılık, Hilâfet, terör
ve cihad kavramlarıyla zihin algısının inşa edildiğine üzülerek şahit
olmaktayız.
Bu kavramları dünya
gündemine ısrarla aktarılmasına vesile olan birkaç ayrıntıyı da görmezden
gelmek elbette saflık olur. Bunlardan biri, belki de en önemlisi IŞİD'in (Irak
Şam İslâm Devleti) filli, fikrî altyapısından kaynaklanan selefi-tekfirci
düşünce. Bir diğeri de Müslümanlardan gelen olumsuz tepkilerin, başka İslâmî
alanlarda açtığı derin yaralardır.
Ancak Batının medya
organları bazı zaman dilimlerinde tek kalemden çıkan medya ustaları eliyle
toplumlarda kimi zaman bir fikri kamuoyuna dönüştürmek, kimi zaman bir devletin
dış politikası için kamuoyunu hazırlamak ve kimi zaman da gelecek bir
tehlikenin bertaraf edilmesi için paket programlar ihdas ederler. İdeolojilerin
olmazsa olmaz en önemli ihtiyaçlarından biri, bekasını garanti altına alacağı “Algı Mühendisliği Paketleri”dir. Bu
paketler, ince detaylar, girift konular ve hassas mizanlarla ölçülür.
Sonrasında ise sadece medya değil, medya ile birlikte siyasi figürler, yerel örgütlenmeler,
STK'lar, yayınevleri, köşe yazıları, siyasi erkler de dahil her unsur,
kendisine biçilen role uygun olarak sürece katılır.
Bu çerçevede IŞİD
vakıası kullanılarak toplumda oluşturulan medya manipülasyonlarına değinmeden
evvel medyanın yöntem ve üsluplarından kısa da olsa bahsetmekte fayda görüyorum.
1. Üslup: Bir kavram medyanın herhangi bir aracında -bu
bir haber kanalı olabilir, bir dizi film olabilir- ismen telaffuz edilir. Yahut
hakkında kısa bir önsöz dizilir. Bakılır eğer ona uygun bir vakıa varsa küçük
veya büyük olduğuna bakılmaksızın hemen sunulur. Vakıa bulunamıyorsa kısa süre
sonra tekrar ismi zikredilmek üzere o kavram nadasa bırakılır. Bu sayede
kamuoyu o kavramlara alışır. Söz konusu kavram veya mefhumların toplumun
gündemine taşınması için bir plana binaen zamanı belirlenmiş de olabilir. Bu
durumda belirlenmiş gün gelmeden evvel medyaya konu edilir. Bunun için de bir
dizi plan hayata geçirilir.
Bu üslup Türkiye
şartlarında klasik olarak şöyle işler. Başbakan'ın, yahut da iktidar kanadının
bir kurmayı gazetecilere demeç verir. Gazeteci haber konusu yapar. Başka bir
siyasetçi bu demece kızar, karşı söz söyler. Haber kanalları da her seferinde 'kamuoyunda tartışılan' ile başlayan
cümlelerle habere giriş yapar. Böylelikle o konu hararetli tartışma
meydanlarının argümanlarından biri oluverir. Böylelikle toplumum gündemi
değişmiş olur. Seçim öncesi başkanlık sisteminin tekrar tartışmaya açılması bu
çerçevede incelenebilir.
Başka bir örnek, 'Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı' aile içi şiddet ile alâkalı bir yasa
hazırlamıştı. Bu yasa esasında İslâmî aile yapısını çökerten bir keyfiyete
sahipti. Ancak toplumu bu yasaları kabule zihinleri hazırlayacak bir dizi
çalışma yapılmıştı. O süreçte 'koca vahşeti', 'dayak yiyen kadın' haberlerinin
farklı TV kanallarında çıktığına şahit oluyorduk. Bu da toplumu “her yerde aile içi şiddet var” şeklinde
bir ön kabule götürdü ve “aile içi
şiddete engel olunması gerekir”tezini kabul etmeye zihinleri hazırladı.
Sonuçta kocaya kelepçe vurulması kadının hakkı oluverdi. Kimsenin itirazı da
olmadı.
2. Üslup: Kimi zaman işlenmesi istenen kavramla alâkalı
uygun vakıa oluşsun diye fiili bir müdahale gerçekleştirilir veya vakıa doğal
olarak gelişir, olgunlaşır ve işlenmeye hazır bir hammadde gibi olur.
Mısır'da Muhammed
Mursi'nin iktidardan askerî darbeyle indirilmesinde olduğu gibi. Medyanın “Askeri vesayet meşru yönetime el koydu”,
“seçimle işbaşına gelmiş yönetim”, “demokrasiye indirilmiş darbe” şeklindeki
cümlelerle başlayan haberleri “Tek
alternatif çözüm demokrasi” temel algısının toplumda inşa edilmesine olanak
sağladı.
Yine “17 Aralık operasyonu” sonrasında
medyanın dili incelendiğinde hükümet lehine bu olayın nasıl bir kamuoyu
desteğine dönüştürüldüğünü gördük. “Paralel
kumpas”, “hükümete darbe”, “dış güçlerin hükümeti yıpratma
girişimi”, “paralel örgüt işi” gibi cümlelerle işi asıl mecrasından
saptıran haber kanalları “Hükümet ak
kaşık ve tertemizdir” algısını zihinlere kazıdı. Sonuç: Daha da güçlenen
AKP.
Evet medyanın bu
etkileme, değiştirme, bilgi kirletme, görmezden gelme ve bulandırma politikasının
son versiyonu olan IŞİD vakıasını değerlendirmeye gelince; IŞİD'in Musul'u ele
geçirmesi öncesi ve sonrasında dikkat çeken noktaları, IŞİD'in fikrî alt
yapısını ve medyanın içini boşalttığı, gündem yaptığı kavramları ve bu
kavramların toplumlara ve sahih cihadi gruplara olan olumsuz etkilerini tasnif
edelim inşallah.
IŞİD'İN Musul'u Ele
Geçirmesi Öncesi Ve Sonrasında Dikkat Çeken Noktalar
1. IŞİD, Irak'tan Suriye'ye geçerken isim değiştirdi ve
önceleri “Irak İslâm Devleti” iken bu isme Suriye'yi de eklemleyerek Şam
beldelerine izafeten “Irak Şam İslâm Devleti” adını aldı. Yani daha Irak'ta
iken devlet statüsünde olduğunu ilan etmişti. Suriye'ye geçiş yaptıktan sonra
başkent Şam sınırlarına bile yaklaşamıyorken muhalif İslâmî cihadi grupların
ele geçirdiği yerleri ele geçirerek burada emîrliğini ilan etti. Ancak
mücahitlerin yaptığı gibi, cephede Esat'a karşı göğüs göğüse çarpışmaktan uzak
durdu. Daha çok Suriye'nin kuzeyinde askerlerden temizlenmiş bölgelerde PYD
gibi güçsüz yapılarla ve Suriye içinde emîrliğine karşı geldiklerini söylediği
mücahit gruplarla savaşmıştır.
2.
IŞİD, Şam'a gözünü dikmesi gerekirken, neden Musul'u hedef seçmiştir? Askerî
olarak zayıf düşmüş, harabeye dönüşmüş bir rejimle savaşı daha kolay iken,
düzenli bir ordu ile karşılaşması muhtemel olan Irak'a neden yönelmiştir?
3.
IŞİD, Musul’da hiçbir mukavemetle neden karşılaşmadı? Tek bir kurşun sıkmadan
kenti almayı nasıl başardı? Düşünün Irak'ın kuzeyinde bölgesel bir Kürt yönetimi,
güneyde Malikî'nin yüzlerce uçak ve tankları neden yerinde çakılıp kaldı?
Dünyanın en zengin petrol yatakları ve Irak'ın finans merkezi konumundaki Musul
nasıl olurda bu kadar kolay bir şekilde altın tepside sunulabilir? Ve de en
önemlisi sonrasında ilerleme neden durdu?
Tüm bu sorular
zihnimizin bir köşesinde dursun. Bu noktada IŞİD'in dünya görüşünün neden ve
niçin sorularımızın cevabını bulmada bize yardımcı olabileceğini düşünüyorum.
Çünkü bu dikkat çeken noktalaın IŞİD'in dünya görüşü ve İslâm Ümmeti’nde
oluşturduğu fiili travmayla yakın ilişkisi var.
IŞİD'in Dünya Görüşü Ve Fiili Durumu Ve Batının Bu Yapı
Üzerindeki Hesapları
1. Hilâfet’in ilan edilmesiyle meşruiyetin oluşacağına iman
etmektedirler. Zira onlara göre bir şehir, bir köy veya bir bölge olmasına
bakılmaksızın ele geçirilen yerlerin İslâm Devleti olarak ilan edilmesinde
mahzur yoktur. Bu anlayışta olmalarının bir sebebi; Halife’nin Kureyş soyundan
gelmesi gerektiği ve Ebubekir el Bağdadi'nin Kureyş’ten olduğundan hareketle
alelacele Hilâfet ilanında bir beis görmedikleri. İkincisi de Halife ilanıyla
birlikte, bu Halife’ye biat etmeyenleri İslâm hukukundaki baği konumunda
değerlendirmeleri ve onlarla savaşılmasının helal olduğu anlayışı. Dolayısıyla
böyle bir fikrî altyapısı olan bir cihadi gurubun güçlenmesi, diğer Müslümanların
hayatı -biat edilmediği gerekçesiyle- tehlikede olacağı ve malları da ganimet
olarak tarumar edilmesine yol açacağı için Batılıların çıkarlarıyla maalesef
örtüşmektedir. Şu noktayı açmakta da fayda görüyorum. Bu bahsi edilen her iki
hususun İslâm hukukunda yeri vardır. Ancak Halife’nin Kureyş soyundan olması
sadece efdaliyet şartlarındandır. Bir diğeri de İslâm Devleti’ne itaat
etmeyenlerin baği -isyankâr- sayılmasıdır ki; bu da İslâm şeriatına aittir.
Ancak henüz devlet kurulmamışken bu hükmün uygulanması şer'î olmaktan öte bir zulümdür.
2.
Amelleri imandan bir parça olarak değerlendirmeleri, ameli yönden mesuliyetleri
yerine getirmeyen Müslümanların tekfir edilmelerine bir gerekçe olmaktadır. Hâl
böyle iken İslâm'a uymadıklarını düşündükleri diğer görüş sahiplerini ret
etmeye onları sevk etmektedir. Bundan ötürü, tüm Şiileri ve Vahhabi mezhebi
dışındaki tüm görüş sahiplerini ret etmektedirler. Bu durum, Batılıların İslâm
coğrafyasında tefrika unsuru olarak kullandıkları milliyetçi, kavmiyetçi ve
mezhebî farklılıkları körükleme siyasetleriyle örtüşmektedir.
3.
Kapitalist kâfir Batının, dünyanın herhangi bir yerinde kurulması muhtemel bir Hilâfet
Devletine karşı savaşabilecek İran'dan sonra ikinci bir güç oluşturma siyasetleriyle
örtüşmektedir. Çünkü; halihazırda IŞİD'in kurulmuş bir Hilâfetleri var(!) ve
yeni bir Halife çıktığında ise onu öldürmeleri İslâm hukukunda var olan bir
vecibedir. Dolayısıyla İsrail'i ortadan kaldırmaktan daha öncelikli olan yeni Halifeyi
ve ordusunu dağıtmaya programlı halde olacaklardır. Bu misyonu, Suriye'de Hilâfet
isteyen mücahitlere karşı İran fazlasıyla yerine getirdi. Ancak, onun siyasi
hayatı bitti.
4. Ele geçirdikleri küçük bir toprak parçasında Hilâfeti ilan
etmeleri, daha evvel sıklıkla yaptıkları bir amel olduğu için Irak'ta da böyle
bir bölgeye sahip olduklarında bu ilandan kaçınmayacakları sömürgeci kâfirler
nezdinde biliniyordu. Dolayısıyla Bağdat hattına kadar kuzey-batı bloğuna ait
yerleşim yerlerinin Sünnilere bırakılması zaten ABD'nin Irak için belirlediği
üç devletli plan konseptiyle uyuşmaktaydı. ABD bunun için, Sünni aşiretlere
yıllarca Malikî eliyle zulüm yaptırdı. Tarık Haşimi gibi Sünnilere yakın duran şahısları
aşiretleri tahrik etme unsuru olarak kullandı. Zaten her defasında kuyruğu
sıkıştığında Türkiye'ye sığınması ve aşiretlerin sıkıntılarını dillendirmesi
bugüne ait planların bir parçası veya bugün yaşananlar o günün planlarını
hayata geçirecek bir araç oldu.
5.
IŞİD gibi bir yapının güç kazanması ve kendine ait belirli bir alanda tümden hâkimiyet
oluşturması, Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD'nin enerji politikaları açısından
olumlu bir gelişmedir. Zira enerji konusunda Erbil-Bağdat hattında yaşanan gerilim,
bu bölgelerin enerji sevkiyatında aksaklıklara neden oluyordu. Her bir bölgenin
hâkimiyeti otonom bir mekanizmaya devredildiğinde ise bu sorun kısmen aşılmış
olacaktır. Aynı zamanda işlerin daha koordineli ve bol enerji kaynaklarının
ilgili yerel yönetimler- veya devletçikler- tarafından daha hızlı işlenmesini
sağlayacaktır.
İşte IŞİD'in bu fiili
vakıası maalesef Batının çıkarlarına ters değildir. Bu da cihadi harekelerin liderlik
mekanizmasına duyulan ihtiyaç kadar, liderliğinin siyaseten de basiret sahibi
ve uluslararası siyasi hamleleri görebilen bir düşünüşe sahip olmasını da
gerekli kılmaktadır. Ancak aşağıda görüleceği kadarıyla hem İslâmî Ümmet’e
vermiş olduğu belirgin zarar hem de medyaya vermiş olduğu İslâm kültürüne ait
hayati malzemeler Ümmetin bağrında derin yaralar açmıştır.
IŞİD Tarafından İlan Edilen Hilâfet’in Yansımaları
1. Müslümanların Hilâfet talepleri, Suriye'de halk kıyamından
sonra artarak devam etti. Bu durum Batıda endişelere yol açtı ve son 3 yıldır
bu gidişatı engellemek için olmadık yollar denediler. Son olarak oluşturdukları
sanal koalisyonlar da tutmayınca sözde Hilâfet benzeri bir yapı kurarak, İslâmî
Hilâfet Devleti taleplerini törpüleme yoluna gittiler. Bunun için de İslâmî Ümmet’te
asıp-kesmesiyle ünlenen ve toplumda kötü bir imaj bırakmış olan IŞİD üzerinden
bu planı hayata geçirdiler.
Şöyle bir tasavvur
edelim. Takma ad kullanan bir Halife, henüz ortaya çıkamayacak kadar hayatından
endişe eden bir Halife, küçük bir toprak parçası üzerinde verilen payla yetinen
bir Halife yahut İsraile “henüz fitne oluşturmadığı” gerekçesiyle saldırmaktan
bile çekinen bir Halife, İslâm Ümmeti’nin zihninde var olan devasa bir uluslaraarası
güç olan Raşidî Hilâfet’e kıyasla nasıl bir algı oluşturur?
Elbette bu durumu fırsat
bilen yerel medya organları kendi beldelerinde Müslümanlar aleyhine bir anti
propaganda ağı oluşturdu. Hilâfet tartışmaları üzerinden, “İşte bakın yıllardır bahsi edilen Hilâfet ortaya çıktı, ortaya çıktı
da ne oldu, Müslümanlar yine aynı halde. Bu adamlar mı İslâm’ın yöneticisi ve
önderi olacak, hâlbuki insanları asıp kesmekteler” diyerek Rasul’ün müjdesi
olan Raşidî Hilâfet Devleti projesini insanların gözünden düşürmeye çalıştılar.
Bu çerçevede medya; can,
mal ve ırzını kâfirlerin tasallutundan korumanın ve İslâmî daveti diğer
beldelere taşımanın adı olan cihadı kötülediler. “Cihatçı lümpenler”,” lejyoner cihadistler”, “IŞİD Hıristiyanları
kıyımdan geçirdi”, “terör örgütü IŞİD toplu infaz görüntülerini yayınladı”, “IŞİD
muhalifleri çarmıha gerdi', gibi haber başlıklarıyla ve yayınlanan
görüntülerle cihad mefhumunu, terör ile ilişkilendirdiler.
Tüm bu medya organları
toplumda Hilâfet ve cihad gibi İslâm’ın temel rükûnlarını Müslümanların
zihninde kirletmeye çalıştılar. Nefret edilen bir Hilâfet oluşturarak, toplumların
dimağında henüz canlılığını koruyan ve Sahabenin örnekliğini hafızasında canlı
tutan Müslümanların gönül dünyasında Hilâfeti yıkmaya çalıştılar.
ABD başkanı Obama’nın
danışmanı Muhammed el Ebyari’nin bahsi edilen bu Hilâfet kurulmadan evvel,
geleceğinin müjdesini vermişti Batılı ekranlarına: “Hilâfet, kesin olarak gelecektir. ABD’nin tek seçeneği onu
çevrelemektir.” Evet, çerçevesini ABD'nin çizeceği, sınırlarını ABD'nin
çizeceği ve ne zaman sonlandırılacağına onun karar vereceği bir Hilâfet, Müslümanların ırzlarını, mallarını ve
canlarını kendisiyle koruyabileceği bir Hilâfet değildir.
Dünyada uluslararası
düzeyde faaliyet gösteren, yarım asırdır İslâmî siyasi çizgisinden ödün vermeyen
ve İslâmî anayasadan tutun da, iç ve dış siyasette olması gereken İslâmî
hükümleri ve kanunları bünyesinde teşkil etmiş olan ve dünyada İslâmî Hilâfet Devleti
taleplerini en yüksek sesle dile getiren Hizb-ut Tahrir'in emîri de bir
açıklama yaptı. Partinin emiri Şeyh Ata İbn Halil Ebu Raşta kendi resmî facebook
sayfasında:
“Şüphesiz Hilâfet, itibarı ve şanı olan bir devlettir.
Şeriat, onun nasıl kurulacağını beyan ettiği gibi yönetim, siyaset, ekonomi ve
uluslararası ilişkiler ile ilgili hükümlerinin nasıl çıkarılacağını beyan etmiştir.
Hilâfet, Web sitelerinde veya yazılı basında ya da görsel ve işitsel medyada
ilan edilen ve anlamı olmayan sadece bir sembolden ibaret değildir. Aksine Hilâfet,
dünyayı sarsan ve kökleri toprak parçasında yerleşik büyük tarihi bir olaydır.”
diyerek meselenin İslâm Ümmeti nezdinde Hilâfet
meselesinin yüzeysel bir bakışla değerlendirilmesinin yanlışlığına vurgu yaptı.
Yine devamla “IŞİD de dâhil bu grupların, devlet
dinamiklerine sahip herhangi bir bölge üzerinde otoriteleri olsaydı ve Hilâfeti
ilan edip İslâm’ı da uygulasalardı, kurulan Hilâfet’in şer’î hükümlere uygun
olup olmadığını öğrenmek için araştırılmaya değerdi. Araştırma sonrasında da
uyulurdu. Zira Hilâfet’in kurulması, sadece Hizb-ut Tahrir’e değil, bütün
Müslümanlara farzdır.” diyerek Hilâfet meselesinin sadece Hizb-ut Tahrir’e
has bir mesele olmadığını aksine Ümmet’in genelinin yüklenmesi gereken bir farz
olduğunu dile getirdi.
2.
IŞİD’in Hilâfet ilanı sonrası, “her Müslüman
Halife’ye biat etmek zorundadır” söyleminin ardından cihad eden
mücahitlerin safları nispeten sarsıntıya uğradı. Bir kısım yerlerden biat
haberleri gelirken bir kısım mücahitler ise “hâlihazırda
hem Kafkasya'da hem de Afganistan'da Eymen ez- Zevahiri'nin ilan ettiği bir emîrlik
var” diyerek bu Hilâfet ilanının anlamsız olduğunu söyleyerek itaat edilemeyeceğini
söyledi. Öte yandan Ürdün'lü Müslümanların yakından tanıdığı bir isim olan el
Makdisi ise: “Her bir Müslüman ya da
mustaz'af bu Hilâfet’te himaye bulabilecek mi? Yahut Hilâfet bütün muhaliflere
karşı keskin bir kılıç mı olacak?” diyerek zihin bulanıklığına ve gelecek
fitneye işaret ediyordu. Zaten sonrasında Şam bölgesine yakın el Nusra
saflarında savaşan Doğu Guta komutanlarından Ebu Cafer eş Şami ve Ebu Hamza el
Ensari isimli komutanlar ve Irak sınırındaki bir kısım ketibelerin yeni Halife’ye
biat ettiklerini bildirmeleri Suriye'de üç buçuk yıldır savaşan cihadi gruplarda
bir çözülmeyi de beraberinde getirdi. Neticede bu durum Suriye'de savaşan
mücahitlerin elini nispeten zayıflattı.
IŞİD'e bu süreçte biat
edilmesi ve katılmaların olması gayet tabiiydi. Zira medya “IŞİD'in dünyanın en zengin örgütü” olduğunu, Musul’da Irak'ın
merkez bankası mesabesinde olan bir bankadan milyonlarca dolar ele geçirdiğini
ve üstelik Irak ordusu subaylarından savaşarak elde ettikleri! binlerce silah,
mühimmat, füze ve tanklarının var olduğunu duyurmuştu. Üstelik aşiret ve Irak
ordusunun desteğiyle değil, bizzat IŞİD'in kendisi bunca şehri tek başına ele
geçirmişti! İşte medyanın tüm bu olayları saptırma girişimleri sonuç vermiş ve
Suriye'de mücahitlerin gücü sarsıntıya uğratılmıştı.
3.
ABD'nin Afganistan saldırısının da gerekçesini oluşturan Batıdaki terör kurgulu
tehdit algısı, daha aşırı şiddet ve daha katı mezhepçi tutumlara sahip IŞİD
vesilesiyle taçlandırılmış görünüyor. Bu
da süreci Batılılarca, İslâmî kimliğe sahip Müslümanlar hakkında olumsuz bir
kamuoyu oluşturmaya zemin hazırlamaktadır. Zaten var olan belli düzeydeki
olumsuz kamuoyu yaygınlık kazanmaktadır. Bir IŞİD sözcüsünün: “Avrupa'da Hilâfet’i ilan etmemiz yakındır,
Endülüs'te kısa süre sonra Hilâfet’i ilan edeceğiz” sözünden sonra Batı
medyasının bu cümleler üzerinden oluşturduğu korku paranoyası dikkatlerden
kaçmamaktadır. Oysa kâfir batılı siyasetçiler ve güç ehli de çok iyi biliyor
ki; güçlü bir İslâm Devleti için bu zor değildir ancak IŞİD gibi henüz kendi bölgesinin
bile hakimiyetini sağlayamamış yapılar için bu mümkün değildir. Halkına ise
bunu gerçekmiş gibi lanse etmek, yalancı batılı devletler için hiçte zor
değildir.
Sonuç Olarak
İslâm Ümmeti bu tarihi
dönemecinden de yüzünün akıyla çıkacaktır. Şu unutulmamalıdır ki; küfür tek
millettir. Gerek kendi milletlerine gerek İslâm milletine İslâm'ı ve Müslümanları
kötü göstermek adına önlerine her ne çıkarsa bunları araç olarak kullanmaktan
imtina etmeyeceklerdir. Bir gün milliyetçiliği, öteki gün kavmiyetçiliği bir
başka zaman mezhepçiliği kullandıkları gibi bugünde Ümmet’in hayat membaı olan,
özlemle bekledikleri ve gözünü diktikleri İslâmî Hilâfet Devleti özlemlerini
itibarsızlaştırabilir, değersizleştirmeye çalışabilirler. Bu, araçlar her ne
olursa olsun, amaca hizmet ettikçe kutsadıkları dünya görüşlerinin en bariz
yönüdür. Dolayısıyla böyle bir durum samimi Müslümanları asla bir gevşekliğe ve
suskunluğa duçar kılmamalı, bilakis Batının tüm medya olanaklarına rağmen,
ihlasla küfrün oyunlarını ve entrikalarını Ümmet’le paylaşmalıdırlar.
Vesselam...
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış