İman ve amel konusu gerek fıkıh
gerekse usul kitaplarında genelde müstakil bir konu olarak yer bulmuştur. Hatta klasik fıkıh kitaplarında başlı başına
ziyadesiyle üzerinde durulan bir tartışma konusu olarak karşımızda arz-ı endam
eder. Lakin söz ve amel ilişkisi müstakil bir konu olarak mezkûr
kitap çalışmalarında pek yer bulamaz kendisine… Vaz-u nasihat konusu olmaktan
öteye geçmez genelde…
Kıymetli okurlar!
Naçizane nazarımda söz
ve amel ilişkisi konusu, özellikle başımızdaki yöneticiler üzerinde gözlemlediğim
tutarsızlıkların ardından daha da bir önem kazandı. Bu konuyu İslâm önemsemiş,
hatta bu konuyla alakalı olarak Allah Azze
ve Celle ayetler inzal buyurmuştur. Ben de öneminden hareketle Kur’an ve
Sünnet bağlamında söz ve amel ilişkisi konusunu incelemeye gayret gösterdim.
Şüphesiz ki başarı Allah’tandır.
Bir Müslümanın söz ve
amel tutarsızlığı konusunda göstereceği kusur İslâmî açıdan kabul görmez. Hele
hele bu tutarsızlığın öznesi Müslümanların başlarındaki yöneticiler ise eğer,
İslâmî açıdan asla kabul görmediği gibi vahametin boyutu da fazlasıyla artar.
Söz ve amel ilişkisindeki tutarsızlığı vakıada resmetmeye ve konunun şer’î
izahına geçmeden önce hepimiz için nasihat olabilecek bir aktarımla başlamak
istiyorum. Rasulullah’ın Ashabından olan Said ibn Âmir Hz. Ömer halife
seçildiğinde yanına gitmiş ve Halife Ömer’e şu telkinlerde bulunmuştur; “Ey Ömer! Halkın işlerini yaparken Allah'tan
korkmanı, Allah'ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmamanı ve sözünün
fiiline aykırı olmamasını tavsiye ederim. Sözün en hayırlısı, fiilin doğruladığıdır.
Ey Ömer! Kendin ve ailen için istediğini onlar için de iste. Kendin ve ailen
için istemediğini onlar için de İsteme. Hakkı elde edinceye kadar zorluklara
göğüs ger. Allah'ın emirlerini yaparken hiçbir dedikodudan ve kınamadan
korkma.”
Görüldüğü üzere kerim
sahabe Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’a birçok konuda önemli
nasihatlerde bulunmuş ve ısrarla söz ve amel tutarlığının önemine dikkatleri
celb etmiştir. Nasihatten nasiplenebilmek duasıyla diyelim ve konumuza geçelim.
Öncelikle söz ve amel
tutarsızlığından ne kastediyorum onu ifade edecek olursam; kişinin söz ile
ifade edip (o sözü) amelle destekleyememesidir. Ayrıca şöyle betimlemek de
mümkün; söz ile amelin kopuk hatta yer yer tenakuz içermesidir. Peki, mezkûr
tutarsızlığı gündelik hayatımızda gözlemlemek mümkün mü? Söz ve amel
tutarsızlığı Müslümanların nezdinde ciddi bir kangrene dönüştüğü için gerek
gündelik hayatımızdan gerekse yöneticiler üzerinden çoklarca örnek vermek
mümkün. Ama ben örneğimi yöneticiler üzerinden vererek konuyu bu manada da
biraz özelleştirmek istiyorum.
Yöneticilerde meleke
haline gelmiş söz ve amel tutarsızlığına örnek olarak halen aktüel bir konu
olan Gazze üzerinden vermek istiyorum. Gasıp Yahudi varlığı İsrail’in
harekâtlarını ve katliamlarını yaptığı hatta artırdığı zaman diliminde herkes
için merak konusu Başbakan Erdoğan’ın nasıl bir tepki vereceğiydi hiç şüphesiz.
Ha! Benim nazarımda bu hiçbir zaman merak konusu olmadı. Zaten Erdoğan gibi
yöneticilerin karakteristik özelliklerini bildiğim için -ki o özelliklerden
birisi de söz ve amel tutarsızlığıdır- sergilenecek tavrı az çok tahmin
edebiliyordum. Nitekim öyle de oldu… Kınadılar bir daha kınadılar canları
sıkılınca bir kere daha kınadılar. Ama sadece kınadılar. Sık sık hiç pratik
hayatta şahit olamadığımız kardeşlikten bahsettiler. Kısaca şunu ifade etmeye
çalışıyorum, söz ve amel tutarsızlığı…
İnşaAllahu Rahman ben de
konu olarak seçtiğim söz ve amel ilişkisi/tutarsızlığı konusunu bir örnek
üzerinden anlatmaya çalışacağım. Ben bir örnek üzerinden konuyu anlaşılır
kılmaya çalıştım, bittabi bunu başka örnekler ve hususlar üzerinden çoğaltmak
mümkün.
Yöneticiler tarafından
neredeyse her platformda her ortamda özellikle Suriye gibi, Gazze gibi kanayan
yaralarımız olan İslâm beldelerinden gelen katliam haberleri arttıkça
duyageldiğimiz ama amelde/pratikte havada asılı kalan “kardeşlik” konusunu
örnek olarak seçtim.
Şimdi isterseniz
tutarsızlığı resmetmek adına Erdoğan’ın Gazze’yle alakalı vermiş olduğu bir demece
göz atalım. Ve ardından amelle ispat edilmediği takdirde hiçbir kıymet-i
harbiyesi olmayan “kardeşlik” olgusunun, hadislerin ışığında nasıl olması
gerektiğini izah etmeye çalışalım.
Vahşi İsrail’in Gazze’ye
yönelik saldırılarına değinirken uzun uzun kardeşlikten bahsettikten sonra
Erdoğan şu sözlerine yer verdi;
“Ecdadımız onlara nasıl
sahip çıktıysa biz de imkânlar ölçüsünde onlara sahip çıkacağız ve çıkıyoruz.
81 vilayetin tamamına nasıl ulaşıyorsak Türkiye'yi baştan sona nasıl imar
ediyorsak dünyanın her yerindeki mazlumlara, mağdurlara da ulaşıyor büyük
devlet olmanın gerektirdiği şekilde onların ellerinden tutuyoruz.”
Kısaca Erdoğan bu ve
buna benzer demeçlerde mazlum ve mağdur kardeşlerimizi yalnız bırakmadıklarını
her daim yanlarında olduklarını söyleyegelmiştir. Ha! Konumuzu teşkil etmesi
bakımından şunu sorgulayalım lütfen. Bu bir iddia ise yani bu bir söylem ise ve
söz ise, nerede bunun ameli? Nerede bu sözün ispatı?
Şimdi yukarıdaki
(kardeşlik) sözün kıymet-i harbiyesinin olabilmesi için amelle desteklenmesi elzemdir.
Ama maalesef özellikle Başbakan Erdoğan’ın kardeşlik söylemlerinin hiçbirisi
amelle ispat edilememiştir.
Müslümanlar Allah Azze ve Celle’nin إِنَّمَا
ٱلۡمُؤۡمِنُونَ إِخۡوَةٌ۬ “Muhakkak ki müminler kardeştir” kavliyle kardeş olmuşlardır. Kısaca şunu
demek istiyorum. Kardeşlik olgusu beraberinde gereklilikleri getiren bir
olgudur. Gereklilikler yerine
getirildiği takdirde kardeşlikten bahsedilebilir. Sizce de öyle değil mi
kardeşlerim? Şimdi arzu ederseniz İslâm’da kardeşlik olgusunun gerekliliklerini
birkaç cümleyle sıralayalım ve nasıllığını hadislerin ışığında anlamaya
çalışalım.
-O
gereklilik, Müslüman kardeşini düşmana teslim etmemektir.
-O
gereklilik, Müslümanın derdiyle dertlenerek sabahlamaktır.
-O
gereklilik, Müslüman kardeşine zulmetmemektir.
-O
gereklilik, vahdetin emaresi bir vücut ve vücudun azaları gibi olmaktır.
-O
gereklilik, birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibi yapılanmaktır.
Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“(Parmaklarını birbirine
kenetleyerek) Müminler birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları
gibidirler.”
(Buhari)
Başka bir hadiste
Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim Müslümanların işlerini, dertlerini
önemsemeksizin sabahlarsa bizden değildir.”
Ve yine şöyle
buyurmuştur:
“Birbirlerini
sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta
müminler bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman
diğer azalar da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler.”
Başımızdaki yöneticilerden
gereklilikler namına hiçbir amelin sadır olmadığına, sadece söylemde kaldığına
üzülerek de olsa şahit olduk. Kısacası söz ve amel tutarsızlığı almış başını
gidiyor. Tabii ki konuyu zenginleştirmek ve daha da anlaşılır kılmak için
mutabık bir örnek zihnimde tebader ederken, aklıma Rasulullah’ın Medine’de
Ensar ve Muhacir arasında gerçekleştirmiş olduğu kardeşlik sözleşmesi geldi.
Ama bizler biliyoruz ki Sahabeler Rıdvanullahi
Aleyhim kardeş olmanın gerekliliklerini harfiyen yerine getirdiler.
Yani Sahabelerin kardeşlik söylemleri havada asılı kalan, amelle desteklenmeyen
kuru kuruya bir söz değil, bilakis hayatta değer bulan bir söz olmuştu. Niçin
mi? Çünkü söz amel ilişkisinde tutarlılık vardı da ondan. Buyurun kardeş
olmanın gerekliliklerinin nasıllığını bize Yermük savaşında kardeşine sahip
çıkmak ve yardım etmek için hayatlarını feda eden güzide Sahabeler anlatsın.
“Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b.
Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Hatta o denli
yaralı idiler ki yerlerinden dahi kalkamıyorlardı. Haris b. Hişam içmek için su istedi.
Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin de susadığını görünce: Bu suyu
İkrime’ye götür, dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl’in kendine baktığını ve onun
da susadığını gördü, suyu içmeyerek: Bunu götür Süheyl’e ver, dedi. Fakat su
Süheyl’e yetişmeden Süheyl hakkın RAhmedine kavuştu. Bunun üzerine sucu
İkrime’ye koştu. Fakat İkrime’de şehit olmuştu. Hemen Haris’in yanına koştu ama
Haris’te şehit olmuştu.”
Çoklarca örnek vermek mümkün.
Lakin bununla iktifa ediyor, söz ve amel ilişkisine dair Kur’anî nasları
paylaşmak istiyorum.
Allah Subhanehu ve Teâlâ
Bakara suresinin 27.ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“…Allah'ın riayet edilmesini emrettiği
ilişkileri keser...” bu
ayetin tefsirinde ünlü müfessir Kurtubî bitişik/ ilişkili olması emredilen
hususlardan bir tanesinin de söz ve amel ilişkisi olduğu şeklinde bir yorum
getirir. Bittabi söz ve amel ilişkisini beyan eden ayet bununla da sınırlı
değildir. Allah Azze ve Celle Saf
suresinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler; yapmayacağınız şeyi niçin
söylersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir iğrençliğe
sebep olur.” (Saf
2-3)
Bu ayeti kerimenin
anlayacağımız lisanla yorumu şu; mademki bir işi/ameli yerine getirmeyeceksin
öyleyse o işle alakalı bir söylem senden, ağzından (söz olarak) sadır olmasın.
Ha! Biliniz ki böyle bir şey de yapacak olursanız, bu Allah katında çok büyük
bir iğrençliktir.
SubhanAllah!!
Bu ayeti günümüz
yöneticilerinin tutarsızlığı ışığında değerlendirdiğimde tehlike boyutlarını Allah
muhafaza, hayal bile edemiyorum. Düşünebiliyor musunuz!? kardeşlikten
bahsedeceksiniz, kardeş olduğunuzu söyleyeceksiniz ve kardeş olmanın amelî
gereklilikleri sizden sadır olmayacak.
Allah Azze ve Celle, mağdur ve mazlum
kardeşlerinin yanında olduğunu söyleyen ama amelleriyle tenakuz içerisinde
olanlardan bunun hesabını sormaz mı? Hafazanallah! Vallahi sorar ve soracaktır
da…
Her hangi bir sözün
Allah katında değerli olabilmesinin yolu sözün güvencesi kabilinden olan salih
ameldir. Evet, aynen ifade ettiğim gibi kardeşlerim. Herhangi bir sözün Allah
katında değerli olmasını mı istiyorsun, o sözü ancak Allah katında salih amelle
değerli kılabilirsin. Eğer sözü destekleyen bir amel yoksa Allah katında hiçbir
şey ifade etmez ve kıymet-i harbiyesi de yoktur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
“…O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).
Onları da Allah'a amel-i salih ulaştırır…”
Demek ki söylediğimiz
sözlerin Allah katında bir değeri mi olsun istiyoruz, o zaman salih amel o sözü
desteklemelidir. Buna güzel bir örnek vermek istiyorum. Örneğin kahramanı
kıymetli muallim, büyük muhaddis Ahmed ibn Hanbel’dir. Bu mübarek âlim gerek
söylemleriyle gerekse ders halakalarında zalime hak sözü söylemeyi ve
korkusuzca zalimlere hakkı haykırmayı telkin edegelmiştir. Kınayıcının
kınamasına aldırış edilmemesi gerektiğini, ne olursa olsun hakkın münadisi
olmak gerektiğini defaten dillendirmiştir. Yani gelmek istediğim nokta
şurasıdır; sözün sahibi olmuştur, mübarek âlim sözünün eri olmuştur, sözünün
Allah katında değer bulması için ortaya salih bir amel koymuştur. Amiyane tabirle sözünü yutmamıştır. Söz ve
amel ilişkisinde tutarsızlığa yer vermemiştir. Şimdi Kardeşlerim ve kıymetli
okurlarımız hepimize nasihat olması adına mübarek âlimin, bir olayını sizlerle
paylaşmak istiyorum:
Ahmed İbn Hanbel’in
amcası İshak bin Hanbel şöyle der;
“Bir gün Ahmed ibn Hanbel’in bulunduğu hapishaneye girdim ve
ona şöyle dedim: Ebu Abdullah! Arkadaşların icâbet ettiler (sözlerinden
döndüler). Hapiste ve zulüm altında bir tek sen kaldın. Ahmed ibn Hanbel şöyle
cevap verir: Ey amcacığım! Âlim takiyyeye icâbet ederse, cahil de zaten cahil
ise hak ne zaman açığa çıkar? Buna mukabil İshak sustu. Bunun üzerine İmam Ahmed
dedi ki: Habbab’ın rivayet ettiği hadisi ne çabuk unuttunuz? Rasul Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyuruyor: Sizden öncekiler
testereyle taranıyor sonra bu onu dininden vazgeçirmiyordu. İbn
İshak (amcası) dedi ki; biz ondan umudu kestik. Bunun üzerine İmam Ahmed dedi
ki: Hapse aldırmıyorum, hapis ve evim aynı. Kılıçla öldürülmeyi de
önemsemiyorum. Ancak ben kırbaç ve sabredememekten korkuyorum. Hapiste
bulunanlar bunu duyunca Ahmed ibn Hanbel’e şöyle dediler: Tasalanma ya Ebu
Abdullah! Sadece iki kırbaç... Sonra diğerlerinin nereye vurulduğunu bile
bilmezsin. İmam Ahmed bunu duyunca rahatladı.”
Etkisinde kalmamak
mümkün değil. Gerek günümüz âlimlerine, gerekse yöneticilere söz ve amel
ilişkisinde tutarlılık konusunda örnek olabilecek müthiş bir aktarım.
Makalemin başında Said
ibn Amir’in Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’a yapmış olduğu
nasihati ben de makalemin sonunda başımızdaki yöneticilere yapmak istiyorum.
Ey Başımızdaki
yöneticiler!
Ey bizi idare edenler!
Ey Ümmet’in üzerinde söz
sahibi olan idareciler!
“Ümmet’in işlerini
yaparken Allah'tan korkun, Allah'ın emirlerini yerine getirirken insanlardan
korkmayın. Sakın ha sözleriniz amellerinize aykırı olmasın. Biliniz ki sözlerin
en hayırlısı amelin doğruladığı sözdür.”
Allah Azze ve Celle cümlemize
söylediklerimizle amil olabilmeyi nasip etsin. Söz ve amel tutarsızlığından
cümlemizi muhafaza buyursun.(âmin)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış