KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDEN SÖZ VE AMEL İLİŞKİSİ

Abdullah İmamoğlu

İman ve amel konusu gerek fıkıh gerekse usul kitaplarında genelde müstakil bir konu olarak yer bulmuştur.  Hatta klasik fıkıh kitaplarında başlı başına ziyadesiyle üzerinde durulan bir tartışma konusu olarak karşımızda arz-ı endam eder. Lakin söz ve amel ilişkisi müstakil bir konu olarak mezkûr kitap çalışmalarında pek yer bulamaz kendisine… Vaz-u nasihat konusu olmaktan öteye geçmez genelde…

Kıymetli okurlar!

Naçizane nazarımda söz ve amel ilişkisi konusu, özellikle başımızdaki yöneticiler üzerinde gözlemlediğim tutarsızlıkların ardından daha da bir önem kazandı. Bu konuyu İslâm önemsemiş, hatta bu konuyla alakalı olarak Allah Azze ve Celle ayetler inzal buyurmuştur. Ben de öneminden hareketle Kur’an ve Sünnet bağlamında söz ve amel ilişkisi konusunu incelemeye gayret gösterdim. Şüphesiz ki başarı Allah’tandır. 

Bir Müslümanın söz ve amel tutarsızlığı konusunda göstereceği kusur İslâmî açıdan kabul görmez. Hele hele bu tutarsızlığın öznesi Müslümanların başlarındaki yöneticiler ise eğer, İslâmî açıdan asla kabul görmediği gibi vahametin boyutu da fazlasıyla artar. Söz ve amel ilişkisindeki tutarsızlığı vakıada resmetmeye ve konunun şer’î izahına geçmeden önce hepimiz için nasihat olabilecek bir aktarımla başlamak istiyorum. Rasulullah’ın Ashabından olan Said ibn Âmir Hz. Ömer halife seçildiğinde yanına gitmiş ve Halife Ömer’e şu telkinlerde bulunmuştur; “Ey Ömer! Halkın işlerini yaparken Allah'tan korkmanı, Allah'ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmamanı ve sözünün fiiline aykırı olmamasını tavsiye ederim. Sözün en hayırlısı, fiilin doğruladı­ğıdır. Ey Ömer! Kendin ve ailen için istediğini onlar için de iste. Kendin ve ailen için istemediğini onlar için de İsteme. Hakkı elde edinceye kadar zor­luklara göğüs ger. Allah'ın emirlerini yaparken hiçbir dedikodudan ve kınamadan korkma.”

Görüldüğü üzere kerim sahabe Hz. Ömer RadiyAllahu Anha birçok konuda önemli nasihatlerde bulunmuş ve ısrarla söz ve amel tutarlığının önemine dikkatleri celb etmiştir. Nasihatten nasiplenebilmek duasıyla diyelim ve konumuza geçelim.

Öncelikle söz ve amel tutarsızlığından ne kastediyorum onu ifade edecek olursam; kişinin söz ile ifade edip (o sözü) amelle destekleyememesidir. Ayrıca şöyle betimlemek de mümkün; söz ile amelin kopuk hatta yer yer tenakuz içermesidir. Peki, mezkûr tutarsızlığı gündelik hayatımızda gözlemlemek mümkün mü? Söz ve amel tutarsızlığı Müslümanların nezdinde ciddi bir kangrene dönüştüğü için gerek gündelik hayatımızdan gerekse yöneticiler üzerinden çoklarca örnek vermek mümkün. Ama ben örneğimi yöneticiler üzerinden vererek konuyu bu manada da biraz özelleştirmek istiyorum.

Yöneticilerde meleke haline gelmiş söz ve amel tutarsızlığına örnek olarak halen aktüel bir konu olan Gazze üzerinden vermek istiyorum. Gasıp Yahudi varlığı İsrail’in harekâtlarını ve katliamlarını yaptığı hatta artırdığı zaman diliminde herkes için merak konusu Başbakan Erdoğan’ın nasıl bir tepki vereceğiydi hiç şüphesiz. Ha! Benim nazarımda bu hiçbir zaman merak konusu olmadı. Zaten Erdoğan gibi yöneticilerin karakteristik özelliklerini bildiğim için -ki o özelliklerden birisi de söz ve amel tutarsızlığıdır- sergilenecek tavrı az çok tahmin edebiliyordum. Nitekim öyle de oldu… Kınadılar bir daha kınadılar canları sıkılınca bir kere daha kınadılar. Ama sadece kınadılar. Sık sık hiç pratik hayatta şahit olamadığımız kardeşlikten bahsettiler. Kısaca şunu ifade etmeye çalışıyorum, söz ve amel tutarsızlığı…

İnşaAllahu Rahman ben de konu olarak seçtiğim söz ve amel ilişkisi/tutarsızlığı konusunu bir örnek üzerinden anlatmaya çalışacağım. Ben bir örnek üzerinden konuyu anlaşılır kılmaya çalıştım, bittabi bunu başka örnekler ve hususlar üzerinden çoğaltmak mümkün.

Yöneticiler tarafından neredeyse her platformda her ortamda özellikle Suriye gibi, Gazze gibi kanayan yaralarımız olan İslâm beldelerinden gelen katliam haberleri arttıkça duyageldiğimiz ama amelde/pratikte havada asılı kalan “kardeşlik” konusunu örnek olarak seçtim.

Şimdi isterseniz tutarsızlığı resmetmek adına Erdoğan’ın Gazze’yle alakalı vermiş olduğu bir demece göz atalım. Ve ardından amelle ispat edilmediği takdirde hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan “kardeşlik” olgusunun, hadislerin ışığında nasıl olması gerektiğini izah etmeye çalışalım. 

Vahşi İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına değinirken uzun uzun kardeşlikten bahsettikten sonra Erdoğan şu sözlerine yer verdi;

“Ecdadımız onlara nasıl sahip çıktıysa biz de imkânlar ölçüsünde onlara sahip çıkacağız ve çıkıyoruz. 81 vilayetin tamamına nasıl ulaşıyorsak Türkiye'yi baştan sona nasıl imar ediyorsak dünyanın her yerindeki mazlumlara, mağdurlara da ulaşıyor büyük devlet olmanın gerektirdiği şekilde onların ellerinden tutuyoruz.”

Kısaca Erdoğan bu ve buna benzer demeçlerde mazlum ve mağdur kardeşlerimizi yalnız bırakmadıklarını her daim yanlarında olduklarını söyleyegelmiştir. Ha! Konumuzu teşkil etmesi bakımından şunu sorgulayalım lütfen. Bu bir iddia ise yani bu bir söylem ise ve söz ise, nerede bunun ameli? Nerede bu sözün ispatı?

Şimdi yukarıdaki (kardeşlik) sözün kıymet-i harbiyesinin olabilmesi için amelle desteklenmesi elzemdir. Ama maalesef özellikle Başbakan Erdoğan’ın kardeşlik söylemlerinin hiçbirisi amelle ispat edilememiştir.

Müslümanlar Allah Azze ve Celle’nin إِنَّمَا ٱلۡمُؤۡمِنُونَ إِخۡوَةٌ۬ “Muhakkak ki müminler kardeştir”  kavliyle kardeş olmuşlardır. Kısaca şunu demek istiyorum. Kardeşlik olgusu beraberinde gereklilikleri getiren bir olgudur.  Gereklilikler yerine getirildiği takdirde kardeşlikten bahsedilebilir. Sizce de öyle değil mi kardeşlerim? Şimdi arzu ederseniz İslâm’da kardeşlik olgusunun gerekliliklerini birkaç cümleyle sıralayalım ve nasıllığını hadislerin ışığında anlamaya çalışalım.

-O gereklilik, Müslüman kardeşini düşmana teslim etmemektir.

-O gereklilik, Müslümanın derdiyle dertlenerek sabahlamaktır.

-O gereklilik, Müslüman kardeşine zulmetmemektir.

-O gereklilik, vahdetin emaresi bir vücut ve vücudun azaları gibi olmaktır.

-O gereklilik, birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibi yapılanmaktır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“(Parmaklarını birbirine kenetleyerek) Müminler birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibidirler.” (Buhari)

Başka bir hadiste Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

 Kim Müslümanların işlerini, dertlerini önemsemeksizin sabahlarsa bizden değildir.

Ve yine şöyle buyurmuştur:

Birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta müminler bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman diğer azalar da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler.”

Başımızdaki yöneticilerden gereklilikler namına hiçbir amelin sadır olmadığına, sadece söylemde kaldığına üzülerek de olsa şahit olduk. Kısacası söz ve amel tutarsızlığı almış başını gidiyor. Tabii ki konuyu zenginleştirmek ve daha da anlaşılır kılmak için mutabık bir örnek zihnimde tebader ederken, aklıma Rasulullah’ın Medine’de Ensar ve Muhacir arasında gerçekleştirmiş olduğu kardeşlik sözleşmesi geldi. Ama bizler biliyoruz ki Sahabeler Rıdvanullahi Aleyhim kardeş olmanın gerekliliklerini harfiyen yerine getirdiler. Yani Sahabelerin kardeşlik söylemleri havada asılı kalan, amelle desteklenmeyen kuru kuruya bir söz değil, bilakis hayatta değer bulan bir söz olmuştu. Niçin mi? Çünkü söz amel ilişkisinde tutarlılık vardı da ondan. Buyurun kardeş olmanın gerekliliklerinin nasıllığını bize Yermük savaşında kardeşine sahip çıkmak ve yardım etmek için hayatlarını feda eden güzide Sahabeler anlatsın.

 “Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Hatta o denli yaralı idiler ki yerlerinden dahi kalkamıyorlardı.  Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin de susadığını görünce: Bu suyu İkrime’ye götür, dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl’in kendine baktığını ve onun da susadığını gördü, suyu içmeyerek: Bunu götür Süheyl’e ver, dedi. Fakat su Süheyl’e yetişmeden Süheyl hakkın RAhmedine kavuştu. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime’de şehit olmuştu. Hemen Haris’in yanına koştu ama Haris’te şehit olmuştu.”

Çoklarca örnek vermek mümkün. Lakin bununla iktifa ediyor, söz ve amel ilişkisine dair Kur’anî nasları paylaşmak istiyorum.

Allah Subhanehu ve Teâlâ Bakara suresinin 27.ayetinde şöyle buyurmaktadır:

 “…Allah'ın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keser...” bu ayetin tefsirinde ünlü müfessir Kurtubî bitişik/ ilişkili olması emredilen hususlardan bir tanesinin de söz ve amel ilişkisi olduğu şeklinde bir yorum getirir. Bittabi söz ve amel ilişkisini beyan eden ayet bununla da sınırlı değildir. Allah Azze ve Celle Saf suresinde şöyle buyurmaktadır:

 “Ey iman edenler; yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir iğrençliğe sebep olur.” (Saf 2-3)

Bu ayeti kerimenin anlayacağımız lisanla yorumu şu; mademki bir işi/ameli yerine getirmeyeceksin öyleyse o işle alakalı bir söylem senden, ağzından (söz olarak) sadır olmasın. Ha! Biliniz ki böyle bir şey de yapacak olursanız, bu Allah katında çok büyük bir iğrençliktir.

SubhanAllah!!

Bu ayeti günümüz yöneticilerinin tutarsızlığı ışığında değerlendirdiğimde tehlike boyutlarını Allah muhafaza, hayal bile edemiyorum. Düşünebiliyor musunuz!? kardeşlikten bahsedeceksiniz, kardeş olduğunuzu söyleyeceksiniz ve kardeş olmanın amelî gereklilikleri sizden sadır olmayacak.

Allah Azze ve Celle, mağdur ve mazlum kardeşlerinin yanında olduğunu söyleyen ama amelleriyle tenakuz içerisinde olanlardan bunun hesabını sormaz mı? Hafazanallah! Vallahi sorar ve soracaktır da…

Her hangi bir sözün Allah katında değerli olabilmesinin yolu sözün güvencesi kabilinden olan salih ameldir. Evet, aynen ifade ettiğim gibi kardeşlerim. Herhangi bir sözün Allah katında değerli olmasını mı istiyorsun, o sözü ancak Allah katında salih amelle değerli kılabilirsin. Eğer sözü destekleyen bir amel yoksa Allah katında hiçbir şey ifade etmez ve kıymet-i harbiyesi de yoktur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

 “…O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i salih ulaştırır…”

Demek ki söylediğimiz sözlerin Allah katında bir değeri mi olsun istiyoruz, o zaman salih amel o sözü desteklemelidir. Buna güzel bir örnek vermek istiyorum. Örneğin kahramanı kıymetli muallim, büyük muhaddis Ahmed ibn Hanbel’dir. Bu mübarek âlim gerek söylemleriyle gerekse ders halakalarında zalime hak sözü söylemeyi ve korkusuzca zalimlere hakkı haykırmayı telkin edegelmiştir. Kınayıcının kınamasına aldırış edilmemesi gerektiğini, ne olursa olsun hakkın münadisi olmak gerektiğini defaten dillendirmiştir. Yani gelmek istediğim nokta şurasıdır; sözün sahibi olmuştur, mübarek âlim sözünün eri olmuştur, sözünün Allah katında değer bulması için ortaya salih bir amel koymuştur.  Amiyane tabirle sözünü yutmamıştır. Söz ve amel ilişkisinde tutarsızlığa yer vermemiştir. Şimdi Kardeşlerim ve kıymetli okurlarımız hepimize nasihat olması adına mübarek âlimin, bir olayını sizlerle paylaşmak istiyorum:

Ahmed İbn Hanbel’in amcası İshak bin Hanbel şöyle der;

“Bir gün Ahmed ibn Hanbel’in bulunduğu hapishaneye girdim ve ona şöyle dedim: Ebu Abdullah! Arkadaşların icâbet ettiler (sözlerinden döndüler). Hapiste ve zulüm altında bir tek sen kaldın. Ahmed ibn Hanbel şöyle cevap verir: Ey amcacığım! Âlim takiyyeye icâbet ederse, cahil de zaten cahil ise hak ne zaman açığa çıkar? Buna mukabil İshak sustu. Bunun üzerine İmam Ahmed dedi ki: Habbab’ın rivayet ettiği hadisi ne çabuk unuttunuz? Rasul Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor: Sizden öncekiler testereyle taranıyor sonra bu onu dininden vazgeçirmiyordu. İbn İshak (amcası) dedi ki; biz ondan umudu kestik. Bunun üzerine İmam Ahmed dedi ki: Hapse aldırmıyorum, hapis ve evim aynı. Kılıçla öldürülmeyi de önemsemiyorum. Ancak ben kırbaç ve sabredememekten korkuyorum. Hapiste bulunanlar bunu duyunca Ahmed ibn Hanbel’e şöyle dediler: Tasalanma ya Ebu Abdullah! Sadece iki kırbaç... Sonra diğerlerinin nereye vurulduğunu bile bilmezsin. İmam Ahmed bunu duyunca rahatladı.”

Etkisinde kalmamak mümkün değil. Gerek günümüz âlimlerine, gerekse yöneticilere söz ve amel ilişkisinde tutarlılık konusunda örnek olabilecek müthiş bir aktarım.

Makalemin başında Said ibn Amir’in Hz. Ömer RadiyAllahu Anh’a yapmış olduğu nasihati ben de makalemin sonunda başımızdaki yöneticilere yapmak istiyorum.

Ey Başımızdaki yöneticiler!

Ey bizi idare edenler!

Ey Ümmet’in üzerinde söz sahibi olan idareciler!

“Ümmet’in işlerini yaparken Allah'tan korkun, Allah'ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmayın. Sakın ha sözleriniz amellerinize aykırı olmasın. Biliniz ki sözlerin en hayırlısı amelin doğruladığı sözdür.”

Allah Azze ve Celle cümlemize söylediklerimizle amil olabilmeyi nasip etsin. Söz ve amel tutarsızlığından cümlemizi muhafaza buyursun.(âmin) 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz