Sokakta kavga eden,
birbirlerine zarar verirken de küfür eden iki çocuk ve o kavgayı seyreden,
belki de seyrederken bundan zevk alan bir yığın anne ve baba... Tüm bunlar “Batıya
Akan Nehir” isimli bir belgeseli hatırlattı bana. Bu nehrin içinde yoksa çocuklarımız,
gençlerimiz ve geleceğimiz mi var? Batı derken fuhuş bataklığında debelenen,
insan canına kıyarken hayvan boğazlar gibi acıma duygusunu yitirmiş,
uyuşturucularla uyutulmuş gençleriyle başı dertte “koskoca” Batı’dan bahsediyorum
elbet.
İşte Batı’ya akan
kültürel yozlaşma, Batı’ya hibe edilmiş koskoca bir tarih ve Batı’ya
endekslenmiş kör bakışlar... Batı’nın arkasında koştur koşturabildiğin kadar.
İzi, eseri ve gölgesi meşhur olmuş çok argüman var bu savruluşumuzu resmedecek.
Rock müziğin arabesk versiyonlarını dinlerken küfürbaz olan çocuklarımızdan,
bonzai denen ne olduğu belirsiz uyuşturucu kullanan çocuklarımıza, öğretmenine
bıçak sallamayı kabadayılık olarak gören 12 yaşındaki çocuklardan, okul çıkışı
koluna bir kız takıp hava attığını zanneden ortaokul talebelerine, yaşının
olgunluğunu bir tarafa bırakıp kızlarının boyasıyla, gayri İslâmî
kıyafetleriyle övünç duyan annelerinden, çocuklarının bir futbol takımını
tutmasını namaz kılmasından daha fazla önemseyen babalarına kadar toplumun her
katmanında bu fotoğraflara rastlamak mümkün.
Fakat bakışlarımızı her
zaman doğru tarafa çevirmek, hakikati görmeye ve doğru çözüme bizi kavuşturmayabilir.
Dışarıda şer'î libası giyinmeden dolaşan Müslüman hanımlar, bu coğrafyanın insanıdır.
Anne ve babası Müslüman, beş vakit ezanın okunduğu bir beldenin insanıdır.
Hayvanlara eziyet ederek öldüren bir çocuk, Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh'ın izini adım adım takip etmesi gereken bu Ümmet’in
çocuğudur. Hakeza içki içen, kumar oynayan ve oynatan, faizli banka işleten kimse
de öyledir. Bu coğrafyanın suyundan içip, bu halkın kültürüyle hemhal değiller
mi? Peki ama bu insanların İslâmî kültüre bu denli yabancılaşmasının sebebi
nedir hiç düşündük mü?
Elbette bir sonucu tek
bir sebeple sınırlandırmak ve tali etkenleri görmezden gelmek veya bakışlarımızı
bir alana hasretmek çözüm noktasında bizi yavaşlatır. Bu noktada konuyu
sınırlandırıp vakıanın daha iyi anlaşılması adına sadece genç kuşağı ve
çocukları ele alacak bir çalışma yapmak kaçınılmaz oldu. Zira bugün 12 yaşında
olan bir çocuk, çok değil 5 yıl sonra genç bir delikanlı olacak ve bu toplumun
geleceğini tartışacaktır. O halde yarının toplumunu teşkil edecek
çocuklarımızın ve gençlerimizin bugününü konuşmak, çözüm üretmek ve buna dair
bir plan çizmek zaruri değil midir?
Bu çerçevede özellikle
gençlerin ve gençliğe adım atacak çocuklarımızın toplum içindeki davranışları, bu davranışlara sebep olan amilleri, sahip
oldukları zihniyetlerini ve bu zihniyeti onlarda inşa eden zemini tanımak
gerekmektedir.
Kimilerinin şeytan işi
diye tarif ettikleri televizyon en önemli unsurlardan biridir. Çocuk gelişim
uzmanları çocukların 3 yaşında hayal dünyalarının alabildiğine genişlediğini ve
bu süreçte görsel unsurların ileriki yaşlarda çocukların hayatında önemli bir
yer tuttuğunu ifade etmektedirler. 4 yaşından itibaren ise çevresini, hayatı ve
ilişkileri gözlemlediğini ve buna uygun olarak iletişime geçtiğini ve arkadaş
edinerek sürekli ilişkiler kurduğunu söylemektedirler. O halde bu süreçte
çocuklarımıza televizyon ekranlarında ne izletildiğine, nasıl bir hayal dünyası
inşa edildiğine dikkat etmek zorundayız.
Çocukların bu küçük
yaşlarda rol modeller edindiğini ve hayal dünyalarının çok gelişkin olduklarının
farkında olan kapitalist batı dünyasının medya uzmanları, çocuklarımıza görsel
kahramanlar icat ederek gerçek hayatta agresif, hırçın ve uzlaşmaz kişilikler
önümüze çıkarmayı tasarlamaktadırlar. Bizlere Hi-menler, Ninjalar, Atom
karıncalar ve Tarzanlar gösterilerek vuran, kıran ve affedici olmayan zalim
kişilikler inşa ettiler yıllarca. Bu çizgi kahramanları seyretmeyenimiz yoktur
sanırım. Şimdilerde ise farklı isimlerde ama aynı işlevi gören kahramanlar var.
Been ten, Cille, Scoby Dou ve Harry Potter gibi yeni nesil kişilik yok edici
silahlar çıktı. Bu isimleri ve özelliklerini, evlerinde çocuk cıvıltısı olan
tüm okuyucu kardeşlerim evlatlarına sorsunlar. Görecekler ki bize fark
ettirmeden karakter özelliklerini kanıksamış ve onların hayal dünyasında
hayalet avcıları olmuşlardır.
Kız çocuklarımız için
ise durumun bundan farklı olduğu söylenemez. Steline ve Sindy gibi yarı çıplak,
mini etekli prensesler ve sürekli karşıt cinsin peşinde koşturup duran Kırmızı Başlıklı
Kız ve Yedi Cüceler gibi rol modellerin dünyasıyla buluşturuluyor. Subliminal
mesajları saymazsak hiçbir zaman elde edemeyecekleri kadar şaşalı bir hayata
özlemle büyüyen kız çocuklarımız, bu hayatı kendilerine sunamayan anne ve
babalarına karşı kızgın ve dışlayıcı olmaktadırlar. Çevresinde mini etek
giyildiğini gören, televizyonda Steline'i seyredip özentiden öte bunu gerçek
hayatla ilişkilendiren minik kızlarımız “benimde hakkım değil mi onlar gibi
giyinmek” deyip isyan bayrağını çekiyor.
Fırından ekmek almaya
giden çoğu babanın, ekmek kuyruğunda çocukların her an kavgalarına, küfürlü
sözlerine şahit olmaları aniden ortaya çıkan bir durum değildir. Çünkü aynı
televizyonlar bizim evimizde olduğu gibi, komşumuzun da evinde var ve aynı
çizgi karakterler o çocuklar için de bir kahraman. Dolayısıyla aynı
kahramanlığı mahallede akranlarıyla neden yapmasın ki!
Çizgi film karakterlerinin
çocuklarımızdaki olumsuz sonuçlarından bir örnek vermek istiyorum. Caillou
(kayo) çizgi filmini izlemeyen çocuk hemen hemen yok gibidir. Oysa Caillou
çizgi karakterinin Kapitalist, benmerkezci, hümanist bir kişilik
yetiştirdiğinin farkında mıyız acaba? Dikkat edilirse, tüm ailenin bireylerinin
yaptığı tek şey kayo'yu mutlu etmek. İstekleri tümden karşılanacak istekler olmasa
da yine de alternatif yollar bulunup bu istek en nihayetinde karşılanıyor. Anne
ve babanın yaşadığı ortam, giyim kuşam, dini yaşayış şekilleri, birbirlerine
hitap ediş şekilleri, bunlardan hangisi İslâmî kültüre ait acaba? Hiçbiri. Kimi
bölümlerinde noel baba figürleri bile ince ince işlenmiş. Kayo'yu seyreden çocuğun
büyüyünce karşılaşacağı hayatta, ibadet diye bir mefhumunun olabileceğini kim
iddia edebilir?
Başka bir örnek şöyle
verilebilir: Daha çok 5-12 yaş arası çocukları muhatap alan Scobby Dou ve Harry
Potter filmlerini çocuklarınız izlemiştir. Bu filmlerde çocukların hayal etme
ve tasvir etme gücü, gerçekte olmayan veya yaşanmayacak alanlara kanalize
edilerek eğlence ve macera dolu başka bir hayat tasavvuru ile gerçek hayattan
koparılmaktadırlar. Hatta öyle ki sürekli büyü ve sihir yapan kimselerle
karşılaşan bu kahraman figürler, düşmanlarına hiç bir zaman yenilmezler.
Sonuçta her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın her zaman iyi sonuçla karşılaşmak
gerçek hayatta olmayan bir durumdur. Bu durum çocukları ileri yaşlarda
başarısızlıkla karşı karşıya kaldıklarında bunalıma sokacak ve hayatlarında
kalıcı izler bırakacaktır.
Şimdi haklı olarak
diyeceksiniz ki; o halde televizyon izlettirmeyelim mi? Hayır. Elbette böyle kestirme
ve başarı oranımızı düşürecek bir yol tavsiye etmiyorum. Zira alternatif yollar
üretmek daha doğrudur. Çocuklarımız kötü çizgi film mi izliyor? O halde iyisini
internetten indirip bizler çocuklarımıza izleteceğiz. Çocuklarımız günün
yarısını televizyon başında mı geçiriyor? O halde evde geçirdiğimiz vaktimizin
bir kısmını çocuklarımızla çocuk olup, oyunlar oynayacağız. Çocuklarımızın
bizden öğrenmeleri gerekenler olduğunu unutmamalıyız. Hele hele kültürümüz,
tarihimiz ve değerlerimiz elimizin altında kayıp gidiyorken, geleceğimizi
kendileriyle inşa edeceğimiz çocuklarımıza bunu neden aktarmayalım.
Yine çocukların ve
gençlerin hayatında önemli bir yer işgal eden, ama bizim farkına varamadığımız
bir dünya daha var. O da internet oyunlarının oynandığı ve adeta “bir insan
nasıl kötü adam olur?” sorusunun cevabı olan internet kafeler...
Sabahları annelerin sırf
başından savmak adına sokağa saldığı çocukların uğrak yeridir. Çoğu çocuk için
gününün tamamını geçirdiği internet kafeler nasıl ortamlar hiç merak ettik mi?
Nasıl bir hayata çocuklarımızı hazırladıklarını biliyor muyuz?
“Çocuktan al haberi”
misali onlarca çocukla konuştum. Belki de annelerin ve babaların çoktan yapması
gereken ve sorması gereken şeyleri sordum. Çok vahim sonuçlarla karşılaştım.
Öyle ki kendi elimizle çocuğumuza verdiğimiz her 1 lira, 2 lira ile onlar daha
vahşi ve acımasız bir hayata alışıyorlar. Joygame adı verilen devasa kapitalist
oyun şirketlerine günlük çok yüklü miktarda paralar akıyor ve onlar her dönem
daha acımasız ve kindar toplum yetiştirecek oyunlar üretip duruyorlar. Ne acı
ki o şirketlerin de finans kaynağı sadece ve sadece bizleriz. Kendi elimizle,
kendi ehlimizi ateşe sürüklüyoruz.
Üstelik alay eder gibi
her yıl, gençlerden ve çocuklardan kazandıkları paraların belki de binde biri
ile festivaller düzenleyip Rock müzik eşliğinde Batı kültürüne alıştıranlar
yine onlar. Çocuklar dini değerlerden uzaklaştıkça, bağırıp çağıran arabesk
rock müziklerle adeta içlerindeki sıkıntıları dışa vuruyorlar. İşte bu
festivaller onların, insanlığa öfkelerini dışa vurdukları alanlar oluveriyor.
Kendi şirketlerinde
paralı olarak çalıştırdıkları bir kısım adamlar var. Bu adamlar internet kafelerdeki
oyunların kurucuları ve yönlendiricileridir. Çocukların “GM” dedikleri bu
kimseler, oyunlardaki çocukların kahramanlarını geliştiren adamlardır. Örneğin
bir çocuk oyuna başladığında önce normal bir insan kılığındadır. Sonra kurt
kılığına girer ve bu kurt gittikçe güçlenir. Çocuk bu kurt ile bir zaman sonra
özdeşleşir ve adeta onun bir evcil hayvanı gibi oluverir. Onu geliştirip
güçlendirmek istediğinde ise para ödemek zorunda kalır. 20, 40, 60 lira derken
bir zaman sonra ailesinden para çalmaya ve dolandırıcılık yapmaya başlar. Oyun
içinde hilelere alışır ve online olarak başkasının hesabını dolandırmaya
başlayarak güçlenmeye çalışır.
İşte bahsini ettiğim Wolf
Team isimli bu oyun, internete bağlı olarak oynanıyor. Çocuklarda bağımlılık
oluşturuyor. Bu kurt, insan keser, hayvan keser ve acımasızdır. Tabii bu oyunu
izlerken sizin lavaboya gitmemeniz mümkün değil. Ancak çocuklar oyun esnasında
kan görüntülerine ve şiddete o kadar alışmışlardır ki bundan müthiş bir haz
duyduğunu dahi söyleyebilirim. Çünkü her öldürdüğü nesne ona puan kazandırıyor.
Çocuk açısından bu bir başarı unsuru olmaktadır.
Başka türden, çocukların
müptelası oldukları oyun türleri de var. Legant online, Metin2 Knite, GTA
Sander ve Kanter bunlardan sadece bir kaçı. Tüm bu oyunların ortak özelliği,
henüz 8-16 yaş arası olan ve buluğ çağına yeni ermiş erkek çocuklarına hitap
etmesi. Bu yaştaki çocuklar genellikle topluma, çevresine ve arkadaşlarına
kendisini ispatlama kaygısı taşırlar. Bunun için hayatta başarılı olmak,
kendini ispatlamak ve güçlü olduğunu çevresine hissettirmek isteği içinde
olurlar. İşte bu zaman diliminde çocukların bu ihtiyaçlarını oyun kafelerinde
şiddet içerikli oyunlar karşılamaktadır. Hatta daha da feci olanı, GTA Sander
isimli oyunda, çocuklara uyuşturucu, esrar, fuhuş, polisle çatışma, silah
ticareti yapma ve araba çalma gibi alışkanlıklar da kazandırılmaktadır.
Düşünün ki, bu gençler
yarınki toplumun temelini teşkil edecekler. Peki bugünden, yarın için hesap
yapan bir mekanizma var mı? Kafeler için hukuki anlamda şiddet içerikli
oyunların engellenmesine dönük hukuki bir yönetmelik var mı? Yok. Her ne kadar
bu oyunlardan etkilenerek adam öldüren gençler olunca sözde bir oyun Türkiye'de
yasaklandıysa da, bahsini ettiğim o dev şirketler yerine çoktan bir oyun daha
icat etmişlerdi bile. Üstelik yeni icat olunan eskisini aratır cinsten.
Sonuç olarak; İslâm ile
hükmeden, yönetmeliklerini de İslâm hukukunun belirlediği bir mekanizma
olsaydı, tüm bu şiddet, fuhuş ve çirkinliklerin kaynağı haline dönüşen oyunlar
yasaklanırdı. Onun yerine zekâ geliştirici, aklî muhakemeleri güçlendirici
oyunlara izin verilirdi. Bu şekilde toplumun temelini dinamitleyen unsurlar
toplumun maslahatlarına ters düştüğü için alternatif yollar bulunurdu.
Netice itibariyle
televizyonlar, internet kafeler, arkadaş ortamları ve okullar, çocuklar
üzerindeki etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Burada bizlere, yani anne ve
babalara çok iş düşmektedir. Her ne kadar toplumun bozulmasında olduğu gibi
ıslahında da anne ve babaların katkısı belki %10'u bile geçmeyecektir. Ama
yarın mahşerin yakıcı sıcağında Rabbimizin huzuruna çıktığımızda “Ya Rabbi ben ehlimi, yakıtı insan ve taşlar
olan cehennem ateşinden korumaya çalıştım” diyebileceğimiz hayırlı ameller
işleyelim. Çocuklarımızı hayırlı bir Müslüman olarak yetiştirmeye çalışalım.
Özellikle bunu yaparken çok küçük yaşlardan itibaren yapalım. “Aman canım, henüz yaşı küçük, biraz daha
büyüsün sonra anlatırız veya alıştırırız” demeyin. Küçük yaşta kız
çocuklarımızı namaza alıştıralım, etek giydirelim, Kur’an okutalım. Erkek
çocuklarımızla camiye beraber gidelim, cemaat namazını beraber kılalım, beraber
Kur’an okuyalım. Tüm bu yapacağımız ameller, velev ki çocuklarımız
büyüdüklerinde belli zaman dilimlerinde sizden uzaklaşsalar da, yukarıda
bahsettiğim ortamlarda bir an bulunsalar da, sizin onlara verdiğiniz canlı
örnekler, onların hafızasında daima canlı olarak kalacaktır.
Lokman'ın oğluna nasihatini
hatırlayalım. Ki o şöyle demişti:
“(Lokman) Ey
oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, ister bir
kaya parçasından ya da göklerde veya yerde bulunsa bile, Allah onu getirir.
Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır. Ey oğlum, namazı
dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet edene karşı sabret.
Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. İnsanlara yanağını çevirip
(büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük
taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de eksilt.
Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.” (Lokman 16-19)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış