Anladın mı? Anladım…
Hayır. Hiçbir şey
anlamadın. Sadece anlamış gibi yapıyorsun.
Bir bilim adamının
köpekler üzerinde yaptığı deney sonucu ortaya koymuş olduğu fizyolojik yaklaşımı
bilirsiniz. Bir uyarı sürekli tekrarlandığında, sonunda “koşullu refleks” dediğimiz
bir alışkanlık ortaya çıkar ve birey o uyarıyla her karşılaştığında alışkanlık
haline gelmiş, kalıplaşmış bir davranış gösterir. Ya uyarının gereğini yapar ya
da yaparmış gibi davranır; aslında bu hiçbir şey yapmamakla eşdeğerdir.
Kınamak kavramını hiçbir
şer’î delille bağdaştıramayacağınız için yazının devamında zihniniz zaten
KINAMAK kavramının, koşullu refleksle bağlantısını kuracaktır.
Muhatap olduğumuz bir
insanı, yaşadığımız ya da haberini aldığımız bir vakıayı, okuduğumuz ve
üzerinde düşündüğümüz bir metni anlayıp anlamadığımız sorgulandığında, dört
temel farkındalık ya da bilinç durumu söz konusudur.
1- Anladığını ya da
anlamadığını anlama durumu
2- Anladığını ya da
anlamadığını anlamama durumu
3- Anladığını ya da
anlamadığını anlamlandırmakta zorluk çekmek durumu
4- Anladığını ya da
anlamadığını anlamadığı halde, sanki anlamış gibi mesaj ve sinyal vermek ve
üstüne üstlük bir de bu durumun farkında olmama, olamama durumu
“Anlamak” konusuyla
ilgili hepimizin bildiği bir konu üzerinden örnek vermek istiyorum. Bilindiği
üzere ülkemizde, her yıl kutlu doğum haftası vesilesi ile birçok konferanslar,
etkinlikler, kutlamalar, mevlitler düzenleniyor. Oysa bizler her zamanki gibi
diyoruz ki Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anlamak O’nun şeriatına
tâbi olmakla olur! O’nu pratik hayatımızda örnek kabul etmekle olur. Bunu da
ancak Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
İslâm’ı nasıl yaşadığını anlarsak başarabiliriz. Çünkü bizler, Rasul SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’i
her konuda örnek almakla sorumluyuz.
Şüphesiz ki, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kendisini
anlayan ve getirdiği şeriatına tâbi olan bir ümmetten memnun olur. Gerek
insanlar arasında yaşadığı dönemde gerekse de sonrasında 1300 yılı aşkın İslâm nizamının
hüküm sürdüğü dönemde getirdiği mesajın insanlar tarafından “anlaşılmış yani
anlaşılabilir” olduğunu bizler gördük. İçinde yaşadığımız zaman diliminde ise
Rasul’ü anladığını iddia eden ama aslında anlamakla uzaktan yakından bir ilgisi
olmayan yönetici ve âlimlerle maalesef aynı atmosferi soluyoruz.
Rasulullah’ı nasıl doğru
anlayabilir ve hayatımızı, İslâmî ölçüler doğrultusunda, nasıl yaşayabiliriz? İslâm
nizamını nasıl tatbik ettiğini ve risaletini
nasıl taşıdığını tam anlamıyla anlıyor ve uyguluyor muyuz?
İslâm’ı, Rasulullah
efendimizin anladığı gibi anlarsak, İslâm’ı kısıtlı bir tarzda yaşamanın,
Allah’ı razı etmeyeceğini anlar, İslâm’ı toplumda, devlette, ekonomide, sosyal
hayatta, siyasette uygulamanın Rasul’ü doğru anlama ve Allah’a yakınlaşma
olduğunu biliriz.
Başımızdaki yöneticiler Rasul’ü
ne kadar doğru anlayabildiler? Özellikle kâfirlerin korkmadan çekinmeden Rasul’e
ve Rasul’ün getirdiği risaletin değerlerine, daha da ötesi Müslümanların
kanlarına, canlarına, vahşi hayvanların saldırmaları gibi saldırmaları
karşısında, Rasul’ün yolunda olduğunu iddia eden yöneticilerin tepkileri hiç de
Allah ve Rasul’ünü memnun edecek tarzda olmuyor...
Bundan biz de
sorumluyuz. Neden mi? Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’i kendi hayatımızda örnek alırken aynı zamanda
Rasulullah’ı örnek almayan yöneticileri muhasebe etmemiz gerekiyor da ondan.
Kimlerden mi bahsediyorum? Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in Kur’an’la ve Sünnet’le örnek olduğu ama örnek
alınmadığı bugünün yöneticilerinden… Allah aşkına onlar Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i ne kadar
anladılar ki?
Buna rağmen Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iman eden
bütün bir halk kendilerini başlarına vekil tayin etmiş.
Kâfirler korkmadan
utanmadan Rasul SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’e ve her çeşit zulmün kol gezdiği Müslümanların ülkelerine vahşi
hayvanlar gibi saldırırlarken, Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in yolunda olduğunu iddia eden yöneticilerin tepkileri
nasıl oluyor? KINAMAK! Biz Müslümanlar yolumuzdan şaşırdık mı ki Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
yönetiminden ve metodundan mahrum olan bu insanlara, hangi şer’î gerekçeyle
güvenelim?
KINAMAK! Ne kadar da
muğlak bir ifade. Şöyle düşünün, 9 yaşındasınız ve 5 yaşındaki canınızdan çok
sevdiğiniz, sokağa çıkarken annenizin önce Allah’a sonra size emanet ettiği
kardeşinizi sokağın ortasında Hristiyan ya da Yahudi çocukları dövse, tavrınız
şöyle olur mu?
M: Bırakın kardeşimi,
yoksa sizi KINARIM
Y: Ne? Ne yapacakmış?
Döverim mi dedi? Kaçsak mı? Tek başına ama Müslüman çocuğu bu, belli olmaz,
hepimizi döver ha!
M: Bak hala kardeşimi
dövüyorlar. KINIYORUM sizi KINIYORUM işte.
Y: ??? Ne demek istedi
acaba? Somut olarak bir şey yapacak mı? Bunun bizim canımızı acıtacak yönü
nasıl olacak? Biz KINAMA’nın hangi harfinde yere düşeriz. Beddua mı bu? Ne
demek ki bu, tehdit mi etti bizi? Nasıl bir şey bu? Dövmeyi bıraksak mı acaba?
Bir Müslüman kesinlikle
kardeşini, annesini, babasını, bacısını, eşini, çocuklarını ve akrabalarını
zalime teslim etmez, zulmüne göz yummaz, ahval ne olursa olsun, gerekeni yapar
ki bu fıtrattan gelen bir tavırdır. KINAMAK yaratılışa aykırıdır, kabul
edilebilir bir tavır değildir. Tavuk bile civcivini aldığınızda sizin peşinizi
bırakmıyorsa hesabı siz yapın.
Vallahi Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hayatında İslâm’da netlik, azim ve
kararlılık vardı. Rasul SallAllahu Aleyhi
ve Sellem ve beraberindeki arkadaşları İslâm uğrunda çok büyük acılara
göğüs gerdiler, çok zulme uğradılar ama her an Allah’tan yardım dileyerek
mücadelelerine devam ettiler. Kapitalist nizam altında Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anlamanın
önündeki engeller o kadar artmış ki İslâm dininde içerik olarak anlaşılmayacak
bir şey olmamasına rağmen, zihinlerimizdeki İslâm kültürümüz kâfirlerden ithal
edilen fikirlerle öylesine sarmaş dolaş ki, ne kadarının İslâm, ne kadarının
küfür olduğu toplum nezdinde net değil.
Diğer taraftan, İslâm’ı
anlamak, Rasul’ü anlamak suç olmuş! Meğer Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i örnek almayan yöneticileri muhasebe
etmek aslında onların ihanet kokan işlerine çomak sokmakmış. Yoksa neden
muhasebe edildiklerinde “Vay hainler, siz
misiniz devlete ihanet edenler? Demek İslâm Devleti kurup, Hıristiyan/Yahudi
dostlarımıza savaş açacaksınız ha? Hadi bakalım. Size yine zindanların yolu
gözüktü...” diye karşılık verilir miydi?!
Rasul’ün
imamlığından, zindanlara hapsettiğiniz, cezalara
çarptırdığınız kardeşlerimiz kadar siz de örnek alın da adalet ve insanlık
öğrenin en azından.
Kendisine güvenenlerin güvenini
boşa çıkarmak, konuştuğunda yalan söylemek, emanet edilene riayet etmemek
bildiğiniz gibi Müslümanların özelliklerinden değildir.
Mülkiyetlerimizi
korumaktan aciz, emanetlerimize ihanet eden, güvenimizi boşa çıkaran, zalim,
sadece kendilerinden olanları kayıran bütün yöneticilere sesleniyorum. Çünkü
önce Türkiye’nin verimli GAP bölgelerinin topraklarını, sahillerini yer altı
zenginlikleriyle madenleriyle kâfirlere satarak kontrolü onların ellerine
geçirmiş, başta Yahudiler olmak üzere kâfirlere satmıştır. Bu kâfir ülkelerin
Türkiye’den elde ettikler gelirleri hesap edildiğinde korkunç rakamlar çıkıyor.
Eh şimdi rol icabı geri istense de, zamanında verilen “cesaret ödüllü” yöneticilere
Müslümanlar canını, malını nasıl emanet edebilir ki…
Sizce, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanımızın
yöneticileri tarafından anlaşılmış mıdır? Anlayan yöneticinin nasıl davranması
gerekir? İsterseniz önce anlaşılmak nedir ona değinelim.
Bazen, biz bir şey
anlatırken, karşımızdakinin hafifçe başını sallaması, basit bir gülümsemesi, bazen
ise uzun bir yorumuyla anlaşıldığımız hissini içimize yayıp rahatlığa
kavuşuruz. Anlaşılmak güzeldir, rahatlatır, güvendir. Bir bakıma onaydır.
Yaşadıklarımızın yalnızca bize has olmadığının, başkalarına da aşina olduğunun
ve paylaşılabileceğinin göstergesidir.
Anlaşılmak böylesine
rahatlatıcı ve huzurlu iken, anlaşılmamak yalnızlık, gariplik, sıra dışılık, hiçbir
yere ait olmamak hisleri ile bağdaştırılır. Kasvetlidir, sıkıntılıdır. Şöyle
bir baksak, hepimizin zaman zaman “Beni yanlış anladın”, “Niçin beni
anlamıyor?”, “Beni anlasaydı bunu yapmazdı” benzeri iç replikleri olmuştur.
Hele de günümüzde internet,
cep telefonu gibi her an her yerde istediğimizle bağlantı kurabildiğimiz
iletişim teknolojilerinin yaygın olduğu bir çağda başkalarıyla daha sık
bağlantı kurup, daha çok fikir alışverişi yaparken anlaşılmamak sıklığımız daha
da artıyor. Daha çok anlaşılmamak, daha çok sıkıntı demektir. İlişkilerde
yüzeyselleşmek, başkalarından kopuk hissetmek veya öfkelenmek de anlaşılmamak
hissi ile yakından akrabadır.
İki kişinin birbirini
doğru anlamasının önemi tartışılmaz. Peki, koca bir toplumun birbirini yanlış
anladığını düşünelim. Mesela, şu ülkede sayı bakımından ne kadar çok Müslüman
var ama herkesin İslâmî anlayışı sanki birbirinden farklı. Kimse birbirini
anlamıyor, yeri geliyor bu yüzden en yakınlar bile anlaşamıyor. Oysa
birbirimizi doğru anlamanın tek yolu İslâm’ı doğru anlamaktan ve aramızda İslâm’a
dayalı kardeşlik bağı kurmaktan, İslâm’ı doğru bir şekilde uygulamaktan geçiyor
ki Allah’ın gönderdiği Rasul’ün yolundan gidebilelim.
Muhakkak ki, Allah Subhanehû ve Teâlâ kullarına
peygamberleri aracılığıyla indirdiği hükümleri anlaşılsın diye gönderdi.
Kur’an’ı Kerim’de, Allah
Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“(Ey Peygamber!) Bu, bir mübarek Kitap’tır ki, ayetlerini
düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdik” (Sâd 29)
“Gerçekten bu Kur’an, (insanları) en doğru yola iletir ve salih
ameller işleyen müminlere büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler” (İsra 9)
“İndirdiğimiz bu Kur’an, mübarek bir Kitap’tır. Ona uyun ve
hükümlerine karşı gelmekten sakının ki, Allah’ın rahmetine erişesiniz.” (En’am 155)
Her bir insanın üzerine
düşen görev tek ilah olan Allah Subhanehû
ve Teâlâ’nın kendisine Kur’an’ı Kerim’de ve Rasul’ün hayatında ne
emrettiğini anlaması, anlamaktan maksat da onun ahkâmı ile amel etmesi ve
gösterdiği yoldan yürümesidir.
İnsanlık ne zaman
Allah’ın hükümlerini anlamış, yönelmiş ve onu rehber edinmişse, maddi ve manevi
olarak en ileri medeniyete sahip olmuştur. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
“Şüphesiz ki Allah,
Kur’an’la (amel edenleri) yükseltir, (ona uymayanları) düşürür.” (Müslim, Müsafirîn 269)
Şimdi soralım.
Başımızdaki yöneticiler, Müslümanların kanları akıtılırken neden KINAMAK’tan
başka bir şey yapmıyorlar? İslâm’ı anlamıyorlar mı? Kardeş olduğumuzu
anlamıyorlar mı? Emanetin ne demek olduğunu anlamıyorlar mı?
Anlasalar Allah’ın
kendilerine emrettiği gibi davranırlardı. Dolayısıyla anlamıyorlar. Çünkü anlayan
ve Allah’a inandığını iddia eden bir Müslümanın imanını ispat etmesi için
Allah’ın emrettiği şekilde amel etmesi farzdır.
Zulüm altındaki
kardeşlerimizin hissiyatını Filistin’li bir annemizin ağzından duymak
istersiniz diye düşündüm.
“Sadece Allah’a havale ediyorum. Ramazan ayındayız. Önce
evimiz F-16 uçaklarıyla vuruldu. 5 dakika sonrasında da yine F-16 uçaklarıyla
evimiz yıkıldı. İsrail’in iddia ettiği askeri yerler bunlar mı? İsrail’in söz
ettiği füzeler bunlar mı? Hani aradıkları füzeler? Evimizi başımıza yıkmak
istiyorlarsa yıksınlar. Biz 1948’de İsrail’in bizi çıkardığı topraklardaki
evlerimize geri döneceğiz. Geride bıraktığımız evlerimizi yeniden inşa
edeceğiz. Ben sadece Filistinli kardeşlerimize sesleniyorum. Bundan sonra
yalnızca Allah’ımız ve biz varız. Araplar bilsinler ki biz Kıyamet Günü’nde
onlardan hesap soracağız. Filistin halkına sesleniyorum: 1948’de işgal edilen
yerlerde, Batı Şeria’da ve Kudüs’te artık ayaklanın. Ayaklanın çünkü artık
kaybedeceğimiz hiçbir şey kalmadı. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Evlerimizi başımıza
yıksınlar. İnşaAllah evlerimizi onların enkazında yeniden inşa edeceğiz.”
Türkiye yöneticilerinin
ve milletvekillerinin ne kadar şiddetli bir KINAMA yaptıklarını BBC’nin haber
kaynaklarından bakalım:
“İsrail'in Gazze'ye dönük hava saldırılarına en sert çıkış
yapan ülkelerden olan Türkiye, dün gece başlayan kara operasyonuna da aynı
sertlikte ve tüm siyasi partilerin katılımıyla "topyekûn" tepki verdi.”
“TBMM'de temsil edilen dört siyasi parti ortak bildiriyle
İsrail'i kınama kararı alırken, hükümet de operasyonun sonlandırılması ve
İsrail'in baskı altına alınması için uluslararası mekanizmaları harekete
geçirmeye çalışıyor.”
Görüyorsunuz, aynı
sertlikte KINADILAR ki o kınamanın şiddetiyle İsrail’de binalar yıkıldı, insanlar
öldü, herkes bu kınamadan nasibini aldı, tüm Yahudilerin yüzü kızardı. Bu mu
yani? Yapabileceğiniz bu mu?
Daha önce de defalarca
söylediğimiz gibi başımızda yöneticileri muhasebe eden ve tüm halkımızı buna
davet eden bizler yine deriz ki:
Biz gasıp Yahudi varlığı
İsrail’i kınamıyoruz!!!
Çünkü biliyoruz ki:
Ancak zayıf ve aciz
olanlar kınar!
Gücü yetmeyen ve
düşmanından korkanlar kınar!
Haddini bildiremeyen ve
Müslüman kardeşlerine yapılanların hesabını soramayanlar kınar!
Kuru bir özür ile tatmin
olacağını açıklayanlar kınar!
Dik bir duruş
gösteremeyen ve zillete mahkûm olanlar kınar!
İşte o yüzden biz, “Siyonist ve gasıp Yahudi varlığını
kınamıyoruz. Zira ona karşı sadece ve sadece ordular harekete geçirilmelidir”
diyoruz.
Eğer, Allah’ın emrettiği
şekilde amel etmekten geri duruyorlar, konjonktürün izin verdiği ölçüde, söz
ile, “kınamak” ile, hiçbir yaptırım ortaya koymadan, hiçbir kâfiri tehdit
etmeden, hiçbir zalimi karşılarına almadan, hiçbir dengeyi bozmadan, sadece
“kınıyorlarsa” üzerlerine gelecek Allah’ın azabını bekleyedursunlar.
Arada bir, toplum olarak
biz de yöneticileri ve niyetlerini yanlış anlıyoruz, anlamıyoruz! Niyetleri
yokken niyet yüklüyoruz, amaçladıkları şeyin araç olduğunu söyleyenler
çıkabiliyor. Arkasından gidilen kişiler gerçekten anlaşıldıkları için mi takip
ediliyor?
Örnek vereyim: “VAN
MİNÜT” (one minute) vakası. Recep Erdoğan “aman
ha, yanlış anlaşılma olmasın, tepkim İsrail başkanı Peres’e değil, moderatöre” diyor.
Halkımız, “son padişah ağzının payını verdi” diyor. Buyurun aşağıdaki metin,
Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki konuşma metni:
-Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne de Peres’i hedef
aldım. Aksine bugün öğlen yapılan panelde de akşamki panelde de anti-semitizmin
insanlık suçu olduğunu kabul eden bir başbakan olduğumu ifade ettim.
-Tabii usûl açısından burada bir şeyi hatırlatmalıyım. Bugün
öğlen katıldığım panel saat 14:30’da başlaması gerekirken Sayın Aliyev’le 20 dakika
bekledik. Ancak 2 kişiden başka kimse gelmedi ve 14:50’de panele başladık.
-Akşamki panele gelince Sayın Mun 8 dakika konuştu. Ben 12 dakika
konuştum. Sayın Musa 12 dakikaya gelince konuşmasını kesti.
-Buna mukabil İsrail Cumhurbaşkanı 25 dakika boyunca
toplantı usûl ve adabına aykırı bir şekilde doğrudan bana hitap ederek Davos’ta
alıştığımız tartışma adabına aykırı hareket etti.
-Uluslararası panel kurallarına göre yönetici bu tür
toplantılardaki yönetim anlayışının dışına çıktı.
-Toplantı moderatörüne karşı bir tepki ortaya koydum ve
bitmek üzere olan toplantıyı terk ettim.
-Bunu özellikle açıklamak istedim çünkü bu arada hedef
saptırılabilir.
-Yumuşak başlıyım ama uysal koyun değilim.
Eğer, anlamalarına
rağmen Allah’ın emrettiği ölçüde amel ortaya koymaktan geri duruyorlarsa
bilsinler ki Rabbimizin Tevbe Suresi 24. ayetii kerimesiyle ve daha nice ayeti
kerimelerle muhatap olacaklardır.
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz
ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulü’nden ve Allah yolunda
cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin.
Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
“Benim Kitabım’dan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi
olur ve Kıyamet Günü de onu kör olarak haşrederiz. O zaman: Rabbim! Beni niçin
kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim, der. (Allah) buyurur ki:
İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı
şekilde sen unutuluyorsun! Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin ayetlerine
inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve
daha süreklidir.”
(Taha 124-127)
“O gün, Cehennem getirildiği zaman. İşte o gün insan anlar.
Fakat bu “anlamanın” ona ne yararı var?” (Fecr 23)
Ey yöneticiler!
Anlamamız gerekenleri
hakkıyla anlayalım ki, Mahşer Günü’nde Rabbimize sunabileceğimiz bir hüccetimiz
olsun. Peki, neyi anlayalım?
-Rabbimizin gönderdiği
şeriatı doğru anlayalım,
-Müslümanların içinde
bulunduğu durumu doğru anlayalım,
-Üzerimizdeki küfür
kanunlarının küfür olduğunu anlayalım, düşmanlarımızı anlayalım, kâfirden
yardım gelmeyeceğini anlayalım,
-Bu sıkıntıdan nasıl
kurtulacağımızın İslâmî çözümünü doğru anlayalım,
-Bu İslâmî çözüme,
ölüm-kalım meselesi nazarıyla bakıp sarılmamız gerektiğini anlayalım,
-Bâtılın karşısında
hakkın mücadelesini verirken, Allah’ın vaadlerini, Rasul’ün müjdelerini anlayalım,
-Allah’tan yardım
gelinceye kadar kâfirlerle, onların bâtıl sistemleri ve fikirleriyle durmadan,
yılmadan mücadele etmemiz gerektiğini anlayalım,
-Bir kez daha
söylüyorum: Yahudiler ile ancak ordular ile mücadele edileceğini anlayalım,
Bunları anlamazsanız,
bir Latin atasözünde geçtiği ve yazıma isim olan cümledeki gibi “Anlamadığınız
şeyleri KINARSINIZ”.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış