“Mülkü elinde bulunduran Allah ne yücedir ve O her şeye Kâdirdir.
Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için hayatı ve ölümü
yaratan Allah Azizdir, Ğafurdur.” (Mülk 1-2)
Dünyanın da ahiretinde
meliki olan Allah, kullarını yönetmek için gönderdiği hükümdarlara tüm
idareciler için örnek olsun diye hakkı ve adaleti vahyetti. Onları içlerine
gönderdiği ümmetlerin kötü hallerine pratik çözümler sunması ve hallerini
düzeltmesi için dakik bilgiler verdi. Tarih bize; bu bilgiler ışığında Rabbinin
ikazını dinleyen hükümdarların muzaffer olduğunu, Rabbini hiçe sayan ümmetlerin
ise helak olduğunu açık bir şekilde göstermiştir. Rabbimiz ayette geçen “Mülkü elinde bulunduran Allah” ifadesi
ile gerçek melikin Allah Subhanehû ve Teâlâ olduğunu tüm hükümdarlara esaslı bir kaide
olarak bildirmiştir. Bu kaide, ümmete yöneticilik yapacak herkes için gerçek
melikin ve hükümdarın müdebbir olan Allah Azze ve Celle olduğunu hatırlatmak içindir ki böylece nasihat
alsınlar ve hataya düşmesinler. Peki özellikle de İslâm beldelerinde
yöneticilik yapan liderlerin bu temel kaideyi unuttuğunu yahut ihmal ettiğini
söyleyebilir miyiz? Ya da hakkı ve adaleti önceleyip, görevlerini layıkıyla ifa
ettiklerini söyleyebilir miyiz? Mesela günümüz yöneticileri yüzlerce yıl öncesinde
müminlere emirlik yapmış Hz. Ali RadiyAllahu
Anh ve
Kerram Allahu Vechehu gibi şu duayı yapabilirler mi: ‘‘Lafazan
dilden, iyiliğe yönelmeyen kalpten, birbirine uymayan işlerden Allah’a sığınırım’’.
İşte bu makalede böylesi
sorulara cevap aramak, siyase etme(gütme-yönetme) işini usta bir sanatkâr
olarak idame ettirmek için özellikle başvuru kaynağı yaptığım İmam Maverdi’nin
Kitabu’l Nasihatu’l Mülûk adlı eserinden oldukça istifade edeceğiz. Maverdi
Halifelik ve Hilâfet kurumu ile ilgili yaptığı girişte şu kıssayı anlatır: “Bir gün Ebû
Cafer el-Mansur Kabe’de bulunurken bir adam ona geldi yönetimi ile ilgili
eleştirilerde bulunduktan sonra şöyle devam etti: Ey müminlerin emîri! Ben bir
seferinde Çin’e gitmiştim. Hükümdarlarına işitme hastalığı gelip çatmıştı. O
bir gün çok şiddetli bir şekilde ağladı, yanındaki arkadaşları da onu sabra
teşvik ettiler. Melik: Ben gökten inen bir felâket sebebiyle ağlamıyorum. Fakat
kapıdaki bir mazlum beni ağlattı, bağırıyor ama sesini duymuyordum, dedi. Sonra;
İşitmesem de gözüm yerinde duruyor, insanlar içinde kırmızı elbiseyi yalnızca şikâyetçiler
giysin diye ilan ediniz, dedi. Sonra melik, mazlum olup olmadığını öğrenmek
için nehrin iki yakasında file binerdi. Ey müminlerin emîri! İşte bu, Allah’a
şirk koşan biridir. Onun müşriklere olan merhameti nefsinin ihtirasına galip
geldi. Hâlbuki sen Allah’a iman ediyorsun. Rasulullah’ın ehli beytindensin.
Senin Müslümanlara olan merhametin nefsinin katılığına galebe çalmıyor.”
İşte bu tarihi vesikadan
günümüz yöneticilerine dair bulabileceğimiz çok şey mevcuttur. Kâfir devletlerin
yöneticilerindeki, Müslümanlara savaş açarken bile halkının rızasını kazanma
çabasına karşılık, halkını katleden her kâfire hiç bir maslahat gözetmeksizin
sessiz kalan Müslüman yöneticilerdeki vurdumduymazlık, ihanet vs... İki portre
arasındaki onlarca farkı bulmak zor olmasa gerek...
Siyaset, ümmetin dahili
ve harici işlerini gütmek olunca bu gütmenin oldukça ciddi ve meşakkatli, aynı
zamanda etik ve estetik değerler taşıması elzem olmaktadır. Bir ressamın
eserine biçilen değer kendi zihin dünyasını ne kadar yansıttığı ile ölçülüyorsa,
bir mimarın inşasına verilen kıymet o inşanın mimarın düşüncesi ile ne denli
biçimlendiğine bağlı ise bir yöneticinin de yönetim mekanizmasına verilen önem,
o kadar özgün ve bağımsız olarak yürüttüğü siyasetine bağlıdır. Bu açıdan
siyaset gerçek manada bir sanat ve bu sanatı icra edenlerin ellerinde yükselen
veya alçalan bir değerdir. Onu yükselten değerler akideye bağlı kalarak diğer
prangalardan kurtulması, alçalmasına yol açan nedenler ise bu siyasetin
hunharca ve bilinçsizce tatbik edilmesinden başkası değildir.
İmam Maverdi, melik olan
kimselerde doğuştan taşımaları gereken bir takım özellikleri şöyle açıklamıştır:
1.Riyaseti
üstlenebilecek kimse Allah’ın emirleri karşısında sorumluluğun gerektirdiği
şeyleri insanlara uygulayabilmesi için sağlam bir akıl sahibi olmalıdır.
2.Kulak, göz, dil gibi
hassaları, bu organlarla yapıp anlayabileceği işlerde kolaylığı temin için sağlam
olmalıdır.
3.Her yönüyle adil bir
kimse olmalıdır.
4.Hilâfet’in görevleri
içine giren bütün işlerde, içtihatta bulunabilecek derecede ilim sahibi olmalıdır.
5.Hareket etmeye,
süratle kalkıp oturmaya engel olan organ sakatlıklarından kurtulmuş olmalıdır.
6.Amme işlerini idareye
halkın sevk ve idaresini anlamaya yarayan fikir ve bilgiye sahip olmalıdır.
7.Düşmanla harbe,
toplumu korumaya imkân veren güç ve kuvvete, cesarete sahip olmalıdır.
Bu şartlar en asgari
koşullarda ümmete yöneticilik yapacak kimseler için aranan şartlardır. Peki bu
kimselerin güttükleri siyasetin, yürüttükleri idarenin hakkını vermeleri ve bu
ümmete layık olmaları için neler yapmaları tavsiye edilir ve nasıl
vasıflanmaları gerekir?
Yöneticiler her şeyden
önce Allah’tan korkmalı ve Rabbine takva ile yaklaşmalıdır.
“Şüphesiz Allah, Allah’ı görür gibi ibadet eden ve O’ndan
sakınanlarla beraberdir.” (Nahl 128) Melik’in değerinin yüceliği, Allah’a dayanması
ve O’nu hakkıyla tanıması ile gerçekleşir.
Yönetici olacak kimse,
arzu ve hevesleri terk edip aklı ön plana çıkarmalıdır. Çünkü akıl faziletlerin
esası ve edeplerin kaynağıdır. Akıllı yöneticinin, dini ortadan kaldıran
dünyalık istekleri terk etmesi, akıllı ve ihtiyatlı kişinin fiillerine
yönelmesi daha doğru olur. Böylesi bir yönetici, şükrü nankörlüğe, aklı
ahmaklığa, cesurluğu korkaklığa, cömertliği cimriliğe, sabrı feryada, övgüyü
kötülemeye, yumuşaklığı katılığa, vakarı hafifliğe, doğruluğu yalana, tevazuu
kibre, adaleti zulme, doğruyu hataya, ihtiyatı aceleciliğe karşı tercih
etmedikçe gerçek üstünlüğe erişemez.
Ümmete yöneticilik
yapacak kişinin ilimde derinleşmesi ve İslâm kültürünü hazmetmiş olması gerekmektedir.
Alacağı ilim ile akide ve şer’î hükme taalluk edecek birçok vakıayı bilmesi ve
doğru hükümler ile karşılık vermesi elzemdir. Örneğin Hz. Muaviye’nin
genellikle gece yarısından sonra geçmiş devirlerde yaşamış hükümdarların
hayatlarını, tarihlerini ve harplerde kullandıkları hileleri okuduğunu
kaynaklar nakleder. Bu sebeple idarecilerin âlimler meclisi oluşturması ve âlimlerle
sık sık vakit geçirmesi oldukça önemlidir. Ömer b. Hattab RadiyAllahu Anh’ın “Fasıkla birlikte olma! Yoksa onun
ahlaksızlığını öğrenirsin. İşini Allah’tan korkanlarla istişare et”
tavsiyesi adeta günümüz yöneticilerinin içlerinde bulundukları ürkek halin en
çarpıcı çözümüdür. Hint meliklerinden Lisebatram’ın ahitnamesinde oğluna şöyle
tavsiyede bulunmuştur: “Lezzetle meşgul
olmak istiyorsan, lezzetin ulemanın sohbetinde bulunmak ve kitaplarını
incelemek olsun” demiştir. (İmam Maverdi, Kitabu’l Nasihatu’l Mülûk)
Topluma liderlik yapacak
idareciler affedici olmalıdır. Allah Subhanehû
ve Teâlâ şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah affedici ve bağışlayıcıdır.” (Bakara 235) Lider
konumu itibariyle yakınlarından, yöneticilerinden ve halkından sorumludur. Bu
sebeple ayette geçen Allah’a ait hasletler düstur edinilmelidir. Müminlerin
emiri Hz. Ömer’in şöyle dediği rivayet edilir: “Güçlü olduğum zaman öfkemi nasıl yeneyim? diye sordum. Bana; güçlü
olduğunda affedersin, denildi. Aciz olduğumda öfkemi nasıl yeneyim? diye
sordum. Bana; aciz olduğunda sabredersin, denildi.”
Yönetici işini
ciddiyetle yapmalı ve sabırlı olmalıdır. Ümmete yöneticilik yapacak kişinin
konumunun büyüklüğü ve makamının yüceliğinden dolayı icraatını ciddiyetle
yapmalı, gevşeklik ve laubali hareketlerden kaçınmalıdır. Çünkü memleket
yönetimi gevşek davranıp, işini savsaklayanların üstesinden gelebileceği bir iş
değildir. Yine devlet idaresinde karşılaştığı tüm sorunlu ve üzücü meselelere
karşı sabretmeli, bu üzüntü ve öfkeyi asla yönetimine yansıtmamalıdır.
Melik bunların yanı sıra
cömert olmalı, cimrilik yapmamalı ve mülkü adalet ile dağıtmalıdır. Gelir ve
giderlerin topluma yansıyan kısmında adil olmalı ve bencillikten uzak
durmalıdır. Aksi halde ümmetin nefretini kazanır ve işlerin seyri cebren
gerçekleşmek zorunda kalabilir. Yine melik olma özelliğinden dolayı sır
saklamasını bilen bir yönetici olmalıdır. Başarının en önemli sebebi sır
saklamaktır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi
ve Sellem ‘‘İşlerinizi gizlilikle yürütünüz. Çünkü her nimetin sahibi haset
edilmiştir’’ (Suyuti, Câmiu’s Sağir) buyurmuştur.
Aynı zamanda topluma
idareci olanların vaatlerini yerine getirmeleri, nimete karşı şükretmeleri,
ihtiyatlı olmaları ve sözlerini çirkinlikten arındırmaları gerekir. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ‘‘Sözünü
yerine getirmeyenin dini yoktur’’ (Ahmed, Müsned) buyurmuştur. Yine Allah
Azze ve Celle:
‘‘Nimetlerime şükredin, nankörlük yaparak küfre varmayın’’ (Bakara 152) buyurmuştur.
İmam Maverdi yönetim kademesi ile ilgili der ki: “Melik bilsin ki, bu dünyada kalıştan yok oluşa, kısa yolculuktan uzun
yolculuğa, sağlıktan hastalığa, emanet ve afiyetten bela ve hastalığa geçiş
vardır. Sevinç hüzünle beraberdir, saflık bulanıklıkla karışıktır.”
Son olarak yönetici
yumuşaklık ve sertlik arasında bir siyaset izlemelidir. Güçlü bir yönetici; gücüne,
yardımcılarına, cemaatine, hazinelerine, malzeme ve teçhizatına güvenip şiddet,
sertlik, dövmek ve öldürmekle asayişi sağlayacağını, otorite kuracağını
zannetmemelidir. Allah’ın şu ayeti bu sınırı oldukça iyi özetlemiştir;
“Allah’ın rahmeti ile onlara yumuşak davrandın, eğer sert ve
katı kalpli olsaydın etrafından dağılırlardı. Onları bağışla ve onlar için
mağfiret dile, işleri onlarla birlikte istişare et, azmettiğin zaman Allah’a
tevekkül eyle.”
(Ali İmran 159)
“Kötülüğü en güzel bir tavırla önle.” (Mu’minun 96)
Ümmete yöneticilik
yapacak kimse bilmelidir ki, yolu çetrefilli sorumluluğu büyük ve derdi çoktur.
İnsan olması hasebiyle toplumu oluşturan unsurların kontrolünü sağlamak oldukça
büyük ve ciddi sorumluluğu sırtlanmak demektir. Yöneticiler yapacakları eksik
veya hatalı bir eylem ile ümmetleri güzel zamanda perişan edeceği gibi, dakik
bir tanzim ve doğru bir siyaset tarzı ile hiç beklenmedik bir anda ümmetleri
sevindirir ve mutlu ederler. Hz. Ömer RadiyAllahu
Anh’dan rivayetle: ‘‘Kadısiye
ganimetleri gelince onlara bakar, düşünür ve ağlar. Abdurrahman bin Avf O’na: Ey müminlerin emîri bugün ferah ve
sevinç günüdür, dedi. Hz. Ömer: Evet, fakat bu verilen şey hangi kavme
verilirse onları düşmanlığa ve kine sevk eder, dedi.’’
Asr-ı Saadetten Hilâfet’in
yıkılışına kadar geçen sürede İslâm’a ve Müslümanlara devlet yönetiminde hiç
bir zaman bugünkü kadar hastalık ve sıkıntı duçar olmamıştı. Türlü eksiklikler
ve hatalı üsluplar uygulansa da, hatta kimi hükümlerin tatbikinde şer-î çerçeve
dışına çıkılmış olsa da yukarıdaki özellikleri taşıyan meliklerin varlığı
sayesinde İslâm ümmeti tek vücut ve güçlü bir ümmet olma vasfını kaybetmemişti.
Şimdi ise İslâm ümmeti küfrün ve kapitalizmin tasmasını boynuna geçirmiş bir
takım yöneticilerin varlığı yüzünden ağzına kadar çamura batmıştır. Ölümün ve
zulmün her çeşidine şahit olmuş ve devlet vasıfsız liderler eliyle hunharca
yönetilmiş, ümmet ile yöneticiler arasında kapanması zor mesafeler açılmıştır.
Toplumun sırtından para kazanan, dağıtımı sadece kendi ahalisi için
adilleştiren ve tahakkümü sözünü dinletmek uğruna kendi halkına uygulayan
devletlerin varlığı pamuk ipliğine bağlıdır. Bu devletler değil siyasetin
sanatını icra etmeyi, siyaseti herhangi bir şekliyle icra etmekten bile
acizdirler. Çünkü onların siyaseti bir ressamın çizdiği resim kadar kendine has
değil, bir mimarın yaptığı eser kadar kendisini ifade etmekten uzaktır. Ne
bağımsız bir siyasetleri ne de bu siyaseti güdecek bağımsız yöneticileri vardır.
İsteyende, istenende acizdir. Yine bu yöneticiler asla vaatlerini yerine
getirmez, asla doğru söz söylemezler. İnandıkları demokrasi onlara doğru insan
olmalarını yasaklamış ve ihaneti sevdirmiştir. Cömertlik ve ciddiyet onlara
Fizan kadar uzaktır. Yaptıkları işin mesuliyeti konusunda Allah’tan korkmazlar
ve ümmete merhamet etmezler. Ağızlarından çıkan sözlerin Allah katındaki
ehemmiyetini düşünmezler. Ümmetin maslahatları ile ilgilenmez, sorunlarını ve
sıkıntılarını çözmek için kafa yormazlar. Kendileri ve toplumları için gereken
reçeteleri söz geçiremedikleri sömürgecilerinden alırlar. Hukuklarını yalnızca
mazlumlar için uygularlar ve asla gerçek zalimlere ses çıkarmazlar. Onlar asla
kabuklarından çıkıp da halkının dertleriyle dertlenmezler. Lüks arabalarından,
eğitimli korumalarından, köşklerinden ve saraylarından taviz vermezler.
Vekilleri ve amilleri de kendilerinin yolunda gitmekten geri durmazlar. Çünkü
onlara ne bir uyarıcı ne de bir korkutucu vardır. Zira vekiller
yöneticilerinden memnun, yöneticiler de vekillerinden razıdırlar. Hâlbuki Hz.
Ömer’in valilerine şu hitabı İslâmî yönetim nizamını ne güzel de örnekliyor:
“Ben sizi sadece Müslümanların maddi değerlerine göz kulak
olasınız diye değil, ancak namazı kıldırmanız, ilmi ve Kur’an’ı öğretmeniz için
vali tayin ediyorum.”
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Bir
memleketi yöneten idareci elleri bağlanmış olarak Kıyamet Günü getirilir,
adaleti onu kurtarır, zulmü ise onu helak eder” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
buyurmuştur.
Sonra itaat edenlerin ve
asilerin taksimi konusunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Artık kim azgınlık edip, kâfir olmuş (dünyayı tercih etmişse)
muhakkak cehennem onun varacağı yerdir. Fakat her kim de Rabbinin makamından
korkmuş ve nefsini şehvetten alıkoymuşsa, muhakkak cennet onun varacağı yerdir.” (Naziat 37-40)
‘‘İnkâr edenlere gelince, onlar için cehennem ateşi vardır.
Onlar için ne karar verilir ki, böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun
azabından (bir şey) hafifletilir. İşte biz, inkâr edenleri böyle
cezalandırırız.’’
(Fatır 36)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış