“Terör ve terörizmin
tarihi” isimli bir kitap yazmak istesem ve önsözüne terörün tanımını, “bir fikrin toplum tarafından benimsenmesi
için sözlü olarak davetinin yapılmasına denir” diye bir tarifle başlasam,
sanırım en ilginç kitaplar sıralamasında ilk 10’a girer. Dünyada hani hep böyle
ilgi çekici rekorlar vardır ya! Sonrasında ödüller ilginçlikte haddi aşanlara “en
çok”, “en fazla” ve böylece enlerle dolu rekorlar sayfası oluşturulur. Hani ben
de en iyi “terör” tarifini yapabilir miyim diye düşünmedim değil. Zaten
tarifler, ariflerin ve bilginlerin kitaplarından önce derlenir, sonra vurgulu
kelimeler cımbızla çekilir, ardından hepsinden derlenmiş yeni bir tarif
yapılır. Ve sözüm ona bu tarif, yeni yazan kişiye ait bir tanım oluverir.
Aslında ölçüsüz, dağınık,
kanaatsiz ve gelişigüzel tarifler hep bu metotla ortalığa çıkar. Bir de isminin
başında Prof, Doç, ve Dr. gibi kazanılmış ve hak edilmiş! sıfatlarla övülmüşse
o kimseler, en doğru tarif onlarındır. Çünkü onlar mürekkep yalamış, yalansız
bir hayatın temsilcileridir öyle ya. Oysa tarifleri doğruya yakın kılan, akıl
ve vakıayla uygunluğu, sahip olduğu temel düşünce yapısıyla uyumluluğu ve
hayatın gerçekleriyle- realiteyle- mütecanis oluşudur. Yeni, kuşatıcı ve
çerçevesi net ve kalın çizgilerle çizilmiş yeni tarifler yapılıncaya dek tüm
toplumlarda kabul görür.
Tarifler genellikle,
tarif yapılmaya ihtiyaç hasıl olduğunda üzerinde düşünülen ve halihazırdaki
vakıaların kelimelerle ifade edilmeleridir. Terör ve terörist kelimeleri de bu
vakıadan etkilenmiş ve maalesef yüzleri kızarmış iki kelimedir. “Sözle bir
fikre davet terör, davet ederken ısrarcı olmak da terör faaliyetleri kapsamına
girer” desem bu tarif toplumlar tarafından kabul görür mü? Veya “Bir düşüncenin sözlü olarak propagandasının
yapılması terör faaliyetidir” desem, kendi düşünsel kimliği ile toplum
içinde varlık göstermeye çalışan her bir bireyin bu tarif karşısındaki konumu
ne olur? İşte bu kelimelerin kimi toplumlarda -Türkiye gibi- siyasi gücün
güdümünde olan yargı erki açısından bu şekilde tarif edilmesi -zımnen- başka toplumlarda gülünç ve absürt olarak
karşılığını bulabilir. Doğal olarak her neyin tarifi yapılacaksa hudutlarının
belirgin kılınması gerekir.
Oysaki dünyada terör,
terörist, terör faaliyetleri gibi tümceler kullanıldığında, bunlara hakikatte
vakıadan etkilenerek ortaya konulmuş yığınlarca anlamlar yüklenmiştir. Hatta
Türkiye’de bir kısım akademisyenler de benzer tanımlamalara yakın anlamlar
yüklemişlerdir. “Sosyal ve siyasal
amaçları” da içine alacak şekilde şiddet tehdidini de terör sınıfından
addedenler olduğu gibi(1). “Halkın
direnişini kıracak her türlü davranış”(2) şeklinde tarif edenler
de olmuştur. Ancak yaptığım araştırmada en ilginç tarifi “İsrail” Başbakanı
Netanyahu’nun yaptığını gördüm. O “demokrasilerin
içerisinde yeşeren bir hastalık” olarak tarif ederek, demokrasiyi
benimsemeyen tüm kesimleri hastalıklı terörist bireyler olarak görecek kadar
şizofren ve bir o kadar da ironik bir yaklaşım sergilemiştir.
Terörün tanımını
yapanlar ortak bir yönüne sürekli olarak vurgu yapmışlardır ki o da “kasıtlı
şiddet hareketleri” tabiridir. Buna “planlı
ve hukuk dışı”(3), “belli
düşünce ve davranışları benimsetme”(4), “belli bir iktidara ya
da siyasal amaca baskı”(5) ve “toplumun mevcut düzenine karşı”(6) gibi eylemlere binaen
bu şiddet hareketlerini yapanları tavsif etmişlerdir.
Bir de şiddeti meşru
şiddet ve gayri meşru şiddet şeklinde tasnif eden zevatlar çıkmıştır ki bunlara
göre eylem aynı olsa da- yani şiddet içerse de- devlet tarafından işleniyorsa
meşru, halkın belli bir kesimi tarafından devlete karşı veya topluma karşı
işleniyorsa bu gayri meşrudur. Örneğin TV kanallarında İsrail, Filistin’in
herhangi bir kentini bombaladığında bu eylemi “operasyon” olarak ekranlara taşınırken, benzer eylemi Hamas
yaptığında -yani Tel Aviv’e bir füze fırlattığında- bu olay ekranlarda “saldırı haberi” olarak yansıtılır. Bu
da meşru olup olmamasının ne derece kanıksandığının bir göstergesi olsa gerek.
Aslında bu ayrımın
yapılmasını gayri meşru olarak başka devletlerin hakkına tecavüz eden, saldırgan
ve uluslararası hukuk normlarına aldırış etmeyen devletlerin popüler hâle
getirdiğini söyleyebiliriz. Bu böyledir zira; kendi yaptıkları şiddeti
aklamanın en kestirme çözümü, bunu yasal ve hukuki zemine taşımaktır.
Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararları, ABD’nin bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkının olduğunu kabul etmektedir. Ancak ABD’nin sadece
kendini müdafaa için Afganistan’a saldırdığını ve Afganistan rejimini hasım
olarak görüp değiştirmek istemediğini kim söyleyebilir? Elbette bu sadece 11
Eylül saldırılarının ABD’ye sağladığı yeni savaş stratejisiyle uyumlu bir
planın “meşru müdafaa” zeminiydi. Ancak bu zemin sonraları çok kayganlaştı ve
devletleri, masum Müslümanları ve rejimlerinde sorun olduğu varsayımından
hareketle tüm İslâm coğrafyasını etkiledi. “Ya benimlesin ya düşmansın”
sloganıyla adeta kendi ideolojisini benimsemeyen her grup ve birey fiili
eylemsizlik içinde olsa bile, potansiyel bir teröristtir ABD nazarında.
Batılılar açısından
meşru, Müslümanlar açısından ise gayri meşru olan Bangladeş’teki Şeyh Hasina Hükümeti’nin
kendi bölge halkına uyguladığı şiddet “isyancılara
operasyon” kapsamında değerlendirilirken, Filistin’de canı, malı ve ırzını
korumak gayesiyle kendini savunan bir gencin amelleri “terörist faaliyetler” kapsamında değerlendirilecektir. ABD’nin
meşruiyet anlayışı, Hiroşima’ya ABD adına bomba atıp, 150 bin insanın canına
mal olan pilotun heykelini bir müzenin girişinde kahraman olarak diktirirken,
aynı ABD yıllarca Rus işgaline karşı bir halkın canını korumak için mücadele
eden, sonrasında ABD’nin Afgan işgalinde kendisine karşı da savaşmış olan Usame
Bin Laden’i terörist olarak görecektir.
Burada sadece terör
tanımından yola çıkarak bir düşman icat etmek yok. Göz ardı edilmemesi gereken
önemli bir nokta var ki; terörün İslâm’la ilişkilendirilerek bir toplumsal
kamuoyunun oluşturulduğu gerçeğidir. İslâm’la ilişkilendirirken ise, kendine
has bir hukuku da içinde barındıran “cihat” kavramıyla Müslüman kimliğinin
itibarsızlaştırılmasından söz edebiliriz. Öyle ki; Müslümanlar velev ki fiili
bir davranış içerisinde olmadıkları durumlarda da “cihatçı düşünce” “radikal Müslümanlar”
ve “aşırı dinci” gibi kavramlarla toplumların bilinçaltına dışlanması gereken
terörist fikirli kişiler yaftasıyla dışlanmaktadırlar.
Alman Dışişleri Bakanı
Joschka Fischer “Totaliter
ideoloji sahibi yıkıcı cihadî terörizmin yalnızca Batılı toplumlar için değil,
bilakis ilk etapta Arap ve İslâm dünyası için saçtığı çok büyük bir tehlike” olduğundan söz etmektedir. Bu cümlelerin anlamını tefsir etmeye gerek yok
sanırım. “Cihat, eşittir terör”
diyerek, dünyada kapital sermayedarların sırtlanlaşmış saldırılarına “eyvallah”
etmeyen Müslümanları peşinen terörist ilan etmektedir. Daha fazla servet ve
daha fazla kanla zengin olan Batı’nın bu alçakça bakışına anlam verebiliriz. Nitekim
hayat membaları Müslüman coğrafya olunca, bu servet değerindeki pınarların
sahipleri elbette korsan görünecektir onlara.
“Eğer onlar radarlara yakalanırlarsa, üzerlerinde kahrolası SAM füzelerini
patlatacağım. Onlar biliyor ki, biz onların ülkelerinin ve hava sahalarının
sahibiyiz. Onlara bizimle yaşamanın ve konuşmanın adabını göstereceğiz ve onlar
Amerika’nın ne kadar büyük olduğunu anlayacaklar. Bu çok güzel bir şey.
Özellikle burada ihtiyacımız olan petrolün bol olduğunu bilmek daha da güzel”(7).
Bir ABD generalinin bu sözleri aslında gerçek teröristlerin kimler olduğunu
deşifre eden sözlerdir. Rabbimiz;
“Buğzları (kin ve
düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise,
daha büyüktür.”
(Âli İmran 118) diye buyurmaktadır.
İşte, düşmanlıkla bir
halkın mukaddesatına saldıran ve bunu ağızlarıyla da açıkça ifade eden bu Batılı
güçler yazımızın girişinde tavsif edilen terör tanımlarıyla ne kadar da uyum
içinde olduklarını aslında kanıtlamaktadırlar. Hatta şu sözlere bakın, “Bu gerçekten bir blöf değil. Bundan korkunç
zevk alıyorum”(8).
Ve hatta şu söze bakın: “Geçen
akşam Rambo’ların görülmesinden sonra, önümüzdeki süreçte yaşayacağımız
mutlulukları biliyorum”(9).
Zevk için insan öldürmek, mutlu olmak adına kilometrelerce kıtalar aşarak
ülkeleri işgal etmek, ancak ruh sağlığını yitirmiş ve terörist faaliyetleri
içselleştirmiş ve meslek haline getirmiş kimselerin yapabileceği bir şeydir.
Hatta terör
faaliyetlerini sınır tanımazlık şeklinde rutin işlerinden bir iş gibi gören
devlet profilleri de yok değil. “Var mı yan bakan?” edasıyla dünyayı evi gibi gören bir devlet terörü görmezden
gelinemez. Savaşı başlatan ve durduran, hiçbir karşı söze ve muhalif sese
tahammül gösteremeyen, hele hele farklı ideolojik sesleri silahla linç etme
yolunu seçen bir devlet anlayışı dünyaya huzur ve refah getiremez. Aslında
bütün dünya bunun farkındadır.
Bu noktada kısa bir
fasıla verip, hiçbir terör tanımıyla uyuşmayan, silah kullanmayı benimsemediği
halde “terör” sınıfından değerlendirilen trajikomik bir yargılama örneği vermek
istiyorum.
Türkiye’de son
dönemlerde kendilerine yapılan hukuksuz ve mesnetsiz yargılamalara karşı “Yargı
Zulmüne Dur De” kampanyası düzenleyen Hizb-ut Tahrir partisinin kararlı
duruşundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Zira söz konusu parti yukarıda detaylı
olarak zikrettiğim, terör tanımında olmasına gerekçe oluşturacak en küçük bir
şiddet hareketinde bulunmadığı hâlde yüzlerce Müslüman genç, sırf siyasi
fikirlerinden ötürü “terör” kapsamında yargılanmaktadır.
Türkiye’de bu gençlere “nasıl
bizim gibi düşünmezsiniz, nasıl demokrat olmazsınız, nasıl Hilâfet istersiniz,
sizin Hilâfet istemeniz makul bir istek değildir. Bizim gibi düşünmelisiniz” denilerek
adeta “bizden değilsen, yoksun” muamelesi yapılmaktadır.
Şimdi örneklik teşkil
etmesi açısından Türkiye’deki bu garip hadiseyle, dünyayı insanlığa dar eden
terör devletlerinin insanlık dışı muamelelerini karşılaştırma gereği doğmuştur.
Sorulması gereken ve
belki de cevabı sorunun içinde olan özet sorular şunlardır:
“Taleplerimi nasıl
yanıtsız bırakırsın”(10) diyerek Afganistan’a savaş ilan eden, kentlerini bombalayan
ve 50 bin kişiyi hayattan koparan ABD ve Müttefikleri mi terörist? Yoksa
dünyaya bu cürümleri ifşa etmekten başka silahı olmayan Hizb-ut Tahrir isimli
bu parti mi?
“ABD’nin Orta Asya’da daha önce hayal edilemeyecek ölçüde
çıkarları ve varlığı olduğunu”(11) söyleyip neredeyse her
gün Pakistan topraklarını insansız hava araçlarıyla tarumar eden, terör yuvası
gerekçesiyle camileri bombalayan ABD mi terörist yoksa “Müslümanların
topraklarını kâfirlerin tahakkümünden kurtarın”(12) diyen
Hizb-ut Tahrir isimli siyasi bir parti mi?
“İsrail'in kendini savunma hakkı vardır’’ diyenler, koltuklarına
yaslanmış vaziyette çocukların ölümünü seyreden, neredeyse her Ramazan’da sahur
vakti evleri bombalayan İsrail mi terörist yoksa İsrail’i devlet olarak
tanımanın, onunla ticari anlaşmalar yapmanın, işgaline rıza göstermenin haram
olduğunu dile getiren ve bu sözü söylemekten başka da silahı olmayan Hizb-ut
Tahrir mi?
Hem Amerikan hem de
İngiliz istihbarat servisleri, ortak terörizm tarifi yaptılar ve şöyle dediler:
“Siyasi gayeler için sivil hedeflere
karşı şiddet kullanmak”(13). O halde “22
ülkenin sınırı ve rejimi değişecek”(14) diyen kim? Rejimleri
değiştirmek için silah kullanmak terörizm ise, ABD bunu Irakta, Afganistan’da
yapmadı mı? Fransızlar bunu Cezayir’de yapmadı mı? İngilizler bunu 100 yıl
boyunca Hindistan da yapmadı mı? El cevap: Evet. Peki terörist kim?
Halkları
sömürgeleştirmek için silah zoruyla o ülkenin servetlerini çalan, yağmalayan,
çocukları yetim, eşleri kocasız bırakan ve yıllardan beri türlü terör
bahaneleriyle ülkeleri işgal eden devletler mi terörist? Yoksa fitne ve fesadın
merkezi Avrupa ve Batıya karşı Müslüman kardeşlerinin vahdeti için canla başla
çalışan Hizb-ut Tahrir partisi mi?
İslâm ümmetinin
çocuklarını Kürt-Arap ayırımına tâbi tutarak, onlardaki akide bağlarını
koparmak için nifak tohumları saçan ve 2003 yılından beri işgal etmiş olduğu
Irak’ta çatışır vaziyette bırakan, 1 milyona yakın masum Müslümanın
katledilmesine sebep olan Amerika ve koalisyon güçleri mi terörist yoksa “milliyetçilik bağı fâsid bir bağdır”(15)
diyerek ümmetin gençlerinin ancak akidesiyle yekvücut olabileceğini söyleyen
Hizb-ut Tahrir partisi mi?
1948 yılında İslâm
ümmetinin kalbine Allah Subhanehû
ve Teâlâ’nın
Kur’an’da “Çevresini mubarek kıldığımız”(16)
diyerek övdüğü Mescid-i Aksa’da zulüm ve katliam yapmadan tek bir gün
geçirmeyen İsrail ve onları oraya yerleştiren İngiltere mi terörist yoksa “Kudüs kan ağlarken, Mescid-i Aksa işgalci
Yahudilerin cürümlerinden inim inim inliyor” diyerek ümmete veryansın
etmekten başka silahı olmayan Hizb-ut Tahrir partisi mi?
Bosnalı Müslümanlara
yapılan zulme ve kıyımlara yıllarca sessiz kalan, erkeklerine toplu kıyımlar
yapan, kadınlarına saldıran Sırplar terörist değil mi?
Afganistan’da sözde
güvenliği sağlamak adına masum insanların kanına giren Nato, terörist değil mi?
Sudan’a barış elçisi
olarak giden, masum insanların tarlalarını ateşe veren, topraklarını zorla gasp
edip milislere hediye eden “Barış Gücü” terörist değil mi?
Onların terörist olduğunu, Müslümanların ise uykuda olduğunu Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle tasvir etmektedir;
“Bir gün gelecek (kâfir) milletler sizin başınıza oburların
yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. Dediler ki; O gün biz az
olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah? Rasul SallAllahu Aleyhi ve
Sellem dedi ki; Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde
sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi (korkunuzu)
düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize vehn yerleştirecek.
Dedikler ki; Vehn nedir ya Rasullallah? Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi
ki; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu).” (Ebu
Davud)
Evet, terörün tanımı ve
teröristin kim olduğu artık zihinlerde tasvir edilebiliyor. Zaten bir kavramın
mefhum haline gelmesi için zihinde tasvir edilebilir olması da yetmektedir.
Umarım ki; gündemimize sokuşturulan her kavrama bakışımız, sahih bir nazarla
olsun.
Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet edilen bir hadis ile yazıma son vermek istiyorum.
“İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman
yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hainlere
güvenilecek, güvenilir olanlar da ihanetle suçlanacaklardır. İşte o zaman
Ruveybida konuşacaktır. Dediler ki: Ruveybida nedir? Buyurdu ki: Kamunun işleri
hakkında aşağılık adamdır!"(17)
1-W.T.Mallison
2-Fransız Petit Robert Sözlüğü
3-Sulhi Dönmezer ‘Her Yönüyle Tedhiş’’-
Son Havadis- 1977
4-Mevlüt Bozdemir ’Terör Mü Terörizm Mi?’
Sbf Basım Ve Yayım Yük Kur. 1981- Ankara
5-Köksal Bayraktar ‘Siyasal Suç’ İst. Huk.
Fak. 1982
6-Şükrü Alpaslan ‘Hukuk Ve Kriminoloji
Açısından Tedhişçilik’ İst Teknik Yay.
Sf:4
7-ABD Deniz Generali William Looney’in, 30
Ağustos 1999’da Washington Post Gazetesine Verdiği Demeci
8-Colin Powell’ın, 1991’deki “Çöl
Fırtınası Operasyonu” İsimli Terörist Saldırıda, Birçok Iraklı Sivilin
Amerikalılar Tarafından Katledilmesi Hakkında Kendisine Sorulan Bir Soruya
Verdiği Cevap
9-Eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Daily
Express Gazetesinde, 2 Temmuz 1985 Tarihinde Yayınlanan Sözleri
10-7Ekim
2001’de George W. Bush Düzenlediği Basın Toplantısında Sarf Ettiği Sözler.
11-Utsam Raporu- ABD Afganistan Ve Irakta
Terörle Mücadele Politikası -Ocak 2010
12-Hizb-Ut Tahrir- 2014/07/01 Tarihli
Pakistan’la Alakalı Bir Beyandan Alıntıdır.
13-1979İki
İstihbarat Servisinin Ortak Açıklaması
14-Condoleezza Rice- 2003
15-Http://Www.Hilafet.Com/Html/Ktplr/Ktplr.Html
16-İsra-1
17-[Ahmed Tahriç Etti]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış