İslâm tarihi şanlı
komutanların, yüksek ideallere sahip halifelerin, adil ve güçlü yönetimlerin örnekliğini
bolca yansıtmaktadır. Medine’de kurulan İslâm Devleti’nin son nefesini soluduğu
Osmanlı İslâm Devleti’ne kadar birçok lideri, akidesinden aldığı güç ile
kâfirlere karşı dik duruşuyla yardım dilenmeyen cesaretiyle bir o kadar da
mütevazılığı ile Batılı tarihçilerin dikkatini celbetmiş ve ciltler dolusu
kitaplara konu olmuştur. O liderlik ki güçlü olduğu kadar temkinli, siyasi
olduğu kadar ruhi yönü kuvvetli olan, otoriter olduğu kadar itaatkâr, özgüveni
yüksek ve mü’min kişilikleri ile dikkatleri çeken bir liderlik idi. Yine o
liderlerden bazıları tüm amellerinde Rabbinin rızasından zerre kadar taviz
vermeyen İslâmî bir şahsiyete sahip olduğu kadar, düşmanlara korku salan ve
liderlik ettiği ümmete son nefesine kadar sahip çıkan, o ümmeti ilahi bir
emanet olarak gören bir karaktere sahipti. Tabii bu söylenen sıfatlar onlar
nezdinde olağanüstü sıfatlar değildi. Zira bu özellikler bir liderin taşıması
gereken zaruri özellikler olup eksikliğinde acziyetin ve düşüklüğün sebebi idi.
Hz. Ömer RadiyAllahu Anh örnekliğinde
adaletin bir devleti nasıl kuşattığını tarihsel süreçten okumaktayız. Yine Hz.
Ebubekir’in cömertliğini ve vefakârlığını, Hz. Ali’nin cesaretini ve
itaatkârlığını bilmekteyiz. Halife Harun Reşid, Halife Mu’tasım ve hayatlarını
okuduğumuz kıssalardan diğerlerinde de aynı örnekliği açıkça çıkarmaktayız. İslâm
ordularının başındaki komutanların da elde ettiği zaferler aynı devlet adamı
olma vasfından kaynaklanmaktadır. Hatta öyle ki o devlet adamlığı vasfı ile
hiçbir galibiyetten sonra zafer sarhoşluğu da yaşamadılar. Çünkü onlar zaferi
kendilerinden değil Allah Subhanehû
ve Teâlâ’dan
bildiler ve O’na bu muzafferiyetlerinden dolayı hamd ettiler.
Kıssaların birçoğu
bilinmesine rağmen konuya oldukça mutabık olan bir vakıayı örnek verelim.
Selahaddin Eyyubi, Hz. Ömer RadiyAllahu
Anh Rasulullah efendimizin:
“Takva, harbe en güzel hazırlıktır, en güçlü
taktiktir. Askerin günahı, düşmandan daha tehlikelidir. Fazlımızla galip
gelemezsek, gücümüzle düşmanı yenmemiz mümkün olmaz” sözlerini rehber
edinmişti. Kadı Bahaüddin b. Şeddad, Selahaddin için şunları anlatır: “O Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki, onun
bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi
şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları Kudüs’ü
kurtarmak için cihada davet ediyordu. İnsan topluluklarının arasına dalıp: Ey
Müslümanlar… İslâm için, İslâm için, diye bağırıyordu. Daima hüzünle gözyaşı döküyor,
gözleri hiç kurumuyordu. Hele Aksa’ya baktığı zaman, kendine bir türlü hâkim
olamıyor, halkına yapılan zulüm ve işkenceleri hatırlamak istemiyordu. Boğazına
bir türlü yemek gitmiyordu. Durmadan ilaç içip durduğu halde yemek yemiyordu.
Hatta doktorlardan biri, ta cuma gününden pazar gününe kadar sadece bir öğünde
bir iki lokmalık bir şey yediğini söylemişti. Onun bu hali Kudüs işgal altında
olduğu içindi. O şöyle diyordu: Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa haçlıların
işgalı altında olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim? Nasıl olur da
sevinebilirim ve nasıl olur da istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim? Hele
gözüme nasıl uyku girebilir?!”
Kerek’li komutan Renaud
de Chattilon’un, esir aldığı bir grup Müslüman’a işkence ederken “Şayet Muhammed’e inanıyorsanız, haydi onu
çağırın da sizi kurtarsın!” diye Hazreti Peygamber SallAllahu Aleyhi ve
Sellem’e
dil uzatmasını bir türlü hazmedemeyen Selahaddin, Kudüs’ün fethinden sonra bütün
düşmanları affederken Hazreti Peygamber’e hakaret eden bu şahsı kendi eliyle
öldürmüştü. İşte böylesi bir komutan ve devlet adamı vefat edeceğini anladığı o
şiddetli hastalığında adamlarına kefenini vererek mızrağın ucuna bağlamalarını
ve şöyle nida etmelerini istedi: “Ey ahali! Şarkın hâkimi Sultan Selahaddin
ölmek üzeredir ve ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir.”
İşte bu ve bunun benzeri
onlarca kıssanın bilinmesine, devlet adamı nasıl olunur sorusuna bir o kadar
örnek ile cevap verilebilmesine rağmen günümüz yöneticilerinin ‘devlet adamı’ denilince ne anladığı, liderlik denilince neler yaptığı konusu
gerçekten vahim. Bütün her şeyi bir kenara bırakıp Firavun olmayı tercih eden
yöneticiler var maalesef karşısında duran ‘Musa’lara rağmen. Tıpkı Rabbimizin
ayetinde buyurduğu gibi acizlik içerisinde yöneten sözde bir devlet adamı:
وَقَالَ الْمَلأُ
مِن قَوْمِ فِرْعَونَ أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ
وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءهُمْ
وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ
اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء
مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا
قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ
فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
“Firavun
kavminin ileri gelenleri, Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar,
seni tanrılarınla baş başa bıraksınlar diye mi koy veriyorsun, dediler.
Firavun, onlara şu cevabı verdi: Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını
sağ bırakacağız. Elbette biz, onları ezecek üstünlükteyiz. Hz. Musa ise kavmine
şöyle seslendi: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü, şüphesiz
Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonuç, Yüce Allah'tan
korkup günahtan sakınanlarındır. Kavmi ona şu karşılığı verdi: Sen bize
gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik. Hz. Musa şunları söyledi:
Rabbinizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sizi istihlâf
etmesi, onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza bakar.” (A'râf, 127-129)
Mısır ahalisinin devlet
adamı olan Firavun’a karşı siyasi basireti ile karşılık veren Hz. Musa da bir
devlet adamı idi. Kureyş halkının lideri olan Ebu Cehil’e karşı dik duruş
gösteren Hz. Peygamber de kavminin lideri ve devlet adamı oldu. Fakat günümüz
yöneticilerinin günümüz Firavun ve Ebu Cehillerine karşı aynı devlet adamlığı
vasfını layıkıyla taşıyamadıklarını ve kendi kavimlerine liderlik yapamadıklarını
görüyoruz. Bu minvalde ‘Devlet Adamı’ için şöyle bir tanımlama yaparak vakıayı
analiz edelim. “Devlet Adamı; icat edici siyasi bir lider, yönetim
akliyetine sahip, devlet işlerini idare edebilecek, sorunları çözebilecek, özel
ve umumi alakalarda hükmedebilecek kişilerdir. Devlet Adamı, bir yönetici
olmasa da, yönetim işlerinden bir şeyi deruhte etmese de, insanlar arasında
bulunabilir.”
Mesela Özbekistan başkanı
İslâm Kerimov, ismi İslâm olmasına rağmen Müslümanları topyekûn düşman ilan
etmesi taşıdığı sıfatlara uyar mı? Böylesi bir liderlik aciz bir liderlik değil
midir? Afganistan ve Pakistan liderlerine ne demeli peki? Topraklarını
sömürgeci ABD’ye çiğneten ve küresel güçlerin altında memuriyetlerini ilan eden
liderler aciz değiller midir? Ya Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, halkının değil de
Kapitalist devletlerin atına binerek katliamlara imza atan ve baskı ile
liderlik yapan bir devlet adamı aciz değil midir? Bir de malumunuz Beşşar Esed
var. Kavminden hiçbir zümrenin varlığına tahammül bile edemediği, halkının hep
birlikte canlarıyla, mallarıyla kendisine karşı savaşmasına rağmen öldürmekten
yılmayan ve dağlara taşlara liderlik yapan böylesi bir devlet adamı aciz değil
midir? Ya arkasından hayır duada bulunacak bir tek Müslüman bırakmayan Suud
Kralı Abdullah için ne demeli? Müslümanların kıblesine layıkıyla mihmandarlık
yapabildi mi? Ümmetin çoğunluğu kan ağlarken, İslâm beldeleri tek tek hallaç
pamuğuna çevrilirken Batılı kâfirlerin kendisine hediye ettiği sıcak koltuktan
bir an bile ayrılmayan Suud kralı aciz bir kral olarak can vermedi mi? Yetmedi
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas; kavmi onlarca yıl Yahudi varlığı ‘İsrail’in
zulmü altında canını, malını, ırzını kaybederken kendisinin düşman devletinin
lideri ile aynı safta hatta kendi kardeşine terörist denilen bir yerde
bulunması devlet adamlığına sığar mı? Yine aynı safta Batılı ‘Devlet
Adamları’nın rızasına niyet ederek yürüyüşe katılan Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Ahmet Davutoğlu Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e en galiz hakaretler ile dil uzatan Fransız kâfirlerine
rahmet okurken, kendi vazifesi olmasına rağmen onları öldüren kimselere terörist,
bu fırsattan istifade ederek de İslâmî teröre karşı meydan okuyuşuna hepimiz
şahit olmadık mı? Evet o da tıpkı İslâmî beldelerdeki yöneticiler gibi ebedi
liderimiz ve önderimiz olan Hazreti Peygamber’e hakareti özgürlüklerden bir
parça olarak gördü. Ama her nedense meydanlara çıktığında ‘‘Asla kutsalımıza sövdürmeyiz,
Peygamberimize dil uzatılmasına müsaade etmeyiz’’ gibi söylemleri de
söylemekten geri kalmadı. Şimdi bir yandan Batılı ‘Devlet Adamları’na duyduğu
sevgiden dolayı Hazreti Peygamber’e hakareti özgürlük gören fakat kendi
halkının hassasiyetlerini de gözeterek Peygamberine sahip çıkan bir ‘Devlet
Adamı’ acziyet prangalarından ne kadar kurtulmuştur acaba? Hatta İslâm Düşmanı
Fransa’nın Cumhurbaşkanı tarafından sadece tokalaşmak ile yetinilen ve bunun
hüznünü yaşayan bir liderin içine düştüğü durum diğerlerinden ne kadar farklı,
öyle değil mi?
İşte bizi en derinden
üzen şey de bu aynılık… Hepsi birbiriyle aynı ve hepsi bu aynılık içerisinde
acizliği ve çaresizliği kabullenmiş durumdalar. İzzetli bir hayatı öylesine hak
eden bir ümmet için bu izzetten onları alıkoyacak böylesi liderlere ve
yöneticilere sahip olması ne kadar da kötü. Ama bu durumu ortadan kaldıracak
olan da tabii ki yine ümmetin kendisidir. Biz bu meseleyi salt eleştiri olsun
diye ele almadık. Bu hem bir özeleştiri, hem bir muhasebedir. Zira bizler İslâm
Ümmeti olarak kendi yöneticilerimizi kendimiz seçtik. Hâlbuki Demokrasinin bize
sunduğu seçenekleri fırsat bilmemeliydik. İyi, kötü, kötünün iyisi derken en
iyisini, en güzelini, en doğrusunu görmedik, görmezden geldik. Bizler,
Rabbimizin emirlerini tatbik edecek, haramlarından koruyacak Râşidî Hilâfet Devleti’ni
ve geçmişte olduğu gibi aynı seçkinlikte liderlik yapacak Halifelerimizi
unuttuk, düşünmedik, istemedik. Bunlar İslâm Ümmeti olarak hata ve acziyetlerin
bize düşen kısmı. Aynı şekilde yöneticilerimiz de Sömürgeci Batı tarafından kullanılıp
atılan peçete kadar değer biçilen diğer yöneticilerden farklı olmayı tercih
etmediler. Ne yazık ki aciz olanlar gibi aciz oldular, aynısını yaptılar, aynı
akıbeti beklediler.
Biz bir kez daha
uyaralım istedik. Acziyetin kendisinden uzak olduğu bir ‘Devlet Adamı’ olan Ali
Kerram Allahu Vechehu’nun
şu nasihati kulaklara küpe olmalı: “Hâkimiyet
bendedir, hükmederim, itaat ederler, deme. Bu davranış kalbi bozar, dini
zayıflatır, fesada uğratır. Yetkilerinden dolayı içinde ufak da olsa bir kibir
meydana gelirse derhal Allah’ın yüce kudretiyle hükmettiği kâinata bir bak…
Böyle düşünmek, tepelerde gezinen bakışlarını yere indirir, heyecanını alır,
seni terk eden aklını tekrar başına getirir. Yerlerle gökleri yaratan yüce
Allah, bütün zorbaları rezil eder, kibirleri iyice alçalır. Adaleti yay ve
halkın genelini memnun et. Halkın çoğunluğu memnun olmadıktan sonra bazılarının
memnun olması bir anlam ifade etmez. Seçkin bir azınlığın kızgınlığıysa toplum
rızası içinde kaybolur. Para ve makam düşkünü şımarık kodamanlar kadar, iyi
günde yük olan, kötü günde desteği görülmeyen, adaletten hoşlanmayan bir
topluluk yoktur”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış