Fransa’da yaşanan bir
dizi olayın ardından Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e olan
sevginin neticesi olarak Müslümanlardan farklı farklı reflekslerin/tepkilerin tezahür
ettiğine şahit olduk. Her ne kadar tepkiler farklı olsa bile, tepkilerin kaynağını
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e olan sevgi teşkil
etmektedir. Dolayısıyla reflekslerde anlayış farklılığı olmakla birlikte ortak
payda “Hz. Peygamber sevgisi”dir.
Her ne kadar konunun
yazılmasına vesile olan Charlie Hebdo vakıası olsa da ben makalemi Hz.
Peygambere sevgi refleksimizin nasıl olması gerektiği üzerine temellendirmek
istiyorum. Dolayısıyla ne gelişen olayın siyasi tahlili ne de şer’î hükmü
makalemizin konusunu oluşturmamaktadır.
Refleks ve sevgi
kelimelerinin manalarının bilinmesi konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Refleks: Bir uyartıya verilen cevap. Alınan uyartı sonucunda meydana gelen
tepki…
Sevgi: İnsanı bir
şeye ya da bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.
Rasulullah sevgisi ise
bazı âlimlerce şu şekilde tarif edilmiştir. El-Ezherî şöyle dedi: “Bir
kulun Allah ve Rasulü’nü sevmesi, onlara itaat etmesi ve emirlerine uyması
demektir.” el-Beydâvî
ise şöyle dedi: “Sevgi, itaat iradesidir.” ez-Zeccâc da şöyle dedi: “İnsanın Allah ve Rasulü’nü sevmesi, onlara
itaat etmesi ve Allah Celle Celâluhû’nun emirlerinden ve Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in getirdiklerinden razı olmasıdır.”
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e olan sevginin ölçüsünün ne olduğunu yani O’nu sevmenin tezahürünün nasıl olması gerektiğini Âli İmran Suresi’nde Allah Azze ve Celle beyan buyurmuştur:
“De ki: Allah'ı
seviyorsanız bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Allah affedici ve merhamet edicidir.”
Bizim sevgimiz de,
buğzumuz da, namazımız da, kulluğa dair her şeyimiz de Allah içindir. Yani Allah’ın
rızasını kazanmaktır. Aynı şekilde Charlie Hebdo vakıasında ortaya koyduğumuz
tavır da Allah rızası içindir. Buradan hareketle mademki bizlerin gayesi
Allah’ı razı ve memnun etmektir bizlere düşen Rasulullah’a tâbi olmaktır. Allah
Azze ve Celle’nin rıza-i ilahisine nail olabilmek, elçisi Hz. Muhammed Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’e tâbi olmaktan geçmektedir.
Tariflerden
hareketle sevgi, ortaya bir itaat iradesi koymayı gerektirir. Sevgi itaat
iradesi koyarak ispat edilmeyi gerektirir.
-Eğer
ki bizler bugün “Fedâki ebî ve ummî yâ Rasulullah” diye haykırıyor da Rasulullah’ın
gittiği yoldan gitmiyor/gidemiyorsak kimse Hz. Peygambere olan muhabbetimizden
bahsetmesin.
-Hz.
Peygamber’in getirdiği Sünnet-i Seniyye bir vadide, biz diğer bir vadide isek
kimse Rasulullah’ı sevdiğimizden söz etmesin.
-Rasulullah’a hakaretler
edildiğinde kanı beynine fışkıran ve duygu merkezli hareket eden bir kimse,
Rasulullah’ın getirdiği İslâm Risaleti ayaklar altında çiğnenirken tepkisiz
kalıyorsa Rasulullah’ı hakkıyla sevdiği iddiasında bulunmasın.
-Rasulullah’ın asla
iltimas göstermediği kâfirlerle işbirliği yapanlar, onlarla aynı safı tutanlar
acaba hangi peygamber sevgisinden bahsediyorlar?
Kısacası kardeşlerim,
eğer bizler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i sevdiğimizi iddia
ediyorsak O’na ve getirdiği hayat düsturuna ittiba ederek ispat etmek
durumundayız. Bizim ortaya koyduğumuz hayat anlayışımız bir nevi Rasulullah’a
olan sevgimizin göstergesidir.
Çünkü dediğimiz gibi
sevgi ortaya konulan itaat iradesidir. Rasulullah’a ve getirdiği hayat anlayışına
ittiba da samimiyetimizin ve sevgimizin belirleyicisidir. Rasul’e hakkıyla
ittiba yoksa eğer, hakkıyla sevgi de yoktur.
Örneğin Sahabeler
sevgilerinin izharı mahiyetinde “fedâke ebî ve ummî yâ Rasulullah” diyorlardı.
Ama bu söylemlerini, daha doğrusu sevgi tezahürü bu haykırışı amelleriyle ispat
ediyorlardı. Hani daha önceleri de defaaten paylaştığım bir söz vardır -ki bu
sözün sahibi Sahabe Said ibn Amir’dir- asıl anlatılmak isteneni anlatır. Neydi
hatırlayacak olursak; “Sözlerin en hayırlısı fiilin/amelin doğruladığı
sözdür.” Görüyoruz ki Sahabeler RadiyAllahu
Anhum sözlerinin ispatı mahiyetinde ameller işlediler. “Seni nefsimden
de daha fazla seviyorum yâ Rasulullah” diyen Hz. Ömer, Bedir’de de sözü
alır ve sevgisinin ispatı mahiyetinde Rasulullah’a olağanüstü bir ittiba
anlayışı koyar ortaya ve şöyle der; “Yâ Rasulullah bizler senin elindeki
çekilmiş kılıçlarız. Ya o kılıçlarla (yani bizim elimizle) onlarla savaşırsın
ya da o kılıcı kınına koyar savaşmazsın. Ne savaştığın zaman ne de savaşmadığın
zaman verdiğin karara itiraz ettiğimizi duymayacaksın.”
“Anam babam sana feda
olsun Yâ Rasulullah”
diyen Sad ibn Ebi Vakkas için ispat vaktidir. Allah onu annesiyle daha doğrusu
annesinin İslâm düşmanlığıyla imtihan eder. Ama sözün ispatı gerekir.
Rasulullah’ı sevmek ispat gerektirir. Rasulullah’ı sevmek demek, ona hakkıyla tâbi
olmak demek. İşte vakit sevgiyi ispat etme vaktidir Sad bin ebi Vakkas için…
Annesi onu, dininden dönmemesi halinde hiçbir şey yememek ve içmemekle tehdit
ettiğinde şu cümleler dökülür ağzından; “Anneciğim! Allah'ı ve O’nun elçisini senden
daha çok seviyorum... Vallahi, senin bin canın olsa ve bunları birer birer
teslim etsen ben yine dinimden dönmem.”
Rasulullah’ı ne kadar sevdiği sorulduğunda:
“Vallahi ben ve ehlim selamette iken Rasulullah’ın ayağına bir dikenin dahi batmasına razı gelmem” diyen Hubeyb’in bu sözleri de Hz. Peygamberi ne kadar çok sevdiğinin beyanıdır. Ama bu söz amelle ispat ister. Bakınız Peygamber’in kendi yerinde olması teklifi kendisine önerildiğinde nasıl haykırır Hubeyb;
"Müslüman olarak
öldürüldükten sonra gam yemem, nerede olursa olsun Allah için ölüyorum.”
Bir de isterseniz
kardeşlerim, Talha bin Ubeydullah anlatsın Rasulullah’ı ne kadar çok sevdiğini.
Rasulullah’ı çok sevdiğini söyler dururdu Talha Radiyallahu Anh… İşte
Uhud Meydanı sarf edilen sözün amelle ispat edildiği yerdir. Bir okun kâinatın Efendisine isabet edeceğini
anlayınca Talha Radiyallahu Anh buna mani olmak için, elini oka hedef
tuttu. Son süratle gelen ok, parmağını delip, elini çolak yaptı. Aslında çolak
olan kolu hatta aldığı kılıç darbeleri Rasulullah’ı nefsinden daha fazla sevdiğinin
en büyük delili değil midir? Evet, o günden sonra “Talhatü’l-Hayr (Hayırlı
Talha)” olarak adlandırılan Talha’nın, Uhud’dan döndüğü zaman vücudunda
tam yetmiş beş yarası vardı. Vallahi aldığı yaralar sözünün ispatı olarak yeter
de artar bile… Bu göstermiş olduğu sevginin karşılığı olarak Rasulullah onu şu
sözlerle ödüllendirmiştir; “Yeryüzünde gezen cennetlik bir kimseye bakmak
isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!” (İbn Hişam)
Evet, bugün pak vücudu
için kendimizi siper edeceğimiz Peygamberimiz hayatta değil ama bizler için
miras bıraktığı Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’si hayatımızın merkezinde arzı endam
etmektedir. Asıl kıstas şudur; Rasulullah’a olan sevgimizin ölçüsü, miras
bıraktığı Sünneti’nin hayatımızdaki varlığıyla ve etkinliğiyle alakalıdır. Eğer
ki son söyleyeceğimi şimdi söyleyecek olursam, Hz. Peygambere olan sevgi
refleksimiz kendisine ittiba etmek olmalıdır. Rasulullah’ın yapmadığı fiilleri
ve tutumları sergilemek O’nu sevdiğimizin değil, bilakis sevmediğimizin/değer
vermediğimizin kanıtıdır.
Bu bilgiler ışığında
Rasulullah ve Sünnet sevgimizi sorgulamaya çalışalım. Bakalım Müslümanlar
olarak, Hz. Peygamberin Ümmeti olarak bizler Rasulullah’ı ne kadar seviyoruz?
Seviyorsak ve sevdiğimizi iddia ediyorsak bu sevgiye hayatımızda yer
verebiliyor muyuz? Ne kadar yer veriyoruz?
Şimdi kıstas belli,
Müslümanlar olarak Rasulullah’ı sevdiğimizi iddia ediyorsak ki şüphesiz
öyledir, sevgi refleksi/tepkisi getirdiklerine ittiba etmek olmalıdır. Yani
bunu bir şahıs üzerinden örneklendirmeye çalışalım. Bir Müslüman Rasulullah’ı
çok ama çok sevdiğini söylüyorsa, iddia ediyorsa gösterdiği reflekse/ortaya
koyduğu fiillere bakalım; eğer Rasulullah’ın getirdiği hayat anlayışıyla
hareket ediyor ve O’na muhalif hareket etmiyorsa o kişi gerçekten Rasulullah’ı
seviyor demektir. Yok, o kardeşimiz Rasulullah’ı sevdiğini söylemesine rağmen,
amelleri Rasulullah’ın getirdiklerine muhalif ise o kişi Rasulullah’ı hakkıyla
ve arzu edilen manada sevmiyordur. Yalancıktan sevmektir onun adı. Düşünün bir
kere Rasulullah’ın getirdiği Sünnet’i, risaleti, hayat nizamı bir vadide siz
bir vadide, hangi akıl sahibi bu durumda bir sevginin, hakiki sevginin
varlığından bahsedebilir? Bahsedemez. Çünkü sevginin tezahürü ancak ortaya
refleks olarak bir itaat iradesi koymaktır. Layıkıyla ittiba varsa layıkıyla
sevgi vardır.
Peki o zaman;
-Allah’ın düşmanlarını
asla dost olarak kabul etmemiş, Allah’a ve Rasulü’ne düşmanlık besleyenleri
kendisine düşman ilan etmiş bir Peygamberin ümmeti olarak, yüzümüzü kâfirlere
dönüyorsak, onlardan medet umar hale geldiysek bu sevginin adı sizce ne olmalı?
-Kulluğu sadece Rabbine
hasreden bir Peygamberin ümmeti olarak, hevamızı, heveslerimizi Rab ediniyorsak
ve arzularımızın emrine amade oluyorsak sizce bu sevginin adı ne olmalı?
-“Allah’ın yardımı ne
zamandır?” diyecek kadar şiddetli eziyet ve işkence görmüş olmasına rağmen,
yardımı sadece ama sadece Allah’a hasreden bir Peygamberin ümmeti olarak bugün
süper güç devletlerine el avuç açıyorsak, onlardan yardım bekliyorsak, onlara
dayanıyorsak bu sevginin adı sizce ne olmalı?
-“Zalimlere
meylederseniz size ateş dokunur” ayeti kerimesi gereği, zalimlerin dimdik
karşısında, mazlumların ise yanı başında durmuş bir Peygamberin ümmeti olarak,
zalimlerle aynı safta yer alıp mazlumlara sırtımızı dönüyorsak bu sevginin adı
sizce ne olmalı?
-“Allah’ın dinini
boğazlanmak pahasına da olsa ikame etmek için gönderildim” diyen ve hâkimiyeti
sadece Allah’a hasreden bir Peygamberin ümmeti olarak, hâkimiyeti Allah’tan
alıp beşerî nizamlara veriyorsak bu sevginin adı sizce ne olmalı?
-“Allah’ın
hükümleriyle aralarında hükmet” ayetine muhatap olup insanlar arasında
Allah’ın razı olacağı hükümlerle hükmeden, başka bir hükme asla tevessül
etmeyen bir Peygamberin ümmeti olarak, beşerin hükümleriyle hükmedilirken buna
sessiz kalıyorsak bu sevginin adı sizce ne olmalı?
-Hak sözü haykırmanın
baş mümessili olan, hak sözü söyleyenin en efdal cihad yaptığını beyan eden bir
Peygamberin ümmeti olarak, hakkı haykıranlar soluğu cezaevlerinde alıyor,
hakkın münadileri çeşitli eziyetlere maruz bırakılıyorlarsa bu sevginin adı
sizce ne olmalı?
-Asasıyla hafifçe
dürttüğü için Rasulullah’tan kısas isteyen Sevad Radiyallahu Anh’a “Al
asayı sen de bana dürt, çünkü adaletle hükmetmek bunu gerektirir” diyen
bir Peygamberin ümmeti olarak, adaleti ayakta tutamıyorsak, ayakta tutmamıza
müsaade etmeyen hain yöneticileri sorgulayamıyorsak bu sevginin adı sizce ne
olmalı?
-“Kim bir Müslüman
kardeşinin derdiyle dertlenmeden sabahlarsa bizden değildir” diyen ve Müslüman
kardeşinin derdini kendi derdinden ayırmayan bir Peygamberin ümmeti olarak,
hemen yanı başımızda Suriye’de yıllardır yükselen feryatlara kulak asmıyor,
kardeşlerimizi yardımsız bırakıyor ve Keşmir’i, Doğu Türkistan’ı, Irak’ı,
Filistin’i görmezden geliyorsak kısacası onların derdini dert edinmiyorsak bu
sevginin adı sizce ne olmalı?
-Mekke’den Medine’ye
kadar olan süreçte Allah’ın emri gereği İslâm’ı bir devlet eliyle hakim kılmayı
amaçlamış ve bu uğurda azami çaba göstermiş bir Peygamberin ümmeti olarak,
Allah’ın dinini kâmil manada hayata tatbik edecek, başta Rasulullah olmak üzere
bütün değerlerimizi koruyacak ve değerlerimize uzanan ellerden hesap soracak
Rasulullah’ın müjdelediği II.Râşidî Hilâfet için çalışmıyorsak bu sevginin adı
sizce ne olmalı?
Evet, bu sevginin adı kardeşlerim gerçek sevgi değildir. Hatta Rasulullah sevgisi hiç değildir. Çünkü Rasulullah’a olan sevgimizin gerçekliği getirdiği hayat düsturuyla kolayca ölçülebilir. Getirdiği hayat düsturu hayatımıza muvafakat sağlıyorsa o zaman sevgimizde ciddiyizdir. Onun için Rasulullah’a olan sevgimizin ispatı O’nun yapmadığı fiilleri yapmak değildir. Zaten böyle olması halinde kimse Rasulullah’a sevgiden bahsedemez. Ama Hz. Peygamberi sevmek yaptığını yapmaktır. Edindiği ameli amel edinmektir. Kaçındığından ivedilikle kaçınmaktır. Zaten Allah Azze ve Celle Haşr Suresi 7. ayette şöyle buyurmaktadır:
“…Peygamber size ne
verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının”
Dolaysıyla diyorum ki
bugün Rasulullah’a olan sevgimizin refleksi, O’nun getirdiği Sünneti’ne uygun
yaşamak olmalıdır. Unutmamak lazım. Sevgi ispat ister.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış