AKP NEYİ BAŞARDI?

Halime Aydın

12 Haziran 2011 günü yapılan genel seçimlerde, iki dönemdir iktidarda olan AKP, % 49.9 oyla tekrar iktidar koltuğuna oturdu. Bu demek oluyor ki; her iki seçmenden biri, AKP’ye oy verdi. Bu sonuç kimine göre zafer, kimine göre yenilgi –milletvekili sayısı düştüğü için- olarak lanse ettirildi. Aslında bütün partiler seçimden kazançlı çıkmışlardı. AKP, yine tek başına iktidar olarak ve oyunu artırarak; CHP, hem oyunu attırıp hem de en fazla milletvekili artışını yapan parti olarak; MHP, kaset skandalları sonucunda baraj korkusu yaşarken bunu rahatça geçerek; BDP ise, tahminlerine yakın bir vekil sayısı çıkarıp oylarını çoğaltarak kazançlı sayılmışlardır. 

Bu sonuçlar sonrasında, CHP ve MHP’de parti içi muhalefet kazan kaldırmış ve parti içerisindeki hesaplaşmaları tekrar gün yüzüne çıkartmıştır. Önümüzdeki günlerde bu hesaplaşmaların dozajının giderek artacağına şahit olmamız ise muhtemeldir. Nitekim seçim sonuçlarının kesinleşmesinin hemen ardından, hemen hemen bütün TV programlarında tartışılan tek konu “AKP bunu nasıl başardı?” idi. Nihayetinde Cumhuriyet tarihinde en yüksek oyu alarak iktidar olmuş bir partinin, gündemi meşgul etmesi de doğaldır. AKP’nin bu oyları nasıl aldığının açılımı ise kanımca şu hususlarda saklıdır:

- Başbakan Erdoğan’ın liderlik özelliği, 

- Bugüne kadar yapılmayan hizmetlerin halka götürülmesi,

- Ergenekon operasyonlarının yapılması… 

Başbakan Erdoğan iki türlü kimliği olan bir liderdir: Geçmişine dayanan İslamcı kimliği ve gerektiği zaman kullandığı Laik-Demokrat kimliği. Erdoğan, iktidar olduğu ilk dönemlerde İslamcı kimliği ile beraber, Laik kimliğini daha sık kullanmaktaydı. Çünkü o süreçte Laik-Kemalist zümreler hâlâ ayakta ve AKP’yi köşeye sıkıştırabilecek potansiyel bir güç durumundaydı. Bugün ise Erdoğan, bu güçleri tasfiye ederek bir nevi ayakta durabilecek neredeyse düşman bırakmamıştır. Bu haseble son dönemlerde İslamcı kimliğini daha çok kullanmaya başlamıştır. Üstelik bu kimliği sadece Türkiye’ye yönelik değil, bütün Müslüman ülkelere yönelik kullanmaktadır. Aslında Cumhuriyet tarihi boyunca din, öyle bir araç olmuştur ki, bazen düşman ve öcü gösterilmiş -ki çoğu dönem böyle olmuştur- bazen de halkı kendi taraflarına çekebilecek bir mıknatıs olarak kullanılmıştır. Nihayetinde bu Sistem, dine ve dinin referans alındığı bir yönetime karşı oluşturulmuş olsa da, iyi veya kötü, din her zaman gündemde olmuştur. 

Cumhuriyetin kurulması, aykırı bir nizamın, Müslümanlara zoraki tahakküm ettirilmesi şeklinde olmuştur. Yabancı bir nizam ve ona yabancı olan bir halkın yıldızı, uzun yıllar barışmamıştır. Bu yabancılıktan olsa gerek, halka hizmet götüren, onları kendilerinden görüp dertlerini dinleyen hiçbir hükümet olmamıştır. İşte bu nedenle gecekondulara giderek, bir paket erzak dağıtan AKP, bu millet tarafından bir lütuf olarak görülmeye başlamış ve halkın karşına çeşitli hizmet projeleriyle çıkan AKP iktidarını sağlamlaştırmıştır. Yıllarca Laikler tarafından geri kafalı görülmüş ve her türlü hizmetten mahrum bırakılmış olan halk, hem İslamcı görünen hem de hizmetler yapan bir partiye teslim olmuşlardır. Hele ki demokrasinin İslam’la çelişmediği düşüncesinin, halka empozesinden sonra… 

Bu sonuç, AKP’nin zaferi ve başarısı şeklinde okunsa bile, Müslümanlar için aynı şeyi söylemek asla mümkün değildir. Çünkü Müslümanlar için hidayet kaynağı olan Kur’an’a göre, bu mümkün değildir. Allah Azze ve Celle’nin bizler için nimet olarak nitelendirdiği din, yani izzetin kaynağı olan İslam’a göre ise, yine bu bir zafer değildir. Müslümanların adını duyduklarında özlemi ile hüzünlendikleri, salavatlar getirerek andıkları, aydınlığa ulaştırıcı önder olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e göre de, asla böyle bir şey söylenemez. Burada okunması gereken şudur: Aslında Müslümanlar Tevhid karşısında bir kez daha yenilmişlerdir. LailaheillAllah’ın hakikati karşısında hezimete uğramış ve kendilerinde hüküm koyma yetkisi görenlere “La!” diyememişlerdir. 12 Haziran günü zafer nidaları atılsa da, kutlamalar yapılsa da, o gün Müslümanların Kur’an ve hükümleri karşısında hezimete uğradıkları bir gün olmuştur. Çünkü Kur’an’ın hiçbir yoruma gerek bırakmayacak şekilde olan sarih ayetleri, bunu işaret etmektedir. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: 

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ

“Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır.” (eş-Şura 10)

Yine Kur’an, hangi gerekçeyle olursa olsun, hangi niyet hâsıl olursa olsun, isteyerek veya istemeyerek de olsa, bilerek ya da bilmeyerek de olsa, Allah Subhanehu Teâlâ’nın kanunlarını tatbik etmekten vazgeçen ve “Allah’ın indirdiği ile hükmet” düsturundan sapanları, üç sınıf ile tasnif etmiştir:

فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

“Artık insanlardan korkmayın benden korkun ve ayetlerimi az bir değer karşılığında satmayın. Kimler Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezlerse işte onlar kâfirdirler. (el-Maide 44)

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

“Her kim de Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezlerse işte onlar zalimdirler.(el-Maide 45)

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Her kim de Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezlerse işte onlar, yoldan çıkmış fasıklardır (el-Maide 47)

Gelelim Kur’an’a göre tasvir etmeye çalıştığımız bu sosyolojik yahut politik vakıa karşısında, Tevhid’i kendisine düstur edinmiş olanların durumuna. Şüphesiz ki, AKP’nin Müslümanlar üzerinde oluşturduğu etki olumlu gibi görünse de Tevhid için bir set oluşturmuştur. Çünkü ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın AKP, gayri İslamî bir Sistem içerisinde iktidar olmuş ve bu Sistem’in yılmaz savunuculuğunu CHP’nin bile elinden almıştır. Böyle bir partinin insanlar tarafından bu denli kabul görmesi, hem sıradan halk için, hem de şirki reddedenler için bir sınavdır aslında. AKP, bugün güçlüyü oynamaktadır. Onun karşısında yer alan bu kesim için ya pes etmek, ya asimile olmak, ya da dik durmak şeklinde üç yol bulunmaktadır. Tarih, Tevhid’e karşı duran sistemlerin karşısında pes eden Müslümanlara, giderek asimile olanlara, varoluş gayelerini yitirenlere, şirke destek verip bunu da “hılfu’l-fudul”a benzetenlere de şahittir. 

İşte şahit olduğumuz bu büyük savrulmadan sonra, imtihanı kaybetmemek ve Allah Azze ve Celle’nin “İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” diye tabir ettiği kazananlardan olmak için ise yapılması gereken bellidir: Küfre dayalı düzenler ve bunların içerisinde yer alan partiler karşısında, Tevhid’e dayalı olan o dik duruşu korumaktır. AKP’nin başta saydığımız özellikleri, geçmişte iktidar olmuş partilerden farklı olarak siyaseti ve bugüne kadar Müslümanlara sunulmamış olan dünya nimetlerinin (en azından bir kısmının) önlerine serilmesi, Müslüman kardeşlerimizde bir rahatlamaya ve gevşemeye neden olmuştur. İşte bu rahatlık, zaten meseleleri yüzeysel inceleyen halkın beklentilerini de değiştirmiştir. Dikkat edersek, özellikle AKP’yi bu anlamda destekleyen halkta, yıllardır var olan Şeriat beklentisinin yerini ne yazık ki, “ileri Demokrasi” almıştır. 

Peki, bu durum karşısında olayın vahametini gören Müslümanlar olarak, sorumluluklarımız azalmış veya yok mu olmuştur? Elbette ki, hayır! AKP’nin oluşturduğu bu tablo, sorumluluklarımızı daha da arttırmıştır. İnsanların çoğu bilmeyerek bir yanlışın içerisindedirler. Elbette AKP, sadece hizmet eden ve İslamcı söylemleri olan bir parti değildir. Unutmayalım ve hatırlatalım ki AKP, aynı zamanda bir milyon insanın -belki daha fazla- katledildiği Irak Savaşı’nda, topraklarını ABD güçlerine açan bir partidir. Hatırlayalım ki, ABD’nin Savunma eski Bakanı yardımcısı Paul Wolfowitz, Irak işgalinden üç ay önceki Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamada; “Biz Irak’a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Erdoğan bize cesaret vermiştir” demiştir. (Tüm Medya) Bunun akabinde ise Başbakan Erdoğan, “American Jewish Congress” adlı kuruluştan “cesaret ödülü” almaya layık görülmüştür. AKP yine bugün, sınır komşusu Suriye’de yaşanan kıyımı seyretmekle yetinen bir partidir. Libya’da yanlışlıkla(!) sivilleri öldüren NATO’ya, halen üye olan bir ülkenin iktidarında olan bir partidir. Bugünün dünyasında küfrün babası denilen ve Müslüman kanı akıtmaya doymayan ABD’ye karşı “Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD’ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD’nin temel hedeflerinin örtüştüğünü” (Yeni Şafak/2005/Haziran) itiraf eden Erdoğan’ın partisidir. 

İşte tüm bu hakikatler karşısında bizler sorumluluğumuzu idrak eden Müslümanlar olarak, geçekleşen bu durum karşısında ye’se kapılmamalı ve mücadelemizi arttırmalıyız. 

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer gerçekten iman ediyorsanız üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmran 139)

Muhakkak ki Allah Azze ve Celle, bu durumu değiştirecektir. Bu, İslam’ın bir müjdesidir. Bu noktada, Tevhidî bilince sahip olanlar sınanmaktadırlar. Evet, AKP Tevhidî bilinci iyice zayıflatmış ve bu bilincin yayılmasının önünde bir set olmayı başarmıştır. Ama unutmayalım ki, küfre dayanan bu partilerin dayanakları sağlam değildir. Onlar, her an devrilecek sütunlara dayanmaktadırlar. Onların planları karşısında, Rabbimizin de bir planı vardır. Allah, her dönemde ve her zamanda “LailaheillAllah” diyen Müslümanlara yardım edeceğini vaad etmiştir. O halde, Tevhid merkezli bir kamuoyu oluşturmak için mücadele etmenin ehemmiyeti, bu vakıa karşısında bir kez daha ortadadır. Çünkü şu, ateşten kurtaran ve aydınlığa kavuşturacak olan en temel meseledir: ‘Allah’tan başka hüküm koyanı tanımamak.’



Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz